Devlet
müdahalesinin, kamulaştırmaların, halk sağlığının, kolektivizasyonun öne
çıktığı bu türden koşullarda liberaller, “hasetlerinden” kuduruyorlar! Soğuk
Savaş liberalleri ile 11 Eylül liberalleri, hizmetlerini aynı yere sunuyorlar. Halkına
maske veremeyen Amerika’yı öncü ve model kabul ediyorlar. Beynelmilel
kontrgerilla, eskiden bireyleri örgütlerdi, şimdi örgütleri örgütlüyor.
* * *
Hakan Gülseven, dün CHP’den alıyordu parasını, bugün Suudilerden. Dün çalıştığı gazetede insanlar işten atıldıklarında hiç ses
etmedi, ama kendisinin akarı kesilince, birden patronuna ve üstü kapalı olarak CHP’lilere
küfürler döşendi. Bugünse eski AKP’lilerle birlikte çalışıyor. Üstelik artık tek
hashtag’iyle Twitter’ı sallayacak kudrette. O beşikte bir “millet” uyutuluyor.
Parası olduğu için başdüşmanı Erdoğan’a “zırnık”, yani tüy dökücüsünü
koklatmayacağını söylüyor. Çünkü işçilerin parası yok, ama onun var!
* * *
Marx, devletle sermayenin “düşman kardeşler”
olduğunu söylüyor. Erdoğan’dan gayrı düşman tanımayanlar, kendi bireylikleri
ölçüsünde kurdukları siyasetlerini ve ideolojilerini buradan satabileceklerini
iyi biliyorlar. Düşman kardeşlerden birinin başlarını okşayacağından eminler.
Erdoğan’ın bağlı olduğu güç, bu muhalefetten gayet memnun. Hatta gerektiğinde, ona ihtiyaç duyduğu ekipmanı ve silâhı temin ediyor. Örneğin, belediyelerin bağış hesapları "numaradan" bloke ediliyor, böylece bağış yapmayacak milyonlarca laik kişinin bağış yapması sağlanıyor. Gemiyi birlikte yüzdürüyorlar.
Orada işçiye ve ezilene yer yok.
* * *
“Erdoğan siyaseti” o kadar kör ki her şeyi
bireysellikle hallolabilecek bir meseleye indirgiyor. Bugün kendisi Erdoğan’ın
yerinde olsa her şey farklı olacak sanıyor, oysa başa gelse, aynı şeyleri
yapacak, bunu bal gibi biliyor.
Sonuçta mevcut pandemi dönemini, solcu, laik, materyalist,
bilimci bir kurul yönetiyor, öte tarafında laik oytunlar, dizdarlar, karataylar, küçükustalar duruyor, ama bu iki taraftaki sınıfsallığı kimse eleştiremiyor.
Bireyle başlayıp, bireyle bitecek bir süreçten başka bir şey görülmediği için
bireyi aşan her şeye teoride ve pratikte küfrediliyor.
Bugün kimi sosyalistler,
bireysel huzuru için bu sürece ordu ve polisin müdahale etmesini
isteyebiliyorlar. 12 Eylül’deki gibi “asker ekmek dağıtsın” diyorlar.
* * *
Merkel, 19 Mart’ta ulusuna sesleniyor, aşağı
yukarı Erdoğan’la aynı şeyi söylüyor, “ellerinizi yıkayın, mesafenizi koruyun”
diyor, gelgelelim buradaki solcular, “yüce Şansölye, devlet ahlakına, adabına
sahip, tek dünya lideri, var ol!” diyerek Merkel’i alkışlıyor, ikincisine
küfrediyor. Burada sokağa çıkma yasağı isteyenler, “ordu-polis başa gelsin”
diyenler, bağlı oldukları devletin lideri Merkel’den bunu nedense isteyemiyorlar (belki de istiyorlar!).
Merkel’se Erdoğan gibi, özünde “ekonominin çarkları dönecek” diyor. Solcu (güya)
düşmanları da aynı şeyi söylüyor. “Çarkları dezenfekte edelim yeter” diyorlar.
Merkel övgülerinin arkasındaki ideoloji ve politika, sorgulanmayı bekliyor.
* * *
Nizam, belirli bir ölçüye göre işliyor. Egemenler açısından
ilk ölçü köle; ikincisi sömürge. İşçiye ilki; ezilene ikincisi dayatılıyor.
Cezayir
valiliği ve Cezayir bakanlığı yapan Robert Lacoste, ülke halkına yönelik ağır
tedbirler alıyor. Bir ara Birleşmiş Milletler “ülkedeki kanı durdurun” dediğinde, Lacoste, Cezayir’de milisler oluşturmaya karar veriyor ve BM’nin isteğine “Cezayir’de
kan, akacak kan kalmadığında durur” diyor.
Sol, Lacoste’un Sosyalist Partili
olduğunu, bu anlayışın hiç bozulmadan bugüne geldiğini görmüyor. Çünkü bir tartışma
ortamında, eski bir TİP’li, eski bir ÖDP’li ve eski bir Kaypakkayacı, hep bir
ağızdan, “Dersim’de devlet doğru olanı yapmıştır” diyor. Bir başka Kaypakkayacı
ekip, “Dersim’in modernizmde basit bir yol kazası” olduğunu söylüyor. 15
yaşındaki kızları babası yaşındaki subaylara peşkeş çekenler, bugün çocuk
evliliğinden, sapıklıktan bahsediyorlar. Bu yaklaşımlar, bugün herkesin
Lakostçu olduğunu ortaya koyuyor.
* * *
Dün “Soma’dakiler AKP’liymiş, gebersin!”
diyenlerin bugün işçi sağlığı konusunda laf etmesi mümkün değil. Ücretli izin gibi
talepleri kendi keyifleri, rahatları için dile getiriyorlar, işçiye düşman
oldukları, Malik Baran’ı tehlikeli gördükleri için önlem almaya çalışıyorlar. Üretimi
durdurmaksa gericilik zaten!
Bireyliklerinden, sınıf ve sınır dışı
varlıklarından yakalandılar, nizama bağlandılar. Artık ne yapsalar nafile. Her
şeye ve herkese o birey putu adına, ya sömürge ya da köle ölçüsüyle bakmaya mecburlar. Böyle varolabildiklerini
biliyorlar. Bu şekilde sömürge veya köle olmaktan kurtulduklarını sanıyorlar.
Çiplerden, sibernetikten, robotlardan o sebeple bahsediyorlar. Kendilerine köleler
arıyorlar. Buradan komünizme geçiş hayalleri kuruyorlar. Komünizmin “bugünkü
koşullara son verme pratiği” oluşunu toprağa gömüyorlar. O nedenle diktatörlük
ve sosyalizm tartışmalarını gerici kabul ediyorlar. “Bugünkü bilimsel teknik
altyapı ile” komünizme geçilebileceğini söylüyorlar. Sınırsız ve sınıfsız olma
hayallerini o “altyapı”ya konuşturtuyorlar. O dil, sömürge ve köle üzerine
kurulu, bu gerçeği sürekli gizlemek zorunda kalıyorlar.
* * *
Afrika’nın ve Gana’nın devrimci lideri Kwame Nkrumah,
emperyalist ülkelerde sosyal devletin temel dayanağının sömürgeler olduğunu
görüyor. Bu ülkelerde insan hakları ve sosyal devlet, birlikte sömürge ölçütünü
esas alıyor.
Demek ki azınlıklardan bahsedenlerin, insan hakları ve sosyal
devlet üzerinde duranların temeldeki gerçeği hiç sorgulamamalarının sebebini
burada aramak gerekiyor.
Bu solun aklında, bir tür Osmanlı var! Kürdistan’ın
sömürge olarak varlığını tanıyorlar. Onu sosyal devletle, ilericilikle donatmak
istiyorlar. “Bilimsel teknik altyapı”nın sömürgesi Kürtler, kölesi işçiler.
Merkel övgüsü, esasen buraya denk düşüyor. AB ve ABD’ye bel bağlamış solculuk,
sömürgecilik ve kölecilik pratiğinden beslenen solcu geçmişe bağlanıyor.
* * *
Bugün solun belirli bir bölümü, gerçekte antikapitalist
olduğu için değil, emperyalizm ve faşizm dememek için kapitalizme (güya)
eleştiri yöneltir gibi yapıyor. İlkinde sömürge, ikincisinde köle, dilsiz.
Emperyalizm
dıştaki faşizm; faşizm içteki emperyalizm.
Liberallere örgütlenen sol ve
sosyalistler, emperyalizmin içteki; faşizmin dıştaki silâhı olmayı maharet
sayıyorlar. Bugün mesele, liberalizmin sosyalizm diye yutturulması.
Kapitalizm, küçük burjuvanın mülk ve güç istenci
dâhilinde anlaşılıyor. Mülk ve güç istenci üzerinden, sırf tüketmek için
okudukları Kapital’i kasten yanlış
anlıyorlar. Bu sebeple tekniği, bilgiyi veya üretimi sınıf ve tarih dışına atarak
putlaştırıyorlar ve mevcut hâlini komünizme geçiş için yeterli görüyorlar. “Şimdi
imkân olsa komünizme geçebiliriz” diyorlar, herkese hayal satıyorlar.
Hayallerin maddiyatını ve sınıfsallığını hiç sorgulamıyorlar, sorgulatmıyorlar.
* * *
Küçük burjuvalar, işçiyle,
halkla, ezilenle, bilgiyle, teknikle, üretim pratiği ile ancak kendi bireysel
varlığı dolayımı ile ilişki kuruyorlar. Esasında kendisi için istediklerini,
kendisi hakkında düşündüklerini, o belirlediği puta söyletiyorlar. Sonrasında
siyaset, herkesi ve her şeyi kendi öznelliğine ram etme, onun etrafında
döndürme konusunda idealist bir pratiğe doğru kapanıyor. İstediği olmayınca da
küsüyor, intihar ediyor. Bu anlamda “ne diktatörlüğü, ne iktidarı, ne
sosyalizmi, ya komünizme hemen geçeriz ya da ben gider içkimi içer, sevişir
yatarım” diyorlar. Bu komünizmse Batılı Soğuk Savaş ve 11 Eylül liberallerinin yavan
gelecek tasarımlarından başka bir şeyi ifade etmiyor. Sömürgeler ve kölelerse çığlıklarının bugünde devrimci silâhlar kuşanmasını istiyorlar.
Eren Balkır
1 Nisan 2020
0 Yorum:
Yorum Gönder