Çağdaş Filistin’in ve Filistinlilerin tarihinde
kavranması en güç şeylerden biri, Nekbe’nin anlamıdır. Nekbe, 1948’te başlayıp
biten münferit bir olay mıdır, yoksa başka bir şey midir? Nekbe’nin geçmişte
yaşanmış bir olay olarak somutlaştırılması, her yıl anılması, ondaki dehşet
verici sembolizmle yüzleşme noktasında ne tür politik güçlüklere maruz
kalınmaktadır? Nekbe’yi tarihî ama sınırlı bir süreç olarak kabul etmek ve onun
korkunçluğunu hatırlayarak ancak onu geçmişte kalmış tarihî bir gerçek olarak
sınırlandırmak, ne tür etkilere yol açmaktadır?
Ben, Nekbe’nin geçmişte yaşanmış bir olay olarak kabul
edilecek, reddedilecek, aşılacak ve sonuçta geçmişte bırakılacak bir olay
olarak değerlendirilmesinde çok büyük tehlikeler olduğu kanaatindeyim.
Hatta bazıları, İsrail’in Nekbe’yi kabul etmesi ve
bunun için özür dilemesi durumunda Filistinlilerin bağışlamaları ve
unutmalarını, Nekbe’nin sadece tarihî anmalarla sınırlı kalmasını bile
önerebiliyor.
Kanaatime göre, Nekbe bunlardan hiçbiri değildir ve
ayrıca başlayıp bitmiş bir olay olarak Nekbe’nin yıldönümünü anmak, esasen
ölümcül bir hatadır. Nekbe’nin üzerinden epey bir zaman geçti elbette, ama o,
hâlen daha bizimledir, bizimle birlikte yaşamakta, Filistin halkının yaşadığı
tüm felâketleri içeren o tarihi satır satır yazmaktadır. Dolayısıyla bence
Nekbe, 1881’den beri süren ve hâlen devam eden tarihî dönemin adıdır.
1881 yılında Filistin’de ilk Yahudi sömürgeleri baş
gösterdiğinde, herkes biliyordu ki, bunun sonu gelmeyecek. Filistinlilerin
Nekbe sonrası dönemde yaşadıklarını düşünmek, cümle âleme bu hissi vermek,
dünyada herkesin hoşuna gidiyor. Bense ısrarla bitmek bilmeyen bir Nekbe
sürecinin tam ortasında yaşadığımızı söylüyorum. Bu yıl yapıyor olduklarımız,
birer anma etkinliği olarak görülmemeli; Filistin’in ve Filistin halkının hâlen
sürmekte olan Nekbe ile paramparça edilişinden gayrı başka bir şeye tanıklık
etmiyoruz. Tam da bu sebeple, bu yılın Nekbe’nin altmışıncı yılı (2008) olarak
ilân edilmesine karşı çıkıyorum ve bu yılın, Nekbe zulmüne katlandığımız onca
yıldan biri olduğunu söylüyorum. Nekbe, geçmişte kalan bir tarihî olay değil,
bugünün tarihidir.
Nekbe’nin Anlamı
Nekbe İngilizceye “felâket”, “yıkım” ya da “facia”
olarak çevriliyor, ama tüm bu çeviriler, Nekbe’nin Arapça anlamının kapsamını
asla tam olarak karşılamıyor. Siyonizm ve Siyonizm takipçileri tarafından
Filistin’e ve Filistinlilere karşı işlenmiş bir suç olarak Nekbe, “menkub”
sözcüğünden geliyor. Bu “Menkub” sözcüğünü İngilizceye çevirmek zor, bunun için
dili biraz esnetmek gerekiyor.
“Yıkım” anlamına gelen Yunanca ‘katastrof”tan veya
yıldızların ters bir işaret göndermesi anlamına gelen Latince “felâket”ten
farklı olarak “Nekbe”, bir halkın bilinçli olarak yıkımı, bir halkı bilinçli
olarak felâkete uğratmak, bir ülkenin ve vatandaşlarının iyi bir plan üzerinden
yakılıp yıkılması anlamına geliyor.
“Nekbe” sözcüğünü ilkin Arap aydını Konstantin Zureyk
kullanıyor. Ağustos 1948’te kaleme aldığı kitapta bu sözcüğü üreten Zureyk, onu
aynen benim burada dile getirdiğim gibi, “devam eden” bir süreç olarak izah
ediyor.
Başlangıçtan beri Filistin halkı, Nekbe’nin ırkçı ve
sömürgeci mantığına karşı mücadele etmiştir. 1880’ler, 90’lar, 1910’lar,
20’lar, 30’lar, 40’lar, 50’ler ve 60’lardan bugüne dek sömürgecilerle
dövüşmüştür. Eğer Filistin direnişi, Filistin halkının yarısının zorla
sürülmesini ve ülkesinin elinden alınmasını engellemiş olsaydı, Siyonistlerin
resmi hafızasını da yere çalmış olacaktı. Esasında hafıza, Filistin direnişinin
her zaman en önemli unsurlarından biri olmuştur.
Filistinliler ülkelerinin, şehirlerinin, köylerinin
ilk gerçek adları konusunda ısrar ettiklerinde yalnızca bir isim için mücadele
etmiş olmuyorlar, ayrıca Siyonizmin ellerinden aldıkları toprakların, fiziksel
olarak yok ettiği yerlerin coğrafî hafızası için de mücadele ediyorlar.
Siyonist mezalim, İsrail’in kuruluşuyla birlikte geçen elli yılda Filistinliler
diye bir halkın, hatta bir sözcüğün dahi var olduğunu kabul etmemek demektir.
Siyonistler için “Filistin” sözcüğü, onları yok edecek lanetli bir sözcük
gibidir. Ancak bu konuda haksız da değiller, çünkü Filistin sözcüğü, tek başına
onların tüm resmî hafızalarına karşı direnişin en güçlü biçimlerinden biridir.
Filistin adı, ayrıca Filistin kültürünün ve yaşamının devam ettiğine dair
üretken bir söylemdir. Filistin kimliği ve ulusu üzerinden Filistin sözcüğü,
İsrail’in Filistin-olmayan, Filistinli-olmayan, kurguya dayalı hafıza yaratma
çabalarını tehdit eden bir sözcüktür.
Filistin’in Siyonizme karşı oluşturduğu hafızaysa
Filistin’in coğrafî bir yer olarak ortadan kaldırılması konusunda Nekbe’nin
elde ettiği başarılarla ve onun Filistinlilerin Nekbe öncesi tarihiyle birlikte
ulusal bir grup olarak ortadan kaldırılması konusunda yapıp ettikleriyle
doğrudan çatışma içerisinde olan bir olgudur. Nekbe’nin başlamasının ardından
Filistinlilerin yaşıyor olması Nekbe’yi, tüm çabalarına karşın, Siyonizmin elde
ettiği, başarı düzeyi epey düşük bir zafer hâline getiriyor. İsrail’in Filistinli
vatandaşlarını “İsrail Arapları” olarak adlandırması da bu bağlamda
anlaşılmalı. Bu adlandırma, Filistinli vatandaşların Filistinliliklerini yok
etme amacını güdüyor. İsrail’in Filistinli mültecilerin yerleştikleri ülkelerde
kalmaları ve o ülkelerin vatandaşlıklarına geçmeleri konusundaki ısrarı da
onlardan “Filistin” adını çalma çabalarının bir parçası olarak görülmeli.
İsrail’in on yıl önce Filistin halkının varlığını
kabul etmiş olması, Filistin halkının toplam sayısını üçte bire indirme
çabalarının karşılığında atılabilmiş bir adımdı. İsrail, işbirlikçi Filistin
liderliği ile Oslo Anlaşması’nı imzalayarak Batı Şeria ve Gazze’nin isimlerinin
korunması karşılığında, geriye kalan tüm Filistin halkının
Filistin’sizleştirilmesine karar verdi. Filistin’in başındaki işbirlikçi
liderler, Cenova Anlaşmaları uyarınca İsrail’i bir Yahudi devleti olarak
tanıdılar ve İsrail içinde yaşayan Yahudi olmayan kesim, yani Filistin
vatandaşları konusunda karar alma yetkisini tümüyle İsrail’e bıraktılar.
Ancak bu anlaşma uygulamaya girmedi. Anlaşmanın
meşrulaştırılması yönündeki tüm çabalara karşın Filistin Yönetimi, onun ne
olduğunun anlaşılmasına mani olamadı: anlaşmaya göre İsrail işgali sürecek,
işgalin emri altında bir özerklik tesis edilecek, Asya ve Afrika’da
efendilerine hizmet etmekten başka bir işe yaramayan sistemlerden hiç de farklı
olmayan bir mantık işleyecek, vergileri toplayan, posta işlemlerini yürüten ve
Nazilerin Polonya gettolarında Yahudilerin yaşamlarını yönetmek için kurdukları
Judenraete-Yahudi Konseyleri ya da Güney Afrika’da apartheid rejimini
yaygınlaştırmak için kurulan alternatif Bantustanlar türünden bölgeler
oluşturulacaktı.
Filistin Yönetimi’nin Filistin ve Yahudi halklarını
isimlendirme çabaları, tıpkı daha öncesinde İsrail’in ortaya koyduğu çabalar
gibi, başarısızlıkla sonuçlandı. Filistinliler, kendi isimlerinden ve
Filistin’in bir ulus olarak korunmasından vazgeçmediler, öte yandan, İsrailli
olmayan Yahudiler de İsrail’i ne kadar desteklediklerinden bağımsız olarak,
İsrail kimliğine girmemek konusunda ısrarcı oldular. İsimlendirme politikaları,
iktidar ve direniş politikalarıdır. İsrail, fiziksel ve coğrafî gerçeklikleri
dayatmak konusunda başarılı olurken, tarihsel hafızayı silme çabalarında aynı
başarıyı gösteremedi. Dün olduğu gibi bugün de Filistinliler, İsrail’in
Filistin’in tarihini ve kendisini tahrif etme girişimlerine çomak sokuyorlar.
Nekbe Bugündür
Nekbe, 1948 olaylarını tarif eden bir sözcük olarak
kullanıldığı günden beri onun bitmemiş ve hâlen süren bir faaliyet değil de
geçmişe ait, tamamlanmış bir olay olarak görenlerle mücadelenin hâlâ daha devam
ettiğini görmek gerekiyor. Özünde bu, bilişsel değil, canlı ve politik bir
mücadeledir. Nekbe’yi olmuş bitmiş bir olay olarak takdim etmek, onun
başarısını kabullenmek ve kazanımlarının geri döndürülemez olduğunu söylemek
demektir. Böylesi bir takdim, Nekbe’yi tanımlamak için mücadele etmenin anlamsız
olduğunu veya Nekbe’ye karşı direnişin başarılı olamayacağını söylemek dışında
bir anlama sahip değildir. Nekbe’yi geçmiş bitmiş bir olay olarak kabul eden
yaklaşım, özünde ona yaşama ait bir gerçeklik olarak meşruiyet bahşeder, ayrıca
sonrasında yol açtığı sonuçları doğallaştırır.
Tam da bu sebeple Siyonistler, bugün İsrail’in
Filistinli vatandaşlarının mücadelesinin sömürgecilik karşıtı mücadele veya
insan hakları/etnik haklar talep eden bir mücadele değil de Nekbe’yi terse
çevirmeye çalışan “olağandışı” bir mücadele olduğunu söylerler.
İsrail’in Yahudi olmayan vatandaşları üzerine
sorumluluklar ve görevler dayatan, Yahudi dinini ve ırkçı imtiyazları
kurumsallaştıran yirmiden fazla kanunu ki Filistinliler bu kanunları reddetmeye
devam etmektedirler, Nekbe’nin takdis edilmesi olarak sunulmaktadır. Örneği
Tzipi Livni gibi kimi İsrailli liderler, son dönemde, İsrail’in Filistinli
vatandaşlarının kendilerine devam eden Nekbe sebebiyle hiçbir vakit eşit haklar
vermeyecek olan İsrail’de kalmak yerine, eşit haklar vaat eden ülkelere
gönderilmeleri gerektiğini söylemişlerdir.
Bilhassa Avrupalı Yahudiler Filistinlilere,
kendilerini kabul etmeyen bir ülkede yaşamaktansa başka bir ülkeye göç
ettikleri vakit “daha büyük bir halk” olacaklarını sıklıkla anımsatmaktadırlar.
Eğer İsrail’deki Filistinliler orada yaşamaya devam ediyorlarsa, Nekbe’nin
sürmesinin “normalliğini” kabul etmeli ve ikinci sınıf vatandaşlığı da zımnen
onaylamalıdır. Onların Nekbe’nin sonuçlarını reddetmeleri, İsrail’in Filistinli
vatandaşlarının Nekbe’nin sonuçlarının tersine döndürülmesi ve İsrail’i bir
Yahudi devleti yapan ırkçı yasaların ortadan kaldırılması için mücadele
etmelerinin temel sebebidir. İsrail ve şimdi de Başkan Bush, tüm Filistinlileri
Nekbe’nin sonuçlarını kabul etmeye zorlamaktadır.
Filistin’i “Yahudi bir devlete” dönüştüren Nekbe’nin
geri döndürülemez bir süreç olduğu ve herhangi bir toplumsal-demokratik ya da
ulusal mücadelenin Nekbe’nin temel kazanımlarını geri döndüremeyeceği
söylenmektedir. İsrail’e göre Filistinli vatandaşların kötü durumu, Nekbe’den
değil, onların direnmeye devam etmek konusundaki ısrarlarından
kaynaklanmaktadır.
Filistinlilere bir de yirminci ve yirmi birinci
yüzyılda savaşın içine doğan mülteci kamplarının durumunun da aynı nedenden
kaynaklandığı söylenmektedir. İsrail’e göre sorun, Filistinlilerin 1947-1948
olayları sonucunda kendi anavatanlarından sürülmelerinde değil, 1948 sonrası
tüm Filistinlilerin ve Arap ülkelerinin Nekbe’nin geri döndürülemez bir süreç
olduğunu kabul etmemeleri ve mültecilerin Arap ülkelerine yerleşmeyi
reddetmeleri veya Arap ülkelerinin Filistinlileri kendi ülkelerine yerleştirmek
istememeleridir. Siyonizmin ısrarla dile getirdiği şey şudur: mülteciler, Nekbe
yüzünden değil, Nekbe’yi ve “menkub” olduklarını kabul etmedikleri için acı
çekmektedirler.
İsrail’e göre, Batı Şeria’daki, Gazze’deki ve Doğu
Kudüs’teki Filistinlilerin sorunlarının sebebi kesinlikle Nekbe değil,
Arapların Nekbe’yi kabul etmemeleridir. Onların sorunları, Arapların Nekbe’nin
sürekli varlığını sürdürecek bir olgu olduğunu kabul etmemeleri sebebiyle
yaşanan ve beynelmilel sonuçlara yol açan 1967 savaşından kaynaklanmıştır. Eğer
Filistinliler ve onların müttefikleri, Nekbe’yi geçmişte olmuş bitmiş bir olay
olarak kabul ederlerse, felâket sona erecektir.
Nekbe’nin mevcutta süren yıkımlarıyla, tamamlanmamış
bir eylem olduğu konusundaki ısrar, onun misyonunun da tamamlanmadığını görmek
anlamına gelir. Filistin direnişi ise Nekbe’nin mevcut ve süregiden zalimliğine
karşıdır. İsrail ve onun uluslararası destekçileri, Filistinlilerin yenilgiyi
kabul etmeleri ve Nekbe’yi tanımaları konusunda ısrarcıdır, eğer onlar sürgünü
ve İsrail’de üçüncü sınıf vatandaş olmayı, ayrıca 1967’deki zaferi kabul
ederlerse, sorunları sona erecektir. İsrail’in dediğine göre, Filistinlilerin
yaşadıkları zorlukların tümü, Filistinlilerin savaşı durdurmama konusundaki
ısrarından kaynaklanmaktadır.
Filistinliler, Avrupalı Yahudiler, kendilerini
1880’lerde topraklarından attıklarında da, yüzyıllardır sahip oldukları
topraklarda işçilik bile yapmalarına izin vermediklerinde de Nekbe’ye
direnmişlerdi.
Filistin direnişi, 1930’larda İngiliz destekli
Siyonistler Nekbe’yi canlandırmaya kalktığında üç yıllık büyük bir devrim
biçimini aldı. Filistinliler, 1947-48’te topraklarının çoğu zapt edildiğinde ve
Yahudi devletin ırkçı yasaları ile işgal edildiğinde de direnmeyi bildiler.
Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze’de devam eden direnişleri, İsrail’in ve New
York Times’ın bize söylediğine göre, gerçekte daha fazla Nekbe’yi davet
eden eylemlerdir.
Eğer Filistinliler, İsrail’in Gazze’yi dünyanın en
büyük açık cezaevine çevirmesine karşı koymasalardı, İsrail de onları
bombalamak, çocukları öldürmek, evleri yıkmak zorunda kalmayacak, sadece onları
açlıktan öldürecek ve ırk ayrımcılığının o duvarları arasında tutsak kılacaktı.
Eğer Filistinliler, yalnızca “menkub” olarak kalmayı kabullenip, Nekbe’yi
bitmemiş bir süreç olarak görselerdi, sonunda tamamen işleri bitirilmiş
olacaktı. Bu fetihçi mantık, istisnai bir durum değildir ve asla sadece
İsrail’e has bir olgu olarak görülemez. Irak’taki direniş de Amerikan işgalinin
nihai sonucunun/misyonunun önünde bir engel olarak durmuyor muydu, bu misyon
Başkan Bush tarafından 5 yıl önce tamamlandığı/bitirildiği deklare edilen bir
misyon değil miydi? Amerikan misyonunun tamamlanmasını engelleyense Irak
direnişiydi.
Siyonist Irkçılık
Peki, Filistinlilerin Nekbe’ye karşı koymaya devam
etmelerinin sebebi nedir? Onun sonuçları ve etkileridir. Moşe Dayan, bir
keresinde Nekbe’yi şöyle tanımlamıştı:
“Arap
köylerinin yerine Yahudi köyleri kuruldu. Artık Arap köylerinin adını bile
bilmiyorsunuz ve sizi bundan dolayı suçlamıyorum, çünkü onlar artık coğrafî
olarak mevcut bile değiller. Yalnızca kitaplarda değil, hiçbir yerde yoklar.
Mahlul köyünün yerine Nahalal kuruldu, Cibta yerine Gvat kuruldu, Haneyfa
yerine Sarid kuruldu, Tel-Şaman yerine Kfar-Yehoşua kuruldu. Bu ülkede eski
Arap nüfusuna ait olmayan tek bir yer bulamazsınız.”
Filistinlilerin Nekbe’ye direnme konusunda elde ettiği
başarı, dünyanın birçok yerinde, hatta sınırlı da olsa, ABD’de Siyonist
“zafer”lerin yeniden adlandırılması konusunda yeni bir sürecin başlatılmasını
sağladı. Dayan’ın sözlerini değiştirirsek, Filistin direnişi ve Filistin’in
uğradığı haksızlıklar, Siyonist zaferlerin ve fetihlerin isimlerini değiştirdi.
Pek çoğunuz, Siyonist zaferlerin adını bilmezsiniz ve sizi bundan ötürü
suçlamıyorum. Çünkü daha öncesinde meşru kılınan Siyonist tarih kitapları ve propaganda,
artık hiç de meşru değil. Yalnızca kitaplar değil, Siyonist zaferlerin
kendileri de isimleri ile anılmıyor artık.
“İsrail bağımsızlık savaşı” yerine “Nekbe” diyoruz.
“Yahudi egemenliği” yerine “ırk ayrımcılığı”, “Dalet Planı” ya da “Yahudilerin
atalarının topraklarına dönmeleri” yerine ise “Filistinlilerin sürülmesi”
diyoruz. “İsrail demokrasisi” yerine “İsrail’in kurumsallaşmış ve hukukî
ırkçılığı”; “İsrail Arapları” yerine “İsrail’in Filistinli vatandaşları”,
Balfour Deklarasyonu’nda tanımlandığı biçimiyle, “Filistin’de Yahudi olmayan
topluluklar” yerine “Filistin halkı” diyoruz. Bu ülkede Filistinlilerin karşı
koymadığı ve direnmediği tek bir Siyonist zaferden söz edilemez.
Filistinliler, Nekbe’ye karşı büyük bir azimle
direndiler, bugün de direnmeye devam ediyorlar. Ülkelerini terk etme fikrine
karşı çıkıyorlar. Grevlerle, eylemlerle, sivil itaatsizlikle; sanatla, müzikle,
dansla; şiirle, tiyatroyla, romanlarla direndiler, direnmeye devam ediyorlar.
Kendi tarihlerini yazarak, kendi coğrafyalarını belirterek direndiler; yerel ve
ulusal davalar açarak, Birleşmiş Milletler’de direndiler. Filistinliler,
Nekbe’ye taşlarla ve silahlarla direndiler, direniyorlar. Filistin halkının
direnme hakkının reddedilmesi ki bu, uluslararası hukuk tarafından korunan ve
garanti altına alınan bir haktır, yalnızca Filistinlilerin silah kullanmasını
reddeden bir tutum değildir, aynı zamanda onların sanatını, kitaplarını,
eylemlerini, BM’ye başvurmalarını, Filistin tarihini öğretmelerini, Nekbe’yi
dile dökmelerini, hatta onu hatırlayıp başkalarına hatırlatmalarını bile
reddeden bir tutumdur.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarından bu yana Siyonist
plancıların tasarladıkları biçimiyle, tüm Filistin’in ele geçirilmesi, tüm Arap
nüfusundan arındırılması politikası olarak Nekbe, hâlen daha devam etmektedir.
Toprak alımları 1880’lerde başladı ve en büyük hırsızlık 1948’te gerçekleşti.
Ancak İsrail, yine de tüm toprakları ele geçirmeyi başaramadı. Doğu Kudüs ile
Batı Şeria’da süregiden toprak mücadelesi, aslında devam etmekte olan Nekbe’nin
parçasıdır.
Siyonizmin Araplardan arındırılmış bir İsrail
oluşturma planları hâlen daha yürürlüktedir. İsrail, uluslararası hukuk
uyarınca tüm Filistinlileri sürmeyi başaramadığı için başka bir kurnaz planı
devreye sokmuştur: sürgün edemediği tüm Filistinlileri bir ayrımcılık duvarının
içine hapsetmiş, burayı “Filistin Devleti” olarak adlandırmıştır. Planın
devamında, İsrail’in tüm Filistinli vatandaşlarını da bu ayrımcılık duvarının
içine yerleştirmek isteyecektir. Nihayetinde ortaya, duvarların dışında,
Araplardan arındırılmış bir İsrail çıkacaktır. Nekbe’nin uzantısı olarak
görülmesi gereken bu türden adımlar, Filistin Yönetimi ile Arap hükümetleri
arasında ABD desteğiyle kurulan işbirliği ile birlikte atılmaktadır.
Beş yüzden fazla Filistin köyünün yıkımı, 1948’te
değil, Siyonist fethi takip eden yıllar içerisinde gerçekleşmiştir. 1880’lerde
Filistinlileri topraklarından sürme mücadelesi, Kasım 1947’de doruk noktasına
ulaşarak devam etmiştir. Siyonist güçlerin 14 Mayıs 1948’ten önce 400.000
Filistinliyi topraklarından sürdüğünü hatırlamak önemlidir. Yüz binlerce
Filistinli, 1950’lerde ve 1967 sonrasında topraklarından sürülmüştür. İsrail’i
asıl provoke eden, Filistinlilerin varlığıdır. Eğer Filistinliler, topraklarından
ayrılmayı, Filistin’i terk etmeyi kabul etselerdi, İsrail onlara daha fazla
sürgün olmayacağını söylerdi. Tam da burada, Siyonizmin sürgünler ve yerinden
etmeler konusunda yalnızca Filistinlilere yönelmediğini belirtmek zorundayım.
Kurulduğu günden bu yana Siyonizm ve İsrail, her zaman
dünya Yahudilerine İsrail’e gelmeleri konusunda baskı yaptı. Filistinliler gibi
İsrail dışında yaşayan pek çok Yahudi de İsrail’in onları yerinden etme
politikalarına karşı durdu. Şimdi İsrail, sınırları dışındaki Yahudileri
kendisine çekme gücüne sahip değil, ancak hâlen Filistinliler ne kadar
direnirse dirensin onları yerlerinden etme azmine sahip.
Direniş Bugündür
Filistin direnişi, bugün pek çok cephede faal
durumdadır. İsrail’in içinde yaşayan Filistinlilerin yürüttükleri temel
kampanyalardan biri de İsrail’in ırkçı yasalarını geri çekmesiyle ilgilidir. Bu
bağlamda pek çok öneri ve belge hazırlanmış durumdadır. Bu kampanya,
uluslararası bir düzeye taşınmalıdır. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası
kurumlar, İsrail’in bu ırkçı yasalarının ortadan kaldırılması konusunda
sorumluluk üstlenmelidirler. Bu, 1975’te olduğu gibi slogancı bir üslupla
Siyonist ırkçılığa çağrı yapılması şeklinde değil, İsrail’in kurumsal olarak
nasıl ırkçı olduğunun ortaya konulması, bu gerçeğin uluslararası düzeyde kabul
edilmesi ve bu ırkçı yasaların geri çekilmesi için yürütülmesi gereken bir
kampanyadır.
Bunun dışında, Filistinliler ve Filistin halkının
dostları, İsrail savaş suçlarına son verene, Batı Şeria ve Gazze’de işgali sona
erdirene kadar İsrail ürünlerine yönelik bir boykot çağrısı yaptılar. Bu da
şimdiye kadar pek çok kazanım elde eden diğer bir önemli kampanyadır.
Filistinliler, her yerde acı çekmeye devam ediyorlar.
Gazzeliler, son yılların en kötü koşullarını yaşıyorlar ve onlar, İsrail’in ve
Filistinli işbirlikçilerinin idaresini kabul etmedikleri, demokratik biçimde
seçilmiş hükümetlerinin devrilmesine karşı durdukları, Batı Şeria’ya
dayatılanların kendilerine dayatılmasını reddettikleri için
cezalandırılıyorlar. İsrail’in savaş suçları işlemeye devam ediyor, sicili
giderek kabarıyor, demek ki Gazzelerin direnmekten ve azmetmekten başka
seçenekleri yok.
Nekbe’ye direnerek Filistinliler, tüm dünyaya onun
geçmişte kalmış bir olay olmadığını gösterdiler. İsrail’e direnerek
Filistinliler, tüm dünyayı Nekbe’nin bugünün bir olayı olduğuna tanıklık etmeye
çağırdılar ve onun geri çevrilebilir bir süreç olduğunu gösterdiler. Bu ise
İsrail’i ve Siyonist hareketi çığırından çıkaran bir durum. İsrail’in
Filistin’i sömürgeleştirerek, tüm Filistinlileri sürerek, tüm Yahudileri kendi
kolonisinde toplayarak bu görevini tamamlayamaması, projesinin bugün de
sürmesine neden oldu.
İsrail, mağdur ettikleri karşısında mağduru oynuyor.
Filistinliler, mağdur olmanın meşruiyetini İsrail’in elinden alıyorlar. Aslında
İsrail, kendi projesinin tamamlanamamış olmasını bir tür mağduriyet olarak
takdim ediyor. Ama o da şu veya bu şekilde Nekbe’nin terse çevrilebileceğini
görüyor. İsrail’in Filistin halkına yönelik zulmü, onun Filistin halkının
direnişinin sömürgeci projeyi tersine çevirebilecek güçte olduğuna inanmasından
kaynaklanıyor. İsrail için asıl sorun, geçmişte Arap nüfusuna sahip olmayan tek
bir yer bulamaması değil, aynı zamanda bugün de muhayyel “Yahudi devleti”nde
Arap nüfusuna sahip olmayan bir yer olmamasıdır.
Nekbe’nin tamamlanmamış bir süreç olarak kalmasının
nedeni, Filistinlilerin Nekbe’nin kendilerini birer “menkub”a dönüştürmesine
izin vermemiş olmalarıdır. Dolayısıyla, bu yılki anmalarda yalnızca Nekbe’nin
değil, direnişin de bir yılına daha tanıklık ettik. Filistinlilere Nekbe’yi
tanımayı öğütleyenler, ondaki dizginlenemeyen zulmün sürmesine de izin
vereceklerdir. Filistinliler, tüm bunları çok iyi bilmektedirler. Filistinlilerin
ısrarla dile getirdikleri biçimiyle, Nekbe’yi sona erdirmenin tek yolu, ona
direnmeye devam etmektir.
Joseph Massad
16 Mayıs 2008
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder