07 Nisan 2020

, ,

Bumerangın Elli Yılı


Bugün Cezayir Savaşı, tüm yeryüzü sathında cereyan ediyor. Huzursuzluk her yerde kalıcılaştı, her yerde ilân edilmiş olan savaş, daimileşti. Gazze. Ayotzinapa. Compton. Lagos… Bugün dünya suç mahali, sınırları tebeşirle çizili.
Devleti güvenlik ve düzen gibi kelimeler tarif ediyor, hayalet gibi gerçek olmayan bir şey olarak diriliyor, barışı ve istikrarı tehdit ediyor. Polis güçleri her yanı sardı. Brüksel ve Paris’in kapısına kilit vuruldu. Boston’ın neyi eksik, o da nasibine düşeni aldı.
Bugün Bağdat ve Kabil birer laboratuvardır, Detroit de öyle. Tehdit algısı şekilsiz, hudutsuz, her yerde, ırkçı sermayenin nekropolitikası, ölümle örülü siyaseti dayatıyor, yankılıyor bu algıyı. Kontrol noktalarının altında dört teker, her yanı geziyor, dikenli teller kanıksandı, giyotinin gölgesi geride kaldı.
Kontrgerilla faaliyeti, hem stratejik hem taktikseldir. Orada hukuka yer yoktur, ahlâksa uydurmadır. Ev baskınları, mahallelere çetelerin yerleştirilmesi, askerin kontrolündeki sınırlar, durdurup üst arama işkenceleri, gözetleme amaçlı uçaklar, drone’lar, süresi belirsiz gözaltılar, suikastlar: tüm bunlar, beyazların hayatını korumak, liberal demokrasiyi ayakta tutmak içindir. İstisna hâli, kuraldır.
Gillo Pontecorvo’nun 1966’da çektiği Cezayir Savaşı filmi, elli yıl önceye ait olsa da sanki hiç bitmemiş bir filmdir. İktidarın koridorlarından Gazze tünellerine her yerde sanki bu filmi yaşıyoruz. Bugün buna “Terörle Mücadele” diyorlar, başından sonuna bu, bir parça korku filmi bir parça absürt dram, bir parça da distopik bilim kurgu. Burada camiler morga dönüştürülüyor, yakılan tarlalar tema parklara çevriliyor. Drone’la takip edilmiş, işkenceden geçirilmiş, sakat bırakılmış insanların isimleri hiç anılmıyor. Anılsa bile yanlış telaffuz ediliyor. Bu kıyımın orta yerinde bazıları diyalektiği, bazıları silâhı ustalıkla kullanıyor, Ali La Pointe’nin peşindeki sürek avı devam ediyor.
2003’te Irak’ın işgal edilmesinden önce dünya genelinde, tarihte görülmüş en büyük savaş karşıtı eylem gerçekleştirildi. Ama bir işe yaramadı Bush göstericileri hedef aldı, “Şok ve Dehşet” olarak bilinen bombardıman başladı. İşgalden kısa bir süre sonra, 2003 yılının sonlarında Pentagon, üst düzey subayları bir araya getirip onlara Cezayir Savaşı filmini izlettirdi. Çağrı metninde şunlar yazılıydı:
“Terörizme karşı yürüttüğümüz savaşı kazandık, ama fikirlerin mücadelesini kaybettik. Bugün çocuklar, yakın menzilden askerlerimize ateş açıyorlar. Kadınlar, kafelere bombalar yerleştiriyorlar. Kısa bir zaman içerisinde tüm Arap toplumu öfkeden deliye dönecek. Bu söylenenler tanıdık geliyor mu? Fransızların bir planı vardı. Taktiksel açıdan bu plan başarılı oldu, ama stratejik açıdan başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun sebeplerini anlamak için bu filmin nadir gerçekleştirilen gösterimine katılım gösteriniz.”[1]
Film, Pentagon tarafından askerlere izlettirildikten kısa bir süre sonra Criterion DVD Collections etiketiyle yeniden piyasaya sürüldü. Tüm zamanların en iyi politik filmi kabul edilen Cezayir Savaşı, birçok prestijli uluslararası ödül kazandı, ayrıca üç dalda Oscar’a aday gösterildi. Mira Nair, Paul Greengrass, Spike Lee, Steven Soderbergh, Oliver Stone ve Julian Schnabel gibi yönetmenler, bu filmden epey etkilendiklerini söylediler. Buna karşın filmin 11 Eylül bağlamında yeniden gündeme getirilmesi, hem sıkıntılı hem de etkileyici bir gelişmeydi.
Pentagon’daki gösterime ek olarak film, 11 Eylül’den dokuz gün sonra Kongre’de “Terörizmle Mücadele Hazırlıkları” adı altında düzenlenen oturumda da bahis konusu oldu. ABD Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Deniz Harp Okulu’nda profesör olarak çalışan Christopher Harmon El-Kaide’den bahsederken, örgüt mensuplarının Cezayir Savaşı’nda gayet iyi izah edilen hücre yapılanmasını kullandıklarını, gizli bir teşkilâtın kurulup faaliyetlerine başladığı noktada bu hücre yapılanmasının örgüte nüfuz etmeye mani olduğunu ve karşı istihbarat sorunlarını azalttığını söyledi.[2]
Reagan, büyük ve küçük Bush, ayrıca Clinton için çalışmış, 1998-2003 arası dönemde Ulusal Güvenlik Konseyi’nin başdanışmanı olarak hizmet vermiş, ulusal güvenlik kurumlarının kıdemli üyesi Richard Clarke da küçük Bush’un yakın çevresinden ayrıldıktan sonra siyaset sınıfını eleştiren isimlerden Bush-Cheney cuntasının devreye sokulduğu “terörizmle mücadele” yaklaşımını kabul etmeyen Clarke, o günlerde Cezayir Savaşı’nda aktarılan saldırıların ellilerde gerçekleştiğini, ama yirmi birinci yüzyılda da bu tür saldırılara tanık olunduğunu söyledi.[3]
Sömürgeciliği şiddet temelli tarif eden ve o sömürgeciliğin yenilmez olduğuna dair imajı şoke edici bir yaklaşımla başkaldırıya yer vererek tuz buz eden Cezayir Savaşı, Fransız sömürgeciliğinin işgaline karşı direnen Cezayirlilerin sesi oldu.
Peki Pentagon’un bu filme ilgi duymasının sebebi neydi? Fransız işgal güçlerini hedef alan, direnişi örgütleyen, kafelere ve başka kamusal alanlara bombalar yerleştiren Cezayirlilere beğeniyle yaklaşan bu film, nasıl oldu da ilk perdede gösterilmesi üzerinden elli yıl sonra dünya tarihinin en güçlü imparatorluğunun hizmetine sunuldu? Cezayir Savaşı, 11 Eylül sonrasında ABD’nin askerî siyasetini neden etkiledi, öyle ki Petraeus Doktrini olarak anılan ve Irak, Afganistan gibi yerlerde ABD’nin yürüttüğü kontrgerilla faaliyetleri için kullanılan program, nasıl oldu da Fransa’nın askerî uzmanı David Galula’nın Cezayir’de Pasifikasyon ve Kontrgerilla Savaşı kitaplarından beslendi?
Cezayir Savaşı, dünyayı seyyah misali gezmiş bir film. Bu göçebe metin, Edward Said’in “seyahat eden teori” dediği şeyi yankılarcasına, her yeri dolaştı. Devrimci örgütler, isyancı gruplar, solcular kadar, intikamcı kesimler, sağcı diktatörler, askerî cuntalar ve imparatorluğun savaş mekanizması da onu sahiplendi. Film, farklı tarihsel dönemlerde ve dünyanın farklı yerlerinde güç ve siyaset ile ilgili rakip fikirlerin cedelleştiği bir savaş sahası olarak iş gördü.
Esasında filmin yol açtığı tesir, kısmen yarattığı ve farklı biçimler alan beğenilerin, kısmen de politik spektrumun farklı noktalarında olan kesimlerin çıkarlarıyla filmin örtüşmesinin bir sonucu. Brezilya’nın favelalarından, FKÖ’ye, Tamil Kaplanları’ndan IRA’e oradan Kara Panterler’e birçok yerde karşılık bulan film, Pentagon’un savaşları yönettiği odalardan 21 Panter’in yargılandığı mahkeme salonlarına, İran’daki fabrikalardan kirli savaşların planlandığı saraylara, Los Angeles’ın toplum merkezlerinden Havana, Meksiko ve Montevideo’daki sinema salonlarına kadar birçok yeri dolaştı.
Elli yıl sonra Cezayir Savaşı’nın köklerine ve yürüdüğü yollara bakmak, bize son yarım yüzyılın küresel başkaldırılarına dair bir bakış kazandıracaktır. Bu dönemde Avrupa’nın elindeki sömürgeler kurtuldu, ABD geminin dümenini eline geçirdi, Üçüncü Dünya’daki kurtuluş mücadeleleri ve Siyahların özgürlük hareketleri karşısında imparatorluk, dizginleri tekrar ele geçirdi.
Filmin kökleri, dekolonizasyon dönemine, devrimci mücadeleye ve Üçüncü Dünya Sineması’nın ortaya çıktığı yıllara uzanıyor. Bu kesitte tarihi, sömürgeciliğin ve köleliğin mirasına karşı verilen direnişler biçimlendiriyor, öte yandan baskı ve zulüm güçleri, şiddete dayalı idarelerini sürdürmek için bu hareketleri susturmak ve ezmek için çabalıyorlar.
Bu süreçte Cezayir Savaşı bazı ülkelerde yasaklandı, bazı yerlerde de kontrgerilla faaliyetleri ile ilgili amaçlar doğrultusunda gösterime sokuldu, örgütler ve hareketlerse filmi direnişle ilgili bir şablon ve ilham kaynağı olarak kucakladılar. Sonuçta bu film, geçmişe ait bir hatıra ya da ürün değil, bugüne etkileyici biçimde şahitlik eden, ileri görüşlü bir eser.
Pentagon’un filmi gösterme girişimi ve “Terörle Mücadele”nin ardındaki ırkçı mantık, Cezayir Savaşı’nın hatırasını kontrol etme amacını güttü, aynı zamanda dekolonizasyon mücadelelerinin ve Üçüncü Dünya projelerinin ele aldığı, küre genelinde yapısal hâle gelmiş eşitsizlik, Batılı olmayan dünyanın zenginliklerinin ve kaynaklarının sömürülmesi, Üçüncü Dünya’nın istikrarsızlaştırılması ve yabancı güçlerin buraya sürekli müdahale etmesi ve Batı ile Küresel Dünya arasında diplomatik, politik ve ekonomik güç konusunda varolan, kökleşmiş asimetriler ile ilgili soru ve meseleleri inkâr etti. Bugün terörle mücadelenin özünde tam da bu yapısallaşmış şiddet pratikleri duruyor. Cezayir Savaşı, işte bu pratiklerin susturmaya çalıştığı şeylere dair, zihinden sökülüp atılamayan bir andaç.
Sömürgeciliğin yol açtığı tahribatı, dekolonizasyonun gerekliliğini, sonrasında karşılaşılacak engelleri Fanon’dan daha iyi kimse anlatamadı. Psikiyatrist, devrimci ve teorisyen olarak Fanon, Cezayir’de uzun süre kaldı ve kendi deneyimlerini bu ülkedeki mücadeleye aktardı. Cezayir’in davasını destekleyen Fanon, bu davayı yazılarının ve devrimci faaliyetlerinin temeli hâline getirdi.
Fanon, ırk ve sömürgecilik konusunda kalem oynatmış en etkili düşünür. Yeryüzünün Lanetlileri (1961) isimli şaheseri, onun en ünlü çalışması. Birçok yönden Cezayir Savaşı bu kitabın somutlaşmış hâli. Yeryüzünün Lanetlileri, silâhlı mücadelenin şiirini, sömürge denilen uzamdaki ayrımcılığı, yeni bir milli bilincin oluşumunu, sömürgecinin uyguladığı işkencenin tesirini keşfe çıkıyor, ayrıca halkın iradesine ihanet etme potansiyeli taşıyan milli burjuvaziyi eleştiriyor ve bu konuda uyarılarda bulunuyor.
Ne yazık ki Fanon’un kâhince dile getirdiği görüşler ve uyarılar doğru çıktı, zira sömürgecilik ve Batı’nın hâkimiyeti, hâlen daha eşitsiz dünyanın temel gerekçesi. Film son elli yıldır, küresel düzenin özünde yatan şiddete ve hâkimiyete rağmen geçerliliğini korudu, ama tam da bu sebeple bugün terörle mücadele yürüten emperyal konsensüsü rahatsız ediyor, dolayısıyla aynı konsensüs, sömürgeciliğin ve köleliğin bugün de işlemeye devam etmesini sağlayan araçların üzeri örtmeye, onları görünmez kılmaya çalışıyor.
Bu açıdan bence Cezayir Savaşı, bugün karşımızda duran, Müslümanlara yönelik tehditlerin daha da belirginleştiği, sömürgecilik geçmişini yeniden yazmaya ve imparatorluğun bugününü tahkim etmeye yarayan bir tür simge olarak 11 Eylül sonrası dünyayı anlamak için önemli bir metin.
Süheyl Devletzai
[Kaynak: Fifty Years of The Battle of Algiers: Past as Prologue, University of Minnesota Press, 2016.]
Dipnotlar
[1] Michael T. Kaufman, “The World: Film Studies; What Does the Pentagon See in ‘Battle of Algiers?,’” New York Times, 7 Eylül 2003. NYT.
[2] U.S. Congress, House of Representatives, Committee on Government Reform, Preparing for the War on Terror: Hearings before the Committee on Government Reform, 107th Cong., 1st sess. (2001), s. 112.
[3] Richard A. Clarke, Christopher E. Isham ve Michael A. Sheehan, “The Battle of Algiers: A Case Study,” Yapım: Abbey Lustgarten ve Kim Hendrickson, disk 3, The Battle of Algiers, Yönetmen: Gillo Pontecorvo (1966; New York: The Criterion Collection, 2004), özel basım DVD.

0 Yorum: