16 Mayıs 2020

,

Fabyusçular ve İmparatorluk

1947’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin hazırlık sürecinin başladığı dönemde İngiltere’de görevde bulunan İşçi Partisi hükümeti, partiye bağlı gazetede ifade edildiği biçimiyle, “imparatorluğu Fabyusçulaştırma” politikasını devreye soktu.

1884’de önüne, İngiliz toplumunu “genel refahı ve mutluluğu” güvence altına almak için yeniden yapılandırma görevini koyan ve esas olarak İngiliz işçi sınıfını “medenileştirme”ye odaklanan Fabyusçular Derneği, yirminci yüzyılda faaliyetlerini daha çok imparatorluğu geliştirme siyasetine teksif etmişti.

1926’da Trotskiy bu derneğin, “[…] ‘hayırsever burjuvazi’nin yoksullar arasında eğitim ve kültür çalışmaları yürüttüğü Viktoryen döneme ait bir kronolojik hata” olduğunu söylüyordu.[1]

Oysa neoliberaller Fabyusçuları pek sitayişle anmıyorlardı. Fabyusçuların kurduğu Londra Ekonomi Okulu’nda dersler veren Hayek’in düşüncesine göre okuldaki Fabiusçu meslektaşı Harold Laski, kendi yazdığı Kölelik Yolu isimli kitaba fazlasıyla kırılmıştı, zira Laski, kitabın özel olarak kendisini eleştirmek için yazıldığını düşünüyordu.[2] Aslında Laski, pek de yanılmıyordu. Sonradan dile getirdiği biçimiyle, Hayek’in kitabı yazmasının tek bir sebebi vardı: “yanlış yolda giden Fabyusçu meslektaşlarını ikna etmek”.[3]

Hayek, kitapta Fabyusçuların emperyalizmini eleştiriyor, bu kesimin büyük devletlere yönelik hürmetine planlama hevesinin ve Nazilerde görülen türden, “iktidarı yücelten yaklaşım”ın eşlik ettiğini söylüyordu.[4]

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin hazırlandığı dönemde Fabyusçu Sömürgeler Bürosu, İngiltere’nin “ilerici” sömürge siyaseti için ana araç işlevi görmekteydi. Sonrasında neoliberaller, sömürgeler meselesi konusunda kendi yaklaşımlarını geliştirirken, Fabyusçu emperyalizmi hedef tahtasına koydular.

Fabyusçulara göre, sömürgelerin gelişimi piyasalar için çok önemli bir meseleydi. Verimli işleyen bir ekonominin taleplerinin karşılanabilmesi için sömürgelerin belirli bir kıvama getirilmesi ve düzenin sağlanması şarttı. Bunun için de devletin cömert elinin devreye girmesi gerekiyordu.

Buna karşılık neoliberaller, yirminci yüzyılın ortalarında sömürgeler siyasetinin liberalizmden ve serbest ticaretten uzaklaşmak gibi tehlikeli sonuçlar doğuracak bir adım olduğunu düşünüyorlardı. Buna göre, Fabyusçuların ekonomik planlama fikrine bağlı oluşları, ekonominin siyasileştirilmesine, uluslararası planda gerilimlere, emperyalizm bağlamında kimi çatışmalara sebep oluyordu.

Çok sonraları neoliberal kalkınma ekonomistleri, bu döneme bakıp bağımsız oldukları vakit sömürgecilik sonrasında kendi ülkelerinin başına geçen liderlerin “kucaklarında halkın büyük bir kısmını o liderlere muhtaç eden kapalı ekonomik kontroller üzerine kurulu bir sistem” bulduklarını söylediler.[5] Neoliberallere göre, İngiliz hükümetinin ekonomik planlama fikrini benimsemesi, esasen sömürgecilik sonrası dönemin “totalitarizm”i ile ilişkili bir meseleydi.

Kırklı yılların sonunda gündemde olan sosyal demokrat emperyalizm, kendisini sömürgelerdeki yaşam standartlarını yükselttiği iddiası üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyordu. Bu noktada Uluslararası Çalışma Örgütü, Frederick Cooper’ın “uluslararasılaşmış emperyalizm” dediği süreçte önemli bir rol oynadı.[6] Örgütün kuruluşunda öne çıkarttığı temel öncül ise şu şekilde tarif edilmekteydi: Bir ülke, “uluslararası planda genel kabul gören asgari standartları benimsemezse, bu durum diğer ülkelerde ilgili standartların yürürlüğe girmesine mani olacaktır.”[7]

“Küresel yönetimin öncüsü” olarak kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü [ILO] Avrupa’dan idare edilmesi, öngörülen küresel düzen fikrini ve bu fikrin dayandığı ahlakî söylemin biçimlenmesine katkıda bulundu.[8] Örgütün amacı ise sosyal yardımlar ve emek yasaları konusunda mevcut asgari standartları yükseltmek suretiyle ücretli emeğin normalleşmesini ve sömürgelerin istikrara kavuşmasını sağlamaktı. Bu da belirli bir kurallar manzumesine dayanan aile fikrinin küreselleşmesini şart koşuyordu.

ILO yetkilileri, “aile hayatının tahrip edilmesi”nin istikrarı tehdit ettiğine inandığından, çocuk işçiliğinin kademeli olarak ortadan kaldırılmasını öngören politikaları teşvik ettiler, kadın istihdamının düzene sokulmasını istediler, ayrıca, göçmen işçi çalıştıran işverenlere “bu insanların ailelerinin olağan ihtiyaçlarını” dikkate almaları tavsiyesinde bulundular.[9]

ILO’nun 1947’deki kongresinde Hintli işçileri temsilen kongreye katılmış bulunan delege Shanta Mukherjee, sömürgelerdeki işçilerin kongreye katılamadıklarını söyledi, ardından da “bağımlı ülkelerin halklarının esenliğini ve saadetini güvence altına almayan bir politikanın özgürlük bahşetmesi mümkün mü?” diye sordu.[10] Sosyal refahçı dönem adına eskinin medeniyet ve ırk temelli hiyerarşilerini güncellemek suretiyle dönemin “ilerici” sömürgeler siyaseti, esasen bu türden soruların sorulmasına mani olmak niyetindeydi.

1946’da Fabyusçu Sömürgeler Bürosu’nun kurucularından, Güney Afrikalı sosyal demokrat Rita Hinden, “İngiltere ile sömürge halkların ilişkisi”ni ele alan bir konferansta Nkrumah ile çatışma içerisine girdi. Nkrumah “biz tam bağımsızlık istiyoruz” deyince içini bir ürperti kapladığını söyleyen Hinden, kürsüye çıktı ve şunu söyledi: “İngiliz sosyalistler, bağımsızlık ve özyönetim gibi ideallerle değil, sosyal adalet idealiyle ilgileniyorlar.”[11]

Bağımsızlık denilen politik meseleyi gündemden düşürmek suretiyle Fabyusçular, sömürgeci idareyi sömürge halkları piyasalardaki dalgalanmalar karşısında korumak için zaruri olduğunu düşünüyorlardı.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edildiği yıl Fabyusçu ve aynı zamanda sömürgeler bakanı olan Arthur Creech Jones şu tespiti yaptı: “İngiltere’nin yardımı ile cehaletin, batıl inancın ve gelişimi engelleyen geleneklerin insanlara taktığı prangaların çilesini çeken Afrikalılar bilinçlendiler, kendilerine güven duymaya başladılar, diğer özgür halklarla birlikte kaderlerini yaşayacakları geleceğe doğru ilerlediler.”[12] Kölelik dönemine ait imgelerden istifade eden Creech Jones, Afrikalıları geleneklerin ve cehaletin prangalarına mahkûm edilmiş kişiler olarak tasvir ediyor, sömürgeci idareninse özgürlük gücü olduğunu söylüyordu.

Boer devletleri ile Britanya İmparatorluğu’nu karşı karşıya getiren Boer Savaşı’nın yaşandığı, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Özgür Orange Devleti’nin Afrika’nın güneyinde mevcut konumunu korumaya çalıştığı dönemde Fabyusçular, “serbest ticaretle alakalı modası geçmiş laflar”dan kurtulmuş bir emperyalizme bağlılığını ilân ediyordu.[13]

George Bernard Shaw’un yayına hazırladığı 1900 tarihli bir broşürde emperyalizme biçilen bu role destek sunuluyor, Birleşik Krallık gibi “büyük bir gücün” sömürgelerini bir bütün olarak medeniyetin çıkarları uyarınca yönetmesi gerektiğinden söz ediliyordu.[14]

Shaw’un çokça tartışılan broşürü, esas olarak etkin bir toplumsal örgütlenme üzerinden sınıflar arası kavgadan ve özel çıkarlardan arınmış bir imparatorluğun tesis edilmesi üzerinde duruyordu. Broşürde dile getirildiği biçimiyle, imparatorluğun gemileri her yere gittiğine göre o gemiler, oralara fabrikalar için belirlenmiş yasaları ve asgari ücret yasasını da taşımalıydı. Sonuçta “medeniyet, esas olarak bayrağı takip etmeli”ydi.[15]

Neoliberaller aksine Fabyusçular, medeniyeti işbölümü değil, iş kanunları ve yaşam standartları ölçüsü üzerinden değerlendiriyorlardı. Shaw’un da dediği gibi, “kendisiyle birlikte makul bir yaşam standardını başka ülkelere taşımayan bir bayrak, büyük bir gücün bayrağı olamaz”dı.[16]

Bu medenileştirme misyonunun amacı ise politik çatışmalara ve sınıf mücadelesine mani olmak, hastalıkları ve suçu yok etmek, sömürgelerdeki üretimin verimliliğini artırmaktı. Neoliberaller ise Fabyusçuların Boer Savaşı’na verdikleri desteğin sosyalizmle emperyalizmin Röpke’nin “ortak ideolojik zemin” dediği alanı paylaştığının kanıtı idi.[17]

İşçi Partisi hükümeti içerisinde yer alan Fabyusçular, on dokuzuncu yüzyılda yaşamış liberal bir isim olan John Stuart Mill’in faydacılığının ve paternalizminin varisleriydiler. Mill ise, “despotizm, elde edilecek sonuç, barbarların ilerlemesine katı sunacaksa o barbarların yönetilmesinde meşru bir yönetim tarzıdır” diyen kişiydi.[18] Mill’in ilerleme dediği şeyse bencil “gasıplar”ın sömürüsü ile fetihlerinin dayandığı açgözlü sömürgeciliğe dönük eleştiri üzerine kuruluydu.[19]

Aynı şekilde, Fabyusçular da kendilerini sömürge ve fetihler üzerine kurulu eski sömürgeciliğe karşıt kişiler olarak tarif ediyorlardı. Ama onlar da tıpkı Mill gibi sömürgelerin özyönetim için hazırlık yürütmesi karşısında onlara sürekli boyun eğdirilmesi gerektiğini söyleyen yaklaşımın ahlakî ve meşru olduğunu düşünüyorlardı.

Bu bağlamda sömürge ülkeleri çocuklarla kıyaslayan Mill, farklı yaşlardaki çocukların farklı dersler görmesi gerektiği gibi farklı medeniyetlerin de farklı kurumlara ihtiyaç olduğunu söylüyordu.[20] Bu pedagoji anlayışı, kırklarda İngiltere’nin sömürgeler siyasetini beslemeye devam etti. 1947’de Birleşmiş Milletler komitesiyle yaptığı bir görüşmede bir Sömürgeler Bakanlığı yetkilisi, “sömürgeler sisteminin, demokrasinin bir tür okul ücreti gibi bir ücrete tabi olduğunun pratik bir temsili” olduğunu iddia ediyordu.[21]

Fabyusçular, aynı zamanda Mill’in İngiltere veya Fransa için uygun olan politik kurumların Bedevilere ve Malaylara ait yönetimlere uygun olduğunu söyleyen evrenselci anlayışla alakalı şüphesini de miras almıştı.[22] 1901’de Shaw, “Britanya İmparatorluğu’nun artık beyaz ve vaftiz edilmiş Hristiyanların ortak cumhuriyeti” olmadığını söylüyor, “İslam, Budizm veya Hinduizm gibi dinleri bulunan siyah, esmer veya sarı ırka mensup halklara demokratik kurumların takdim edilmesi fikri”ne karşı çıkıyordu.[23]

Mill’in haklarla ilgili tespitlerini esas olarak medeniyete dair kolektif ve kültürel gereklilikler biçimlendiriyordu. Bu tespitler, süreç içerisinde İşçi Partisi içerisindeki Fabyusçuları da etkilemeye devam etti. Doğal hakların “uzun cambaz ayakları üzerine çıkmış birer fasarya” olduğunu düşünen Jeremy Bentham’ın faydacılık geleneğini takip eden Mill’e göre haklar, toplumun genel faydanın çıkarlarını korumak zorunda olduğu basit birer iddiadan ibaretti.

Sömürgelerde ise özgürlüğün önkoşulundan, yani tartışma üzerinden insanların kendilerini geliştirme becerisinden mahrum olanlara hak bahşetmenin hiçbir faydası olmayacaktı. Buna karşılık Mill, tıpkı ebeveynlerin bir çocuğa büyüyene kadar rehberlik etmesinde olduğu gibi, imparatorluğun da sömürgelere medeniyete ulaşana dek rehberlik etmesinin tüm insanlığın çıkarına olacağına inanıyordu. Dolayısıyla buradan Mill, yüksek medeniyet düzeyine ulaşmak için “yoğun bir despotizm”e muhtaç olanlarla haklara hazır olanlar arasında ayrım yapmaktaydı.[24]

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin hazırlandığı süreçte Birleşik Krallık’ın asıl derdi, insan hakları beyannamesinin tüm imparatorluk genelinde bu türden bir despotizmi yürürlüğe koyma becerisine halel getirmemesini güvence altına almaktı.

Buna karşılık, Hayek ise Mill’in şu fikrine karşı çıkıyordu: insanlar, ikna veya inanç aşılama yoluyla yönlendirilene dek “itaat edecekleri birilerini bulacak kadar şanslılarsa, Akbar veya Charlemagne’e itaat etmekten başka bir seçenek bulamazlar.”[25] Hayek ise bu yaklaşımı eleştirip şunu söylüyordu: insanlar, ahlak ve özgürlük arasındaki öncelik sıralamasını özgürce terse çevirmezden önce ahlaken özerk olmalıdır; insanlar, ahlakî kanaatlerini ancak özgür bir toplumda uygulamaya koyabilirler.[26]

Öte yandan, Hayek ve neoliberal arkadaşlarını asıl kızdıran şey, Mill veya Fabyusçuların medenileştirme misyonu değildi. Hayek ve arkadaşlarının da medeniyeti dünya geneline yaymak gibi bir projeleri vardı. Bu kesimin sosyal demokrat sömürgecilikte en fazla itiraz ettiği husus ise sömürgecilik değil, sosyal demokrasi idi.

Hayek’e göre sosyal adalet fikri, esasen Mill’e aitti. Mill’in sahip olduğu etki, süreç içerisinde “ciddi zararlara yol açmıştı.”[27] Mises’ın da aktardığı biçimiyle, “sosyalizmi savunma noktasında Mill, Marx, Engels ve Lassalle’ı bile gölgede bırakan bir isimdi.”[28] Mill’in öğrencilerindeki müdahalecilik ve sosyalizm fikirleri, süreçte gelişmelere ciddi zararlar vermişti. Mises’ın tespitine göre “Fabyusçu ve Keynesçi sapkınlık, Nazizmin ilkelerinin kabulüne yol açtı.”[29]

Fabyusçuların bu sömürgecilik anlayışına karşı çıkan neoliberaller, kendi sömürgecilik eleştirilerini geliştirdiler. Yirminci yüzyıl ortalarında bu kesim, hâlen daha, sömürgeci idareden kopup bağımsız olmanın liberal bir dünya düzenine geri dönüşün işareti olacağına inanıyordu.

Jessica Whyte

[Kaynak: The Morals of the Market: Human Rights and the Rise of Neoliberalism, Verso, 2019.]

Dipnotlar::
[1] Leon Trotsky, ‘The Fabian “Theory” of Socialism’, Trotsky’s Writings on Britain, Dördüncü Bölüm içinde (Londra: New Park, 1974).

[2] Friedrich Hayek vd., Nobel Prize-Winning Economist Oral History Transcript (Los Angeles: Oral History Program, University of California, Los Angeles, 1983), s. 113, archive.org.

[3] A.g.e., s. 423.

[4] Friedrich Hayek, The Road to Serfdom: Text and Documents, Yayına Hz.: Bruce Caldwell (Şikago: University of Chicago Press, 2007), s. 163–4.

[5] Peter Bauer ve Basil Yamey, ‘Black Africa: The Living Legacy of Dying Colonialism’, Encounter, Şubat 1984, s. 56.

[6] Cooper, Decolonization and African Society, s. 217.

[7] A.g.e., s. 217.

[8] Yifeng Chen, ‘The International Labour Organisation and Labour Governance in China 1919–1949’, China and ILO Fundamental Principles and Rights at Work içinde, yayın hazırlayan: Roger Blanpain (Alphen aan den Rijn: Kluwer Law International, 2014), s. 28.

[9] Frederick Cooper, Decolonization and African Society, Cambridge: Cambridge University Press, 2010, s. 219.

[10] A.g.e., s. 219.

[11] Rita Hinden’dan aktaran: Partha Sarathi Gupta, Imperialism and the British Labour Movement 1914–1964 (Londra: Macmillan, 1975), s. 326.

[12] Cooper, Decolonization and African Society, s. 208.

[13] Yayına Hz.: Bernard Shaw, Fabianism and the Empire: A Manifesto by the Fabian Society (Londra: Grant Richards, 1900), s. 12.

[14] A.g.e., s. 12.

[15] A.g.e., s. 7.

[16] A.g.e., s. 55.

[17] Wilhelm Röpke, Social Crisis of Our Time, Çev. Annette Schiffer Jacobsohn ve Peter Schiffer Jacobsohn, Şikago: The University of Chicago Press, 1950, s. 60 ve 75.

[18] John Stuart Mill, On Liberty (Indianapolis: Hackett, 1978), s. 504. 1936’da İngiliz Fabyusçu siyaset teorisyeni ve ekonomist Harold Laski şu tespiti yapmaktaydı: “Aslında İngiliz sosyalizmi Fabyusçudur, bu öğretiler bütünü, Marx’ın fikirlerinden çok John Stuart Mill’in fikirlerini esas alır.” Harold J. Laski, The Rise of European Liberalism (Works of Harold J. Laski): An Essay in Interpretation (Abingdon: Routledge, 2015), s. 241.

[19] Mill’den aktaran: Karuna Mantena, Alibis of Empire: Henry Maine and the Ends of Liberal Imperialism (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2010), s. 31.

[20] A.g.e., s. 31.

[21] Brian A. Simpson, Human Rights and the End of Empire, Oxford: Oxford University Press, 2004, s. 294.

[22] John Stuart Mill, ‘Considerations on Representative Government’, Yayına Hz.: J. M. Robson, Essays on Politics and Society içinde (Toronto: University of Toronto Press, 1977), s. 394.

[23] George Bernard Shaw, Fabianism and the Empire, s. 16.

[24] John Stuart Mill, ‘Considerations on Representative Government’, s. 567.

[25] Friedrich Hayek, ‘The Moral Element in Free Enterprise’, The Freeman, Temmuz 1962, s. 46.

[26] Friedrich Hayek vd., Nobel Prize-Winning Economist Oral History Transcript, (Los Angeles: Oral History Program, University of California, Los Angeles, 1983), s. 282, archive.org.

[27] Friedrich Hayek vd., a.g.e., s. 201.

[28] Mises, ‘Appendix’, Liberalism, s. 154.

[29] Ludwig von Mises, Omnipotent Government: The Rise of the Total State and Total War (Auburn: Ludwig von Mises Institute, 2010), s. 228.

0 Yorum: