Solun kadrolarını birer gazeteci olarak yetiştirmesi, muhtemelen onun internete gömülmesinin bir neticesi.
Gazetecilik ve muhabirlik,
solun ricat ettiği, sığındığı alan. Söz konusu alan ise mutlak bütünlük olarak
bireye ve onun sözel mızırdanması olarak liberalizme ait. Liberalizm, en iyi
ifadesini gazetecilik ideolojisinde buluyor.
Batı’da dillendirilen bir gazetecilik tanımı, şunu söylüyor: “Gazetecilik tarihin ilk taslak hâlidir.” Demek ki gazetecilik, egemenler adına, tarihyazımı bağlamında, hikâyeler kurgulamaktır. Siyasetin ve teorinin bu hikâyelere indirgenmesi, bugünü, bugündeki bireyi yüceltmekle alakalıdır. Burada tarih, birey taslağına, kalıbına dökülmek zorundadır. Bireyi aşan toplum, bu tarih üzerinden düzlenmeli, zararlı yanlarından arındırılmalıdır.
Sol, bu alana ricat ettiği ölçüde kendi kadrolarının
tarihsel-toplumsal bağlarından bile mahrum kalmaktadır.
Sol, bu yola sırf hayatta kalmak için girmiştir. Birey
kalıbı burjuvayı işaret ettiğinden, artık sol, izlediği dizilerde, baktığı
sokakta burjuva olanı arayıp bulmaktadır. Ona karşı olanı ise kir ve sapma
olarak görmeye mecburdur. Sol, gazetecileştikçe burjuvaya daha fazla kul
olmaktadır.
* * *
2009’da İran’da yaşanan Yeşil Devrim ayaklanması,
Tahrir ve Gezi’de benzer gazetecilik modelleri denenmiştir. 2010’da önemli bir
sıçrama kaydedeceğini zanneden İranlılar, cılız da olsa hareketin belirli özel
bireylere kapanan bu gazetecilik pratiğinin sürece zarar verdiğini
dillendirmişlerdir. Bu hareketin eleştirisini, bölgeyle herhangi bir bağı
olmadığı için yapmayan sol, Gezi’de benzer tuzaklara düşmüştür.
İran’daki muhalif gençlik bugün, küçük burjuva bir
yerden, aralarında Ahmedinecad’ın karısının burnu ile ilgili fıkralar anlatarak
kendisini tatmin eder bir konuma sürüklenmiştir. İran’da zengin orta sınıfın
kendi zenginliğini ortaya koyma konusunda kullandığı en baskın yöntem, estetik
cerrahisidir. Ahmedinecad’ın karısı, esasında “fakir olduğu” ya da “fakir
göründüğü” için dalga konusu olmaktadır. Solun bu alaycı tutuma mahkûm olması,
ciddi bir sorundur.
Benzer bir alaycı tutum, bölgeden gelen cihadî
unsurlara ait fotoğraflara yönelik olarak da sergileniyor. Batılı estetik
anlayışları uyarınca küçük burjuvalar, militanların “çirkinlikleriyle”,
“metroseksüel olmayışlarıyla” ve “bakımsızlıklarıyla” dalga geçiyorlar. Burada
örtük olarak liberal bir şiddet ve savaş eleştirisi mevcuttur. Seslenilen yer
açıktır.
Solun özellikle internet üzerinden hitap ettiği, her
şeyden arınık, saf, temiz ve estetik bu birey kurgusudur. Bir CHP’li, “eskiden
bir işçi ölse tepki gösterirdik, şimdi ölünce neredeyse sevineceğiz, çünkü
hepsi AKP’li” diyor. Hitap edilen bu saf birey kurgusu oldukça, işte bu çizgiye
geliniyor. Pikseli yüksek görüntüler kiri-pası göstermemelidir. Gösterse bile
estetize etmelidir. Saf birey, bunu istemektedir.
Örgütler bu mevkiye çekildikçe, örgütlerinin varlığını
bile unutuyorlar. Özellikle seçim öncesi yaşanan kilitlenme, örgütsel bağlara
bile körleşmeyi beraberinde getirmiştir. Örneğin Fethullahçı Emre Uslu, seçim
öncesi bir sabah Twitter’da “Davutoğlu İzmit’te mitinginden önce ağaçları
kestirdi” yazıyor, bunu arkasında kelli felli örgütlerin olduğu sol hesaplar
hemen haberleştiriyorlar. Oysa o hesapları yönetenlerin arkasında bir örgüt var
ve İzmit’teki yoldaşlarına bu haberi teyit ettirme imkânına ve başka bir
fotoğraf alma şansına sahiptirler. Emre Uslu, sol örgütlerin önderi ve şefi
olunca, sonuç elbette ki hüsran oluyor. O örgütler, habercilik gibi basit bir
işi bile yapamıyorlar. Fethullahçılığın serin sularında yüzmeyi tercih
ediyorlar. O miting alanına gidip ağaçlarını kesilip kesilmediğini kontrol
etmek zorlarına gidiyor. Ekrana kilitlenen sol, oranın arınık dünyasına
örgütlendiğini bile fark etmiyor.
* * *
Solun yeni kavalalı gözdesi IMC TV, Tahir Elçi’nin
katledildiği dakikalardan itibaren yaptığı haberlerde, ilk görüntüleri kasten
montajlayarak, aracın arkasındaki polislerin Elçi’yi vurduğunu iddia etti. Ama
bugün geçtiği haberde yeni bir görüntünün çıktığını söylüyor, “Tahir Elçi’yi
öldüren atış sokak içinden yapılıyor, ama araç önündeki polislerden değil” diyor.
Tek bir özre bile yer vermeksizin bu haber Ötekiler Postası’nca da
paylaşılıyor. Hakikate karşı kimilerinin özel gerçeği, savaş açmıştır, bu
görülüyor.
Bu Ötekiler Postası ne zaman eleştiriyle yüzleşse hemen
“ama biz, Kürd tutsakların açlık greviyle bu işe başladık” cümlesine sarılıyor,
derhal Kürdlerin ve gördükleri zulmün ardına saklanıyor. Gene de şu soru
cevapsız kalıyor: “Açlık grevi bitti, siz niye bitmediniz?”
* * *
Solun “gönüllü muhabirlik” hücresine mahkûm
edilmesinde bu tip oluşumların suçu, günahı büyük. Burjuva gazeteciliğinin
liberal dokunulmazlığına sığınınca yol alacağını zannedenler, kendi bindikleri
dalı kestiklerinin farkında değiller.
Hakikatten, toplumsal-tarihsel bağlardan kaçan sol,
hayatta kalmak için yelkenini şişirecek her rüzgâra iman etmek zorunda. Bu
rüzgârın ne yönde ve kim için estiğinin bir önemi yok. Artık sol, bu rüzgâr
dâhilinde kadrolarını pasif birer seyirci ve muhabir düzeyine indirgemiştir.
Muhabir ile muhbir arasındaki fark ufaktır. Bu farkın
silindiği gerçeklikte sol, herkesi IŞİD’li diye ihbar ediyor, polisleşiyor,
muhabirleri de her eylemi kendi icraatı için gerekli bir can suyu olarak ele alıyor.
İnternetteki göz denilen canavarın çokça kurbana,
çokça görsele ihtiyacı var. Bu devirde görünmüyorsan, yoksundur. Dolayısıyla,
artık görünmeyeni görmek manasında teorinin de bir kıymeti kalmamıştır. Her tür
aklî pratik, gazetecilere havale edilmiş, işi teori olan akademisyenler,
gazeteci olmuştur. Akademisyenler ve gazeteciler, hep birlikte, militana,
kadroya, yoldaşa ve kitleye muhtaç olan sosyalist harekete çobanlık etmektedir.
Onlar olmadığı için akademisyen ve gazetecinin sesi çok çıkmaktadır.
* * *
Sol, bugün içişlerini İsmail Saymaz’a; dışişlerini
Fehim Taştekin’e havale etmiş görünmektedir. İkisi de ilk kurulduğu günlerde
epey öfkeye ve alaya sebep olan Radikal gazetesi çıkışlıdır. Bu, bile
unutulmuştur. İki gazeteci de her gün temelsiz bir yığın malumat geçmekte, sol
nezdinde malumatla bilginin arasındaki ayrım ortadan kalktığından, bu malumat
çorbasına kaşık sallanmakla yetinilmektedir. İki isim şahsında sol, tüm
külliyatıyla çökmüştür.
Saymaz ve Taştekin gibi isimler, bugün AKP’nin ardına
saklanmış, görünmeyen, devlet iradesinin sahaya sürdükleri kişilerdir. Tüm
yanlışları AKP’nin sırtına havale etmek zorunda olan devlet iradesinin
salladığı zokalardır. Bu zokalar, büyük bir iştahla yutulmuştur.
Yılların Mustafa Yalçıner’inin bile kendi
televizyonunda gazeteci olarak arz-ı endam ettiği, program yaptığı koşullarda,
bu durum kaçınılmazdır. Gazeteciliğin bu denli popüler olmasında netameli bir
yan mevcuttur. Gazetecilik bilinci, sosyalist ideolojiyi kovmuştur. Devletten gelen
malumat, istihbarat ve talimat, Marksist teorinin yerini almıştır. Gazetecinin ve
gazeteciliğin başına geçirilen haleyle birlikte sosyalist hareket, dilsiz ve
fikirsiz kalmıştır.
Eren Balkır
7 Aralık 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder