17 Mayıs 2020

, ,

İfade Tutanağı

Tutukevinden getirildiği görülen sanık İbrahim Kaypakkaya huzura alındı.

Hüviyeti: İbrahim Kaypakkaya, Ali oğlu,1949 doğumlu, Çorum Alaca nüfusunda kayıtlı, aynı yer Karakaya köyünde oturur. Babası Ali Kaypakkaya 1011 Ana Tamir Fabrikası’nda bakım onarım kısmında usta. Halen cezaevinde tutuklu.

Suç konusu olay ve örgütsel ilişkiler hatırlatılarak soruldu:

“Ben fakir bir ailenin çocuğu olarak, öğretim olanağım mevcut bulunmadığından, 6 yıllık Hasanoğlan İlköğretmen Okulu’nda okudum. Devlet hesabına okumuş olduğum Hasanoğlan’daki başarılı öğrencilik dönemim sonunda Yüksek Öğretmen Okulu’na seçildim. Orada bir yıl hazırlık sınıfında okuduktan sonra İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne girmiş oldum. Buradaki öğrenim dönemimle birlikte benim düşüncelerimde yurt ve dünya görüşlerinde de bir evrimin başladığını söyleyebilirim. İçinde bulunduğum aile ve çevre koşulları benim bir ölçüde fikren gelişmemi engelleyen etkenler olarak kendini ortaya koymuştur.

Yüksek öğrenim devresinde o zaman çok sayıda basılan Marksist-Leninist öğretiyi temin eden eserleri okumak ve fikren gelişmek imkânını elde ettikten başka, öğrenci toplulukları arasında bir fikir hareketi olarak başlayan Fikir Kulüpleri Örgütü içerisinde günün akımına uygun bir şekilde faaliyetlere katılmak zorunluluğunu duydum. Edindiğim teorik bilgilerle bir sempatizan olmaktan öte bir kısım arkadaşlarla beraber 1967 yılının Aralık ayında Çapa Fikir Kulübü’nü kurduk. Hatırladığım kadarıyla Muzaffer Oruçoğlu, Mehmet Çetin ve Mustafa Çoban gibi arkadaşlar kurucu üye olarak benimle birlikte idiler. Fakat Çapa’ya bağlı öğrenciler olmamız nedeniyle bizim bu davranışımızı okul yönetimi hoş karşılamadı. Ve okul içinde çalışmamızı engelledi, bununla beraber, biz Fikir Kulübü çevresindeki çalışmalarımızı sürdürdük ve daha ziyade dışa dönük ve Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun saptadığı yöntemde çalışmalar gösterdik.

Okul içindeki faaliyetlerim okul yöneticilerince önlenmeye çalışılması şeklindeki baskılar, şahsen beni daha çok bu konu üzerinde çalışmaya sevk eden bir amil oldu. Ben şahsen FKF doğrultusundaki bütün fikir hareketlerine ve çevredeki eylemlere katılıyordum. Bunları gün, tarih ve yer belirterek ifade edemeyeceğim, fakat toplantı, forum, açık oturum ve bir kısım öğrenci ve işçi hareketleri olarak belirleyebilirim. Bilindiği gibi, o zamanki Fikir Kulüpleri Federasyonu ve onun federe kuruluşları olan Fikir Kulüpleri Türkiye İşçi Partisi paralelinde devrimci bir yol izlemekte idiler. Gençlik kitlelerinin çoğunda sosyalizme karşı bir arzu ve yaklaşma olduğu herkesçe malum olan bir gerçekti. Bu heyecanlı gelişmeye karşı henüz sosyalizmin gereklerini ve temel ilkelerini tam anlamıyla kavramayan öğrenciler, o günlerde siyasal parti olarak sosyalizmin öncüsü olarak Türkiye İşçi Partisi’ni görmekte idiler. Esasen başlangıçta Türkiye İşçi Partisi de bu iddiada idi.

Öğrenci kitlelerinin sosyalizm yönteminde gelişen bilinci karşısında Türkiye İşçi Partisi’nin ileri sürdüğü sosyalizm ilkelerinin bu yolda bir oyalama politikası arz ettiği ve sosyalizme erişmenin gereklerine siyasal yoldan, yani partiler demokrasisi yolundan, diğer bir deyimle, seçim yoluyla ulaşılamayacağı idrakine vardık. Çünkü Türkiye İşçi Partisi, giderek konuyu anayasal düzen içerisinde ve seçim yoluyla başarma ve elde etme şeklinde bir politika izlediğini en yetkili liderlerinin ağzından açıkça söylüyordu. Özellikle anayasal yoldan kastetmek istediğim amana, Türkiye İşçi Partisi’nin anayasanın sosyalizmi öngördüğü şeklindeki yanlış görüşleridir.

FKF uzun süre Türkiye İşçi Partisi’nin reformcu ve parlamentocu çizgisinden kurtulamadı. Ancak yukarıda kaydettiğim gibi, gençlik örgütleirndeki fikrî gelişme ve ilerleyen tecrübeler, TİP paralelindeki bu tutuma karşı görüşlerin doğmasına haklı olarak yol açtı. Bu arada ben, 1968 yılında önce okuldan muvafakat belgesi aldım, daha sonra kat’i olarak uzaklaştırıldım. Buna karşı Danıştay’dan yürütmenin durdurulması kararı almama rağmen keyfî yönetim buna uymadı. Benim İstanbul’da sürdürdüğüm bu fikir faaliyetleri sırasında katılmış olduğum eylemler ve gençlik örgütündeki çalışmalarım okuldan uzaklaştırılmamın başlıca nedeni olarak gösteriliyordu.

Hatırladığım kadarıyla NATO’ya Hayır, Halk Âşıkları Gecesi ve bazı bildirilerin dağıtılması ve işçi yürüyüşlerine katılmam şeklindeki olayların öğrenciliğimle, daha doğrusu, öğrencilik sıfatıma zarar getiren bir hareket olamazdı. Bunlar, herkesin inancı ve bilinci doğrultusunda sürdürdüğü, kişisel sorumluluğu olan çalışmalardı.

Bu sıralarda devrimci görüşü yansıtan Yön dergisi ve çevresi de bir kısım devrimciler üzerinde sempati uyandırmıştı. Ancak Yön’ün görüşleri ve işlemeleri askerî darbecilik düşüncesini ortaya koyuyordu. Her ne kadar Türkiye İşçi Partisi halk ihtilalini benimsiyor ise de bunu açıkça söylemiyordu. Ben o yönde bir yol izlediğini ortaya koymadığı kanaatinde idim. O günkü siyasal, sosyal ve ekonomik koşullarda bundan daha ileri hareket edilemeyeceği dikkate alınırsa, Türkiye İşçi Partisi’nin belli imkânlardan yararlanarak ve bu imkânlara dayanarak halk kitlelerini ihtilal için hazırlamaya yardım ettiği kanaatinde idim. Onun için Yön çevresinin askerî darbeci görüşüne ben ve bir kısım gençlik örgütü içindeki arkadaşlar karşı idiler. Gelişen zaman içerisinde FKF gençlik örgütünde bazı görüş ayrılıkları belirmişti. Bu, bir bakıma ilerleyen bilincin ve edinilen tecrübelerin tabii sonucu olarak kendini gösteriyordu. FKF içindeki başlıca görüş ayrılıklarını şu şekilde belirleyebiliriz.

Birinci Görüş: Öteden beri benimsenen TİP paralelindeki reforumcu ve parlamentocu düşünceyi yansıtan görüştü;

İkinci Görüş: Milli Demokratik Devrim’i savunan düşünce ki bu düşünceyi ilk zamanlar Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi temsil etmekte idi. Söz konusu dergiler, geniş ölçüde Milli Demokratik Devrim kavramının yayılmasında etkili bir alan meydana getirmiştir.

Türkiye İşçi Partisi’nin izlediği politika bilhassa işçi-köylü eylemlerinin tasvip edilmemesi bakımından tutucu görünüyordu. Nitekim Atalan ve Göllüce’deki toprak işgallerine karşı bir tavır takınması, bunun başlıca delili idi. Bütün bunlar, TİP çevresinin gerçekten bilimsel sosyalist olmadığı, hatta olamayacağı izlenimi vermekte idi. Diğer yandan, giderek sosyal pratikteki tecrübelerin artması ve bunlara ilaveten, dünya devrimci tecrübesini öğrenmemiz ve daha geniş ölçüde kavrayarak bilinçlenmemiz, Türkiye İşçi Partisi’nin bilimsel sosyalist olmadığı kanaatini sağlayan gelişmelerdi

Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergisi çevresi yayın olanağı ile işçi ve köylü çevresi ile bütünleşme ve halk ihtilali fikrinin doğuşuna yardım etti. O günkü FKF içinde o zaman bu çevreleri temsil eden ve benimseyen kişiler vardı. Ben de bunlardan birisi idim. Türk Solu ve Sosyalist dergisinin oluşturmaya çalıştığı işçi ve köylülerin kitlesel eylemleriyle halk ihtilali yoluna girme düşüncesi, Ankara’dan da bir kısım gençlik örgütleri tarafından benimsenmişti. Hatırladığım kadarıyla Ziraat Fakültesi, Hukuk ve Dil Tarih Coğrafya fakültelerinden öğrenci kuruluşları bu yayın organlarının düşüncelerini benimsediklerini ortaya koyan tezahürlerde bulunmuşlardı. Bu çevre, her şeyden evvel, Türkiye İşçi Partisi’nin izlediği pasifist politikaya karşı çıkarak gençliğin aktif eylemlerine destek oluyor ve onları teşvik ediyordu. Keza gençliğin kitlesel eylemler bakımından işçi ve köylü kesimiyle bütünleşmesi toprak işgalleri ve fabrika işgalleri gibi hak arayan eylemlerde birlik olmaları sonucunun doğuşunda etkili olmuştu.

Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergisi etrafında kümelenen genç gruplarının kitlesel eylemler bakımından işçi ve köylü sorunlarında bütünleşerek yapılan çalışmalar mevcut düzendeki çöküşe hizmet ediyor ve devrimci harekete kuvvet kazandırıyor kanaatinde idim. Keza bu çevrenin halk ihtilalini samimiyetle benimsediği ve o yönde olduğu inancında idim.

Bizim görevimiz, gençlik örgütleri içerisinde bu görüşleri yaymaktı. Başlıca düşüncemiz buydu. Daha doğrusu, başlıca görevimiz bu görüşleri yaymak ve geniş kitlelere mal etmekti. Ben şahsen bu dergilerin çıkartılmasında, dağıtımında, bütün hizmetlerde gücüm ölçüsünde yer aldım. Hatta derginin idarehanesinin temizlenmesi işini dahi yaptığım olmuştur. Keza bir kısım yazıların hazırlanması konusundaki çalışmalara da katıldım. Daha sonra intişar eden İşçi-Köylü gazetesi içinde de aynı hizmetleri yaptığımı söyleyebilirim.

1969-1970 döneminde, yani FKF’nin Dev-Genç’e dönüştüğü zamana rastlayan günlerde Fikir Kulüpleri içindeki gençler arasında yer bulan devrimci görüşler arasında keskin hatlarıyla ayrılıklar belirmişti. Bu görüş ayrılıkları içinde kongreye gidildi. Ve kongrede gençliğin aktif eylemleri görüşünü savunmada beraberlik olduğu halde gençliğin işçi ve köylü kesimiyle ve kitleleriyle bütünleşmesi hususunda bir kısım arkadaşlar birleşememişti. İşçi ve köylü kitleleriyle bütünleşme ve gençliğin bu yöntemdeki aktif eylemlerini savunanlara karşı düşüncede olanlar, daha ziyade aydın olarak niteledikleri çevrenin desteğiyle askerî darbeci bir düşünceyi ortaya koyuyorlardı. FKF’nin Dev-Genç’e dönüşmesinden sonra Aydınlık Sosyalist Dergisi’nde yönetimi kazananlar hâkim oldu. Yani, diğer bir deyişle, yönetimi askerî darbeci görüşü savunanlar ele geçirdi. Bunların karşısında görünen gençliğin aktif eylemlerde işçi ve köylü kitleleri ile beraber olmasını ileri süren görüşe taraf olanlar proleter devrimci aydınlık görüşünü oluşturdu. Bu dergi etrafında kümelenerek, inandıkları fikirlerin mücadelesine başladılar.

Her ne kadar Dev-Genç içerisinde beliren ve Aydınlık Sosyalist ile Proleter Devrimci Aydınlık grupları milli demokratik devrim kavramlarını öne sürüyorlarsa da görüşlerinde milli demokratik devrim düşüncesinin özüne ters düşen önemli aykırılıklar mevcuttu. Sosyalist Aydınlık çevresinin ortaya koyduğu milli demokratik devrim görüşü sonuç olarak askerî darbeciliğe yönelen bir kapsam taşıyordu. Bu arada gençlik hareketlerini bir araç olarak kabul ediyorlardı. Halbuki Proleter Devrimci Aydınlık, işçi-köylü yığınları arasında çalışarak onları devrime hazırlamayı ve gençliğin devrimin vazgeçmez esas gücü olan işçi ve köylü kitleleriyle bütünleşmesi gerektiği görüşünü ortaya koymakta ve savunmakta idi. O zaman Proleter Devrimci Aydınlık, İşçi-Köylü ve pek kısa bir süre sonra Türk Solu, bizim görüşlerimizi yansıtan yayınlar yaptı. Çünkü Türk Solu, bilindiği gibi, Proleter Devrimci Aydınlık’ın intişarından kısa bir zaman sonra kapandı.

Ben, inandığım Marksist-Leninist düşünceler yönteminde, bir yandan söz konusu yayın organlarının yazı kurullarında yer aldım, bir yandan da elimden geldiğince yarar sağlamaya, Proleter Devrimci Aydınlık’ın görüşü doğrultusunda işçi-köylü kitleleri içerisinde yürütülen eylemlere katıldım. Bu süre içerisinde İstanbul’dan pek uzaklaşmadım. Bazı zamanlar İstanbul yakınındaki köylere giderek çalışmalar yaptım, onların toprak işgali gibi eylemlerine katıldım. Silivri’nin Değirmen köyünde vuku bulan toprak işgali hareketinde köylülerin yanında yer aldım. İstanbul cihetinde Demir Döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, Pertriks, Ege Sanayi, EAS Akü, Gıslaved, Gamak, Singer ve Derby fabrikalarındaki işçilerin haklı grev ve direnişlerine yardımcı olmak için elimden geleni yaptım. İşçiler arasında Proleter Devrimci Aydınlık’ın benimsediği milli demokratik devrim görüşünü yaymaya çalıştım. Ben grevleri, işçi kitlelerini devrime hazırlayan bir okul olarak görüyordum. Bu kanaatim hâlen daha değişmemiştir. Siyasal, sosyal ve ekonomik baskı ve engellemeler karşısında kitlesel işçi eylemlerinin ekonomik haklar elde etmekten öte kitleleri halk ihtilaline hazırlayan bir yönü vardır.

Mesela 15-16 Haziran olayları, bu yöndeki düşünceyi açıkça ortaya koymuştur. Kanaatimce bu olaylar, işçi sınıfını artan siyasi, iktisadi baskılara karşı kitlenin bilinçli bir tepkisidir. Ayrıca bu olaylar üzerinde devrimcilerin işçiler arasında yürüttükleri çalışmaların da geniş ölçüde etkili olduğu kanaatindeyim.

Hareketin hazırlanmasında, yani fikir ortamının hazırlanmasında gençlik örgütlerinin etkisi kabul edilmesi gereken bir husustur. Fakat hareketin başlamasında ve gösterdiği gelişmede gençlik örgütlerinin herhangi bir dahli olmamıştır. Bu işçiler arasında kendiliğinden gelişen bir tepkisel hareket olarak nitelenebilir. 15-16 Haziran 1970 olayları, işçi sınıfının kendi hakları doğrultusunda öteden beri yürüttüğü mücadelede belirli bir bilinç düzeyini ve bunun halk ihtilali yönünde yükselişini ifade eder. Söz konusu kitlesel olaylar, bir yandan işçilerin halk ihtilali yönünde eğitimine hizmet ettiği gibi, ayrıca gençliği de eğitmiştir. Çünkü devrimcinin gerçek gücünün işçi köylü yığınları olduğu ve onlara dayanmaksızın gerçek bir devrimin başarılamayacağı bu olaylarla daha iyi anlaşılmış oldu. 15-16 Haziran 1970 olaylarının başlamasında Dev-Genç ve DİSK’in kanaatimce bir rolü olmamıştır. DİSK’in olayların başlamasında rolü olmuş ise de neticeyi kabulde ve gelişmeyi kendine mal etmede ve yürütmede hiçbir hizmeti olmamıştır, hatta onu kösteklemeye çalışmış ve sonucu kabulden çekinmiştir.

Ben FKF’den sonra otomatikman üyesi bulunduğum Dev-Genç içerisinde Proleter Devrimci Aydınlık grubunun görüşlerini savunmaktan geri durmadım. Bu husus, karşı çevrelerde ortak görüşte olduğumuz genç arkadaşlar tarafından açıkça bilinirdi. 1970 yılı içerisinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yapılan Dev-Genç toplantısında aynı görüşleri öne sürmem Sosyalist Aydınlık çevresince tepki ile karşılandı. Ben Dev-Genç döneminde de inandığım fikirlerin dayandığı yöntem uyarınca mücadelemi gücümün yettiğince sürdürmeye çalıştım. Bunu söylemekte herhangi bir sakınca görmüyorum. Dev-Genç içinde bize karşı görüş sahibi olan arkadaşları kendi safımıza çekmek bakımından o günkü yönetime hâkim Sosyalist Aydınlık grubunun görüşlerini eleştiriyor, kendi görüşlerimizi yaymaya, benimsetmeye çalışıyordum. Zamanla gençliğin doğru fikirleri kavrayacağı ve bizlerin saflarına yer alacağı inancında olduğumuzdan, bağlı dernekler yoluyla üye ekseriyetini sağlamak şeklinde bir çalışmaya gitmedim. Herkes görüşlerini açıkça ortaya koyuyor ve fikirlerin mücadelesi yapılıyordu.

1970 Ekim-1971 Mart dönemlerinde keza Proleter Devrimci Aydınlık ve İşçi-Köylü’nün İstanbul’da yayınlanması ve dağıtımı faaliyetleriyle de uğraştım. Bu yayın organlarının yazı kurullarında yer aldım. Yayın olanağının sağlanması Ankara’daki yönetici arkadaşların üstünde idi. Biz, satılan yayınların paralarını Ankara’ya yollamakla maddi katkı sağlamaktan başka bir şey yapmıyordum. Benim buraya kadar sağlamış olduğum gençlik örgütü içerisinde yer alan ve işçi köylü kitlelerine yönelen çalışmalarım sırasında pek tabii ki birtakım örgütsel ilişkilerim oluyordu. Ancak şahsımı ilgilendiren konuları ve hakkımdaki isnatları taşan hususlardan gayrı gençlik örgütü içinde başkalarını etkileyecek bir beyanda bulunamam. Anlatmış olduğum şeyler gençlik örgütü saflarında kendi çalışma ve düşüncelerimle ilgili bulunmaktadır. Başkaları hakkında beyanda bulunmayı kişisel sorumluluk sahamı aşan bir hareket sayarım. Sıkıyönetimin ilânına kadarki faaliyetlerim bunları. Bu çalışmaları Dev-Genç üyesi olduğum kadarıyla, Marksizm-Leninizme olan inancım için sürdürüyordum. Sıkıyönetim ilânından hemen sonra ve özellikle İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un öldürülmesi olayının arkasından şiddetlenen faşist baskılar ve bir yığın tutuklamalar sonunda birçok genç ve aydın tutuklandı. Hatta Dev-Genç içerisinde kayda değer bir kişiliği ve faaliyeti olmayanların dahi yakalanması üzerine, benim de aranıp yakalanacağımı tahmin ederek uzun süre gizlendim. Gizlendiğim yer ve bu devredeki ilişkilerim konusunda herhangi bir şey söylemeyi uygunsuz buluyorum.

Kaçak bulunduğum dönemde ve tahminen 1971 Temmuz ayı ve daha sonraki zamanlarda elime Şafak yayınları geçmekte idi. Bu yayınların ne surette elime geçtiği konusunu önemli görmüyorum. Şafak yayınlarında katılmadığım bazı görüşler yer almakla birlikte, olumsuz koşullara rağmen halk ihtilali yolunda devrimci çalışmaların sürdürülmüş olmasından memnuniyet duydum. Daha sonra kendi olanaklarımla bu yayın organının bağlı olduğu örgütle herhangi bir ilişki kurmaksızın, Şafak yayınları ve evvelki düşüncelerim doğrultusunda propaganda ve bilinçlendirme çalışmalarımı sürdürdüm.

Şafak yayınlarının arkasında Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partis adıyla bir olduğunu bilmiyordum. Bu örgütle ilgili operasyon haberlerinden böyle bir örgütün varlığını öğrendim. Ben söz konusu örgütün illegal yöneticisi Doğu Perinçek ile sorduğunuz gibi bir ilişki kurmadım. Ve Doğu Perinçek tarafından bana örgütsel bir görev verilmedi. Şafak örgütünün illegal organizasyonuna katılmadım. Bu devredeki çalışmalarımla ilgili herhangi bir analiz aktarmayacağım. Çalıştığımı söylememin şahsi sorumluluğum bakımından yeterli olduğu görüşündeyim.

Ben sormuş olduğunuz şekilde, Malatya ve Tunceli bölgesinde faaliyet göstermedim. Çalışma alanım buralar değildir. Bahsettiğim örgütten kopuk, kişisel nitelikteki faaliyetlerim, Türkiye Komünist Partisi Marksist-Leninist ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu saflarına katılıncaya kadar sürmüştür. Sonradan katıldığım bu örgütlere girme zamanımı hatırlamıyorum. Türkiye Komünist Partisi Marksist-Leninist ve ona bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu örgütlerinin kimler tarafından kurulduğunu ve yönetildiğini bilmiyorum. Yalnız, bu örgütün saflarına katıldığım ve onun illegal üyesi ve taraftarı olduğumu saklamıyorum.

Bu örgüt içerisindeki çalışma yöntemim ve örgütün kuruluşuna esas olan düşünceler bahsetmiş olduğunuz yayınlarda geniş ölçüde yer almaktadır. Özellikle “Şafak Revizyonizmi Tezlerinin Eleştirisi”, “Türkiye’de Milli Mesele”, “Türkiye’de Kemalist Hareket, Kemalist İktidar Dönemi, İkinci Dünya Savaşı Yılları ve 27 Mayıs Hareketi”, “Başkan Mao’nun Kızıl Siyasi İktidar Öğretisini Doğru Kavrayalım” başlıkları altında işlenen örgüt görüşünü yansıtan fikirleri aynen kabul ediyorum. Bu başlık altındaki kapsamlara imzamı atmaya hazırım. Türkiye Komünist Partisi Marksist-Leninist örgütünün görüşleri söz konusu tez ve yazılarda belirtildiği ve önerildiği gibidir. Bunun dışında, şimdilik geniş bir açıklamaya girişmeye lüzum görmüyorum. Bahis konusu örgütün fikirlerini ortaya koyan muhtevayı aynen kabul ediyorum ve kendi görüşüm olarak ifade ediyorum. Ben bu görüşler uyarınca devrimci mücadele vermek için 1973 Ocak ayı başlarında faşist güçler tarafından şehit edilen arkadaşım Ali Haydar Yıldız ile Tunceli’ye gelmiştim. Köylüleri devrim için, halk ihtilâli için örgütlemek amacıyla köylere gitmiştik.

Buradaki çalışmalarımız Jandarma Kuvvetleri tarafından öğrenilmiş olmalı ki 24 Ocak 1973 günü, kalmış olduğumuz Vartinik Mezrası’ndaki kömde sabaha karşı sarıldık, orada Ali Haydar’dan başka ismini bilmediğim iki kişi daha vardı. Jandarma Kuvvetleri bize ateş açtılar, bizim yanımızda, bildiğim kadarıyla bir kırma mevcuttu. Kaçmaya başladık. Bu sırada ateş edildi. Ben yaralandım. Arkadaşım Ali Haydar Yıldız ölmüştü. Benim de öldüğüm sanılarak, bir süre olduğum yerde bırakılıp diğer kaçan iki arkadaşın peşinden gidildi. Bir süre sonra kendime geldiğimde bulunduğum yerden uzaklaştım. Gizlendim. En son olarak soğuğa karşı mücadele gücümü yitirdiğimden bir mezraya giderek yol sordum. Orada ihbar edilerek yakalandım. Ayaklarım yarı donmuş vaziyette idi. Başımdan ve boynumdan yara almıştım. Tunceli’den Diyarbakır’a getirildim. Burada ayaklarımdan ameliyat edildim.

Ben bütün bunları samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğrunda yaptım. Sonuçtan pişman değilim. Asla pişman olmadım. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım.”

Dedi. Başka bir diyeceği olmadığını bu ifadesinin alınması sırasında kendisine karşı herhangi bir baskı tazyik yapılmadığını beyanlarındaki öze uygun şekilde ifadenin tespit edildiğini söyleyerek birlikte tutulan işbu ifade zaptı okunup imzalandı.

21 Nisan 1973

       Yaşar Değerli                A. Doğan Güneş                    İbrahim Kaypakkaya

Askerî Savcı                            T.Y.                                            Sanık

Kaynak

0 Yorum: