07 Aralık 2015

, ,

A

Bakmayın şimdilerde Facebook âleminde devrimci pozlar kestiğine, kendisi zamanında bir eyleme polis saldırdığında örgütün yayın organında çalışmasını bahane ederek, polise “bırakın beni, ben gazeteciyim” diyen, yoldaşlarının yediği dayağı, gözaltına alınışını görmeyen birisidir.
“Bırakın beni, ben gazeteciyim!” söylemi, solun internete gömüldüğü dönemde yaygınlaşmıştır. Gazetecilik ve muhabirlik solun ricat ettiği, sığındığı alandır. Söz konusu alan ise mutlak bütünlük olarak bireye ve onun sözel mızırdanması olarak liberalizme aittir. Liberalizm, en iyi ifadesini gazetecilik ideolojisinde bulmaktadır.
Batı’da dillendirilen bir gazetecilik tanımı, şunu söyler: “Gazetecilik tarihin ilk taslak hâlidir.” Demek ki gazetecilik, egemenler adına, tarihyazımı bağlamında, hikâyeler kurgulamaktır. Siyasetin ve teorinin bu hikâyelere indirgenmesi, bugünü, bugündeki bireyi yüceltmekle alakalıdır. Burada tarih, birey taslağına, kalıbına dökülmek zorundadır. Bireyi aşan toplum bu tarih üzerinden düzlenmeli, zararlı yanlarından arındırılmalıdır. Sol, bu alana ricat ettiği ölçüde kendi kadrolarının tarihsel-toplumsal bağlarından bile mahrum kalmaktadır. Sol, bu yola sırf hayatta kalmak için girmiştir. Birey kalıbı burjuvayı işaret ettiğinden, artık sol, izlediği dizilerde, baktığı sokakta burjuva olanı arayıp bulmaktadır. Ona karşı olanı ise kir ve sapma olarak görmeye mecburdur.
* * *
2009’da İran’da yaşanan Yeşil Devrim ayaklanması, Tahrir ve Gezi’de benzer gazetecilik modelleri denenmiştir. 2010’da önemli bir sıçrama kaydedeceğini zanneden İranlılar, cılız da olsa hareketin belirli özel bireylere kapanan bu gazetecilik pratiğinin sürece zarar verdiğini dillendirmişlerdir. Bu hareketin eleştirisini, bölgeyle herhangi bir bağı olmadığı için yapmayan sol, Gezi’de benzer tuzaklara düşmüştür.
İran’daki muhalif gençlik bugün, küçük burjuva bir yerden, kendi aralarında Ahmedinecad’ın karısının burnu ile ilgili fıkralar anlatarak kendisini tatmin eder bir konuma sürüklenmiştir. İran’da zengin orta sınıfın kendi zenginliğini ortaya koyma konusunda kullandığı en baskın yöntem, estetik cerrahidir. Ahmedinecad’ın karısı, esasında “fakir olduğu” ya da “fakir göründüğü” için dalga konusu olmaktadır. Solun bu alaycı tutuma mahkûm olması, ciddi bir sorundur.
Benzer bir alaycı tutum, bölgeden gelen cihadî unsurlara ait fotoğraflara yönelik olarak da sergilenmektedir. Batılı estetik anlayışları uyarınca küçük burjuvalar, militanların “çirkinlikleriyle”, “metroseksüel olmayışlarıyla” ve “bakımsızlıklarıyla” dalga geçmektedir. Burada örtük olarak liberal bir şiddet ve savaş eleştirisi mevcuttur. Seslenilen yer açık olsa gerektir.
Solun özellikle internet üzerinden hitap ettiği, her şeyden arınık, saf, temiz ve estetik bu birey kurgusudur. Bir CHP’li, “eskiden bir işçi ölse tepki gösterirdik, şimdi ölünce neredeyse sevineceğiz, çünkü hepsi AKP’li” demektedir. Hitap edilen bu saf birey kurgusu oldukça, işte bu çizgiye gelinmektedir. Pikseli yüksek görüntüler kiri-pası göstermemelidir. Gösterse bile estetize etmelidir. Saf birey, bunu istemektedir.
Örgütler bu mevkiye çekildikçe, örgütlerinin varlığını bile unutmaktadırlar. Özellikle seçim öncesi yaşanan kilitlenme, örgütsel bağlara bile körleşmeyi beraberinde getirmiştir. Örneğin Fethullahçı Emre Uslu, seçim öncesi bir sabah Twitter’da “Davutoğlu İzmit’te mitinginden önce ağaçları kestirdi” yazmakta, bunu arkasında kelli felli örgütlerin olduğu sol hesaplar hemen haberleştirmektedir. Oysa o hesapları yönetenlerin arkasında bir örgüt vardır ve İzmit’teki yoldaşlarına bu haberi teyit ettirme imkânına ve başka bir fotoğraf alma şansına sahiptirler. Emre Uslu, sol örgütlerin önderi ve şefi olunca, sonuç elbette ki hüsran olmaktadır.
* * *
Solun yeni kavalalı gözdesi IMC TV, Tahir Elçi’nin katledildiği dakikalardan itibaren yaptığı haberlerde, ilk görüntüleri kasten montajlayarak, aracın arkasındaki polislerin Elçi’yi vurduğunu iddia etmiştir. Ama bugün geçtiği haberde yeni bir görüntünün çıktığını söylemekte, “Tahir Elçi’yi öldüren atış sokak içinden yapılıyor, ama araç önündeki polislerden değil” demektedir. Tek bir özre bile yer vermeksizin bu haber Ötekiler Postası’nca da paylaşılmaktadır. Hakikate karşı kimilerinin özel gerçeği savaş açmıştır.
Her eleştiriyle karşılaştığında bu Ötekiler Postası “ama biz Kürd tutsakların açlık greviyle bu işe başladık” cümlesine sarılmakta, derhal Kürdlerin ardına saklanmaktadır. Gene de şu soru cevapsızdır: “Açlık grevi bitti, siz niye bitmediniz?”
* * *
Solun “gönüllü muhabirlik” hücresine mahkûm edilmesinde bu tip oluşumların suçu, günahı büyüktür. Burjuva gazeteciliğin liberal dokunulmazlığına sığınınca yol alacağını zannedenler, kendi bindikleri dalı kestiklerinin farkında değildirler. Hakikatten, toplumsal-tarihsel bağlardan kaçan sol hayatta kalmak için yelkenini şişirecek her rüzgâra iman etmek zorundadır. Bu rüzgârın ne yönde ve kim için estiğinin bir önemi yoktur. Artık sol, bu rüzgâr dâhilinde kadrolarını pasif birer seyirci ve muhabir düzeyine indirgemiştir.
Muhabir ile muhbir arasındaki fark ufaktır. Bu farkın silindiği gerçeklikte sol, herkesi IŞİD’li diye ihbar etmekte, muhabirleri de her eylemi kendi icraatı için gerekli bir cansuyu olarak ele almaktadır.
İnternetteki göz denilen canavarın çokça kurbana, çokça görsele ihtiyacı vardır. Bu devirde görünmüyorsan, yoksundur. Dolayısıyla artık görünmeyeni görmek manasında teorinin de bir kıymeti kalmamıştır. Her tür aklî pratik, gazetecilere havale edilmiş, işi teori olan akademisyenler gazeteci olmuştur.
* * *
Sol, bugün içişlerini İsmail Saymaz’a; dışişlerini Fehim Taştekin’e havale etmiş görünmektedir. İkisi de ilk kurulduğu günlerde epey öfkeye ve alaya sebep olan Radikal gazetesi çıkışlıdır. Bu, bile unutulmuştur. İki gazeteci de her gün temelsiz bir yığın malumat geçmekte, sol nezdinde malumatla bilginin arasındaki ayrım ortadan kalktığından, bu malumat çorbasına kaşık sallanmakla yetinilmektedir. İki isim şahsında sol, tüm külliyatıyla çökmüştür.
Saymaz ve Taştekin, bugün AKP’nin ardına saklanmış, görünmeyen, devlet iradesinin sahaya sürdükleri iki isimdir. Tüm yanlışları AKP’nin sırtına havale etmek zorunda olan devlet iradesinin salladığı bu iki zoka, büyük bir iştahla yutulmuştur. Yılların Mustafa Yalçıner’inin bile kendi televizyonunda gazeteci olarak arz-ı endam ettiği, program yaptığı koşullarda, bu durum kaçınılmazdır. Gazeteciliğin bu denli popüler olmasında netameli bir yan vardır.
Eren Balkır
7 Aralık 2015

0 Yorum: