1947’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin
hazırlık sürecinin başladığı dönemde İngiltere’de görevde bulunan İşçi Partisi
hükümeti, partiye bağlı gazetede ifade edildiği biçimiyle, “imparatorluğu Fabyusçulaştırma”
politikasını devreye soktu.
1884’de önüne, İngiliz toplumunu “genel refahı ve
mutluluğu” güvence altına almak için yeniden yapılandırma görevini koyan ve
esas olarak İngiliz işçi sınıfını “medenileştirme”ye odaklanan Fabyusçular
Derneği, yirminci yüzyılda faaliyetlerini daha çok imparatorluğu geliştirme
siyasetine teksif etmişti.
1926’da Trotskiy bu derneğin, “[…] ‘hayırsever
burjuvazi’nin yoksullar arasında eğitim ve kültür çalışmaları yürüttüğü
Viktoryen döneme ait bir kronolojik hata” olduğunu söylüyordu.[1]
Oysa neoliberaller Fabyusçuları pek sitayişle
anmıyorlardı. Fabyusçuların kurduğu Londra Ekonomi Okulu’nda dersler veren
Hayek’in düşüncesine göre okuldaki Fabiusçu meslektaşı Harold Laski, kendi
yazdığı Kölelik Yolu isimli kitaba fazlasıyla kırılmıştı, zira Laski,
kitabın özel olarak kendisini eleştirmek için yazıldığını düşünüyordu.[2]
Aslında Laski, pek de yanılmıyordu. Sonradan dile getirdiği biçimiyle, Hayek’in
kitabı yazmasının tek bir sebebi vardı: “yanlış yolda giden Fabyusçu
meslektaşlarını ikna etmek”.[3]
Hayek, kitapta Fabyusçuların emperyalizmini
eleştiriyor, bu kesimin büyük devletlere yönelik hürmetine planlama hevesinin
ve Nazilerde görülen türden, “iktidarı yücelten yaklaşım”ın eşlik ettiğini
söylüyordu.[4]
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin hazırlandığı
dönemde Fabyusçu Sömürgeler Bürosu, İngiltere’nin “ilerici” sömürge siyaseti
için ana araç işlevi görmekteydi. Sonrasında neoliberaller, sömürgeler meselesi
konusunda kendi yaklaşımlarını geliştirirken, Fabyusçu emperyalizmi hedef
tahtasına koydular.
Fabyusçulara göre, sömürgelerin gelişimi piyasalar
için çok önemli bir meseleydi. Verimli işleyen bir ekonominin taleplerinin
karşılanabilmesi için sömürgelerin belirli bir kıvama getirilmesi ve düzenin
sağlanması şarttı. Bunun için de devletin cömert elinin devreye girmesi
gerekiyordu.
Buna karşılık neoliberaller, yirminci yüzyılın
ortalarında sömürgeler siyasetinin liberalizmden ve serbest ticaretten
uzaklaşmak gibi tehlikeli sonuçlar doğuracak bir adım olduğunu düşünüyorlardı.
Buna göre, Fabyusçuların ekonomik planlama fikrine bağlı oluşları, ekonominin
siyasileştirilmesine, uluslararası planda gerilimlere, emperyalizm bağlamında
kimi çatışmalara sebep oluyordu.
Çok sonraları neoliberal kalkınma ekonomistleri, bu
döneme bakıp bağımsız oldukları vakit sömürgecilik sonrasında kendi ülkelerinin
başına geçen liderlerin “kucaklarında halkın büyük bir kısmını o liderlere
muhtaç eden kapalı ekonomik kontroller üzerine kurulu bir sistem” bulduklarını
söylediler.[5] Neoliberallere göre, İngiliz hükümetinin ekonomik planlama
fikrini benimsemesi, esasen sömürgecilik sonrası dönemin “totalitarizm”i ile
ilişkili bir meseleydi.
Kırklı yılların sonunda gündemde olan sosyal demokrat
emperyalizm, kendisini sömürgelerdeki yaşam standartlarını yükselttiği iddiası
üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyordu. Bu noktada Uluslararası Çalışma Örgütü,
Frederick Cooper’ın “uluslararasılaşmış emperyalizm” dediği süreçte önemli bir
rol oynadı.[6] Örgütün kuruluşunda öne çıkarttığı temel öncül ise şu şekilde
tarif edilmekteydi: Bir ülke, “uluslararası planda genel kabul gören asgari
standartları benimsemezse, bu durum diğer ülkelerde ilgili standartların
yürürlüğe girmesine mani olacaktır.”[7]
“Küresel yönetimin öncüsü” olarak kurulan Uluslararası
Çalışma Örgütü [ILO] Avrupa’dan idare edilmesi, öngörülen küresel düzen fikrini
ve bu fikrin dayandığı ahlakî söylemin biçimlenmesine katkıda bulundu.[8]
Örgütün amacı ise sosyal yardımlar ve emek yasaları konusunda mevcut asgari
standartları yükseltmek suretiyle ücretli emeğin normalleşmesini ve sömürgelerin
istikrara kavuşmasını sağlamaktı. Bu da belirli bir kurallar manzumesine
dayanan aile fikrinin küreselleşmesini şart koşuyordu.
ILO yetkilileri, “aile hayatının tahrip edilmesi”nin
istikrarı tehdit ettiğine inandığından, çocuk işçiliğinin kademeli olarak
ortadan kaldırılmasını öngören politikaları teşvik ettiler, kadın istihdamının
düzene sokulmasını istediler, ayrıca, göçmen işçi çalıştıran işverenlere “bu
insanların ailelerinin olağan ihtiyaçlarını” dikkate almaları tavsiyesinde
bulundular.[9]
ILO’nun 1947’deki kongresinde Hintli işçileri temsilen
kongreye katılmış bulunan delege Shanta Mukherjee, sömürgelerdeki işçilerin
kongreye katılamadıklarını söyledi, ardından da “bağımlı ülkelerin halklarının
esenliğini ve saadetini güvence altına almayan bir politikanın özgürlük
bahşetmesi mümkün mü?” diye sordu.[10] Sosyal refahçı dönem adına eskinin
medeniyet ve ırk temelli hiyerarşilerini güncellemek suretiyle dönemin
“ilerici” sömürgeler siyaseti, esasen bu türden soruların sorulmasına mani
olmak niyetindeydi.
1946’da Fabyusçu Sömürgeler Bürosu’nun kurucularından,
Güney Afrikalı sosyal demokrat Rita Hinden, “İngiltere ile sömürge halkların
ilişkisi”ni ele alan bir konferansta Nkrumah ile çatışma içerisine girdi.
Nkrumah “biz tam bağımsızlık istiyoruz” deyince içini bir ürperti kapladığını
söyleyen Hinden, kürsüye çıktı ve şunu söyledi: “İngiliz sosyalistler,
bağımsızlık ve özyönetim gibi ideallerle değil, sosyal adalet idealiyle
ilgileniyorlar.”[11]
Bağımsızlık denilen politik meseleyi gündemden
düşürmek suretiyle Fabyusçular, sömürgeci idareyi sömürge halkları
piyasalardaki dalgalanmalar karşısında korumak için zaruri olduğunu
düşünüyorlardı.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edildiği
yıl Fabyusçu ve aynı zamanda sömürgeler bakanı olan Arthur Creech Jones şu
tespiti yaptı: “İngiltere’nin yardımı ile cehaletin, batıl inancın ve gelişimi
engelleyen geleneklerin insanlara taktığı prangaların çilesini çeken
Afrikalılar bilinçlendiler, kendilerine güven duymaya başladılar, diğer özgür
halklarla birlikte kaderlerini yaşayacakları geleceğe doğru ilerlediler.”[12]
Kölelik dönemine ait imgelerden istifade eden Creech Jones, Afrikalıları
geleneklerin ve cehaletin prangalarına mahkûm edilmiş kişiler olarak tasvir
ediyor, sömürgeci idareninse özgürlük gücü olduğunu söylüyordu.
Boer devletleri ile Britanya İmparatorluğu’nu karşı
karşıya getiren Boer Savaşı’nın yaşandığı, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Özgür
Orange Devleti’nin Afrika’nın güneyinde mevcut konumunu korumaya çalıştığı
dönemde Fabyusçular, “serbest ticaretle alakalı modası geçmiş laflar”dan
kurtulmuş bir emperyalizme bağlılığını ilân ediyordu.[13]
George Bernard Shaw’un yayına hazırladığı 1900 tarihli
bir broşürde emperyalizme biçilen bu role destek sunuluyor, Birleşik Krallık
gibi “büyük bir gücün” sömürgelerini bir bütün olarak medeniyetin çıkarları
uyarınca yönetmesi gerektiğinden söz ediliyordu.[14]
Shaw’un çokça tartışılan broşürü, esas olarak etkin
bir toplumsal örgütlenme üzerinden sınıflar arası kavgadan ve özel çıkarlardan
arınmış bir imparatorluğun tesis edilmesi üzerinde duruyordu. Broşürde dile
getirildiği biçimiyle, imparatorluğun gemileri her yere gittiğine göre o
gemiler, oralara fabrikalar için belirlenmiş yasaları ve asgari ücret yasasını
da taşımalıydı. Sonuçta “medeniyet, esas olarak bayrağı takip etmeli”ydi.[15]
Neoliberaller aksine Fabyusçular, medeniyeti işbölümü
değil, iş kanunları ve yaşam standartları ölçüsü üzerinden
değerlendiriyorlardı. Shaw’un da dediği gibi, “kendisiyle birlikte makul bir
yaşam standardını başka ülkelere taşımayan bir bayrak, büyük bir gücün bayrağı
olamaz”dı.[16]
Bu medenileştirme misyonunun amacı ise politik
çatışmalara ve sınıf mücadelesine mani olmak, hastalıkları ve suçu yok etmek,
sömürgelerdeki üretimin verimliliğini artırmaktı. Neoliberaller ise Fabyusçuların
Boer Savaşı’na verdikleri desteğin sosyalizmle emperyalizmin Röpke’nin “ortak
ideolojik zemin” dediği alanı paylaştığının kanıtı idi.[17]
İşçi Partisi hükümeti içerisinde yer alan Fabyusçular,
on dokuzuncu yüzyılda yaşamış liberal bir isim olan John Stuart Mill’in
faydacılığının ve paternalizminin varisleriydiler. Mill ise, “despotizm, elde
edilecek sonuç, barbarların ilerlemesine katı sunacaksa o barbarların
yönetilmesinde meşru bir yönetim tarzıdır” diyen kişiydi.[18] Mill’in ilerleme
dediği şeyse bencil “gasıplar”ın sömürüsü ile fetihlerinin dayandığı açgözlü
sömürgeciliğe dönük eleştiri üzerine kuruluydu.[19]
Aynı şekilde, Fabyusçular da kendilerini sömürge ve
fetihler üzerine kurulu eski sömürgeciliğe karşıt kişiler olarak tarif
ediyorlardı. Ama onlar da tıpkı Mill gibi sömürgelerin özyönetim için hazırlık
yürütmesi karşısında onlara sürekli boyun eğdirilmesi gerektiğini söyleyen
yaklaşımın ahlakî ve meşru olduğunu düşünüyorlardı.
Bu bağlamda sömürge ülkeleri çocuklarla kıyaslayan
Mill, farklı yaşlardaki çocukların farklı dersler görmesi gerektiği gibi farklı
medeniyetlerin de farklı kurumlara ihtiyaç olduğunu söylüyordu.[20] Bu pedagoji
anlayışı, kırklarda İngiltere’nin sömürgeler siyasetini beslemeye devam etti.
1947’de Birleşmiş Milletler komitesiyle yaptığı bir görüşmede bir Sömürgeler
Bakanlığı yetkilisi, “sömürgeler sisteminin, demokrasinin bir tür okul ücreti
gibi bir ücrete tabi olduğunun pratik bir temsili” olduğunu iddia ediyordu.[21]
Fabyusçular, aynı zamanda Mill’in İngiltere veya
Fransa için uygun olan politik kurumların Bedevilere ve Malaylara ait
yönetimlere uygun olduğunu söyleyen evrenselci anlayışla alakalı şüphesini de
miras almıştı.[22] 1901’de Shaw, “Britanya İmparatorluğu’nun artık beyaz ve
vaftiz edilmiş Hristiyanların ortak cumhuriyeti” olmadığını söylüyor, “İslam,
Budizm veya Hinduizm gibi dinleri bulunan siyah, esmer veya sarı ırka mensup
halklara demokratik kurumların takdim edilmesi fikri”ne karşı çıkıyordu.[23]
Mill’in haklarla ilgili tespitlerini esas olarak
medeniyete dair kolektif ve kültürel gereklilikler biçimlendiriyordu. Bu
tespitler, süreç içerisinde İşçi Partisi içerisindeki Fabyusçuları da
etkilemeye devam etti. Doğal hakların “uzun cambaz ayakları üzerine çıkmış
birer fasarya” olduğunu düşünen Jeremy Bentham’ın faydacılık geleneğini takip
eden Mill’e göre haklar, toplumun genel faydanın çıkarlarını korumak zorunda
olduğu basit birer iddiadan ibaretti.
Sömürgelerde ise özgürlüğün önkoşulundan, yani
tartışma üzerinden insanların kendilerini geliştirme becerisinden mahrum
olanlara hak bahşetmenin hiçbir faydası olmayacaktı. Buna karşılık Mill, tıpkı
ebeveynlerin bir çocuğa büyüyene kadar rehberlik etmesinde olduğu gibi,
imparatorluğun da sömürgelere medeniyete ulaşana dek rehberlik etmesinin tüm
insanlığın çıkarına olacağına inanıyordu. Dolayısıyla buradan Mill, yüksek
medeniyet düzeyine ulaşmak için “yoğun bir despotizm”e muhtaç olanlarla haklara
hazır olanlar arasında ayrım yapmaktaydı.[24]
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin hazırlandığı
süreçte Birleşik Krallık’ın asıl derdi, insan hakları beyannamesinin tüm
imparatorluk genelinde bu türden bir despotizmi yürürlüğe koyma becerisine
halel getirmemesini güvence altına almaktı.
Buna karşılık, Hayek ise Mill’in şu fikrine karşı
çıkıyordu: insanlar, ikna veya inanç aşılama yoluyla yönlendirilene dek “itaat
edecekleri birilerini bulacak kadar şanslılarsa, Akbar veya Charlemagne’e itaat
etmekten başka bir seçenek bulamazlar.”[25] Hayek ise bu yaklaşımı eleştirip
şunu söylüyordu: insanlar, ahlak ve özgürlük arasındaki öncelik sıralamasını
özgürce terse çevirmezden önce ahlaken özerk olmalıdır; insanlar, ahlakî
kanaatlerini ancak özgür bir toplumda uygulamaya koyabilirler.[26]
Öte yandan, Hayek ve neoliberal arkadaşlarını asıl
kızdıran şey, Mill veya Fabyusçuların medenileştirme misyonu değildi. Hayek ve
arkadaşlarının da medeniyeti dünya geneline yaymak gibi bir projeleri vardı. Bu
kesimin sosyal demokrat sömürgecilikte en fazla itiraz ettiği husus ise
sömürgecilik değil, sosyal demokrasi idi.
Hayek’e göre sosyal adalet fikri, esasen Mill’e aitti.
Mill’in sahip olduğu etki, süreç içerisinde “ciddi zararlara yol açmıştı.”[27]
Mises’ın da aktardığı biçimiyle, “sosyalizmi savunma noktasında Mill, Marx,
Engels ve Lassalle’ı bile gölgede bırakan bir isimdi.”[28] Mill’in
öğrencilerindeki müdahalecilik ve sosyalizm fikirleri, süreçte gelişmelere
ciddi zararlar vermişti. Mises’ın tespitine göre “Fabyusçu ve Keynesçi
sapkınlık, Nazizmin ilkelerinin kabulüne yol açtı.”[29]
Fabyusçuların bu sömürgecilik anlayışına karşı çıkan
neoliberaller, kendi sömürgecilik eleştirilerini geliştirdiler. Yirminci yüzyıl
ortalarında bu kesim, hâlen daha, sömürgeci idareden kopup bağımsız olmanın
liberal bir dünya düzenine geri dönüşün işareti olacağına inanıyordu.
Jessica Whyte
[Kaynak: The Morals of the Market: Human
Rights and the Rise of Neoliberalism, Verso, 2019.]
Dipnotlar::
[1] Leon Trotsky, ‘The Fabian “Theory” of Socialism’, Trotsky’s Writings on
Britain, Dördüncü Bölüm içinde (Londra: New Park, 1974).
[2] Friedrich Hayek vd., Nobel Prize-Winning
Economist Oral History Transcript (Los Angeles: Oral History Program,
University of California, Los Angeles, 1983), s. 113, archive.org.
[3] A.g.e., s. 423.
[4] Friedrich Hayek, The Road to Serfdom: Text and
Documents, Yayına Hz.: Bruce Caldwell (Şikago: University of Chicago Press,
2007), s. 163–4.
[5] Peter Bauer ve Basil Yamey, ‘Black Africa: The
Living Legacy of Dying Colonialism’, Encounter, Şubat 1984, s. 56.
[6] Cooper, Decolonization and African Society,
s. 217.
[7] A.g.e., s. 217.
[8] Yifeng Chen, ‘The International Labour
Organisation and Labour Governance in China 1919–1949’, China and ILO
Fundamental Principles and Rights at Work içinde, yayın hazırlayan: Roger
Blanpain (Alphen aan den Rijn: Kluwer Law International, 2014), s. 28.
[9] Frederick Cooper, Decolonization and African
Society, Cambridge: Cambridge University Press, 2010, s. 219.
[10] A.g.e., s. 219.
[11] Rita Hinden’dan aktaran: Partha Sarathi Gupta, Imperialism
and the British Labour Movement 1914–1964 (Londra: Macmillan, 1975), s.
326.
[12] Cooper, Decolonization and African Society,
s. 208.
[13] Yayına Hz.: Bernard Shaw, Fabianism and the
Empire: A Manifesto by the Fabian Society (Londra: Grant Richards, 1900),
s. 12.
[14] A.g.e., s. 12.
[15] A.g.e., s. 7.
[16] A.g.e., s. 55.
[17] Wilhelm Röpke, Social Crisis of Our Time,
Çev. Annette Schiffer Jacobsohn ve Peter Schiffer Jacobsohn, Şikago: The
University of Chicago Press, 1950, s. 60 ve 75.
[18] John Stuart Mill, On Liberty (Indianapolis:
Hackett, 1978), s. 504. 1936’da İngiliz Fabyusçu siyaset teorisyeni ve
ekonomist Harold Laski şu tespiti yapmaktaydı: “Aslında İngiliz sosyalizmi Fabyusçudur,
bu öğretiler bütünü, Marx’ın fikirlerinden çok John Stuart Mill’in fikirlerini
esas alır.” Harold J. Laski, The Rise of European Liberalism (Works of
Harold J. Laski): An Essay in Interpretation (Abingdon: Routledge, 2015),
s. 241.
[19] Mill’den aktaran: Karuna Mantena, Alibis of
Empire: Henry Maine and the Ends of Liberal Imperialism (Princeton, NJ:
Princeton University Press, 2010), s. 31.
[20] A.g.e., s. 31.
[21] Brian A. Simpson, Human Rights and the End of
Empire, Oxford: Oxford University Press, 2004, s. 294.
[22] John Stuart Mill, ‘Considerations on
Representative Government’, Yayına Hz.: J. M. Robson, Essays on Politics and
Society içinde (Toronto: University of Toronto Press, 1977), s. 394.
[23] George Bernard Shaw, Fabianism and the Empire,
s. 16.
[24] John Stuart Mill, ‘Considerations on
Representative Government’, s. 567.
[25] Friedrich Hayek, ‘The Moral Element in Free
Enterprise’, The Freeman, Temmuz 1962, s. 46.
[26] Friedrich Hayek vd., Nobel Prize-Winning
Economist Oral History Transcript, (Los Angeles: Oral History Program,
University of California, Los Angeles, 1983), s. 282, archive.org.
[27] Friedrich Hayek vd., a.g.e., s. 201.
[28] Mises, ‘Appendix’, Liberalism, s. 154.
[29] Ludwig von Mises, Omnipotent Government: The Rise of the Total State and Total War (Auburn: Ludwig von Mises Institute, 2010), s. 228.
0 Yorum:
Yorum Gönder