26 Mayıs 2020

,

Sömürgeci ve Sömürge


Sömürgeci, Avrupalının başına musallat olmuş bir hastalıktır, Avrupalı bu hastalıktan kurtulmalı, ona karşı kendisini korumalıdır. Bir yandan da sömürgeci, küçümsenmemesi gereken saçma ve hakkaniyetsiz bir hikâyenin konusudur. Tedavi süreci, varoluşun mevcut koşullarını iyileştirmek, gerekirse ortadan kaldırmak ve onları yeniden oluşturmak gibi meşakkatli ve acı veren bir işleme ihtiyaç duymaktadır. Ama bir de sömürgeleştirme pratiği devam ettiği sürece yaşanacak, üstelik daha ciddi bir nitelik arz eden başka bir hikâye daha vardır.

Sömürgeleştirme pratiği, sömürgeciyi çirkinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Bu pratik, sömürgeciye felâketlere yol açabilecek başka bir seçenek sunar. Buna göre sömürgeci, kendi hayrına olacak şekilde, her gün yaşanan adaletsizliği kabullenmek zorunda kalacak, bir yandan da hiçbir zaman o yola başvurmasa da intiharı gerekli görecektir. Sömürgeci, bu seçeneği kabul etse çürüyecek, kabul etmese kendisini inkâr etmiş olacaktır.

Solcu sömürgeci, mevcut rolünü oynamaya artık devam edemez. Onun hayatta kalması mümkün değildir. Solcu sömürgeci, suçluluk duygusundan ve kederden kurtulamaz nihayetinde kötü niyetli biri olur çıkar. O her daim baştan çıkartılır, utancın kıyısında dolaşır, son tahlilde kendisini suçlu hisseder. Sömürgeci, sömürgelik hâlini daha tutarlı analiz eder, hatta bu hâli daha yalın bir biçimde ortaya koyar, çünkü o, bu durumun düzeltilmesinin imkânsız olduğunu bilerek hareket eder. Herhangi bir tavizin kendisini tehdit ettiğini anladığında sömürgecilik sistemini onaylar ve her tür araçla savunur. Peki ama onun ruhsuzlaşmasını hangi imtiyaz, hangi maddi avantaj telafi eder? Hâsılı, bir sömürgecilik pratiği, sömürgeye ciddi bir zarar verdiğinde bu, sömürgeciye zerre kâr sağlamaz.

İnsanlar bir yandan sömürgecinin başını belaya sokarken, bir yandan da onu elde ettiği avantajlardan mahrum edecek bir değişikliğin altına imza atabilirler. Ama bu noktada sömürgecilik ilişkilerinin temel niteliğinin sunduğu avantaja bağlı olduğunu unuturlar. Ya sömürgelik hâli varlığını sürdürür ve hiçbir tesire yol açmaz ya da ortadan kaybolmasıyla sömürgeyle kurulan ilişki ve sömürgecinin kendisi de yok olur. Bu tespit, radikal olana kötülük düzleminde inananla, yani sömürgenin imhasına bakanla, radikal olana iyilik düzleminde inanan, yani asimilasyonu önemseyen yaklaşım için de geçerlidir.

Avrupa’nın sömürgeleştirilmiş bir halkı tümden imhasını esas alan fikir, terk edileli çok fazla zaman olmadı. Bu değerlendirme, Cezayir için doğru ama kısmen: “Her bir Fransız’a dokuz Cezayirli düşüyor. Demek ki her bir Fransız’a içinde dokuz kurşun bulunan bir tabanca vermek gerekiyor.” Burada Amerika’yla ilgili örnek de akla gelebilir. Uzak Batı konusunda ülke genelinde anlatılan milli destan, bize burada sistematik bir katliamın yapıldığını anlatıyor. Ama yine de bugün ABD’de bir Kızılderili sorununun bulunmadığını söyleyebiliriz. (İmha politikası, sömürgeleştirme pratiğinin yaşamasına pek fazla katkı sunmamış, sömürgecilik süreciyle çelişen sonuçların oluşmasına yol açmıştır.) Her şeyin ötesinde sömürgeleştirme pratiği, ekonomik ve politik sömürüyü esas alır. Eğer sömürge imha edilir, sömürgeleştirilmiş ülkenin kendisi sıradan bir ülke hâline gelirse, o vakit kimler sömürülecektir? Bu noktada sömürge halkın yanında sömürgeleştirme pratiği de yok olur gider, dolayısıyla sömürgecinin kendisi de ortadan kaybolur.

Asimilasyon pratikleri başarısız olmuştur. Kâğıt üstünde sosyalist ve evrenselci bir yan barındıran bu tür pratikler, saygıyla karşılanmıştır. Her şeyden bağımsız olarak bu pratiklerin daha baştan başarısızlığa mahkûm olduklarını kimse söyleyemez. Ama gene de bir iki başarılı sonuçlanmış bir pratik olsa da asimilasyon politikaları çoğunlukla başarısız olmuştur. Bugün komünistler bile mevcut sömürgeleştirme pratikleri dâhilinde asimilasyondan yana açıktan bir tavır almamaktadırlar. Zaten mesele de asimilasyonun aynı zamanda sömürgecilik pratiğiyle çelişiyor olmasıdır. Bu pratikte sömürgeci ile sömürge arasındaki ayrımlar kalkar, dolayısıyla sömürgecilik ilişkisi silinip gider.

Bu noktada çözüm niyetine atılan ufak bir dizi adımdan bahsedilebilir: örneğin yabancılar, yeni bağımsız olmuş bir kolonide yaşamaya devam ederler ama özel hiçbir hakka sahip olmazlar. Bu tür öneriler hukuken uygunsuz olmasının yanında, tarihin hükümsüz kılacağı türden bir düzenleme olarak görülebilirler. Haklı bir gerekçesi bulunmayan imtiyazların kalıcılığı, bu imtiyazlarla ilgili hafıza ile güvence altına alınamaz. Sömürgeleştirme süreci bağlamında sömürgeci, ümitsiz bir vakadır.

Bazıları tam da bu sebeple, sömürgecinin her türden değişime ayak dirediğini, karşı koyduğunu söylerler. Sömürgeci, bir canavar olmayı kabul edebilir, kendi çıkarları peşinde koşmak suretiyle yabancılaşmanın kurbanı olmayı isteyebilir. Ama kendisine kâr getiren o hastalıktan asla vazgeçemez, onu o hastalıktan er ya da geç tarih kurtarır. Madalyonun bir yüzünün daha olduğunu kimse unutmamalıdır: gün gelecek, sömürge sömürgeciyi teslim olmak zorunda bırakacaktır.

Sömürgenin başkaldırıp sömürgeleştirme sürecinin dengesini bozacağı o gün illaki gelecektir. Çünkü hem sömürge hem de sömürgeci için sömürgeleştirme sürecine son vermekten başka bir yol yoktur. Sömürgenin itirazı kesindir, bu itiraz ise sadece isyanla değil devrimle de tecelli eder.

İsyan. Sömürgecinin varlığı zulüm üretir. Sömürgeciliğin tümden tasfiye edilmesiyle sömürge özgürlüğüne kavuşur. Bugünlerde burgibacılık gibi akımlar fazla reform beklentisi içerisindedirler. Bana kalırsa bu yaklaşımda belirgin bir yanlış anlama söz konusudur. Eğer burgibacılık aşama aşama ilerlemek demekse, o vakit o, tek bir aşamayla asla yetinemez. Siyahların liderleri, bugünlerde Fransız Birliği’nden, Dördüncü Cumhuriyet’ten, sömürge statüsünün sonlandırılacağı düzenden bahsetmektedirler. Bu, kaçınılmaz olarak elde edilecek tam bağımsızlık için yegâne adım olarak görülmektedir. Eğer Habib Burgiba, kendisine atfen kullanılan burgibacılık ideolojisine inansaydı, Siyah Afrika’nın liderleri kalıcılaşan bir Fransız Birliği’ne inansalardı, sömürgecilik çoktan tasfiye edilmiş olurdu. Bugün genç nesil, yaşlıların meseleye nispeten ılımlı yaklaşıyor oluşlarını hiç anlayamıyor.

Devrim. Sömürgeleştirme süreci maddi planda sömürgeleri öldürüyor. Buna ek olarak söz konusu sürecin sömürgeleri manevi açıdan da öldürdüğünü söylemek gerekiyor. Sömürgeleştirme süreci ilişkileri tahrip ediyor, kurumları yıkıma sürüklüyor veya taşlaştırıyor, sömürgeci veya sömürge fark etmez, herkesi yozlaştırıyor. Yaşamak adına sömürge, sömürgeleştirme sürecinden kurtulmak zorunda. İnsan olabilmesi için sömürge olma hâlini geride bırakmalı. Avrupalılar, kendi içlerindeki sömürgeciyi öldürmeye mecbur oldukları gibi sömürge de kendi sömürgeleştirilmiş varlığını bir biçimde aşmalı.

Sömürgeleştirme sürecinin tasfiyesi, kurtuluşun, şifa bulmanın, ıslahın girizgâhından gayrı bir anlama sahip değil. Sömürge sömürgelikten kurtulmak için önce zulmü ele almalı, halkının eksikliklerine bakmalıdır. Kurtuluş gerçekleştiğinde sömürge, mücadelesinin kaçınılmaz olarak dayattığı koşullardan da kurtulmalı. Milletinin haysiyeti ve vücut bulması için dövüşmek zorunda olan bir milliyetçi, önce kendisini yenmeli, milletiyle ilişkisinde özgür olabilmeli. Milliyetçi, elbette ki kendisini milliyetçi olarak adlandırabilmeli. Ama kaçınılmaz olarak o seçimini özgürce yapıp sadece milletiyle varolmadığını görmeli. Milliyetçi kendisini yenmeli, halkının diniyle ilişkisinde özgür olabilmeli, o dini muhafaza veya reddetme imkânına sahip olmalı, o din üzerinden varolmamalı. Aynı durum geçmiş, gelenek ve etnik özellikler vs. için de geçerlidir. Son olarak milliyetçi, kendisini sömürgecilere ait kategorilerle tanımlamaya bir son vermeli. Kendisini olumsuz bir biçimde şekillendiren özelliklerden kurtulabilmeli. Örneğin Doğu ile Batı’nın uyumsuz olduğunu söyleyen anlayış herkesin dilindedir ama bu, saçma bir anlayıştır. Söz konusu Doğu-Batı karşıtlığı fikrini asıl besleyense, sömürgecinin ta kendisidir, bu sayede sömürgeci, kendisiyle sömürge halk arasında bir engel yerleştirmektedir. Peki Doğu’ya yüzünü çevirmek ne tür bir anlama sahiptir? Zulüm yüzüne İngiliz veya Fransız maskesi de taksa şu bilinmelidir ki teknik ve kültürel başarılar tüm halklara aittir. Batı veya Doğu bilimi diye bir şey yoktur. Bilim, burjuva veya proleter olabilir. Somut, ya yanlış ya da doğru ortaya konulur.

Peki sömürgeci, ileride ne olacak? Şu an verili gerçeklikte sömürge nedir? Kanaatime göre sömürge, ne metafizik ne de psikolojik bir öze sahiptir. Sömürge, mevcut hâliyle tarif edilmelidir. O çile çeker, hükümde bulunur ve belirli davranışlar sergiler. Sömürge olmaktan çıktığında başka bir şey hâline gelir. Sonuçta coğrafya ve gelenek, varlığını her daim sürdüren güçlerdir. Ama bir noktadan sonra Cezayirli ile Marsilyalı arasındaki fark, Lübnanlı arasındaki farktan daha az olacaktır.

Tüm çiçekleri açtığında eskiden sömürge olan insan, herkes gibi insan olacaktır. Tüm insanlar gibi o da iniş çıkışlar yaşayacak, ama en azından özgürce yaşayan tam bir insan hâline gelecektir.

Albert Memmi
[15 Aralık 1920 – 22 Mayıs 2020]

[Kaynak: The Colonizer and The Colonized, Beacon Press 2003, s. 191-197.]

0 Yorum: