09 Nisan 2020

Sosyal Demokrat Sömürgecilik ve İnsan Hakları Sorunu


Birleşik Krallık’taki refah devletini inşa eden İşçi Partisi hükümeti, 1947’de yeni insan hakları beyannamesinin toplumsal ve ekonomik herhangi bir hakkı içermemesini güvence altına almaları talimatı verdikleri bir heyeti Birleşmiş Milletler genel merkez binasının bulunduğu Lake Success’e gönderdi.[1] Burada Birleşik Krallık’ı temsilen konuşma yapan emekli sendikacı Charles Dukes, ülkesini özgürlüğün, sosyal adaletin ve eşitliğin kalesi olarak takdim etti.

Dukes’un bir görevi de o günlerde altmış milyon insanın yaşadığı, otuz sekiz bölgeden oluşan Britanya İmparatorluğu’na yönelik itirazları savuşturmaktı.[2] Sömürgeler Bürosu, uluslararası planda bir insan hakları belgesinin hazırlanmasını ciddi bir tehdit olarak görmekteydi. Dışişleri Bakanlığı’nın insan hakları konusunda Soğuk Savaş döneminde çalışma yürütme arzusunun farkında olan büro, 1947 yılında bir bildiri kaleme alarak, ülkenin gelişmiş ve Avrupalılaşmış ülkelerin politik ve toplumsal koşullarıyla yakından ilgilenen bir insan hakları anlayışı geliştirmemesi gerektiğini söyledi. Sömürgeler konusunda uyarıda bulunan bu bildiride, “totaliterlere saldırmayı düşünenlere cazip gelebilecek böylesi bir anlayış kabul edildiği takdirde sömürgelerimizde bayrağımızı şimdiden indirebiliriz” denilmekteydi.[3]

Birleşik Krallık’ın ve diğer büyük sömürgeci güç olarak Fransa’nın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne dönük yaklaşımlarını, işte bu “sömürgelerde bayrağı indirme” korkusu belirledi. Sömürgeler Bürosu, bu noktada Charles Dukes’a şu talimatı verdi: “Sömürge statüsü, geri kalmışlık değil tüm dertlere çaredir.”[4]

Büro, sömürgelerin kendilerini yönetmeleri konusunda beş şart öne sürmekteydi: sağlıklı ve zinde bir halk, yeterli teknik beceri ve bilgi, yeterli miktarda üretim, ihracat için mal üretimi ve son olarak da dürüst, verimli bir idare ve yönetim.[5]

Bu taleplerden de görüldüğü üzere Britanya İmparatorluğu, on dokuzuncu yüzyılda yürüdüğü yoldan sapmakta idi. Zira artık devlet, ekonomik kalkınmanın sorumluluğunu doğrudan üstlenmekteydi. Neoliberaller ise bu sosyal demokrat sömürgeciliğin savunulacak bir yanının olmadığını düşünüyorlardı. Bu kesim, ülke içerisinde ağır biçimde eleştirdikleri “totaliter” sosyal demokrasinin eski sömürgelere ihraç edilişini dehşete kapılarak izledi. Neoliberallerin cevabına geçmeden evvel, neoliberallerin kendi dünya pazarı ve bu pazarın şart koştuğu haklar ile ilgili anlayışını geliştirmelerine neden olan sosyal demokrat sömürgeciliğin ana hatlarını belirleyelim.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünün üzerinden daha on yıl bile geçmeden İsveçli sosyal demokrat Gunnar Myrdal, tüm gelişmiş ülkelerde artık bir gerçeklik hâlini almış olan sosyal devletin “sosyal dünya”ya dönüştürülmesi gerektiğini söyledi.[6] Bu hayalin gerçekleşeceği zemini asıl parçalayansa sömürgelerin sömürüldüğü gerçeklikti.

Beyannamenin kabul edildiği yıl Birleşik Krallık Ekonomi Bakanı Sör Stafford Cripps, Britanya’nın hayatta kalmasının “Afrika’daki Britanya’ya ait kaynakların acilen ve kapsamlı bir biçimde geliştirilmesi”ne bağlı olduğunu söyledi[7] Sömürgelerde üretimi artırma talebi, Birleşik Krallık’ın kapsamı genişleyen ekonomik hakların farkına varmasını sağladı.

Dünyanın kendileriyle ilgili açıklamaları ile sömürgelerdeki gerçekler arasındaki uçurumun farkında olan sömürgecilik karşıtı isimler açısından ülke içerisindeki sosyal devletçilikle uluslararası planda ekonomik hakların inkârı arasındaki çelişki, savaş sonrası dönemde tesis edilen ekonomik düzenin net olarak görülmesini sağlayan bir mercek sunmaktaydı.

Nkrumah, sömürgelerin sosyal refah ve hakların kapsamının genişletilmesi konusunda birer istisna olduğunu görmekteydi. Sömürgelerdeki sömürü düzeni, sömürgecilerin kendi ülkelerindeki ekonomik hakları mümkün kılan bir koşuldu. Halkta oluşan ve savaşın sona ermesiyle refaha ve yüksek yaşam standartlarına kavuşulacağına dair beklentiyle ilgili olarak Nkrumah, “savaş sonrasında sosyal devlet olmadıkça hiçbir kapitalist ülke hayatta kalamaz” diyordu.[8]

Sömürgelerdeki sömürü düzeninin elde ettiği gelirlerin büyük bir kısmı, toplumu pasifize etmek için işçilere akıtılmaktaydı. Nkrumah’a göre bu noktada ilk dönem kapitalizmin iki temel ilkesi bir biçimde feda edilmekteydi: her bir ülkede işçi sınıfına boyun eğdirilmesi, kapitalist işletmelerin devlet kontrolünün dışında tutulması.

Nkrumah’a göre serbest ticaretin sosyal devletle ikame edilmesi sınıf mücadelesini uluslararası aşamaya taşıdı ve sömürgelerdeki sömürüyü kapitalizmin istikrarı meselesinin merkezine oturttu.[9] Sömürgeler, esasen sosyal dünyaya geç kalmışlardı. Sömürgelerde toplumsal ve ekonomik hakların verilmiyor oluşunun sebebi, sömürgelerdeki sömürü düzeninin sömürgeci ülkede bu hakların verilmesini mümkün kılıyor olmasıydı.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni önceleyen yirmi otuz yıllık dönemde Karayipler ve Afrika kıtası genelinde patlak veren grevler ve emek konusunda yaşanan ihtilaflar, sömürgecileri emek ve yaşam standartları gibi meseleler üzerine eğilmeye itti. Birleşik Krallık Hazine Bakanlığı, sömürgelerde yoksulluk yardımı programlarının oluşturulması konusunda uyarılarda bulunmasına karşın Sömürgeler Bürosu, Sömürgelerin Kalkındırılması ve Sosyal Yardım Kanunu’nu (1940) yürürlüğe koymayı bildi. Bu kanun, sömürgelerde su, sağlık, konut ve eğitim harcamalarını Birleşik Krallık devletinin üstlenmesini sağladı.[10] Kanunun sırtını yasladığı sosyal teori ise sömürgelerdeki “öfkeyi dindirmek ve imparatorluğun parçası olma onurunu yeniden kazandırmak” için yaşam standartlarının ve sosyal hizmetlerin iyileştirilmesi yönünde telkinde bulunmaktaydı.[11] Bu sayede sömürgeci idare, kendisini ilericiymiş gibi gösterecek bir cilâya sahip olacaktı. Zira o dönemde devlet denetimi ve devlet planlaması, piyasadaki dalgalanmalar karşısında sömürge halklarını korumak için zaruri görülmekteydi.

Oysa savaş bağlamında mevcut gerçeklik çok farklıydı: Afrika şehirlerinde reel ücretler hızla düşmekte, sömürgelerin başındaki hükümetler, yönettikleri halkların yaşam standartlarını yükseltmekten çok üretimi artırmaya odaklanmaktaydı.[12] Sömürgeci güçler, beynelmilel insan hakları beyannamelerini tam da böylesi bir bağlamda endişeyle karşılamaktaydı.

Jessica Whyte

[Kaynak: The Morals of the Market: Human Rights and the Rise of Neoliberalism, Verso, 2019.]

Sömürgecilik, Neoliberalizm, İnsan Hakları

Dipnotlar:
[1] Lord Dukeston, ‘Text of the Letter from Lord Dukeston, the United Kingdom Representative on the Human Rights Commission, to the Secretary-General of the United Nations’, 5 June 1947), William A. Schabas, Yayına Hz.: The Universal Declaration of Human Rights: The Travaux Préparatoires içinde, Cilt. 1, (Cambridge: Cambridge University Press, 2013), s. 288–99.

[2] Beyannamenin hazırlık sürecinde Dukes’a Dukeston Lordu unvanı verildi. Brian A. W. Simpson, Human Rights and the End of Empire: Britain and the Genesis of the European Convention (Oxford: Oxford University Press, 2004), s. 341.

[3] Simpson, Human Rights and the End of Empire, s. 341.

[4] A.g.e., s. 375.

[5] A.g.e., s. 298.

[6] Gunnar Myrdal, An International Economy: Problems and Prospects (New York: Harper & Brothers, 1956), s. 321.

[7] Frederick Cooper, Decolonization and African Society: The Labor Question in French and British Africa (Cambridge: Cambridge University Press, 2010), s. 204.

[8] Nkrumah, Neo-Colonialism, s. xii.

[9] A.g.e., s. 255.

[10] Frederick Cooper, ‘Modernizing Bureaucrats, Backward Africans, and the Development Concept’, Randall M. Packard, Yayına Hz.: International Development and the Social Sciences: Essays on the History and Politics of Knowledge içinde (Berkeley: University of California Press, 1997), s. 67.

[11] Cooper, Decolonization and African Society, s. 114.

[12] A.g.e., s. 115.

0 Yorum: