27 Nisan 2020

,

Müfrit


“Sol Birikim” olarak Teori ve Politika ile “sağ TvP” olarak Birikim, kapitalizm eleştirisinden rahatsız oluyor.[1] Bu rahatsızlık, doğal ve kaçınılmazdır, çünkü bugündeki varlık, “materyalistim” derken kendi çıkarlarına işaret etmektedir. Sadece o maddedir, geri kalan herkes, maddesiz, ezik ruha sahip bir parya. Kapitalizmse mutlak maddi güçtür. “Kendine öznellik vehmeden insan” tespitleriyse bir tür ekofaşizm düzleminde dil bulmaktadır.[2]

Tanıl Bora, kapitalizmi Bill Gates kadar eleştirebilir.[3] O, “sol kendi dışına konuşamıyor, hep ‘kapitalizm’ diyor, kahrediyor” der, çünkü kendisi, sol tabanı psikolojik maraz olarak görür. Devlet ağzıyla, bir vakitler beyinde insanı komünist yapan bölgeyi keşfettiklerini söyleyen “Norveçli bilim insanları”nın diliyle konuşur. Bora ve ekibi, devlete konuşmaya devam etmektedir.

Solun teorik düzleminde giriş ve çıkış kapılarını tutan bu iki yayın, solun hâli konusunda çok şey söylüyor. O kapılar, illaki Kamalizme dairdir. Kemalizm eleştirisi, döne dolaşa “Kemalizme muhtacız” noktasına evrilecektir. Hepsi de elleriyle kafataslarını avuçlayacak, dolikosefal olduklarını birilerine mecburen kanıtlamak durumunda kalacaktır. Cumhuriyetle, meclisle, onun demokrasisiyle tanımlı bir solculuk, Marksizmi de devrimciliği de biçimlendirecektir. İstedikleri budur.

Kendisi dışında herkesi “yarı-aydın” gören Tanıl Bora ile “Marksizmin akademik aşısı eksik” diyen TP, aynı madalyonun iki yüzüdür. İkisinde de mebzul miktarda Kemalizm övgüsü bulmak mümkündür. İlk derginin AKP’nin burjuva devrimi yaptığını söylediğini, ikinci derginin “Dersim modernizmin yol kazasıydı” dediğini, 60 darbesine övgüler düzdüğünü biliyoruz.

Sonuçta bugünde kapitalizm vardır, maddidir, materyalist olmak, maddiyata karşı olmamak, ona uymak demektir. Dolayısıyla, kapitalizm eleştirilemez, ona karşı çıkılamaz. Bu solcuların fikri de zikri de budur. Devrimcilerin bugüne taşıdıkları kavramlar ve fikirler, devlete ve sermayeye göre yeniden içeriklendirilmelidir. O içeriğin dışındaki her fikir, müfrittir.

Tanıl Bora’nın aslında fazla köylü bulduğu için eleştiriyormuş gibi göründüğü Köy Enstitüleri’ndeki sömürgeciliği anmaması gayet doğaldır. Onun kente taşımak istediği enstitüleri, bugünün tekellerinin öjenik projeleriyle, yeni birey inşa etme çabalarıyla birlikte ele almak gerekmektedir.[4] Bugün feminizm, LGBT ve veganizm, tekellerin öjeni teorisinin alt başlıklarıdır. Zevcesi Aksu Bora’nın Diyarbekir’de Alman vakfıyla düzenlediği “kadın emeği” konferansı, Tanıl Bora’nın gizlediği sömürgeciliğin bir uzantısıdır.[5]

Bu liberallerin teorisi, “bedeni çalıştırmak, onu tanımak, eli kullanmak” üzerinedir. Arbeit mach frei’dan gayrı bir şey söylemezler. Sömürüden söz etmek gericilik, dünyalık biriktirmekse ilericiliktir. Onlar, Nazi artıklarının CIA’e, Gladio’ya aktarılmış versiyonlarıdır.

Tekrar tekrar sakinlikten dem vururlar, çünkü sakinleşmemizi mevcut dönemin devletine-cumhuriyetine ait ihtiyaçlara binaen talep ederler.[6] Beden dışı her tür taşkınlık, fazlalık, coşkunluk ifrattır, tiz kellesi vurulmalıdır! Kısa kılıç, ışıldamalıdır.

Amerikalı liberal tarihçi Arthur Schlesinger, bu teorinin zeminini şu şekilde ortaya koymaktadır:

“Bireyin bütünlüğü, günümüz liberalizminin kendine has deneyimi ve temel inancıdır, bu anlayışa hem aşırı sol hem de aşırı sağ saldıracaktır. […] Totaliter sol ve totaliter sağ, zorbalığın ve terörün karanlık odalarında bir araya gelmektedir.”[7]

Bireyin bütünlüğü, devletin “yurttaş” dediğidir. Bir kesimi diğer bir kesime düşman; bir evladı diğerine hasım etmektir. Bireyin bütünlenmesi devlet; bütünün bireye yedirilmesi, demokrasidir. Onun dışı ise müfrittir.

Bu solcular gibi bol bol içerik üreten Netflix’in dizileri, bugün dişe uygun bir birey inşa etmektedir. Dolayısıyla, bugün “Yallah Arabistan’a” ya da “Yallah Hollanda’ya” diye etiket açmanın bir anlamı yoktur. Yakında aynı Kemalist cumhuriyetin aynı diyanet işleri başkanı, Süleymaniye Camii’nde eşcinsel evliliğine refakat edecektir.

Bu dizilerse seks ve uyuşturucudan fazlasını öneremezler. Solcuların kültür alanındaki hegemonyasını “istismar etmek” adına araya aşağıda görülen türden sahneler eklenir. Bedenin sınırlarını aşanlarla ülkenin sınırlarını aşanlar, Netflix dizilerinde buluşurlar. Onun dışında kalan herkes, müfrittir. Devlet ve iktidar, ağza parmak bal çalar, sırt sıvazlar, bu insanlarını kalanların üzerine salar. İnsan sıfatından sayılmak, adam yurduna konulmak, yurttaş olmak için herkes, birer askere ve bekçiye dönüşecektir. Bu koşullarda artık hiçbir solcu, o yere göğe sığdıramadıkları La Casa de Papel’in esasen antikomünist bir proje olduğunu göremeyecektir.


“Salgın, herkese bilimin gücünü gösterdi, bilimin üstünlüğünü öğretti” diyenler, o bilimin salgının ilk günlerinde ülkede yeterince maske olmadığı için, gelen emir üzerine çıkıp “herkesin maske takmasına gerek yok” dediğini, ama sonra “herkes maske takmalı” talimatı verdiğini unutmaktadır. Aynı bilim, “Türk genine virüs bulaşmıyor” da demiştir. Bu sözü söyleyen, aynı öjeni teorisi bağlamında konuşmuştur aslında. Buradan o bilim, artık şunu söyleyecektir: “Virüs bulaşanlar Türk değil. Dolayısıyla, ölmelerinde bir sorun yoktur, çünkü arınmak iyidir!”

Bu ülkeyi bilim temelinde kuranlar, köşkün koridorlarında, elde pergel, kafatası ölçmüşlerdir. “Anadolu’da yeterince Türk yok” denilerek başka diyarlardan Türk getirilmiş ve o kavimler devlete bağlanmışlardır. Bugün aynı kavimler, balkon ezgisi olarak Çav Bella’nın karşısına İstiklal Marşı ile çıkmaktadır.

O bilimi üstün ve önder belleyenler, sosyalist hareketi de peşine takarak, “meclis de meclis!” demekten gayrı bir şey yapmamaktadırlar. Oysa birinci ve ikinci meclisin binalarının hikâyesi, politik tarih açısından çok şey anlatmaktadır.[8] Binaları kimin inşa ettiği, hangi dönemde kullanıldığı, kapandığında kimlere teslim edildiği, esasen çok şey söylemektedir. İlkinin altında Hristiyan mezarlığı vardır; ikincisi, İngilizlerin başını çektiği, Sovyetler’in Ortadoğu’daki nüfuzunu kırmak için kurulan CENTO’ya teslim edilmiştir.

Pergelle kafatası ölçenler, bugün virüsten esas olarak yoksul mahallelerin etkilendiğini söylüyorlar. Bağcılar gibi semtlerin “virüs merkezi” olduğunu iddia ederek, kendi sınıfının içini rahatlatıyorlar. Ayrıca yaşlılar gibi yoksullara karşı da kin bileyliyorlar. CHP tabanı arasında yoksul mahallelerinde “ambulanslar eksik olmuyormuş, biri girip diğeri çıkıyormuş” dedikodusu yayılıyor. CHP zihninde yoksulla AKP’li eşitleniyor. İkisine yönelik düşmanlık kesifleşiyor. Avrupa’yla bağlantılı, Avrupa’dan gelmiş kişilerin virüs taşıyıcılığı üzerinde artık hiç durulmuyor. O CHP tabanının bol olduğu orta sınıf mahallelerde insanlar, ilk salgın haberleri işitildiği günlerde durmadan yerlere tükürüyorlardı, çünkü İngiltere ve Hollanda “sürü bağışıklığı” teorisini uyguluyordu! Ama sonra Luppo yiyenlere “sürü” denildi.

Sonuçta bahsi edilen öjeni teorisi, yoksul kıyımı ile birlikte ilerliyor. Bu koşullarda bir bilim insanı çıkıyor, TV’den psikolojik telkinlerde bulunuyor. Bir yerde “oturma pozisyonunda insanın başı sağa yatıksa geleceği, sola yatıksa geçmişi düşünüyordur” diyor ve herkese dik durmayı, bugüne odaklanmayı, anı yaşamayı tavsiye ediyor.

Sol, Netflix gibi ortamlardan, yeni örgütlerinden, güncel siyasetten bunu öğreniyor. Geçmişi aşırı sağcılara; geleceği aşırı solculara teslim ediyor. Bir vakitler iki solcu, radyo programında “kahramanlık dönemi ölmeli, anı yaşamalı, an devrimcidir” diyordu, bu söz, liberal bir eğilimi aktarıyor. Bugün sol, Amerikalı liberal tarihçi Arthur Schlesinger gibi, bireyin bütünlüğünden, liberalizmin deneyiminden ve temel inancından başka bir şey anlatmıyor. Ama Netflix’in de düsturu olan “anı yaşama”nın, “anda kalma”nın maddi imkânlara bağlı olduğunu da çok iyi biliyor. Seks ve uyuşturucu, kendi ideolojisini buluyor. Dansöz oynatan solcular, artık seks eğitimlerini Netflix dizilerinden alıyorlar. Aslında anı yaşamak, o maddi imkânları korumak olarak ifade ediliyor. Sol, düzene uygun kafatası ve o tasın iç tasarımı ile hep efendiler için, o imkânlar adına düşünüyor ve konuşuyor.

Eren Balkır
27 Nisan 2020

Dipnotlar:
[1] “Salgın Durumu”, 12 Nisan 2020, TP.

[2] Sherronda J. Brown, “Eko-faşistlik Etmeyin”, 27 Mart 2020, İştirakî.

[3] Tanıl Bora Söyleşisi”, 24 Nisan 2020, MS. Sitedeki başlık kimseyi aldatmasın. Habercilik numarası, solculara atılan zoka olarak Bora’nın “kapitalizm” dediğini varsayılıyor, ama konuşmasında Bora, “kapitalizm” değil, “biz” ve “sistem” gibi muğlak terimler kullanıyor.

[4] Tanıl Bora, “Köy Enstitüleri”, 22 Nisan 2020, Birikim.

[5] Eren Balkır, “Çifte Deri”, 2 Mayıs 2019, İştirakî.

[6] Eren Balkır, “Sakine”, 1 Şubat 2019, İştirakî.

[7] Arthur M. Schlesinger, Jr., The Vital Center: The Politics of Freedom, Routledge, 2017.

[8] “Meclis Binaları”, Nisan 2009, Arkitera.

0 Yorum: