04 Aralık 2015

Karaborsa



Liberal feminist söylem uzun zamandır galebe çaldığından, epeydir 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü eylemlerine erkeklerin katılımı yasak.

Bu sebeple, iki sene önce, katılamadığım eylemin internette yayınlanan görüntüleriyle yetiniyorum. Matah bir şey içeriyormuş gibi, bir video dolaşıma sokuluyor o gün. Videoda, hangi sol örgüte ait olduğunu bilmediğim bir kortejde kadınlar, birden anlamsız bir biçimde, boğazlarını yırta yırta bağırmaya başlıyorlar. Kaldırımdan geçen bir adam, aniden bağırılması karşısında ürkerek, yanında yürüyen, pencerelerden yürüyüşü izleyenlere bağıran bir kadına tepki gösteriyor ve “insanları neden rahatsız ediyorsunuz?” diyor. Bunun üzerine, yüksek siyaset bilinciyle yüklü kadın aktivist, “devrimci müdahale”sini gerçekleştiriyor ve kadın arkadaşlarına dönerek, “bu adam bana saldırıyor, küfrediyor!” diye bağırıyor. Onlarca kadın, bu adamı kovalıyor. Adam, linçten zor kurtuluyor.

Ankara Üniversitesi’ndeki müdahale de bundan farksız. Bu solcu arkadaşlar, ağabeylerinden, ablalarından seksen öncesinde gecekondu mahallelerinde karaborsaya karşı mücadele hikâyelerini dinlemişler, ama sadece karaborsanın nasıl icra edildiğini öğrenmişler sanırım. “Algıda seçicilik” denebilir buna. Bugün siyaseten kısa yoldan köşeyi dönmek istendiğinden, karaborsa, bu arkadaşlarda bir siyaset tarzı hâline gelmiş. Kimsenin mücadeleyi ilmek ilmek örmeye ve onu müşterek kılmaya tahammülü yok anlaşılan.

Söz konusu siyaset tarzı, belirli çatışma durumunda insanları kendilerine kul ve mecbur etme üzerine kurulu. Geçmişte işçi grevine saldıran işçiler yüzünden tüm işçiler düşman kılınmıyorsa, dilinde her Kur’an olanı IŞİD’ci ilân etmek de o denli anlamsız. Geçmişin başarılarını taklit etmeye çalışmak boş. IŞİD nefretini herkesi IŞİD’li ilân edip kendine örgütleyeceğini zannetmek, ahmaklık. Üniversitelerdeki siyasette yaşanan tıkanmayı bu tip saldırılarla açmaya çalışmak, sonuç üretmeyecek. IŞİD’le korkutup kendisinin sıtma veya verem olduğuna ikna etmek, çıkışsız.

Bu arkadaşlar, ağabeylerinden ve ablalarından dinledikleri hikâyeleri yanlış anlamışlar. Bugün onların inşa ettikleri mahallelere mülk sahibiymiş gibi gitmeleri de saçma. Geçmişe ait güç hikâyeleriyle böbürlenmek, nafile. Mesele, o gücün neden yitirildiği. Mesele, o ağabeylerin, ablaların bugünkü somut ilişkileri. Aklın, fikrin nasıl işlediği. O hikâyeleri birer menkıbe misali dinlemek hiçbir sonuç üretmez, dert o hikâyelerde anlatıl(a)mayanlara bakmakta.

Bu hikâyeler, devrimci manada sorgulanmalı. O hikâyelerin yeniden ısıtılması için AKP’yi İslamî bir siyaset olarak takdim etmek kimin işine yarar, asıl soru bu. ABD’de İslam düşmanı bir sağcının siyasetini burada yinelemek anlamsız. Yazları gidilen kamp yerlerine mapus olmak… kurtuluşumuz burada değil. Sermayenin kaleleri olan üniversiteleri bu denli sahiplenmek, hiçbir yaraya merhem değil.

Müslüman arkadaşların tepkisi de benzer bir ticarî algıyla biçimleniyor. “İzzetli Müslümanlar”sa, ülkede ve bölgede İslamî değerleri ayaklar altına alanları hedef almalılar. Dükkâna biraz daha mal toplamak için bu tip gerilim durumlarından istifade etme yoluna gitmemeliler. Geçmişte ülkücüler gibi, devletten birileri kendilerine görev verir diye beklememeliler. Bilmelidirler ki bu devlet yıkılmadıkça, onlara ait olmayacaktır.

Sol ve Müslüman iki kesimin karşı karşıya geldiği bu olayda iki taraf da açıklamalarında polisiye ifadeler kullanıyorlar. Biri "IŞİD", diğeri “yasadışı, terör” gibi kavramlar kullanarak, meşruiyetini devletten almaya çalışıyor. Hesap verilmesi gereken yer burası.

Sol, bu toprakların mazlumları ve sömürülenleriyle kalpten ve bilinçle belirli bir birliktelik kurmayı düşünüyorsa, Cebeci’de saldırıyı gerçekleştiren ekibini tecrit etmeli, ondan “özeleştiri” istemelidir. Müslüman hareket, o kalbi ve bilinci tağutun sunağında kurban etmek istemiyorsa, solla topyekûn çatışmayı gündemine almamalı, fiilî küfre ve zillete odaklanmalıdır.

Eren Balkır
3 Aralık 2015

0 Yorum: