29 Aralık 2015

, ,

Küçük Ödipus ve Troyka


Syriza’nın başına ne geldi? Bu parti kötü bir sonuca ulaşan iyi bir parti miydi yoksa kötü bir sonuca ulaşan kötü bir parti miydi? Buradaki fark trajedi ile komedi arasındaki farktır.

Avro grubu 86 milyar avro ile satın aldı Yunanistan’ı. Geçen Ağustos’ta Troyka (Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Ekonomi Konseyi ve Uluslararası Para Fonu) bankalara yeniden sermaye akışını sağlamak için 10 milyar avro verdi. Aralık ayının ilk haftasında Yunan parlamentosu 2016 yılı “İstikrar Planı”nı onayladı (plana 153 evet, 145 hayır oyu çıktı), burada amaç, 2015 sonu itibarıyla verilen 50 milyara paralel Yunan varlıklarının başarılı bir biçimde “özelleştirilmesi” için ilk 26 milyarlık dilimin 16 milyarını güvence altına almaktı.

Parlamentoda onaylanan plan kamu harcamalarını 5,7 milyar avro düşürdü (emekli aylıklarından 1,8 milyar, savunmadan 500 milyon kesildi) ve vergileri 2 milyar artırdı. Önümüzdeki üç yıl içinde eski borcu kapatmak (%53) ve bankalara yeniden sermaye akışı sağlamak (%30) için 86 milyar avroluk “kurtarma” planının %80’i dağıtılacak. Hükümete devleti yönetmek için 10 milyar avro kalacak. Ekonominin yeniden rayına sokulması için yapılacak yatırımlar özelleştirmelerin başarısı karşılığında ipotek altına alınacak.

Dolayısıyla Yunanistan’ın egemenliği bıçağın altına yatırılmış kurbanlık koyun gibi. Ayrıca savunma politikaları da NATO’ya tabi, zira ülke ABD’nin askerî üssü. Troyka’nın elindeki ilmikten kurtulma vaadiyle seçilmiş bir partinin dayattığı bu durum bir psikologun incelemesini hak ediyor doğrusu, çünkü parti belli ki aklını yitirmiş.

Madem ki Yunanistan’dan konuşuyoruz, söze Ödipus kompleksinden başlayalım. Syriza lideri Çipras Brüksel, Frankfurt ve Berlin’deki finansal Olimpus’un otokratik babalarının gönlünü hoş tutmak için adalet fikrini terk mi etti? Ergenlik eşiğini aşıp yetişkin olamaması neoliberalizme hizmet eden bir ayakçı mı yaptı onu?

Eğer öyle ise Çipras adaleti değil oportünizmi seçmiş. Sofokles’in Ödipus’undan farklı olarak Çipras rahip-kâhin Tiresias’ın tavsiyesini tutmuş görünüyor: “Hakikati, bilgiyi, adaleti arama, bu arayış kişisel olarak seni ve aileni mahveder.” Aksine Ödipus Tiresias’ı ihanetle suçluyor, çünkü bir yöneticiye kendi çıkarını halkın çıkarının üzerinde tutmasını söylemenin hainlik olduğunu düşünüyor. Ödipus’un büyüklüğü de daha büyük bir hasenat için amel etmeyi seçmesiyle ilgili. Çipras’ın küçüklüğü bunun tersini tercih etmesinden kaynaklanıyor.

Aleksi Çipras Delfili Kâhin’in öğüdünden ders almalı: “Kendini bil” adaletin temel ilkesi. Kendini bilmek empati demek. Kendini bilmek insandaki kusuru görmek demek. Çipras’ın eylemleri ise onun bu yüce gönüllü edebiyatı deli saçması gördüğünü ortaya koyuyor ki bu da neoliberal çağımızın ahlâksız siyasetine, “bencillik en büyük hasenattır” tespitine mükemmelen uyuyor. Çipras Sofokles’ten pragmatizm dersi alıyor. Bu ders hırslı başbakanların Brüksel’de Troyka ile buluşmasını, onu öldürmemesini emrediyor. Onlar karılarını öldürmenin hasredini çekiyor, karılarının örgü şişleriyle gözlerini oymak istiyor, başbakanlığı kaybedip sürgünde her yanı elleriyle yoklayıp körlüğüyle dolaşmayı tercih ediyor. Troyka denen vebanın halkı ve koyunlarını kıyımdan geçirmesinin bedeli bu.

Politik olayların psikolojik yorumları eğlenceli bir yana sahip. Bu yorumlar elma sandığını kurtarmak için kötü elmayı seçmede kullanılan bir yönteme dayanıyor. Syriza’nın elma sandığında kaynayıp duransa Keynesçi elma püresi. Kokusunu Avrupa Birliği’ne topluma karşı sorumlu bir demokrasiyle geri dönmeye dair temelsiz bir ümit veriyor. Parti Çipras’ın kusurlu politik hükümlerini paylaşıyor. Keynesçi ekonomiye dönüş için vakit hiç uygun değil.

Finans kapitalin yönettiği çıplak otokrasi ve bir hırsızlar düzeninde yaşıyoruz. Bu hegemonya küresel emperyalist saldırganlık için bir itkiye ihtiyaç duyuyor. Söz konusu kıyımın “ilerletilmesi” mümkün değil. Bindiğimiz trenin uçuruma yuvarlanmasına birkaç milim kalmış. Yolunu terse çevirmek, bunun için daha kibar ve daha nazik bir kapitalizmin pas tutmuş frenlerine asılmak tam bir yanılsama. Barışçıl bir kapitalizm çağında da yaşadığımız yok. Savaş dönemine has şovenizm gemi azıya almış, kuduz gibi sağa sola saldırıyor. Zihni hissizleştiren yalanların velvelesi tüm o meleyerek dilenilen reform taleplerini boğuyor. Devlet ve medyada akla küfreden propaganda tüm hızıyla işliyor.

Avrupa Birliği’nin başında finansal monopolistlerin teşkil ettiği bir tröst bulunuyor. Troyka’nın hedefi hâkimiyet kurmak, eşitlik ve kendi kaderini tayin hakkı değil. O demokrasi ve özgürlüğün inkârı. O çevrenin merkeze tabiyeti, eşitsiz gelişmenin kendisi. Hâsılı, tekelci finansal kapitalizm emperyalisttir. Syriza’nın bugün yola gelmeyen otoriteryanizmin yapısını kavrayamaması, onun Troyka’daki gasıplarla politik düzeylerde baş edebileceğini zannetmesine yol açtı. Bu ölümcül bir hataydı. Troyka Syriza’nın politik boğazını tavuğun boğazını döndüre döndüre kopartması gibi koparttı. Bu, politik iktidarı etkisizleştirdi, sonuçta Yunan ekonomisi ilhak edildi. Bu noktada I. Dünya Savaşı’nda Rosa Luxemburg’un dile getirdiği cümleyi anımsamakta fayda var: “Yunan sosyal demokrasisi çürümüş, leş gibi kokan bir cesettir.”

Bugün herkesin gözü 20 Aralık seçimleri sonrası İspanya’daki Podemos’a çevrildi. Yoksa yeni bir komediye daha mı tanık olacağız?

Luciana Bohne
28 Aralık 2015
Kaynak

0 Yorum: