Hasan Hamdan, 18 Mayıs 1987’de Lübnan’ın başkenti
Beyrut’taki evinden çıktı. Lübnan Üniversitesi’nde profesör ve Lübnan Komünist
Partisi’nde [LKP] merkezî komite üyesiydi. Hamdan, sağ yola girdi ve işine
doğru yürüdü. Evinden çok uzak olmayan Cezayir Caddesi üzerinde iki adam
kendisine yaklaştı. İsmiyle seslendiler ona ve sonra ateş ettiler. Yaralandı,
yoldan geçen biri Beyrut Amerikan Hastanesi’ne götürdü. Burada öldü. Öldüğünde
51 yaşındaydı.
O dönemde Lübnan’da olaysız bir gün geçmiyordu.
1975-1990 arası dönem iç savaşa tanık olunan bir dönemdi. Savaşın farklı
aşamalarında Lübnan toplumunun değişik kesimleri ve dış güçlerin birer vekil
gücü olarak hareket eden milisleri birbiriyle çatışıyorlardı.
Filistinliler ve Sol birleşip Hristiyan Sağı’na karşı
savaşmaya başladı. Bu mücadele, biçim değiştirip Suriye ve İsrail’in askerî
müdahaleleri üzerinden Lübnan’daki Filistin üslerinin ezilmesini hedefleyen
şiddetli bir savaşa evrildi. Filistinliler 1982’de ülkeyi terk edip Tunus’a
gidince savaş Sol’a yönelik saldırılarla devam etti.
İslamcı milisler, Lübnan genelinde güçlü kaleleri
bulunan komünistlere savaş açtılar. 1984’te militanlar, 52 komünisti ele
geçirip ateizmden vazgeçmeye zorladılar, öldürdüler, hatta komünist partinin
iddiasına göre, cesetlerini Akdeniz’e attılar.
17 Şubat 1987’de Hüseyin Mürüvvet yatağında yatıyordu.
LKP’li bir aydın olan Mürüvvet bacağından yaralandı. O, LKP’nin gazetesi Tarik’in
yayın yönetmeniydi, Arap kültürünün sadece din ve duyguyla alakalı olmadığını
gösteren bir dizi kitap kaleme almıştı. Ona göre, Arap kültürü bilim ve akıl
alanında da derin köklere sahipti. Materyalist kültüre ait bu damar, onuncu
yüzyıl düşünürleri Farabi ve İbn-i Sina’ya dek uzanıyordu ve İslam âlimlerince
inkâr edilmişti. Mürüvvet’in evine birkaç adam girip onu öldürdü. Mürüvvet
öldüğünde 78 yaşındaydı.
Mürüvvet’e yönelik bu saldırı, LKP ile İslamcı
militanlar arasında süren savaş bağlamında gerçekleşmişti. Lübnan Güvenliği
Genel Direktörü Cemil Nahmi’nin ifadesine göre, “birbiriyle uzlaşması mümkün
olmayan iki ideoloji olarak dinî köktencilik ile komünist doktrin arasındaki bu
kavga, ilkin Güney Lübnan’da başladı.” LKP’ye göre, Mürüvvet’in ölümünü takip
eden on gün içinde kırktan fazla LKP üyesi öldürüldü, partinin on yedi üyesi
kaçırıldı. Lübnan’ın Nebatiye şehrindeki bir şeyh, o günlerde şu fetvayı çıkartmıştı:
“Güney Lübnan’da tek bir komünistin bile kalmasına izin verilmemelidir.” Bu bir
idam fermanıydı. Eski komünist köylere saldırılar düzenlendi. LKP gençlik
kolunun o günkü sekreteri Azem Seyyid, bir zamanlar “partinin kaleleri” olan
Srifa, Kafr Rumman ve Hula gibi köyleri “şehit köyler” olarak adlandırdı. Bu
dönemde parti üyeleri ya öldüler, ya kaçtılar ya da siyaseti bıraktılar.
Hasan Hamdan’ın öldürülmesi hakkında kesin bilgiler
olmasa da bu cinayet, söz konusu savaşın bir parçasıydı. Üst düzey polis
memurları, eldeki bilgi eksikliğini pek önemsemediler ve “ne de olsa burası
Lübnan” dediler. Mürüvvet’in öldürülmesinde olduğu gibi Hasan Hamdan cinayeti
konusunda da çeşitli teoriler geliştirilse de somut hiçbir sonuç elde
edilemedi. Bugünse polis raporlarını bulmak mümkün değil.
Bugün Hasan Hamdan ismini çok az insan biliyor. O,
bugün Mehdi Amil olarak biliniyor, Arap dünyasında kendi neslinin en fazla
saygı gören ve sevilen Marksist teorisyenlerinden biri kabul ediliyor. Hamdan,
çok çeşitli konularda yazılar yazmış, geride devrimci teoriden şiire kadar bir
dizi konuyu içeren çok sayıda önemli kitap bırakmıştır. Evini ziyaret
ettiğimde, oğlu Rıza, hâlâ birçok kişinin aileye veya Mehdi Amil Kültür
Merkezi’ne gelip onun eserlerinin kendilerine ilham kaynağı olduğunu
söylediğinden bahsetmişti. Kısa süre önce Tunus’ta yaşanan ayaklanmada
öğrenciler, kampüs duvarlarına Mehdi Amil’in resmini çizmişlerdi. Öğrenciler, Amil’in
resminin kendilerinde müşfik ve keskin bir karakter izlenimi bıraktığını
söylediler. Hepsi Arapça yayınlanmış olan kitapları hâlâ basılıyor. Arap
aydınlar, eserlerinden istifade etmeyi sürdürüyorlar. Ölümünün üzerinden onca
zaman geçmiş olmasına rağmen çalışmaları etkisini hiç yitirmemiş.
Hamdan’ın evinin bir köşesinde masası duruyor.
Üzerinde bir resmi var. Burada oturup ailesi uyurken gecelere kadar çalışırmış.
Mehdi Amil’i harekete geçiren basit bir soru aslında: Arap gerçekliğine sadık
Marksist kavramlar nasıl üretebiliriz? Bu, Marksizmle karşılaştıklarından beri
Üçüncü Dünya genelinde tüm düşünürlerin kafalarını kurcalayan bir soru. Perulu
Marksist Jose Carlos Mariategui’nin Peru
Gerçekliği Üzerine Yedi Yorumlayıcı Makale (1928) isimli çalışması, And
Dağları’ndaki yerli halkların tarihini ve mücadelelerini anlamaya çalışıyor.
Yerliler, İspanyol fatihlerin hâkimiyeti yanında, yeni toprak kullanım hakkı
ile emek sistemleri icat etmişler. Mısırlı sosyalist Selami Musa’nın Bizim
Görevlerimiz ve Yabancı Ülkelerin Faaliyetleri (1930) isimli çalışması ise
sosyalist kavramlara başvurarak Mısır toplumuna dair bir anlatı sunmak
amacındadır. E. M. S. Nambudiripad’ın Hindistan’ın güneyindeki Kerala’nın
tarihi ile ilgili çalışması ve 1938 tarihli toprak kiralama kanununa dair
raporu da bu türden bir çabadır.
Tarik gazetesinde
(1968) yayımlanan “Sömürgecilik ve Geri Kalmışlık” isimli, ilk dönemine ait bir
makalesinde Mehdi Amil şunları yazar:
“Eğer
gerçek Marksist düşüncenin doğmasını ve bilimsel bir bakış açısı üzerinden
gerçekliği görmesini istiyorsanız, Marksist düşüncenin kendisinden başlayıp onu
gerçekliğimize tatbik etmekle değil, kurucu bir hareket olarak kendi
gerçekliğimizle işe başlamalıyız. Eğer çalışma, kendi toplumumuzun ve kültürel
kaynaklarımızın tarihsel gelişiminden başlarsa, ancak o vakit düşüncemiz gerçek
manada Marksist olur.” (çeviren: Hişam Gassân Tohme).
Marksizm, tümüyle tatbik edilemez. Sömürgelerdeki
“geri kalmışlık” keşfedilmek zorundadır ve bu hususu dikkate alma konusunda
özenli davranmalıdır.
Mehdi Amil’in sözüyle, Arapların alnında “geri
kalmışlığın damgası” vardır. Sanki Araplar, hata yapmak dışında her konuda
beceriksizdirler. Ama Arapların yaşadığı yıkımın sebebi, sahip oldukları kültür
değil, onların maruz bırakıldıklarıdır. Yüzlerce yıldır süren sömürgeci idare,
politikayı, ekonomiyi ve toplumu değiştirmiştir. Eski Arap ileri gelenleri
kenara itilmiş ya da başka yerde yaşayan güçlerin birer temsilcileri oldukları
yeni dünyanın içinde sindirilmişlerdir. Ortaya çıkan yeni seçkinler, kendi halklarını
değil, dış güçleri temsil etmektedirler. Paris hapşırsa, bunlar nezle
olmaktadırlar. ABD büyükelçisi, seçimle işbaşına gelen görevlilerden daha
önemlidir. (Epey sık başvurulan bir espride dile getirildiği biçimiyle: “ABD’de
neden ihtilal olmuyor? Çünkü orada ABD büyükelçiliği yok.”) Mehdi Amil’e göre,
geri kalmışlık deneyimi Arapların bir hatası değildir, o, Arapların
hayatlarının yapılandırılma yoludur. Marksizm, bu fikri ciddiyetle ele
almalıdır.
O dönemde Hamza Alevi, sömürgeci üretim tarzı
teorisini sunar; Hindistan’da üretim tarzlarına ilişkin bir tartışma
sürmektedir. Mısırlı Marksist Samir Amin de aynı konuyla ilgili bir çalışma
kaleme alır. Mehdi Amil de bu isimler gibi geri kalmışlığı kültürel manada
değil, küresel düzenin yapılandırılma tarzı açısından ele alır. Buna göre,
Güney hammadde ve pazarlar temin etmekte, Kuzey de toplumsal zenginliğin büyük
kısmını kendine ayırarak mamul mallar üretmektedir. Geri kalmışlığa dair
hissiyat, bu düzenin bir yansımasıdır. Güney’deki politik karışıklık, aynı
zamanda ekonomik tabiyetle ilişkilidir. Tüm bu düşünürler, şu veya bu düzeyde
kimi başarılı yaklaşımlar üzerinden bu sürecin nasıl işlediğine dair bir teori
sunmaya çalışmışlardır.
Kızıl Meşe Ağacı
1936’da doğan Hasan Hamdan, yirmi yıl sonra Fransa’nın
Lyon kentinde felsefe okumak için Lübnan’dan ayrıldı. O dönemde ülkesindeki
ilerici açılım sona yaklaşmıştı. Arap milliyetçiliği ile komünizm, Lübnan’da
aşama kaydetmekteydi. Bu iki gücün başını çektiği silâhlı ayaklanma, ABD’nin
askerî müdahalesinin yardımını alan Lübnanlı seçkinlerce ezildi. Fransa’da
Hamdan, Arap komünistlerin oluşturdukları gizli bir örgüte girdi. Cezayir
Savaşı, en yoğun dönemini yaşıyordu. Dolayısıyla Charles de Gaulle, ülkede hiçbir
muhalif sese izin vermiyordu. Bunun üzerine 1963 yılında Hamdan, eşi Evelyne
Brun ile birlikte Fransa’dan ayrılıp, yeni bağımsız olan Cezayir’in kuruluşuna
katkı sunmak için bu ülkeye gitti. Evelyne Brun çocuklara Fransızca öğretti,
Hamdan ise Konstantiye şehrinde yeni vefat eden Frantz Fanon üzerine akşamları
dersler verdi. Hamdan’ın ilk yayınlanan makalesi, eleştiri dergisi Revolution
Africaine’de çıkan Fanon ile ilgili bir çalışmaydı.
Lübnan’da yükselen politik coşku, Hamdan’ı kendi
yurduna çekti. 1968 yılında Lübnan Komünist Partisi, ikinci kongresini
düzenliyordu. Gençlik lideri Azem Seyyid’in ifadesiyle, “[parti] kendi
kavramlarını ve kendi teorisini öne çıkarttı.” LKP, Sovyetler’in Filistin ile
ilgili yaklaşımına mesafe aldı, İsrail’e karşı oluşan direniş hattına dâhil
oldu ve Arap ulusal hareketinin oluşturulmasına gayret etti. Söz konusu kongre
sonrası İçişleri Bakanı ve İlerici Sosyalist Parti başkanı Kemal Canpolat LKP,
aleyhine yaptırım uygulamaya başladı.
1970-75 arası dönemde Sol, baskı koşulları dâhilinde
güç kazandı. Sendika faaliyetleri arttı. Aynı yıl içerisinde 35 ayrı greve
tanık olundu. 1972’deki Gandur gıda işçileri grevi esnasında ulaşılan yüksek
militanlık düzeyine kendisini yenilemeyi bilmiş bir öğrenci hareketi eşlik
etti. 1974’te elli bin insan, eğitimin özelleştirilmesine dönük çalışmaları
protesto etmek için gösteri tertipledi. Eski LKP’li işçi lideri İlyas Habr, o
eylemi “ömrümde böylesi bir olaya tanık olmadım” diye anlatmaktadır.
Güney Lübnan’daki tütün tarlalarında köylüler greve
gittiler. Güney Lübnan Tütün Çiftçileri Sendikası, eski kodamanların denetimi
altına alınmaya çalışılmaktaydı. O dönemde Hamdan, ülkenin Şii nüfusuna ev
sahipliği eden, güneydeki dağlardan birinin adı olan Cebel Amil üzerinden Mehdi
Amil müstear adını kullanmaya başladı. Burası, ekonomik sefaletin tüm
yönleriyle görüldüğü bir bölgeydi.
Tütün, insana pek dost olmayan bir mahsuldür. Tütünü
yetiştirmek güçtür, içeninse başına belâdır. Ama tütün, gene de bir geçim
kaynağıdır. Bölgedeki köylüler, zaman içerisinde geçimlik ekim işini bırakıp,
sanayi için üretim yapmaya başladılar. Alışverişin sonunda her daim devlet
tekeli daha fazlasını aldığından, köylülerin eline geçen para çok azdı.
Komünist hareketin dışında ve onun faaliyet alanına paralel kimi mücadeleler
başlayınca, Mehdi Amil tüm tütün sahalarını dolaştı, Marksizm ve onun ülkenin mevcut
sorunlarıyla ilişkisine dair dersler verdi. Evelyne Brun’un da anımsadığı
kadarıyla, evlerde ve camilerde konuşmalar yaptı ve herkesçe “dindarlara has
bir sükut”la dinlendi. Konuşmalarında geri kalmışlığın nasıl işlediğini izah
etti ve dış güçlerin birer temsilcisi olarak Lübnan’daki sağcıların
(Falanjistlerin) niyetlerini açığa vurdu. Yıllar sonra Evelyne Brun’un
öğrendiğine göre, Mehdi Amil, köylüler arasında “yeşil sakallı adam” olarak
biliniyordu ve süreç içerisinde efsanevî bir statü kazanmıştı.
Evelyne Brun, Mehdi Amil’in çalışmalarında başvurduğu
ana konulardan birini şu şekilde anımsatıyor: “Marksist olmak gündelik hayatın
sorunlarına cevaplar sunabilen bir insan olmaktır.” 1982’de, Beyrut’un İsrail
tarafından işgal edildiği dönemde Mehdi Amil kollarını sıvadı ve su dağıtımının
örgütlenmesi sürecine dâhil oldu, öte yandan silâhlı direnişin oluşturulmasına
katkı sunmak için var gücüyle çalıştı. Bu meselelerin hiçbirisi tek başına
öncelikli değildi. Halkın gündelik dertlerini görmezden gelen birinin geri
kalmışlık koşullarını ortadan kaldırma imkânı yoktu.
Bir Ağaç Devrildiğinde
Mehdi Amil, Sovyet deneyimi başarısız olmazdan iki yıl
önce, 1987’de katledildi. O dönemde LKP, zaten bir dizi önemli yenilgi
yaşamıştı. Lübnan’da iç savaşa girmekle parti, Hristiyanlarla Müslümanlar
arasındaki savaşı ve mezhepçi retoriği kabullenmek zorunda kaldı. LKP gençlik
liderlerinden Azem Seyyid ile Jana Nahal’ın aktardığı kadarıyla, mezhepçilik ve
Lübnan iç savaşı ile ilgili uyarıcı kitaplarında ifade ettiği üzere, Mehdi
Amil, bu mantığın içine çekilmemenin imkânsız olduğunu düşünüyordu. Artık partiyi
yeni bağlam içerisinde yaşar kılmak çok güçtü. Sonrasında parti bocalamaya
başladı.
Son yirmi yıl içerisinde Arap dünyasındaki Sol, büyük
çileler çekti. Komünist partiler, önemli ölçüde Arap milliyetçi rejimlerce yok
edildiler. Yaşamak için kendilerine bırakılan alan artık çok sınırlı. Sendika
faaliyeti de eskisi gibi rahat yürütülemiyor. Şirketlerin kurulması suretiyle
sendikal mücadele geleneğiyle kurulmuş olan bağların kopması ve göçmen
işçilerin sınırlı vizelerle ülkeye taşınması, sendikal faaliyeti
imkânsızlaştırdı. Dinî politikanın yükselişi ve mezhepçiliğin tahkim edilmesi
de Marksizmin alabildiğine rasyonel dünyasının gündelik hayat dâhilinde yabancı
bir unsur olarak görülmesine neden oldu.
Gene de doksanlarda ve iki binlerde canlı politik
hareketler ortaya çıktı, bu yeni hareketler, genelde Filistin’le dayanışma,
Mısır’daki fabrikalar ve Tunus’taki madenlerde yürütülen cesur sendika
faaliyetleri ve göçmen işçi hakları ile kadın hakları etrafında teşkil
edildiler. Bu çabaların birbirlerine bağlanmasının doğrudan sonucu 2011
ayaklanması, yani Arap Baharı oldu.
Yeni solcu faaliyetlere ait ifadelere Arap dünyası
genelinde tanık olunuyor. Örneğin Mısır’da Eyş ve Hürriye [Ekmek ve
Hürriyet] partisi, hem sosyalist geleneğe hem de politik İslam ile ordunun
hâkim olduğu devlete karşı Mısır için yeni tür bir politikaya yüzünü çeviriyor.
Ama gene de politik hayat hiçbir şekilde güllük
gülistanlık değil. Tunus’ta Sol Demokratik Vatanseverler Hareketi üzerinden
ülkenin geleceğinde söz hakkına kavuşma konusunda oldukça iyi bir konuma geldi.
Hareket büyüdü ve liderlerinden olan Şükrü Belayid, 6 Şubat 2013’te evinin
önünde suikasta kurban gitti. Öldüğünde 48 yaşında olan Belayid, tıpkı Mehdi
Amil gibi şiir yazıyordu. Şiirlerinden biri Hüseyin Mürüvvet suikastı ile
ilgiliydi. Tarihin çarkı dönüyor ve bazen tekerrür ediyor.
Vijay Prashad
21 Mart 2014
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder