15 Mayıs 2020

, ,

Nekbe’ye Direnmek


Çağdaş Filistin’in ve Filistinlilerin tarihinde kavranması en güç şeylerden biri, Nekbe’nin anlamıdır. Nekbe, 1948’te başlayıp biten münferit bir olay mıdır, yoksa başka bir şey midir? Nekbe’nin geçmişte yaşanmış bir olay olarak somutlaştırılması, her yıl anılması, ondaki dehşet verici sembolizmle yüzleşme noktasında ne tür politik güçlüklere maruz kalınmaktadır? Nekbe’yi tarihî ama sınırlı bir süreç olarak kabul etmek ve onun korkunçluğunu hatırlayarak ancak onu geçmişte kalmış tarihî bir gerçek olarak sınırlandırmak, ne tür etkilere yol açmaktadır?

Nekbe’nin geçmişte yaşanmış bir olay olarak kabul edilecek, reddedilecek, aşılacak ve sonuçta geçmişte bırakılacak bir olay olarak değerlendirilmesinde çok büyük tehlikeler olduğu kanaatindeyim.

Hatta bazıları, İsrail’in Nekbe’yi kabul etmesi ve bunun için özür dilemesi durumunda Filistinlilerin bağışlamaları ve unutmalarını, Nekbe’nin sadece tarihî anmalarla sınırlı kalmasını bile önerebiliyor.

Kanaatime göre, Nekbe bunlardan hiçbiri değildir ve ayrıca başlayıp bitmiş bir olay olarak Nekbe’nin yıldönümünü anmak, esasen ölümcül bir hatadır. Nekbe’nin üzerinden epey bir zaman geçti elbette, ama o, hâlen daha bizimledir, bizimle birlikte yaşamakta, Filistin halkının yaşadığı tüm felâketleri içeren o tarihi satır satır yazmaktadır. Dolayısıyla bence Nekbe, 1881’den beri süren ve hâlen devam eden tarihî dönemin adıdır.

1881 yılında Filistin’de ilk Yahudi sömürgeleri baş gösterdiğinde, herkes biliyordu ki, bunun sonu gelmeyecek. Filistinlilerin Nekbe sonrası dönemde yaşadıklarını düşünmek, cümle âleme bu hissi vermek, dünyada herkesin hoşuna gidiyor. Bense ısrarla bitmek bilmez bir Nekbe sürecinin tam ortasında yaşadığımızı söylüyorum. Bu yıl yapıyor olduklarımız, birer anma etkinliği olarak görülmemeli; Filistin’in ve Filistin halkının hâlen sürmekte olan Nekbe ile paramparça edilişinden gayrı başka bir şeye tanıklık etmiyoruz. Tam da bu sebeple, bu yılın Nekbe’nin altmışıncı yılı (2008) olarak ilân edilmesine karşı çıkıyorum ve bu yılın, Nekbe zulmüne katlandığımız onca yıldan biri olduğunu söylüyorum. Nekbe, geçmişte kalan bir tarihî olay değil, bugünün tarihidir.

Nekbe’nin Anlamı

Nekbe İngilizceye “felâket”, “yıkım” ya da “facia” olarak çevriliyor, ama tüm bu çeviriler, Nekbe’nin Arapça anlamının kapsamını asla tam olarak karşılamıyor. Siyonizm ve Siyonizm takipçileri tarafından Filistin’e ve Filistinlilere karşı işlenmiş bir suç olarak Nekbe, “menkub” sözcüğünden geliyor. İngilizceye menkub sözcüğünü çevirmek zor, bunun için dili biraz esnetmek gerekiyor.

“Yıkım” anlamına gelen Yunanca ‘katastrof”tan veya yıldızların ters bir işaret göndermesi anlamına gelen Latince “felâket”ten farklı olarak “Nekbe”, bir halkın bilinçli olarak yıkımı, bir halkı bilinçli olarak felâkete uğratmak, bir ülkenin ve vatandaşlarının iyi bir plan üzerinden yakılıp yıkılması anlamına geliyor.

“Nekbe” sözcüğünü ilkin Arap aydını Konstantin Zureyk kullanıyor. Ağustos 1948’te kaleme aldığı kitapta bu sözcüğü üreten Zureyk, onu aynen benim burada dile getirdiğim gibi, “devam eden” bir süreç olarak izah ediyor.

Başlangıçtan beri Filistin halkı, Nekbe’nin ırkçı ve sömürgeci mantığına karşı mücadele etmiştir. 1880’ler, 90’lar, 1910’lar, 20’lar, 30’lar, 40’lar, 50’ler ve 60’lardan bugüne dek sömürgecilerle dövüşmüştür. Eğer Filistin direnişi, Filistin halkının yarısının zorla sürülmesini ve ülkesinin elinden alınmasını engellemiş olsaydı, Siyonistlerin resmi hafızasını da yere çalmış olacaktı. Esasında hafıza, Filistin direnişinin her zaman en önemli unsurlarından biri olmuştur.

Filistinliler ülkelerinin, şehirlerinin, köylerinin ilk gerçek adları konusunda ısrar ettiklerinde yalnızca bir isim için mücadele etmiş olmuyorlar, ayrıca Siyonizmin ellerinden aldıkları toprakların, fiziksel olarak yok ettiği yerlerin coğrafî hafızası için de mücadele ediyorlar. Siyonist mezalim, İsrail’in kuruluşuyla birlikte geçen elli yılda Filistinliler diye bir halkın, hatta bir sözcüğün dahi var olduğunu kabul etmemek demektir. Siyonistler için “Filistin” sözcüğü, onları yok edecek lanetli bir sözcük gibidir. Ancak bu konuda haksız da değiller, çünkü Filistin sözcüğü, tek başına onların tüm resmî hafızalarına karşı direnişin en güçlü biçimlerinden biridir. Filistin adı, ayrıca Filistin kültürünün ve yaşamının devam ettiğine dair üretken bir söylemdir. Filistin kimliği ve ulusu üzerinden Filistin sözcüğü, İsrail’in Filistin-olmayan, Filistinli-olmayan, kurguya dayalı hafıza yaratma çabalarını tehdit eden bir sözcüktür.

Filistin’in Siyonizme karşı oluşturduğu hafızaysa Filistin’in coğrafî bir yer olarak ortadan kaldırılması konusunda Nekbe’nin elde ettiği başarılarla ve onun Filistinlilerin Nekbe öncesi tarihiyle birlikte ulusal bir grup olarak ortadan kaldırılması noktasında yapıp ettikleriyle doğrudan çatışma içerisinde olan bir olgudur. Nekbe’nin başlamasının ardından Filistinlilerin yaşıyor olması Nekbe’yi, tüm çabalarına karşın, Siyonizmin elde ettiği, başarı düzeyi epey düşük bir zafer hâline getiriyor. İsrail’in Filistinli vatandaşlarını “İsrail Arapları” olarak adlandırması da bu bağlamda anlaşılmalı. Bu adlandırma, Filistinli vatandaşların Filistinliliklerini yok etme amacını güdüyor. İsrail’in Filistinli mültecilerin yerleştikleri ülkelerde kalmaları ve o ülkelerin vatandaşlıklarına geçmeleri konusundaki ısrarı da onlardan “Filistin” adını çalma çabalarının bir parçası olarak görülmeli.

İsrail’in on yıl önce Filistin halkının varlığını kabul etmiş olması, Filistin halkının toplam sayısını üçte bire indirme çabalarının karşılığında atılabilmiş bir adımdı. İsrail, işbirlikçi Filistin liderliği ile Oslo Anlaşması’nı imzalayarak Batı Şeria ve Gazze’nin isimlerinin korunması karşılığında, geriye kalan tüm Filistin halkının Filistin’sizleştirilmesine karar verdi. Filistin’in başındaki işbirlikçi liderler, Cenova Anlaşmaları uyarınca İsrail’i bir Yahudi devleti olarak tanıdılar ve İsrail içinde yaşayan Yahudi olmayan kesim, yani Filistin vatandaşları konusunda karar alma yetkisini tümüyle İsrail’e bıraktılar.

Ancak bu anlaşma uygulamaya girmedi. Anlaşmanın meşrulaştırılması yönündeki tüm çabalara karşın Filistin Yönetimi, onun ne olduğunun anlaşılmasına mani olamadı: anlaşmaya göre İsrail işgali sürecek, işgalin emri altında bir özerklik tesis edilecek, Asya ve Afrika’da efendilerine hizmet etmekten başka bir işe yaramayan sistemlerden hiç de farklı olmayan bir mantık işleyecek, vergileri toplayan, posta işlemlerini yürüten ve Nazilerin Polonya gettolarında Yahudilerin yaşamlarını yönetmek için kurdukları Judenraete-Yahudi Konseyleri ya da Güney Afrika’da apartheid rejimini yaygınlaştırmak için kurulan alternatif Bantustanlar türünden bölgeler oluşturulacaktı.

Filistin Yönetimi’nin Filistin ve Yahudi halklarını isimlendirme çabaları, tıpkı daha öncesinde İsrail’in ortaya koyduğu çabalar gibi, başarısızlıkla sonuçlandı. Filistinliler, kendi isimlerinden ve Filistin’in bir ulus olarak korunmasından vazgeçmediler, öte yandan İsrailli olmayan Yahudiler de İsrail’i ne kadar desteklediklerinden bağımsız olarak, İsrail kimliğine girmemek konusunda ısrarcı oldular. İsimlendirme politikaları, iktidar ve direniş politikalarıdır. İsrail, fiziksel ve coğrafî gerçeklikleri dayatmak konusunda başarılı olurken, tarihsel hafızayı silme çabalarında aynı başarıyı gösteremedi. Dün olduğu gibi bugün de Filistinliler, İsrail’in Filistin’in tarihini ve kendisini tahrif etme girişimlerine çomak sokuyorlar.

Nekbe Bugündür

Nekbe, 1948 olaylarını tarif eden bir sözcük olarak kullanıldığı günden beri onun bitmemiş ve hâlen süren bir faaliyet değil de geçmişe ait, tamamlanmış bir olay olarak görenlerle mücadelenin hâlâ daha devam ettiğini görmek gerekiyor. Özünde bu, bilişsel değil, canlı ve politik bir mücadeledir. Nekbe’yi olmuş bitmiş bir olay olarak takdim etmek, onun başarısını kabullenmek ve kazanımlarının geri döndürülemez olduğunu söylemek demektir. Böylesi bir takdim, Nekbe’yi tanımlamak için mücadele etmenin anlamsız olduğunu veya Nekbe’ye karşı direnişin başarılı olamayacağını söylemek dışında bir anlama sahip değildir. Nekbe’yi geçmiş bitmiş bir olay olarak kabul eden yaklaşım, özünde ona yaşama ait bir gerçeklik olarak meşruiyet bahşeder, ayrıca sonrasında yol açtığı sonuçları doğallaştırır.

Tam da bu sebeple Siyonistler, bugün İsrail’in Filistinli vatandaşlarının mücadelesinin sömürgecilik karşıtı mücadele veya insan hakları/etnik haklar talep eden bir mücadele değil de Nekbe’yi terse çevirmeye çalışan “olağandışı” bir mücadele olduğunu söylerler.

İsrail’in Yahudi olmayan vatandaşları üzerine sorumluluklar ve görevler dayatan, Yahudi dinini ve ırkçı imtiyazları kurumsallaştıran yirmiden fazla kanunu ki Filistinliler bu kanunları reddetmeye devam etmektedirler, Nekbe’nin takdis edilmesi olarak sunulmaktadır. Örneği Tzipi Livni gibi kimi İsrailli liderler, son dönemde, İsrail’in Filistinli vatandaşlarının kendilerine devam eden Nekbe sebebiyle hiçbir vakit eşit haklar vermeyecek olan İsrail’de kalmak yerine, eşit haklar vaat eden ülkelere gönderilmeleri gerektiğini söylemişlerdir.

Bilhassa Avrupalı Yahudiler Filistinlilere, kendilerini kabul etmeyen bir ülkede yaşamaktansa başka bir ülkeye göç ettikleri vakit “daha büyük bir halk” olacaklarını sıklıkla anımsatmaktadırlar. Eğer İsrail’deki Filistinliler orada yaşamaya devam ediyorlarsa, Nekbe’nin sürmesinin “normalliğini” kabul etmeli ve ikinci sınıf vatandaşlığı da zımnen onaylamalıdır. Onların Nekbe’nin sonuçlarını reddetmeleri, İsrail’in Filistinli vatandaşlarının Nekbe’nin sonuçlarının tersine döndürülmesi ve İsrail’i bir Yahudi devleti yapan ırkçı yasaların ortadan kaldırılması için mücadele etmelerinin temel sebebidir. İsrail ve şimdi de Başkan Bush, tüm Filistinlileri Nekbe’nin sonuçlarını kabul etmeye zorlamaktadır.

Filistin’i “Yahudi bir devlete” dönüştüren Nekbe’nin geri döndürülemez bir süreç olduğu ve herhangi bir toplumsal-demokratik ya da ulusal mücadelenin Nekbe’nin temel kazanımlarını geri döndüremeyeceği söylenmektedir. İsrail’e göre Filistinli vatandaşların kötü durumu, Nekbe’den değil, onların direnmeye devam etmek konusundaki ısrarlarından kaynaklanmaktadır.

Filistinlilere bir de 20. ve 21. yüzyılda savaşın içine doğan mülteci kamplarının durumunun da aynı nedenden kaynaklandığı söylenmektedir. İsrail’e göre sorun, Filistinlilerin 1947-48 olayları sonucunda kendi anavatanlarından sürülmelerinde değil, 1948 sonrası tüm Filistinlilerin ve Arap ülkelerinin Nekbe’nin geri döndürülemez bir süreç olduğunu kabul etmemeleri ve mültecilerin Arap ülkelerine yerleşmeyi reddetmeleri veya Arap ülkelerinin Filistinlileri kendi ülkelerine yerleştirmek istememeleridir. Siyonizmin ısrarla dile getirdiği şey şudur: mülteciler, Nekbe yüzünden değil, Nekbe’yi ve “menkub” olduklarını kabul etmedikleri için acı çekmektedirler.

İsrail’e göre Batı Şeria’daki, Gazze’deki ve Doğu Kudüs’teki Filistinlilerin sorunlarının sebebi kesinlikle Nekbe değil, Arapların Nekbe’yi kabul etmemeleridir. Onların sorunları, Arapların Nekbe’nin sürekli varlığını sürdürecek bir olgu olduğunu kabul etmemeleri sebebiyle yaşanan ve beynelmilel sonuçlara yol açan 1967 savaşından kaynaklanmıştır. Eğer Filistinliler ve onların müttefikleri, Nekbe’yi geçmişte olmuş bitmiş bir olay olarak kabul ederlerse, felâket sona erecektir.

Nekbe’nin mevcutta süren yıkımlarıyla, tamamlanmamış bir eylem olduğu konusundaki ısrar, onun misyonunun da tamamlanmadığını görmek anlamına gelir. Filistin direnişi ise Nekbe’nin mevcut ve süregiden zalimliğine karşıdır. İsrail ve onun uluslararası destekçileri, Filistinlilerin yenilgiyi kabul etmeleri ve Nekbe’yi tanımaları konusunda ısrarcıdır, eğer onlar sürgünü ve İsrail’de üçüncü sınıf vatandaş olmayı, ayrıca 1967’deki zaferi kabul ederlerse, sorunları sona erecektir. İsrail’in dediğine göre, Filistinlilerin yaşadıkları zorlukların tümü, Filistinlilerin savaşı durdurmama konusundaki ısrarından kaynaklanmaktadır.

Filistinliler, Avrupalı Yahudiler, kendilerini 1880’lerde topraklarından attıklarında da, yüzyıllardır sahip oldukları topraklarda işçilik bile yapmalarına izin vermediklerinde de Nekbe’ye direnmişlerdi.

Filistin direnişi, 1930’larda İngiliz destekli Siyonistler Nekbe’yi canlandırmaya kalktığında üç yıllık büyük bir devrim biçimini aldı. Filistinliler, 1947-48’te topraklarının çoğu zapt edildiğinde ve Yahudi devletin ırkçı yasaları ile işgal edildiğinde de direnmeyi bildiler. Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze’de devam eden direnişleri, İsrail’in ve New York Times’ın bize söylediğine göre, gerçekte daha fazla Nekbe’yi davet eden eylemlerdir.

Eğer Filistinliler, İsrail’in Gazze’yi dünyanın en büyük açık cezaevine çevirmesine karşı koymasalardı, İsrail de onları bombalamak, çocukları öldürmek, evleri yıkmak zorunda kalmayacak, sadece onları açlıktan öldürecek ve ırk ayrımcılığının o duvarları arasında tutsak kılacaktı. Eğer Filistinliler, yalnızca “menkub” olarak kalmayı kabullenip, Nekbe’yi bitmemiş bir süreç olarak görselerdi, sonunda tamamen işleri bitirilmiş olacaktı. Bu fetihçi mantık, istisnai bir durum değildir ve asla sadece İsrail’e has bir olgu olarak görülemez. Irak’taki direniş de Amerikan işgalinin nihai sonucunun/ misyonunun önünde bir engel olarak durmuyor muydu, bu misyon Başkan Bush tarafından 5 yıl önce tamamlandığı/bitirildiği deklare edilen bir misyon değil miydi? Amerikan misyonunun tamamlanmasını engelleyense Irak direnişiydi.

Siyonist Irkçılık

Peki, Filistinlilerin Nekbe’ye karşı koymaya devam etmelerinin sebebi nedir? Onun sonuçları ve etkileridir. Moşe Dayan, bir keresinde Nekbe’yi şöyle tanımlamıştı:

“Arap köylerinin yerine Yahudi köyleri kuruldu. Artık Arap köylerinin adını bile bilmiyorsunuz ve sizi bundan dolayı suçlamıyorum, çünkü onlar artık coğrafî olarak mevcut bile değiller. Yalnızca kitaplarda değil, hiçbir yerde yoklar. Mahlul köyünün yerine Nahalal kuruldu, Cibta yerine Gvat kuruldu, Haneyfa yerine Sarid kuruldu, Tel-Şaman yerine Kfar-Yehoşua kuruldu. Bu ülkede eski Arap nüfusuna ait olmayan tek bir yer bulamazsınız.”

Filistinlilerin Nekbe’ye direnme konusunda elde ettiği başarı, dünyanın birçok yerinde, hatta sınırlı da olsa, ABD’de Siyonist “zafer”lerin yeniden adlandırılması konusunda yeni bir sürecin başlatılmasını sağladı. Dayan’ın sözlerini değiştirirsek, Filistin direnişi ve Filistin’in uğradığı haksızlıklar, Siyonist zaferlerin ve fetihlerin isimlerini değiştirdi. Pek çoğunuz, Siyonist zaferlerin adını bilmezsiniz ve sizi bundan ötürü suçlamıyorum. Çünkü daha öncesinde meşru kılınan Siyonist tarih kitapları ve propaganda, artık hiç de meşru değil. Yalnızca kitaplar değil, Siyonist zaferlerin kendileri de isimleri ile anılmıyor artık.

“İsrail bağımsızlık savaşı” yerine “Nekbe” diyoruz. “Yahudi egemenliği” yerine "ırk ayrımcılığı", “Dalet Planı” ya da “Yahudilerin atalarının topraklarına dönmeleri” yerine ise “Filistinlilerin sürülmesi” diyoruz. “İsrail demokrasisi” yerine “İsrail’in kurumsallaşmış ve hukukî ırkçılığı”; “İsrail Arapları” yerine “İsrail’in Filistinli vatandaşları”, Balfour Deklarasyonu’nda tanımlandığı biçimiyle, “Filistin’de Yahudi olmayan topluluklar” yerine “Filistin halkı” diyoruz. Bu ülkede Filistinlilerin karşı koymadığı ve direnmediği tek bir Siyonist zaferden söz edilemez.

Filistinliler, Nekbe’ye karşı büyük bir azimle direndiler, bugün de direnmeye devam ediyorlar. Ülkelerini terk etme fikrine karşı çıkıyorlar. Grevlerle, eylemlerle, sivil itaatsizlikle; sanatla, müzikle, dansla; şiirle, tiyatroyla, romanlarla direndiler, direniyorlar. Kendi tarihlerini yazarak, kendi coğrafyalarını belirterek direndiler; yerel ve ulusal davalar açarak, Birleşmiş Milletler’de direndiler. Filistinliler, Nekbe’ye taşlarla ve silahlarla direndiler, direniyorlar. Filistin halkının direnme hakkının reddedilmesi ki bu, uluslararası hukuk tarafından korunan ve garanti altına alınan bir haktır, yalnızca Filistinlilerin silah kullanmasını reddeden bir tutum değildir, aynı zamanda onların sanatını, kitaplarını, eylemlerini, BM’ye başvurmalarını, Filistin tarihini öğretmelerini, Nekbe’yi dile dökmelerini, hatta onu hatırlayıp başkalarına hatırlatmalarını bile reddeden bir tutumdur.

19. yüzyılın sonlarından bu yana Siyonist plancıların tasarladıkları biçimiyle, tüm Filistin’in ele geçirilmesi, tüm Arap nüfusundan arındırılması politikası olarak Nekbe, hâlen daha devam etmektedir. Toprak alımları 1880’lerde başladı ve en büyük hırsızlık 1948’te gerçekleşti. Ancak İsrail yine de tüm toprakları ele geçirmeyi başaramadı. Doğu Kudüs ile Batı Şeria’da süregiden toprak mücadelesi, aslında devam eden Nekbe’nin bir parçasıdır.

Siyonizmin Araplardan arındırılmış bir İsrail oluşturma planları hâlen daha yürürlüktedir. İsrail, uluslararası hukuk uyarınca tüm Filistinlileri sürmeyi başaramadığı için başka bir kurnaz planı devreye sokmuştur: sürgün edemediği tüm Filistinlileri bir ayrımcılık duvarının içine hapsetmiş, burayı Filistin devleti olarak adlandırmıştır. Planın devamında, İsrail’in tüm Filistinli vatandaşlarını da bu ayrımcılık duvarının içine yerleştirmek isteyecektir. Nihayetinde ortaya, duvarların dışında, Araplardan arındırılmış bir İsrail çıkacaktır. Nekbe’nin uzantısı olarak görülmesi gereken bu türden adımlar, Filistin Yönetimi ile Arap hükümetleri arasında ABD desteğiyle kurulan işbirliği ile birlikte atılmaktadır.

Beş yüzden fazla Filistin köyünün yıkımı, 1948’te değil, Siyonist fethi takip eden yıllar içerisinde gerçekleşmiştir. 1880’lerde Filistinlileri topraklarından sürme mücadelesi, Kasım 1947’de doruk noktasına ulaşarak devam etmiştir. Siyonist güçlerin 14 Mayıs 1948’ten önce 400.000 Filistinliyi topraklarından sürdüğünü hatırlamak önemlidir. Yüz binlerce Filistinli, 1950’lerde ve 1967 sonrasında topraklarından sürülmüştür. İsrail’i asıl provoke eden, Filistinlilerin varlığıdır. Eğer Filistinliler, topraklarından ayrılmayı, Filistin’i terk etmeyi kabul etselerdi, İsrail onlara daha fazla sürgün olmayacağını söylerdi. Tam da burada, Siyonizmin sürgünler ve yerinden etmeler konusunda yalnızca Filistinlilere yönelmediğini belirtmek zorundayım.

Kurulduğu günden bu yana Siyonizm ve İsrail, her zaman dünya Yahudilerine İsrail’e gelmeleri konusunda baskı yaptı. Filistinliler gibi İsrail dışında yaşayan pek çok Yahudi de İsrail’in onları yerinden etme politikalarına karşı durdu. Şimdi İsrail, sınırları dışındaki Yahudileri kendisine çekme gücüne sahip değil, ancak hâlen Filistinliler ne kadar direnirse dirensin onları yerlerinden etme azmine sahip.

Direniş Bugündür

Filistin direnişi, bugün pek çok cephede faal durumdadır. İsrail’in içinde yaşayan Filistinlilerin yürüttükleri temel kampanyalardan biri de İsrail’in ırkçı yasalarını geri çekmesiyle ilgilidir. Bu bağlamda pek çok öneri ve belge hazırlanmış durumdadır. Bu kampanya, uluslararası bir düzeye taşınmalıdır. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kurumlar, İsrail’in bu ırkçı yasalarının ortadan kaldırılması konusunda sorumluluk üstlenmelidirler. Bu, 1975’te olduğu gibi slogancı bir üslupla Siyonist ırkçılığa çağrı yapılması şeklinde değil, İsrail’in kurumsal olarak nasıl ırkçı olduğunun ortaya konulması, bu gerçeğin uluslararası düzeyde kabul edilmesi ve bu ırkçı yasaların geri çekilmesi için yürütülmesi gereken bir kampanyadır.

Bunun dışında Filistinliler ve Filistin halkının dostları, İsrail savaş suçlarına son verene, Batı Şeria ve Gazze’de işgali sona erdirene kadar İsrail ürünlerine yönelik bir boykot çağrısı yaptılar. Bu da şimdiye kadar pek çok kazanım elde eden diğer bir önemli kampanyadır.

Filistinliler, her yerde acı çekmeye devam ediyorlar. Gazzeliler, son yılların en kötü koşullarını yaşıyorlar ve onlar, İsrail’in ve Filistinli işbirlikçilerinin idaresini kabul etmedikleri, demokratik biçimde seçilmiş hükümetlerinin devrilmesine karşı durdukları, Batı Şeria’ya dayatılanların kendilerine dayatılmasını reddettikleri için cezalandırılıyorlar. İsrail’in savaş suçları işlemeye devam ediyor, sicili giderek kabarıyor, demek ki Gazzelerin direnmekten ve azmetmekten başka seçenekleri yok.

Nekbe’ye direnerek Filistinliler, tüm dünyaya bunun geçmişte kalmış bir olay olmadığını gösterdiler. İsrail’e direnerek Filistinliler, tüm dünyayı Nekbe’nin bugünün bir olayı olduğuna tanıklık etmeye çağırdılar ve onun geri çevrilebilir bir süreç olduğunu gösterdiler. Bu ise İsrail’i ve Siyonist hareketi çığırından çıkaran bir durum. İsrail’in Filistin’i sömürgeleştirerek, tüm Filistinlileri sürerek, tüm Yahudileri kendi kolonisinde toplayarak bu görevini tamamlayamaması, projesinin bugün de sürmesine neden oldu.

İsrail, mağdur ettikleri karşısında mağduru oynuyor. Filistinliler, mağdur olmanın meşruiyetini İsrail’in elinden alıyorlar. Aslında İsrail, kendi projesinin tamamlanamamış olmasını bir tür mağduriyet olarak takdim ediyor. Ama o da şu veya bu şekilde Nekbe’nin terse çevrilebileceğini görüyor. İsrail’in Filistin halkına yönelik zulmü, onun Filistin halkının direnişinin sömürgeci projeyi tersine çevirebilecek güçte olduğuna inanmasından kaynaklanıyor. İsrail için asıl sorun, geçmişte Arap nüfusuna sahip olmayan tek bir yer bulamaması değil, aynı zamanda bugün de muhayyel “Yahudi devleti”nde Arap nüfusuna sahip olmayan bir yer olmamasıdır.

Nekbe’nin tamamlanmamış bir süreç olarak kalmasının nedeni, Filistinlilerin Nekbe’nin kendilerini birer “menkub”a dönüştürmesine izin vermemiş olmalarıdır. Dolayısıyla bu yılki anmalarda yalnızca Nekbe’nin değil, direnişin de bir yılına daha tanıklık ettik. Filistinlilere Nekbe’yi tanımayı öğütleyenler, ondaki dizginlenemeyen zulmün sürmesine de izin vereceklerdir. Filistinliler, tüm bunları çok iyi bilmektedirler. Filistinlilerin ısrarla dile getirdikleri biçimiyle, Nekbe’yi sona erdirmenin tek yolu, ona direnmeye devam etmektir.

Joseph Massad
16 Mayıs 2008
Kaynak

0 Yorum: