Çünkü saldırganlar, bu gencin “Korona cihadı’nın
parçası olduğunu düşünüyorlardı. Burada esasen Müslüman azınlığın ülkede mümkün
olduğunca fazla sayıda Hindu’nun ölmesini sağlamak için hastalığı yaydığı
inancı rol oynuyordu.
Ali, saldırı sonrasında bir tapınağa götürüldü ve
kendisine “hastaneye gitmek istiyorsan Hindu olacaksın” denildi. Bu olayın
görüntüleri internette hızla yayıldı ve ülke genelinde 200 milyon Müslümana
yönelik saldırıyı özetleyen bir olay olarak kayıtlara geçti.
Ali, Tebliğ-i Cemaat isimli hareketin bir üyesi.
Hükümet, bu hareketi koronavirüsün Hindistan genelinde yayılmasında rol oynayan
en önemli faillerden biri olarak görüyor. 13-15 Mart günlerinde hareket,
Delhi’nin Nizamuddin bölgesinde bir kongre düzenledi. Bu kongreye ülke
genelinden ve Asya’dan sekiz bin civarında insan katıldı. Bu kişilerin
bazılarında virüs tespit edilmesi üzerine Hindu milliyetçisi Hindistan Halk
Partisi, cemaati ülke genelinde 448 kişinin ölümüne sebep olan salgının kaynağı
olarak damgalayıp kötüledi.
Salgının gecekondu mahallelerinde hızla
yayılmasından korkan HHP’li siyasetçiler, hemen “korona cihadı” lafını gündeme
taşıdılar ve buna yönelik korkuyu körüklediler. Bu hamleyi Himaçal Pradeş
eyaletinin HHP’li başkanı Rajeev Bindal şu şekilde gerekçelendirdi: “Merkezi
hükümet ve eyalet hükümetleri, virüse karşı yürütülen kararlı mücadelede her
taşı kaldırıp altına bakıyor. Ama bu Tebliğ-i Cemaat gibi yapılara mensup
kişiler, patlamaya hazır birer bomba gibi tüm bu çabalara mani oluyorlar.”
Bazı HHP liderleri de Müslümanların “korona
terörizmi” ifa ettiklerini söylüyorlar ve bu insanların doktorların ve sağlık
çalışanlarının yüzlerine bilerek tükürdüklerinden bahsediyorlar. Delhili
siyasetçi Kapil Mişra, bu insanların amacının mümkün oldukça daha fazla insana
virüs bulaştırmak ve onları öldürmek olduğunu söylüyor. Bazı HHP’li isimlerse
bunu “Talibanvari saldırı” olarak değerlendiriyor.
HHP’deki bu bağnazlıktan Hindular da nasibini
alıyor. CNN’in bir haberine göre resmi düzlemde yasadışı kabul edilen Hindu
kast sistemi dâhilinde en alt kastta kabul edilen Dalitlerin gıda ürünleri ve
ilâç almalarına mani olunuyor. Dalitler, çoğunlukla yüksek kastlarca kirli
kabul ediliyorlar, dolayısıyla koronavirüs korkusu üzerinden onların dükkânlara
girmelerine, belirli mahallelere adım atmalarına izin verilmiyor.
Bu süreçte hükümet, yalan haber yayanlara karşı
kanunlar çıkartıp sosyal medyaya nefret söylemini yasaklayan mevcut kuralları
devreye sokarken, üst düzey siyasi liderlerin nefret söyleminde bulunduğu,
yalan haber yaydığı koşullarda bu kanunları ve kuralları uygulamak giderek
güçleşiyor. Twitter, İslamofobik sahte haberlerle dolup taşıyor. Corona Cihadı etiketi günlerce birinci
sıradaki yerini koruyor, sahte haberler yayılmaya devam ediyor, nefret söylemi
daha da güçleniyor.
Yürütülen kampanyanın sonucunda İslamofobik
saldırılarda ve Müslüman karşıtı hissiyatta ciddi bir artış yaşandı. Hindistan
genelinde Müslümanların belirli mahallelere girmesine yasak getiriliyor, hatta
onlarla dostluk kuran Hindulara cezalar kesiliyor. Görüldükleri yerinde Müslümanlar
sopalarla dövülüyor, linç ediliyor.
Bir yandan da TikTok gibi ortamlarda videolar
dolaşıma sokuluyor ve virüsün Müslümanlara bulaşmadığı, dolayısıyla maske
takmalarına gerek olmadığı söyleniyor.
Müslüman karşıtı şiddet dalgası, esasen kimseyi
şaşırtan bir gelişme değil. Başbakan Narendra Modi’nin ismi, ilk olarak 2002’de
Gujarat eyaletinde Müslümanlara yönelik kıyımlar esnasında duyuldu. Bu süreçte
iki bin insan öldürüldü, 200.000 Müslüman evlerinden çıkartıldı. Modi, bu
kıyımlara destek verdiği için bu sürecin mimarı olarak görülüyor. Buna karşın geçen
yılki seçimlerde yüksek bir oy oranıyla yeniden başbakan seçildi.
Öte yandan Modi, birçok dinî azınlığın sert
muhalefeti ile yüzleşiyor. Bu kesimler, Modi’nin yürüttüğü Hindu milliyetçiliği
üzerine kurulu ajandasını kendilerini ikinci sınıf yurttaşların durumunu daha
da kötüleştirecek bir girişim olarak değerlendiriyorlar.
Geçen yıl tartışmalara yol açan Yeni Yurttaşlık Kanunu
ile Ulusal Kayıt Konseyi kanunlarının yürürlüğe girmesi ardından ülke genelinde
ayaklanmaya tanık olundu. Yeni Yurttaşlık Kanunu Değişikliği, baskılardan
kurtulmak için Müslüman mahallelerinden çıkmayı şart koşuyor ve bu çıkış
üzerinden yurttaşlık hakkı bahşediliyor. Yürütülen politika, Müslümanların ve
Dalitlerin kanundaki belirli haklardan istifade etmesine imkân vermiyor. Birçokları
bu kanunu, ülkedeki sekülarizm geleneğinden kopuşu ifade ettiğini söylüyor.
Ulusal Kayıt Konseyi ise daha kötü sonuçlar
doğuracak bir adım. Ülkedeki yurttaşlık kanunlarını gözden geçiren yeni kurul, yurttaşlardan
kendileri ve ataları ile ilgili bir yığın belge talep ediyor ki bu, yüz
milyonlarca insanın gerçekleştiremeyeceği bir işlem. Bu belgeler yoksa hükümet
seçtiği her kişinin yurttaşlığını elinden alabiliyor, bir gecede nüfusun önemli
bir bölümünü yasadışı ilân edebiliyor.
Bu politika, Assam eyaletinin kuzeyinde yürürlüğe
kondu bile. 1,9 milyon Müslümanın yaşadığı bu eyalette Müslüman kesimin önemli
bir kısmının devletle bağı kesildi ve hakları elinden alındı.
Hindistan Halk Partisi hükümeti, bugünlerde ülke
genelinde tutuklama merkezleri ağı oluşturuyor. ABD-Meksika sınırındaki
merkezlere benzeyen yapılara “yasadışı göçmenler” yerleştiriliyor.
Şubat ayında Modi kabinesinde yer alan Giriai
Singh, ülkenin kurulduğu 1947 yılında tüm Müslüman nüfusa soykırım
uygulamamakla büyük bir hata yapıldığını söyledi.
Singh, “Atalarımızın yaptığı bu büyük hatanın
bedelini bugün biz ödüyoruz. O dönemde Müslümanlar gönderilip Hindular buraya
getirilmiş olsaydı, bu durumda olmazdık” diyor. “Durum” derken de ülke
genelinde gerçekleştirilen, 36 kişinin öldüğü Müslüman katliamlarını ve
protestoları kastediyor.
Ülke genelinde salgınla
ilgili olarak yürütülen izolasyon politikasının Hindu-Müslüman kavgasının
ateşini söndüreceğini ve dinin ötesine uzanan kolektif bir ruhun oluşumu
konusunda gerekli ilhamı vereceğini uman insanların umutları tümüyle suya
düştü. Ülke genelinde dinlerarası kavga hızla harlanıyor, körükse hükümetin
ellerinde.
Alan Macleod
17
Nisan 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder