10 Nisan 2020

, ,

Millet ve Sömürge Meselesi


Millet ve Sömürge Meselesi Tezleri Üzerine
İkinci Enternasyonal kongrelerinin büyük bir kısmında sömürgeler meselesi incelendi ve bu incelemelerin üzerinden hiçbir vakit uygulamaya konulamayacak kararlar alındı. Ayrıca bu meseleler, çoğunlukla geri kalmış ülkelerin temsilcilerinin katılımı olmaksızın tartışıldı ve belirli kararlara varıldı.
Dahası, Rus ve İngiliz cellâtlar, ilk İran devrimini ezdiklerinde ve İran sosyal demokrasisi yardım almak için yüzünü o dönemde İkinci Enternasyonal’in temsil ettiği Avrupa işçi sınıfına döndüğünde, sömürgeler meselesiyle ilgili karar oylandığı vakit ona oy kullanma hakkı bile verilmedi.
Bugün Komünist Enternasyonal’in ikinci kongresinde bu mesele, ilk kez kapsamlı bir biçimde ele alındı, dahası bu değerlendirmeye doğunun ve Amerika’nın sömürge veya yarı-sömürge ülkelerinin neredeyse tamamının temsilcileri katıldı.
Komisyonumuzun kabul ettiği karar, ezilen halklara mensup emekçi kitlelerin beklentilerini tümüyle karşılamakta olup bilhassa bu ülkelerde sovyet hareketini canlandırma ve teşvik etme noktasında önemli bir işlev görmüştür. İlk bakışta özel olarak tümüyle veya kısmen bağımlı ülkelerdeki sovyet hareketinden bahsediliyormuş gibi görünebilir. Lâkin bu ülkelerin toplumsal konumuna yakından bakıldığında tüm şüphelerimiz kaybolmaktadır.
Yoldaş Lenin, Başkir ve Kırgızistan’da genel olarak Türkistan’da Rus Komünist Partisi’nin deneyimlerinden söz etti. Eğer sovyet sistemi bu ülkelerde olgunlaşmayı başarırsa, sovyet hareketi, Hindistan ve İran’da, sınıfsal ayrımların hızla netleştiği ülkelerde tüm gücüyle yayılma imkânı bulacaktır.
1870’te tüm bu ülkelere ticaret sermayesi hâkimdi. Bu durum az da olsa değişti. Büyük güçlerin yürüttükleri sömürgeci politikalar, söz konusu ülkelerin ulusal sanayilerinin gelişimine mani olmak suretiyle onları büyük Avrupa merkezleri için birer hammadde kaynağına ve birer pazara dönüştürdü. Avrupa kaynaklı tüketim mallarının sömürgelere ihracı, sömürge ülkelerin yerli sanayiini öldürdü.
Avrupa ülkelerinde eski zanaatkâr kitlesi kapitalist sanayiinin hızlı büyümesi sonucu proleterleşti ve yeni bir ideoloji edindi, ama binlerce talihsiz insanın Avrupa’ya ve Amerika’ya göç etmek zorunda bırakan koşulların hüküm sürdüğü doğuda böylesi bir gelişme yaşanmadı. Bu sömürge veya yarı-sömürge ülkelerde köylü kitleleri yaşama imkânlarını neredeyse yitirdiler. Doğulu halklar vergi yükü altında eziliyorlar. Sadece köylüler yiyecek üretiyorlar, dolayısıyla tüccarları, sömürücüleri, işverenleri ve zalimleri onlar beslemek durumunda kalıyorlar.
Doğuda zulüm gören bu sınıf, güçlü bir devrimci parti örgütleyememiştir. Yönetici sınıflar farklı talepler dillendirmektedir. Tüccarlar çıkarları gereği büyük güçlerin sömürgeci politikalarının sürmesinden yanadırlar, burjuvazi ise dış müdahale sebebiyle çıkarlarının zarar gördüğünü düşünmektedir. Din adamları, farklı dinî inançlara sahip ülkelere mal ihracına karşı çıkmaktadır. Tüccarlar ise bu ülkelerle ittifak kurma konusunda zerre tereddüt etmemektedirler. Yönetici sınıflar arasında bir birlik söz konusu değildir, olması da imkânsızdır.
Bahsi edilen gerçekler, devrimci bir ortamın oluşmasını sağlamıştır. Bahsi geçen ülkelerde milliyetçiliğin estirdiği yeni fırtınanın hızla toplumsal bir devrime doğru evrilmesi mümkündür. Asya ülkelerinin büyük bir kısmı en genel mânâda bu hâldedir.
Peki buradan, Yoldaş Roy’un dediği gibi, komünizmin kaderinin doğuda toplumsal devrimin elde edeceği zafere bağlı olduğunu söyleyebilir miyiz? Kesinlikle söyleyemeyiz.
Türkistan’daki birçok yoldaş da bu yanlışa düştü. Sömürgelerde kapitalistlerin yaklaşımlarının devrimci bir ruhu canlandırdığını iddia etmek tabii ki mümkündür. Ama aynı şekilde şunu da söyleyebiliriz: bu ülkelerde kapitalist sömürüye işçi aristokrasisi içerisinde oluşan karşı-devrimci ruh eşlik etmektedir.
Kapitalizm, küçük bir imtiyazlı işçi katmanını kendi safına kazanmak için devrime bilinçli bir biçimde destek veriyormuş gibi görünür. Varsayalım ki Hindistan’da komünist devrim süreci başladı. Bu ülkedeki işçiler, İngiltere ve Avrupa’daki büyük devrimci hareketin yardımı olmaksızın tüm dünya burjuvazisinin saldırısına direnebilecek mi? Elbette ki direnemeyecek.
İran ve Çin’de devrimin bastırılması, bu gerçeğin apaçık kanıtıdır. Türkiye ve İran’daki devrimciler, bugün kolları her yana uzanan İngiltere’ye meydan okuyorlar, bunun sebebi ise bu devrimcilerin güçlü olmaları değil emperyalist haydutların güçsüz olmalarıdır.
Batıda başlayan devrim, bir yandan da Türkiye ve İran’daki toprağı da ısıtmış, buradaki devrimcileri güçlendirmiştir. [Başını genç subayların çektiği 1908 tarihli Jöntürk Devrimi Sultan’ı anayasa hazırlanmasına mecbur etti ve modernleşme ile sekülerleşme sürecini başlattı. Bu, tümüyle milliyetçi bir hareketti. İran’da ise 1908 yılında Şah’ın iki yıl önce kurulmasını emrettiği meclis, İranlı Kazak Tugayları eliyle kapatıldı. Bu gelişme üzerine kitlelerin iştirak edecekleri toplumsal ve politik kalkışma süreci başladı.] Dünya devriminin fitili ateşlendi.
Lenin’in geliştirdiği sömürge ve millet tezleri, bana kalırsa, geri kalmış ülkelerdeki burjuva-demokrat harekete destek veriyor, ama sadece bu hareketin henüz ilk aşamasında olduğu ülkelere atıfta bulunuyor.
Ne var ki hareketin on yıldan fazla deneyime sahip olduğu veya hareketin zaten iktidara geldiği ülkelerde bu tezlere göre hareket etmeye kalkışılsa kitleler, karşı-devrimin kollarına teslim edilir.
Bu noktada asıl görev, burjuva-demokrat harekete karşı saf bir komünist partinin oluşturulup yol almasını sağlamaktır. Mevcut gerçekler konusunda varılacak başka her türden hüküm, bizi pişman olacağımız sonuçlara sürükleyecektir.
Avetis Sultanzade
28 Temmuz 1920
Kaynak

0 Yorum: