09 Mayıs 2020

, ,

Yeni Fikirler


Bir İtalyan gazetesinde yayınlanan röportajdan:

Zorunlu hapis koşullarında mı yaşıyoruz, bu yaşadığımız yeni bir tür totalitarizm midir?

Birçok yöne bakarak yeni bir hipotez geliştiriyoruz. Bu hipoteze göre bugün dünyanın sonuna, haklar, meclis ve güçler ayrılığı üzerine kurulu burjuva demokrasilerinin sonuna tanıklık ediyoruz. Kontrollerin kalıcılaştığı, tüm politik faaliyetlerin durdurulduğu yeni bir despotizmle karşı karşıyayız ve mevcut hâl, bugüne dek bildiğimiz tüm totalitarizm biçimlerinden daha beter.

Amerikalı siyaset bilimciler buna “güvenlik devleti” diyorlar. Bu devlet, “kamu sağlığı” (ki bu terim, Terör döneminde gündeme gelen o kötü şöhretli “kamu sağlığı komiteleri”ni akla getiriyor) gibi güvenlikle alakalı sebeplere bağlı olarak, bireysel özgürlüklere belirli kısıtlamalar getiriyor.

İtalya’da yürütmenin hazırladığı geçici yasalara uzun zamandır alışkındık zaten. Bu sayede yürütme, yasamanın yerini alıyor ve pratikte demokrasinin sırtını dayadığı güçler ayrılığı ilkesi ilga ediliyor. Video kameralarla ve cep telefonlarıyla tatbik edilen kontrol, faşizm ve Nazizm gibi totaliter rejimlerde uygulanan kontrol biçimlerini fersah fersah aşıyor.

Veriler, bilhassa cep telefonları ile toplanan veriler konusunu bir de sık sık yapılan ama çoğunlukla eksiklerle malul ve sürekli yanlış yorumlanan basın konferansları ile birlikte ele almak gerekiyor sanırım.

Bu önemli bir mesele, çünkü tam da ele aldığımız olgunun kökenine dair bir şeyler söylüyor.

Az çok epistemolojiden haberdar olanlar, son aylarda medyanın herhangi bir bilimsel ölçüte dayanmadan bir yığın rakamı insanların gözüne sokmuş olması karşısında şaşkına dönmüşlerdir. Bu haberlerde rakamlar, aynı dönemde her yıl yaşanan ölüm sayısı ile ilişkilendirilmediği gibi, üstelik ölüm sebepleri üzerinde de durulmuyor.

Ben ne virologum ne de doktor, ama güvenilir ve resmi kaynaklara bakacak ferasete sahibim. Rakamlara bakılacak olursa bugüne dek koronavirüs yüzünden 21.000 kişi ölmüş ki bu, epey yüksek bir rakam. Ama aynı rakamı yıllık istatistikî verilerle kıyasladığımızda başka bir şey görüyoruz. Ulusal İstatistik Enstitüsü Başkanı Dr. Gian Carlo Blangiardo, bir iki ay evvel geçen yılın ölü sayısını açıkladı ve 647.000 kişinin öldüğünü söyledi (günlük 1772 ölü). Sebepleri ayrıntılarıyla analiz edildiğinde 2017 verilerine göre 230.000 kişi kardiyovasküler hastalıklar, 180.000 kanser, en az 53.000 kişi solunum hastalıkları yüzünden ölmüş. Burada özellikle bizim yakından ele almamızı gerekli kılan bir mesele öne çıkıyor.

Nedir o?

Dr. Blangiardo'nun ifadesini olduğu gibi aktarıyorum:

“Mart 2019’da solunum hastalıkları yüzünden 15.189, bir yıl önce ise 16.220 kişi ölmüş. Ne tesadüf ki bu rakamlar, Mart 2020’de açıklanan Covid yüzünden ölenlerin sayısından (12.352) yüksek.”

Eğer bu açıklama doğruysa şüphelenecek bir şey yok demektir. Dolayısıyla buradan, mevcut salgının önemini azaltmaksızın, bu rakamların ülkemizin tarihinde, iki dünya savaşında bile alınmamış, özgürlükleri kısıtlayıcı tedbirlerin meşru olup olmadıkları sorusunu sormalıyız.

Şu şüpheli bir meseledir ve şüphelenmek gayet meşrudur: paniğin yayılması ve insanların evlere hapsedilmesiyle halk, önce ulusal sağlık hizmetlerini felç eden, ardından da Lombardiya’da salgınla başa çıkma noktasında bir dizi ciddi hata yapan hükümetin sorumluluklarını sırtlamak zorunda kalmıştır.

Bilim insanları bile bu süreçte iyi bir sınav vermediler. Kendilerinden beklenen cevapları sunamadılar. Bu konuda ne düşünüyorsun?

Nihayetinde ahlakla ve politikayla alakalı olan kimi kararları bilim insanlarına ve doktorlara bırakmak, her zaman tehlikeli bir meseledir. Bilim insanları, doğru ya da yanlış, kendi belirledikleri sebepler uyarınca, iyi niyetle hareket ederler, ama tarihin de kanıtladığı biçimiyle, her türden ahlakî ilkeyi feda etmek isterler.

Bu noktada Nazizm koşullarında epey saygın bilim insanlarının öjeni siyasetine öncülük ettiği örnekleri akla getirebiliriz. Bu isimler, Alman askerlerini korumak ve bilimi ilerletmek için gerekli olduğunu düşündükleri, ölümlere yol açan deneyleri yaparken kurulmuş olan toplama kamplarından istifade ettiler ve bunu yaparken zerre tereddüt yaşamadılar.

Bugün ise bilim insanları, kaygı verici bir pratik sergiliyorlar. Gerçi medya gizliyor ama bilim insanları arasında bir tartışmanın yaşandığına hiç şahit olmuyoruz. Ünlü bir isim olan Fransız virolog Didier Raoult, salgın ve izolasyon tedbirlerinin etkisi konusunda farklı görüşlere sahip. Hatta bir röportajında izolasyonun “Ortaçağ’a has bir batıl inanç” olduğunu bile söyledi.

Daha önce bir yerde dile getirdiğim üzre, bilim çağımızın dini hâline geldi. Dinle kurulan analoji, birebir anlamıyla ele alınmalı: teologlar Tanrı’yı tarif edemeyeceklerini söylediler, ama O’nun adına ahlak kurallarını dikte ettiler ve zındıkları hiç tereddüt etmeden yaktılar. Virologlar da virüsün ne olduğunu tam olarak bilmediklerini söylüyorlar, ama onun adına insanların nasıl yaşamaları gerektiğine karar verebilecekleri iddiasında bulunuyorlar.

Geçmişte olduğu gibi bugün de bize sıklıkla hiçbir şeyin eskisi olmayacağı, hayatlarımızın değişmesi gerektiği söyleniyor. Sence ileride neler yaşanacak?

Daha önce tarif ettiğim biçimiyle, yeni bir despotizm biçiminin gündeme gelmesini beklemeli, ona karşı kendimizi sürekli tetikte tutmalıyız. Öte yandan bir seferliğine gidişatın dışına çıkıp yeryüzünde insan türünün kaderi üzerinden meselelere baktığımda aklıma hemen büyük Hollandalı bilim insanı Ludwig Bolk’un görüşleri geliyor. Bolk’a göre insan türüne asıl damgasını vuran husus, doğal hayat içerisinde çevreye uyum sağlama süreçlerinin ilerici mânâda kesintiye uğramasıdır. Bu süreçler yerini çevreyi insana uydurma amacını güden teknolojik cihazların aşırı ölçüde büyüme kaydettiği sürece bırakmıştır. Bu süreç belirli bir sınırı aştığında zararlı hâle gelir ve türün yıkımına yol açar. Tecrübe ettiğimiz olguların da gösterdiği kadarıyla o sınıra ulaşıldı. Tüm hastalıkları iyileştirmesi gerektiği düşünülen tıp, artık daha büyük bir kötülüğe yol açma riski taşıyor. Bu risk bile tek başına her tür araçla karşı konulması gereken bir mesele.

Giorgio Agamben
22 Nisan 2020
Kaynak

0 Yorum: