15 Mayıs 2020

, ,

Biyogüvenlik ve Politika


Bizim ülkemizde ve başka yerlerde uygulamaya konulan tüm istisnaî tertibata (dispozitiflere) dönük tepkilerde asıl çarpıcı olan, bu tertibatın faaliyet yürüttükleri bağlam dışında ele alınmıyor olmaları. Herkesi yöneten, tertip eden ve denetleyen toplam tertibatı, ciddi bir politik analize muhtaç olan bir unsur olarak görüp onu insanları ve eşyayı yönetme konusunda yeni bir paradigmanın oluşturulması için yürütülen geniş kapsamlı bir deneyin belirtileri ve işaretleri olarak yorumlayan insan sayısı, çok az.

Yedi yıl önce yayımladığı, bugün dikkatle tekrar okunmayı hak eden kitabında (Tempêtes microbiennes –Mikrobik Fırtına, Gallimard 2013) Patrick Zylberman, bugüne dek politik hesaplamalarda kıyıya köşeye atıla gelen sıhhi güvenlik meselesinin, devletin ve uluslararası düzlemde uygulanan politik stratejilerin temel parçası hâline geldiği süreci tarif ediyor.

Burada mevzubahis edilen, en kötü senaryoyu yönetme noktasında başvurulacak bir araç olarak “sağlık terörü”nün oluşturulması meselesidir. Tam da bu en kötü senaryo üzerine kurulu mantık uyarınca 2005 yılında Dünya Sağlık Örgütü, ileride yaşanacak kuş gribi sebebiyle iki ilâ yüz elli milyon civarında insanın öleceğini açıkladı ve o gün itibarıyla devletlerin kabul edemeyecekleri bir politik stratejiyi önerdi.

Zylberman kitabında, önerilen bu yeni politikayı üç maddede ele alıyor:

1) Olağandışı bir durumu yönetme imkânı veren davranışları teşvik edecek verileri takdim eden uydurma bir senaryonun, muhtemel risk temelinde inşa edilmesi;

2) Politik akılcılık düzeni gereği, en kötü senaryo üzerine kurulu mantığın benimsenmesi;

3) Yurttaşların belirli bir bütünlük oluşturacak şekilde örgütlenmeleri, böylelikle devlet kurumlarına bağlılığın mümkün olduğu ölçüde artırılması, buradan da yükümlülüklerin fedakârlığın birer kanıtı olarak dayatıldığı, yurttaşın artık sağlıklı olma hakkından (sağlık güvenliğinden) mahrum kaldığı, öte yandan (biyogüvenlik üzerinden) hukuken sağlıklı olmaya mecbur bırakıldığı aşırı iyi yurttaşlıkla alakalı koşulların oluşturulması.

Zylberman’ın 2013’te tarif ettiği şeyler, bugün birebir gerçekleşti. Şurası açık ki mesele, ileride başkasına yerini bırakacak olan bir virüsün yol açtığı olağanüstü hâl değil; asıl mesele, Batı’nın bugüne dek vakıf olduğu tüm yönetme biçimlerini aşan etkilere sahip başka bir yönetme paradigmasının tasarlanıyor olması.

İdeolojilerin ve politik kanaatlerin hükmünü yitirdiği koşullarda, yurttaşların daha önce kabul etmek istemeyecekleri, özgürlüklere getirilen kısıtlamaları kabul etmeleri mümkün hâle geldi. Dolayısıyla biyogüvenlik, yurttaş katılımının en uç biçimi olarak tüm toplumsal ilişkilerin ve politik faaliyetlerin kesin olarak sonlandırılması konusunda mahir olduğunu ispatladı.

Böylelikle eskiden hak talebinde bulunmalarına, anayasayı ihlal eden girişimleri mahkûm etmelerine alışkın olduğumuz sol örgütlerin, çelişkili bir biçimde, özgürlüklerin tek bir şerh bile düşmeksizin, faşizmin dahi aklına bile getirmediği her türden yasallıktan azade olan bakanlık kararnameleriyle sınırlandırılmasını kabul ettiklerine şahit olduk.

Kendi gözlerimizle şahit olduğumuz, devlet yetkililerinin de ısrarla bize anımsatıp durdukları bir husus da “sosyal mesafe” meselesi. Bu mesele, bizim ileride yüzleşeceğimiz politika modeli hâline gelecek. Yerine getirmeleri gereken görevle açıktan çelişki içerisinde bulunan görev gücünün temsilcilerinin de açıkladığı gibi, bu mesafelenme sayesinde fiziksel bir nitelik arz eden ve salgının (daha doğrusu politik salgının) yayılmasının ana sebebi olarak görülen insanî ilişkilerin yerini, her yerde dijital teknolojik cihazlar, dispozitifler alacak.

İtalya'da Eğitim, Üniversiteler ve Araştırmalar Bakanlığı’nın da kısa süre önce tavsiye ettiği gibi üniversitelerde dersler, önümüzdeki yıldan itibaren internetten verilecek, dolayısıyla sıhhi maskeyle örtülmüş yüzlerimizi görmediğimiz için birbirimizi tanıyamayacak, sadece toplanması zorunlu olan biyolojik verileri işleyen dijital aygıtlarla birbirimizi bilecek, ister politik isterse arkadaşlıkla ilgili sebeplerle olsun, her türden “toplu buluşma” yasaklı kalmaya devam edecek.

Asıl tartışmalı hâle gelense, yeryüzünden silinip gitmekte olan dinlerden dünyanın sonuna dair kıyametçi düşünceyi alan bir bakış açısı dâhilinde, toplumun kaderine dair anlayışın kendisidir. Politikanın yerini ekonominin alması sonrasında artık ekonominin yönetilebilmesi için onun, diğer tüm ihtiyaçların feda edilmesini öngören yeni bir biyogüvenlik paradigmasıyla bütünleştirilmesi gerekecektir.

Artık şu sorular tümüyle meşrudur: “Böylesi bir toplum hâlâ daha insanîdir” diyebilir miyiz? Yüz yüze, dostluk üzerinden ya da sevgi dolayımıyla kurulan duygusal ilişkilerin yitip gittiği bir gerçekliği, tümüyle uydurma ve soyut olan sıhhi güvenlikle telafi edebilir miyiz?

Giorgio Agamben
11 Mayıs 2020
Kaynak

0 Yorum: