02 Nisan 2020

, ,

İşçilerin Devrimci Partisi II

İkinci Bölüm
Bizim Partimiz Bir İktidar Stratejisine Sahip miydi?

En çok okunan yazılarının birinde Vietnam devriminin askerî önderi General Giap söze şöyle başlıyor: “Bizim partimiz, Vietnam devrimci hareketinin en güçlü zamanında doğdu. Parti, en başından itibaren köylülere önderlik etti, onları ayaklanmaya ve sovyet iktidarı kurmaya sevk etti. Sonuç olarak da devrimci iktidar ve silahlı mücadele sorunlarının farkına çabucak vardı.”
Öte yandan bizim partimiz ise, Marksist anlamda pratik olarak devrimci bir hareketin olmadığı bir zamanda doğdu. Dolayısıyla da son 25 yılda devrimci iktidar ve silahlı mücadele sorunlarıyla yüzleşemedi.
Bugün işçi sınıfının ve küçük burjuvazinin bazı kesimlerinin bilinçlerindeki ideolojik devrimin derinliği meselesi, partimiz içinde belirginleşen “devrimci iktidar ve silahlı mücadele sorunları” tartışmasında karşılık buluyor.
Hareketimiz, şu iki tarihsel sürecin çerçevesinde şekillendi:
1) İşçi sınıfımız içindeki burjuva ve reformist ifadenin karşılığı olan, burjuvazinin ve emperyalizmin en gerici güçleriyle karşılaşıldığında işçi sınıfının yenilgisiyle ve ricatıyla sonuçlanan Peronizm.
2) En azından 1961’den günümüze değin kıtamızdaki sosyalist devrimin tartışmasız önderliği olarak Kastrizm. Partimizi oluşturan bu iki büyük toplumsal harekete bir üçüncü üstyapı unsurunu eklemeliyiz: Troçkizm.
Partimizin ilk tarihsel kaynağı: Partinin Peronizm döneminde ortaya çıkması ve buna müteakip işçi sınıfımızın ricatı ve bu ricatın iktidar stratejisi ve silahlı mücadele konuları üzerine dikkatli ve ayrıntılı bir değerlendirmenin önüne set çekmesi. Kadrolarımız, son yıllarda reformist, ekonomist ve oportünist baskılara göğüs gerdi. Bu baskılar, yanlış politik fikirlere yol açtı ve bugün, bu tarihi dönemde gerçek bir devrimci önderlik yaratacaksak silmemiz gereken bir gelenek hâlini aldı.
Partimizin ikinci tarihsel kaynağı: Bizim de kendimizi bir parçası saydığımız ve muhalif eksen için tehlike arz eden kıtasal devrimci hareket, yani Kastrizm. Küba tecrübesinin zayıf bir şekilde özümsenmesi başımıza zaten bir dert açmıştı (1961-62). Gerçek şu ki Küba önderliği, iktidar mücadelesi ve silahlı mücadele konularında karşılaştığı sorunları şaşırtıcı bir zekâ ile çözüme kavuşturdu -son zamanlarda doğru bir dünya ve kıta stratejisi formüle edip öne çıkarak- fakat devrimci Marksizmin en zengin deneyimlerini ve analiz yöntemini hesaba katmadı.
Kastrizmin her ulus için gerekli olan devrimci eylemlerin somut bir analizini formüle etmeden kendi tecrübesini tüm kıtaya yaymak istemesi –Marksist partilerin var olan eksiği kapatmadaki yetersizlikleriyle de birleştiğinde- bizim partimizin ve önderlerimizin de azade olmadığı bir sürü felâkete yol açtı.
Troçkist bir gruptan gelen partimizin sahip olduğu anlayış –genel olarak Troçkizmde bulunan- ülkedeki iktidarın, kent merkezlerindeki işçi sınıfı kitlelerinin devrimci yükselişiyle alınacak olmasıydı. Partimiz, Leninizmin şu iki temel şartını görmezden gelen anlayışı da çürüttü:
Devrim, uzun soluklu bir iç savaştır.
Proletaryanın ve onun partisinin silahlandırılması, askerî anlamda hazırlanması, ön hazırlığı ve devrimci ordunun yaratılması zaruridir.
Bu anlayışın Parti’nin devrimci bir örgüt olarak kuruluşunda olumsuz bir etkisi olmadı, ona bir engel teşkil etmedi. Hatta aksine söz konusu anlayış, ilgili aşamada, gelişen bir kitle hareketine evrilme görevi türünden birtakım görevleri gündeme getirdi. Bu yüzden, doğru bir iktidar stratejisinin eksikliğinde bile Partimiz, bizi devrimci bir örgüt yapan ve hâlen daha dayanmakta olduğumuz ve ileride de dayanmamız gereken sütunları inşa edebildi;
Kitle hareketiyle öncüsü arasında bağ kurmak;
Troçkizmin kısmi savunusu ve uygulanışı (başarıları, hataları ve kısıtlamalarıyla birlikte);
Çalışma ve parti örgütlülüğünde -her ne kadar deforme edilmiş olsa da- Bolşevik yöntemleri geliştirmek.
Bir İktidar Stratejisine Giriş
Küba devriminin, Peru kırsalında Hugo Blanco’nun başarılarının, Tucuman şeker işçilerinin seferberliklerinin, Abraham Guillen’in etkisinde gelişen Uturunco gerillalarının da tesiriyle Palabra Obrera [İşçi Sözü], 1961-62’de önemli bir viraja girdi. Teorik olarak Moreno’nun Latin Amerika Devrimi broşürüne dayanan bu dönüş, pratikte partiden darbeci bir sapma olarak ayrıldı ve Bengochea grubunun ayrılmasıyla ani ayaklanma anlayışına aceleyle dönüldü.
Bu broşür [Latin Amerikan Devrimi], genel bir bakış açısından Maoizm’in ve Kastrizm’in getirdiği teorik sorunlara eğiliyor, fakat bunlara açık ve kesin cevaplar vermiyor. Daha da önemlisi, bunları somut gerçekliğin analizine, en başta da bizim ülkemizin analizine uygulamıyor.
Böyleyken, broşürde ortaya çıkan sorunlar onu, yeni bir perspektif geliştirdiği müddetçe olumlu kılıyor, fakat bu sorunlar kategorik ve temel olarak cevaplanmadıkça, ülkemizin somut durumuyla ilişkisi kurulmadıkça broşür yetersiz kalıyor ve her türlü sapmacı mikrobun yuvası hâline geliyor.
Öte yandan böyle bir analiz yöntemi, görkemli teorik şemalara bağlı olan, ancak fikirlerini pratikle birleştiremeyen entelektüellere hastır.
Örgütümüzün en iyi militanları, Latin Amerika Devrimi broşüründeki Çin ve Küba devrimlerinin gerilla savaşlarının ve stratejilerinin genel ve soyut değerlendirmeleriyle yönlendirilerek bunu pratiğe dökmeye çalıştı.
Pereyra, Martorell, Creus ve diğer yoldaşlar Peru devrimine aktif olarak katıldılar, Hugo Blanco’nun yanında gerçek devrimci kitle önderleri hâline geldiler. Fakat parti desteği olmadan, Arjantinli yoldaşları tarafından izole ve terk edilmiş haldeyken, silahlı mücadelenin getirdiği sorunlara karşı açık bir görüşe sahip değilken ve kendi teorik önerilerini iş pratiğe dökmeye gelince terk eden Moreno ile sert bir politik çatışma içindeyken, baskının altında hemen ezilip gittiler.[1]
Angel Bengochea, Santilli ve partiden diğer yoldaşlar da Latin Amerika Devrimi broşürünün teorisyeninden acilen kopmak zorunda kaldılar. Bengochea grubu partiden ihraç edildi ve izolasyon hâlinde, 20 Temmuz 1964’de Posadas Caddesi’nde trajik bir sona doğru ilerledi.[2]
Partimizin tarihi üzerine konuştuğumuz bu aşama, temelde Mao Zedung ve genel olarak Asyalılar tarafından geliştirilen, çağdaş devrimci Marksizme yapılan büyük katkılara bir açılış olarak tanımlanmalıdır. Fakat bu teorik açılış yalnızca birkaç ay sürdü, çünkü bunun girişimcileri teorik tasarılara yöneldi ve her devrimci süreçte olduğu gibi, mücadelelerde canlarını ortaya koyanlar diğerleri oldu.
Bu aşamanın bilançosu genel olarak olumlu görüldü; partinin iktidar stratejisi formüle etmesinde niteliksel bir adım olabilirdi, fakat bu süreç, bir anlığına kesintiye uğradı. Dördüncü Kongre bu somut adımı atmalıdır.
“Darbeci” Başarısızlıktan Sonra Kendiliğindenciliğe Dönüş
Latin Amerikan Devrimi broşüründe Moreno tarafından geliştirilen kavramları silmenin tek yolu, yeni bir teori geliştirmektir: bu teorinin temelinde sınıfların, sınıfın sektörlerinin ve öncünün bölgesinin sürekli değiştiği; verili ana göre öncünün şeker işçileri, liman işçileri ya da 1958’de olduğu gibi banka çalışanları olabileceği olmalıdır. Bu teoriyi hatırlıyoruz çünkü bu teori, yoğun tartışmaların ve nihayetinde isteksiz de olsa gerçeklerin kabulünün sebebiydi. Bugün bu ideolojik devrim sürecinde bizler, sınıfsal ve bölgesel varyasyonu tanımaktan çekinmiyoruz. Moreno ise Latin Amerika Devrimi’nde açtığı perspektifle diğer bağlantıları keserek teorik güzergâhta kestirme yola girdi ve iktidarın hemen alınmasını öngören yola saptı.
1963 seçimlerinde İllia’nın zaferi ve ardından iktidara gelmesiyle legalite üzerindeki baskının kaldırılmasıyla birlikte ekonomik mücadelelerin yolunun açılması (fabrika işgalleriyle birlikte grevler) ve silahlı perspektiflerden uzaklaşma, Peru’daki köylü hareketinin yenilgisi, “fokocuların” yaşadıkları başarısızlıklar, bir kilometre taşı olan Arjantin: Krizdeki Ülke isimli kitapta işaretlenmiş olan kendiliğindenci anlayışların politik-sosyal çerçevesini oluşturuyordu.
Bu kitap, partimizin de son üç yıl boyunca bağlı kaldığı ve 4. Kongre’mizin toprağa gömmesi gereken kendiliğindenci anlayışı içeriyor.
Arjantin: Krizdeki Ülke isimli kitabın iktidar perspektifi nedir? Bu soruna ve silahlı mücadele üzerine eğilen birkaç paragrafı buraya almak, bize yardımcı olacaktır. Moreno diyor ki:
“Resmi tamamlamak için tek bir unsur eksik: işçilerin ve insanların hareketlerinin geleceğinin öngörülmesi. Ekonomik kriz ve patronların saldırısı durmayacağı için (bu, süper sömürü ve sürekli artan yaşam maliyeti anlamına gelir), işçi sınıfının savunma önlemleri, mevcut savunma aşamasını önemli birkaç zafer elde ederek şimdiye kadar görmediğimiz bir hücuma çevirene kadar artacaktır. Bu mücadelelerle alakalı olarak, kentin çeşitli semtlerinde sektörel dayanışma grevleri ve işçi konseyleri açığa çıkacaktır. Örgütlenme şekline biz ya da başka aktivistler karar veremezler, işçi sınıfının kendisi karar verecektir. İşçi konseylerinin meydana geleceğini kim tahmin edebilirdi ki? Biz etmiş olsak bile, hiç kimse edemezdi. Fabrika içi birliğin artması ve işçi konseylerinin yeniden ortaya çıkması muhtemeldir. Bu süreç, önemli bir dizi zaferle birlikte yaşanacaktır. Eğer patronlar bu konjonktürel krizin üstesinden gelebilirlerse, o zaman daha ileriye bakmamız gerekir. O noktada büyük olasılıkla patronlar bir miktar tavizde bulunmak zorunda kalacaklardır. Bu da hareketin daha önce görmediği daha ileri örgütlenme şekillerine imkân sağlayacaktır. İşçi hareketi o zaman, yeni örgütlenme şekilleri ve tecrübesiyle birlikte, önüne iktidar sorununu koyar.” (sayfa 52-53)
“Burada kitle mücadelelerinin yerel ifadesi ya da parçası olarak kır gerilla savaşının büyük olasılıklarından bahsetmeyeceğim. Bu, yerel bir sorundur ve yerelliğine göre incelenmelidir. Bahsedeceğim kır gerilla savaşı, metafizik üç aşama teorisini ele alan ve bunu bütün kitle mücadelesi hareketlerini yönlendirecek olan örgütün omurgası olarak sunan gerilla savaşıdır. Biz hiçbir metafiziğe inanmıyoruz. Aksine diğer tüm ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizdeki devrimci mücadelenin de işçi sınıfı kitlelerinin çoktan iktidarı aldığı diğer ülkelerdeki devrimci mücadelelerden farklı olarak, kendi özel karakteristikleri olduğunu vurguluyoruz.”
“Bu karakteristikler şu üç faktörün bileşimiyle kararlaştırılır: ülkenin sosyo-ekonomik yapısı; işçi sınıfı kitle hareketlerinin ve bunun öncüsünün gelenekleri; içine orta sınıfı da alacak şekilde, sömürücülerin tecrübeleri ve gücü ve dünya devriminin gelişiminin ülkedeki yansıması. Böyle bir kombinasyon, hiçbir ülkede aynı sonuçları vermez. Misal bizim ülkemizde devrim, %80 köylü nüfusa ve Rusya ile büyük bir sınıra sahip olan Çin’deki gibi gerçekleşmez. Bizim nüfusumuzun %80’i kentlerdedir ve bizler Rusya’dan binlerce kilometre uzaktayız. Bizim ülkemizdeki devrim, ABD de dâhil olmak üzere komşu ülkelerden ve Che’nin de belirttiği üzere Farmasonlar, Cizvitler ve orta sınıf ile toprak sahiplerinin kabulüyle gerçekleşen Küba devriminden de farklı olacaktır.”
“Arjantin devriminin özel yolu üzerine yapılan bu araştırma ve inceleme çağrısı, metafizik tek yol kavramına karşı (şu üç aşamalı teori) bir uyarıdır. Kendi işçi halkımızın diline, yöntemlerine ve geleneklerine saygı konusunda ısrar ediyoruz. En yiğit, en azametli devrimciler bile, onlara anlaşılamaz bir lehçede ‘Oye chico, no se comemierda’ [‘hey evlat, ya bize yetiş ya da çeneni kapat’] diyerek onları yönlendiremez. Tüm bunlar, ne Küba devriminin muazzam katkılarıyla ve onun önderleriyle, ne de Arjantin de dâhil tüm Latin Amerika’daki kitle mücadelelerinin ayrılmaz bileşeni olan silahlı mücadeleyle araya mesafe koyma olarak görülmelidir. Hayır! Bu çağrı, bu ısrarlı uyarı, silahlı mücadelenin ve özel olarak da onun birçok çeşidinden biri olan kır gerilla savaşının daha iyi uygulanmasına yöneliktir.”
“Sanıyoruz ki ülkenin kuzeybatısındaki %2’lik kesim hariç, ülkedeki kır nüfusu, devrimci süreçte kentlerdeki işçi sınıfı kadar önemli bir rol oynamayacaktır. Kentlerdeki işçi sınıfı, sayısız kez mücadele kapasitesini ve hızla toparlanabilmesini göstermiştir. Bu yeni dönemdeki görev, kentlerdeki işçi sınıfının ve orta sınıfın mücadelesine silahlı mücadeleyle eşlik ve liderlik etmek, daha ileriye taşımak ve garanti altına almaktır. Niye ulusal geleneğimizin parçası olan böyle bir şeye sırtımızı dönelim ki? Venezuela’daki terörizm için duygu seline kapılıp kendi halkımızın dilini unutan bu harikulade devrimciler, 1956’daki Peronist terörizmin bundan daha üstün olduğunu görmezden mi geliyorlar? Büyük anarşist, komünist ve Peronist grevlerin silahlı mücadeleyle elele yürüdüğünü unutuyorlar mı? Bizler neden bunları tekrarlamayalım, geliştirmeyelim? Büyük bir devrimci geleneği metafizik ve başka bir devrimin kopyası adına yok saymak, acınası değil de nedir?”
“Ülkemizde başlamakta olan büyük işçi sınıfı mücadeleleri döneminde, bu mücadelelere silahlı eşliğin temel ve belirleyici olduğuna inanıyoruz çünkü bu dönemdeki görevlerimizi temin edebilmemizin tek yolu budur.”
“Başka bir savaşı daha kaybedemeyiz. Silahlı mücadelenin geliştirilmesi ve iktidarın ele geçirilmesi için daha etkili yollar geliştirmeliyiz.” (sayfa 70-71)
Marksizmin, Leninizmin ve Maoizmin bütün geleneğini hor görerek, hatta Latin Amerika Devrimi’ndeki kendi konumunu dahi unutarak Moreno, arsızca o eski kendiliğindenci fikirlere dönüyor. İşçi hareketinin, iktidar sorunuyla kendi tecrübesi ve yeni örgüt şekillerine bağlı olarak karşılaşacağını söylüyor.
Tabii ki kendi reformist mezesine bir de “bileşen” olarak “silahlı eşlik”i ekliyor, hepimizin bildiği üzere kâğıt üzerinde kalan bir “bileşen” bu.
“Arjantin devriminin kendine has yolu” arayışındayken Moreno, silahlı mücadeleyle iktidarı almanın örneği olan iki büyük devrimin, Latin Amerika Devrimi’nde “çağdaş Marksizme büyük katkı” dediği Çin ve Küba devrimi örneklerinin ülkemize uygulanabilirliğini ıskartaya çıkartıyor. Çin ve Küba devrimlerinin spesifik karakteristikleri diye kullandığı argümanlarsa tam bir rezillik. Moreno, sadece bu spesifik karakterlere dikkat çekerek, esasında bizim ülkemizde de anlaşılması lazım olan, Marksizme yapılmış birtakım teorik ve programatik katkıları görmezden geliyor. Bunlar şunlardır:
İktidarı ele geçirmede silahlı mücadeleden başka yol yoktur.
Silahlı mücadele, bir halk ayaklanmasının sonucu olarak başlatılmaz. Sınıf mücadelesinin bariz krizinde, kitlelerin ve onun öncüsünün savunması olarak başlayabilir.
Bugün yokluğunda iktidarı ele geçirmenin olanaksız olduğu devrimci ordu, kırsalda sosyal ve coğrafi koşulların uygun olduğu yerlerde, küçükten büyüğe, zayıftan güçlüye doğru ilerleyecektir. Tekrar Latin Amerika Devrimi’nden alıntı yapacak olursak: “[Bu], azgelişmiş ülkelerde kitlelerin ilerlemesinin özel şekilleri olan gerilla savaşının teorik ve pratik katkılarını, sürekli devrim teorisine ve programına katmaya karşı direnen bir yaklaşımdır.”
Nihayetinde Moreno, “bizim en iyi ulusal geleneğimiz”in en önde gelen savunucusu hâline geldi ve kitle hareketinde politik-askerî birlik stratejisi konusunda kaçamak konuştu. Öyle ki Moreno, sanki somut durumun analizinden yola çıkan bir hareketin kentlerdeki işçiler arasındaki çalışmayı bırakıp dolayısıyla da kent proletaryasının yükselişlerine ve alçalışlarına bağlı olmayan bir iktidar stratejisine sahip olduğunu göstermeye çalışıyordu.
Diğer yanda Moreno, başarılı bir kent ayaklanmasındaki Rus modelinin, kendisini istisnai kılan temel bir unsuru olduğunu bilmiyordu: Çar ordusu cephede haksız bir savaş uğruna çarpıştığı için dağılma hâlindeydi.
Bu konuyu parti içinde daha açık hâle getirmek için üzerinde durmak gerekir. Kent ayaklanmasının iki temel örneği, Paris Komünü ve 1917 Şubat-Ekim Rus Devrimi’nin ortak bir noktası vardı: burjuva ordusunun aşırı zayıflığı. Paris Komünü’ndeki bu zayıflık, Fransa-Prusya savaşından dolayıydı. Komün’ün tarihi önemini ve tehlikesini fark eden Almanlar, Fransız birliklerine Komünarlara karşı savaşması için izin vermekle kalmadılar, işçi devrimine karşı kendi birliklerini de yolladılar. Bu şartlar altında Komün yaşayamazdı, o kanlı bir yenilgiyle sona erdi.
Rus Ekim Devrimi’nde ise Rus birlikleri, Alman cephesinde haksız bir savaştaydılar ve tamamen dağılmaya yüz tutmuşlardı. Bu, ayaklanmanın zaferini olanaklı kılıyordu. Diğer tarafta ise onlarca kent ayaklanması, burjuva ordusu karşısındaki görece zayıflığından ya da emperyalist müdahaleden dolayı kanlı şekilde bastırılmıştı (en son örneği Santo Domingo). Bu gerçeklerden şu sonucu çıkartabiliriz: burjuva ordusu krizde değilse ya da ABD emperyalizmi müdahale ediyorsa, kent ayaklanmasının zaferi imkânsızdır.
Kendiliğindenciliğe Dönüşün Meşrulaştırılması
Son yazısında Moreno, “programımızdaki iktidara dönük tutumu acilen değiştirmeliyiz” diyor.
Fakat Moreno’nun partinin iktidar programını böyle özetlemesi oldukça ilginç, çünkü esasen iktidara dönük tutum hiç değiştirilmedi.
Moreno diyor ki: “Önceden bizim partimizdeki iktidar programı, işçi sınıfının ulus çapındaki sendikacılık tecrübesine -tabii bu arada reformist ekonomist karakter de göz önüne alınmalı- öncülüne dayandırılmıştı. Dolayısıyla iktidar üzerine tasavvurlarımız, ulusal işçi sınıfının bilincinin yükseltilmesine, onların desteklediği örgütlerin liderliğini ve hükümetleri güven içinde desteklemeye dayanıyordu. Bu sebepten dolayı da iktidar taktiklerimiz, ulusal tecrübe içindeki CGT ve sendika hareketiyle aynı merkezî eksen üzerindeydi. İktidarın ele geçirilmesi için sunduğumuz yol, genel ayaklanma niteliğinde bir genel grevdi. Momente göre, bu stratejik çizgi içindeki farklı taktiklere ağırlık verdik. Sendika liderlikleri hiçbir zaman iktidar sorusunu sormadı, hatta bunu geçtim, burjuvaziden ve Peronizmden politik bağımsızlık sorusunu bile sormadılar.”
Partimizin iktidar stratejisinin bu şahane özetinin analizine geçmeden önce, Moreno’nun, 1961 civarında kendisine ve partiye bulaşan “Kastrist virüs”ü unuttuğunu belirtelim.
Şimdi paragraf paragraf, Moreno’nun dönüşünü ve bunu meşrulaştırma çabasını görelim.
“Önceden bizim partimizdeki iktidar programı, işçi sınıfının ulus çapındaki sendikacılık tecrübesine -tabii bu arada reformist ekonomist karakter de göz önüne alınmalı- öncülüne dayandırılmıştı.”
Doğru! Göz önüne alınması gereken unsurlardan birisi de ulus içindeki işçi sınıfının tecrübesidir. Fakat buradan yola çıkıp bir iktidar stratejisi inşa etmek, bütünüyle devrimci Marksizme aykırıdır ve işçi sınıfının kendiliğinden hareketini takip eden küçük burjuva aydınlarının oportünizminin bir parçasıdır.
Bir iktidar stratejisi, ekonomik, sosyal ve politik imkânların ve dünyada, bölgede ve ülkede devrim güçleriyle karşı-devrim güçlerinin arasındaki ilişkinin analizine göre inşa edilir. Böyle bir analiz de zaten iktidar stratejisinin başlangıcıdır ve analiz edilen unsurlar nesnel ve somut olduğu için bir soyutluk barındırmazlar. Bu, ilk adımdır. Analizimizi tamamlamak için devrimin farklı aşamalarını, zaferin somut olasılıklarını, her aşamaya uygun düşen taktikleri, temelde stratejik olan sınıfları ve devrimci sınıfa birkaç aşama boyunca önderlik ederek onu iktidara ulaştıracak olan partinin politik çizgisini belirlemeliyiz. Bu aşamalar boyunca devrimci sınıfın tecrübesini akılda tutmak yetmeyecektir, aynı zamanda bu sınıfı partinin politik çizgisiyle birlikte daha yüksek bir bilince eriştirmek gerekir.
Moreno’nun birçok analizindeki kafa karışıklığının sebebi, yazarın, burnunun dibindeki somut olan şeyi görememesindendir. Öyle ki ağaca bakıyor fakat ormanı göremiyor. Bu karışıklık, somut olanla görünüşün karışıklığı, ampiryokritisizme has bir karakteristiktir ve diyalektik materyalizmin, her şeyden önce bütünün, birliğin bilimi olduğunu göz önüne almaz. Ampiryokritisizm, bir durumu ve -parmakla dokunulmasa da- somutu belirleyen güç ilişkilerindeki her bir ayrı parçayı anlamaya çalışır.
Moreno’nun mantığı, özel olandan yola çıkar. Buradan, özel olanın kısıtlılığına rağmen genele ilerlemek ister.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, Moreno gibi oportünistler, “Gerçek olan her şey ussal, ussal olan her şey gerçek” diyen Hegelci yasadan ancak ilk parçayı alırlar, bu da onları her zaman gerçeğin gerisinde bırakır.
Bizim metodumuz, çelişkinin iki kutbunu da göz önünde tutar ve sosyal güçlerin bütünlüğünü, birincil olanı ikincilden ayırarak içeren devrimci düşüncenin gerçekliğini kabul eder. Böylece farklı aşamaları zafere eriştirebilir, öncü sınıfı bu aşamalardan geçirerek iktidara vardırabiliriz.
“Dolayısıyla iktidar üzerine tasavvurlarımız, ulusal işçi sınıfının bilincinin yükseltilmesine, onların desteklediği örgütlerin liderliğini ve hükümetleri güven içinde desteklemeye dayanıyordu.”
Formel mantığın harika bir kıyası!
Devrimdi Marksizmin yüz yılı, böylelikle balıklara yem olsun diye denize atıldı.
Önceki bölümün özetinde gördüğümüz üzere devrimci Marksizm devrimin zaferinin şartları için birtakım şartlar belirledi, devrimci ve karşı-devrimci güçlerin mücadele oyununda devrimci olanın ulusal ve uluslararası koşullarda kendisini karşı-devrimci olana kabul ettirene kadar devrimin geçmesi gereken birtakım aşamalarına işaret etti. Aynı zamanda bu aşamaların çağdan çağa, ülkeden ülkeye değiştiğini de belirtti. Moreno bu “uzun ve zorlu” devrim sürecinin karışık analizini es geçebilmek için işçi sınıfının sendikal bilincinin kucağına atlıyor, bürokratların ve sendikaların hükümetini destekliyor.
Moreno, emperyalist çağda sendikalar üzerine çalışmaları olan ve sendikaların, devrimci bir parti tarafından liderlik edilmedikçe Bonapartist hükümetlerden bağımsızlıklarını dahi sakınamayacaklarını söyleyen Troçki’yi de unutuyor. Daha sonra da Moreno, bu yaklaşımın safi propaganda karakteristiğini de “son analizde işçi sınıfı ve onun öncüsü, en acil sorunlarını çözebilmek için iktidar sorununu ne göz önüne aldı ne de göz önüne almayı düşündü” diyerek açıklıyor.
Burada Moreno’nun dediğini devrimci Marksizm’in diline çevirirsek o diyor ki ülkemizdeki ayaklanma öncesinin ve ayaklanmanın koşulları belirtilmemişti, bu yüzden de iktidar tasavvuru propaganda tarzında yapılmıştı.
Tabii ki bu da işçi sınıfının bilincinin yükseltmenin harika bir yolu! İktidarı ele geçirmeye giden yolda işçi sınıfının geçeceği aşamaları belirtmek yerine (devrimci partinin ve ordunun yaratılması, burjuvaziye ve emperyalizme karşı uzun süreli silahlı mücadele, kendi politikası için ara tabakaları kazanma vs.), işçi sınıfı, bürokratların ve sendikaların ki Troçki bile bunun bağımsız bir politika üretebileceğini söylemiyor, iktidarı alma ihtimaliyle uyutuldu. Bu, sürekli devrimi, “kanguru adımlı” devrimle karıştırmaktır.
‘’Bu sebepten dolayı da iktidar taktiklerimiz, ulusal tecrübe içindeki CGT ve sendika hareketiyle aynı merkezî eksen üzerindeydi.”
Önceki ifadeye yapılan eleştirilerin aynısı buna da yapılabilir, fakat burada önemli bir unsur eklenmiş: “ulusal tecrübe”.
Bu noktada Moreno, kendi ulusal miyopluğunu itiraf ediyor. Moreno, bir iktidar stratejisi yaratabilmek için göz önüne almak zorunda olduğumuz, kıtamızda Kastrizmin sebep olduğu iç savaşı ancak 1968’de keşfetti, dolayısıyla burada başvurduğu abartılı ifadelere pek kulak asılmamalıdır. Fakat Moreno’nun “ulusal tecrübe içinde” ifadesi, ulusal iktidar stratejisinin uluslararası ve kıtasal faktörlerle bağını kuramamasının bir itirafıdır. Ve bu da doğru bir iktidar stratejisiyle bir devrimci önderliğin birkaç yıldır var olduğu bir kıtada oluyor!
“İktidarın ele geçirilmesi için sunduğumuz yol, genel ayaklanma niteliğinde bir genel grevdi.”
Tüm bu “iktidar stratejisi”, Marks ve Engels’in 1895 öncesinde sahip olduğu iktidar stratejisinden geriye doğru atılmış bir adımdır. Geriye doğru atılmış bir adımdır çünkü Marks ve Engels, en azından proletaryanın devrimci geleneğinin olduğu ülkelerde yaşıyordu, reformist ulusal sendikacılığın var olduğu ülkelerde değil. Marks ve Engels’in yaşadığı bu ülkelerde proletarya, burjuvazinin birçok kesiminin desteğini alabiliyordu ve karşısında duran zayıf devletin yardım alabileceği emperyalist bir dünya polisi yoktu.
Fakat bu genel ayaklanma grevi “vaazı”, Marksizm tarihindeki en çığırtkan kendiliğindencilik teranesidir.
Moreno, Lenin’in sürekli olarak ayaklanma üzerine gevezelik edenlere yönelik tavsiyelerini unutmuş. Devrimci Marksistlerin her ülkede ve her çağda gerekli olarak sunduğu somut şartların ne olduğunu unutmuş.
Moreno’nun önerdiği şey, devrimci bilinci, devrimci partisi ve devrimci ordusu olmayan, ülkede ayaklanma için nesnel koşulları bulunmayan reformist-sendikalist, ulusal bir işçi sınıfıdır. Moreno, silahlı mücadeleyi reddedişine meşruiyet kazandırma çabalarından sıkılarak, genel ayaklanma “vaaz”ı veriyor. Lenin böylelerine maceracı, şarlatan, Konfüçyüsçü diyordu.
“Momente göre, bu stratejik çizgi içindeki farklı taktiklere ağırlık verdik. Sendika liderleri, hiçbir zaman iktidar sorusunu sormadı, hatta bunu geçtim, burjuvaziden ve Peronizm’den politik bağımsızlık sorusunu bile sormadılar.”
Eureka! Büyük Marksistlerin, özellikle de Troçki’nin yazdıklarına baksa ve bunları biraz uygulasa farkına varacağı şeyler için Moreno, yıllarca sürecek oportünist pratiğe ihtiyaç duydu.
Fakat somut ve en acil gerçeğin şampiyonu olan Moreno, Troçki’nin 30 yıl önce yaptığı genellemenin seviyesine çıkabilmekten bile aciz: “Emperyalizm çağında ve Bonapartist hükümetlerin yönetiminde sendikalar, devrimci bir partinin liderliği olmadan sınıfsal bağımsızlıklarını sağlayamazlar.”
Hatta bundan daha da uzak olarak bu vülger oportünist, sendikaların hiçbir zaman (sanki sihir diye bir şey varmış gibi) iktidara meydan okumamasından yakınıyor.
Fakat analizinin bir başka bölümünde bu şahane teorisyenimiz, bunaklığa iyice yaklaşıyor: “Bizim politik çizgimiz, sendikaların ve CGT’nin iktidarı genel bir ayaklanma greviyle ele geçirmesiydi. Esasında her genel grev, bir ayaklanmadır. Bürokrasi ise bunun gerçekleşmesini engelledi.”
Bizim bu yaşlı ve yorgun teorisyenimiz, ya devrimci Marksizm’in ABC’sini unuttu ya da partinin kafasını karıştırma arzusu umutsuzluğa bulaştı. Bu paragraf gösteriyor ki Moreno, sadece Marksizm’den uzaklaşmakla kalmamış, onun pratik bilgeliğinden de uzaklaşmış. Bir şeyler yazma hevesiyle Moreno, “uzun soluklu iç savaş” süreci olan devrimin dinamiklerini unutuyor, sadece ayaklanmanın zaferi için değil, silahlı mücadelenin başlaması için de üzerinde durduğu somut şartları (parti, ikili iktidar vs.) unutuyor. Bürokrasiyi iktidar stratejisinden mahrumiyetle suçlamak için yazdığı her şeyi unutuyor. “Her genel grev, esasen bir ayaklanmadır.” Partimize “belge” diye sunulan böyle çocukça bir şeyi okuyan kişi pişman olmaktan başka ne yapsın ki.
Bazı yoldaşlar, belki de “klasikler” üzerine yetersiz bilgilerinden dolayı, partimizin iktidarın ele geçirilmesi konusunda “klasik anlayış”a sahip olduğunu söylüyorlar. Böyle yaparak Moreno’ya gereksiz övgü düzmüş olurken bir yandan da partiyi bir kenara atıyorlar.
Gördüğümüz üzere bizim iktidar sorununda bugüne değin bağlı olduğumuz anlayış, “klasiklerinkiyle” hiçbir benzerlik göstermemekte.
Esas olarak iktidar sorununda sunduğumuz formülasyonlar, bir iktidar stratejisi tanımına uymuyor. Politik-askerî strateji olduğunu da pek söyleyemeyiz. Çünkü silahlı mücadele perspektifi, hâlen daha sürecin aşamalarına açık bir şekilde yedirilmedi ve bizi Stalinistlerden ve bayram günlerinde çene çalan reformistlerden ayıran genel bir talep olarak ortada duruyor.
Bu kendiliğindenci görüş, partinin politikasından sökülüp atılmalıdır. Çünkü bu görüş, yalnızca iktidar stratejisi ve silahlı mücadele üzerine yanlış perspektifler vermekle kalmıyor, ayrıca üzerimize atılmış ölü toprağı gibi, bizi doğru bir perspektife ilerlemeden de alıkoyuyor. Aynı zamanda günlük pratik içinde de sayısız taktik hataya yol açıyor.
Bir bütün olarak strateji ve aşamalar üzerine yeterli vizyonu olmayanlar, kısmi mücadelelerde yanılgıya düşüyorlar, çünkü ya olanakları abartıyorlar ya da küçümsüyorlar.
İktidar sorununda ortaya çıkan bu yanlış yol, sendikacı görüşün ayaklanmacılıkla ve kendiliğindencilikle “süslenmesinden” başka bir şey değildir. O hâlde bazı kadrolarımızın sendikacılığın her şey olduğuna, siyasetin küçük-burjuva propagandası olduğuna, sendikal mücadelelerin olmadığı bir çağda bir iktidar ve silahlı mücadele stratejisi oluşturmanın “darbecilik” olduğuna inanması garip değildir.
O zaman “tek bir fabrika komitesinin zaferinin tüm sınıfın canlanışını sağlayıp” bu canlanışın da ayaklanmacı genel bir greve yol açmasına ve hükümeti dört günde düşürmesine inanmak da garip değildir. Marksizm’in böyle bir sendikacı karikatürüne tutunmuş olsaydık, kadrolarımızın işçilerin önünde sanki Mars’tan gelmiş gibi durması ve her fabrikayı, her çatışmayı küçük bir Vietnam’a dönüştürmek istemesi, bunu yaparken de işçi sınıfı için “yenilginin mareşalleri”ne dönüşmeleri sürpriz olmazdı herhalde. “Darbecilik” karşıtı destansı bir mücadele yürütürken, partimizin son yıllarda çatışmalara öncülük ettiği yerlerdeki aktivistlerin kendilerini kovdurmasına yol açan vülger sendikacı darbeciliğe düştük.
Bu bölümün de sonuna geldik ve şu temel sonuçlara ulaştık:
1. Bizim partimiz, uzun bir süre doğru bir iktidar stratejisinden mahrum kaldı. Bugüne kadar sahip olduğumuz yanlış anlayış, iktidarın kendiliğinden gelen bir kent ayaklanmasıyla ele geçirileceği, bu süreçte bizim kitle hareketine liderlik edeceğimiz ve proletaryanın kendi kendini silahlandırarak kısa zaferde iktidara geleceğiydi. Partimiz, gerçek bir Bolşevik örgüte uyacak şekilde bu kendiliğindenci bakış hakkında kendi özeleştirisini halka açık şekilde vermelidir.
2. Ama gene de bu yanlış iktidar stratejisi, partimizi aşağıdakilerle hususların ana niteliğini tayin ettiği devrimci bir akım olmaktan alıkoymadı:
a. Partinin kitle hareketiyle öncüyü birleştirmesi.
b. Troçkizmin (başarıları, hataları ve kısıtlamalarıyla birlikte) kısmi olarak uygulanışı ve savunulması.
c. İş ve parti örgütlenişinde -bazı deformasyonlara uğrasa da- Bolşevik yöntemin geliştirilmesi.
3. Bugün eğer parti, bu temel kısıtlamaların üstesinden gelmezse, kesin bir ölüm riskiyle karşı karşıyadır. Latin Amerika’nın ve dünyanın durumu, ülkedeki kriz, askerî diktatörlüğün varlığı ve partimizin ulusal karakteri, Dördüncü Kongre’mizin atmak zorunda olduğu niteliksel adımın atılmasında, PRT’yi doğru bir politik-askerî iktidar stratejisi ile silahlandırmakta yardımcı olacaktır.
4. Böyle bir stratejinin formülasyonu için ülkemizin somut durumundan başlanılmalı, dünya devriminin ve ayrıca belirtmek gerekirse devrimci Marksizmin teorisinin ve pratiğinin bilgisini, genel yasalarını Arjantin devriminin özelliğine uygulayabilmek için etraflı bir şekilde irdelemeliyiz.
Dipnot
[1] Partimiz yakında, Latin Amerika devriminin bir kilometre taşı olarak gördüğü Peru tecrübesi üzerine bir değerlendirme yayınlayacaktır. Stalinizmin yöntemlerine sadık kalan Morenocu ekibin sakladığı tüm belgeler ve tanıklıklar da gün yüzüne çıkartılacaktır.

0 Yorum: