Başlangıçta idrak etmemiz gereken husus şu: burada
biz, sadece iki diplomatın imzaladığı 12 maddelik bir anlaşmadan bahsetmiyoruz.
İmzalayanlardan biri Fransız Francois Georges-Picot, diğeri de Britanyalı Mark
Sykes. İmza esnasında Çar’ı temsilen Rus diplomat Sazonof da bulunuyor. O
dönemde Rusya, Fransa ve Britanya’nın müttefiki. Bu anlaşmada Osmanlı’nın
Bereketli Hilâl üzerindeki eyaletlerinin Fransa ve Britanya arasında taksim
edilmesi meselesi ele alınıyor. Bölgedeki yetkili isimlerine özel düzenlemeler
yapmayı emrediyor. Öte yandan Rusya’ya ise Anadolu’nun, İstanbul’un,
Ermenistan’ın ve Kuzey Kürdistan’ın kontrolü veriliyor.
Anlaşma, Kahire’de yapılan, sonrasında St.
Petersburg’a taşınan gizli görüşmelerin ardından imzalanıyor. 1916 Mayıs’ında
imzalandıktan birkaç ay sonra Bolşevikler iktidara geliyor ve Sykes-Pickot
Anlaşması’nı ifşa ediyor. Bu, Arapları öfkelendiriyor. Arapların esas olarak
kızdıkları husus, Şerif Hüseyin ile McMahon arasındaki görüşme. Bu görüşmede
Britanya, Araplara Osmanlı’ya karşı yürütülen devrim mücadelesinde ve savaşta
kendilerine destek verme vaadinde bulunuyor. Vaatlerden bir diğeri de hilafetin
Haşimi hanedanlığına devredilmesi ile ilgili. Anlaşmanın Bolşeviklerce ifşa
edilmesi, Siyonist hareket ve Yahudilerde de öfkeye sebebiyet veriyor. Bu
kesim, anlaşmanın Filistin’i uluslararası bir mesele hâline getirdiğini
düşünüyor ve böylesi bir yaklaşımın Filistin’de bir Yahudi devleti kurma
hedefiyle çeliştiğini söylüyor. Britanya McMahon’ın görevine son veriyor,
Balfur Deklarasyonu’nu yayınlıyor, kısa bir süre sonra da Filistin’i işgal
ediyor. Söz konusu deklarasyon, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını vaat
ediyor.
Ardından 1920’de San Remo Konferansı toplanıyor.
Burada savaşın yol açtığı sonuçlar üzerinden bölgenin durumunu düzenlemeye
dönük adımlar atılıyor. Ayrıca 1922’de Filistin’de Britanya’ya bağlı manda
yönetimi kabul ediliyor. Böylelikle aralarında Irak, Lübnan, Suriye, Ürdün ve
Filistin’in de bulunduğu yeni devletlerin kurulması ile Bereketli Hilâl
üzerinde yeni bir jeopolitik düzenleme gerçekleştirilmiş oluyor. Diğer yandan
Arap Yarımadası birleşiyor ve Mısır, Sudan, Yemen, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas
Arapların elinde kalıyor, Körfez emirlikleri ve Aden Britanya’nın himayesine
bırakılıyor.
I. Dünya Savaşı sonrası yapılan Sykes-Picot
Anlaşması’nın özü bu. Anlaşma üzerinden bölgedeki ülkelerin sınırları
çiziliyor, her birindeki iktidar sisteminin niteliği tayin ediliyor,
çoğunluğunda başa bir kral getiriliyor. Bunun tek istisnası Suriye ve Lübnan.
İki ülke de özel bir yapıya sahip. Buralar, Britanya ve Fransa kontrolüne
veriliyorlar. İstisnaî bir diğer ülke de Libya. Bu ülkeyi İtalya kontrol
ediyor.
Anlaşma sonrası yüz yıl içerisinde neler oldu?
Anlaşmanın çizdiği sınırlar hiç değişmedi, bu ülkeler sınırlarına bağlı
kaldılar. O sınırları egemenliklerinin özünü temsil eden şeyler olarak gördüler
ve onları korumayı ulusal bir görev olarak kabul ettiler. Diğer yandan hukukî
koşullarda önemli değişiklikler yapıldı. Bazı yönetim sistemleri değiştirildi.
Bu değişikliklerin en önemlileri Filistin topraklarında yapıldı. İsrail’in
kurulmasından önce ülkenin bölünmesine ilişkin bir karar alındı. Arap-İsrail
savaşları yaşandı. Filistin tümüyle işgal edildi ve Gazze Şeridi’nde özel bir
durum oluştu.
Bu süreçte önemli değişiklikler yaşandı. Sudan
Mısır’dan koptu, sonra o da bölündü. Güney ayrıldı. Yemen’de güney Britanya
çekildikten sonra bağımsız oldu. Sonrasında güneyle kuzey birleşti. Körfez’de
emirlikler bağımsız oldu. Ardından Birleşik Arap Emirlikleri kuruldu, federal
bir birlik olarak bir araya gelen bir dizi emirliği içeriyordu. Mısır, Irak,
Yemen, Libya ve Tunus’ta krallar devrildi. Ülkelerin egemenliği ve sınırları
konusunda hiçbir şey değişmedi. Aksine bu yapılar daha da kökleştiler.
O hâlde Skyes-Picot Anlaşması ve bölgenin yeniden
yapılandırılması etrafında neden bu kadar ihtilaf söz konusu? Bundan kim fayda
sağlayacak? Bu tarz bir yeniden yapılanma mümkün mü yoksa hayal mi? Bu
tartışmaların tarafları kimler? Sykes-Picot Anlaşması ile ilgili çatışmada
kimler var?
Anlaşmadan arta kalanlardan istifade edecek, bu
anlaşmanın iptalinden yararlanacak taraflara bakmak lazım. Bölgedeki her yanı
kan deryasına çevirmiş, hâlen süren çatışmanın özü bu zira.
Durumdan istifade edenler her ülke veya devletteki
muktedirler. Devlet, aynı sınırları muhafaza ettiği ölçüde otoriteleri de devam
edecek. İktidarda olanlar, durumun aynı kalmasını istiyorlar, zira durum
değişmediği sürece iktidar olma hâlleri de devam edecek. Ancak anlaşmanın
çökmesinden, iptalinden istifade edeceklerin sayısı çok. Bunlar arasında İslam
hilafetinden yana olanlar var. Anlaşmanın enkazı üzerinden böylesi bir
hilafetin kurulabileceğini düşünüyorlar. Bu kesim Irak ve Suriye’de kontrolü
ele geçirdiği bölgelerde hilafet ilân etmiş olan IŞİD’de temsil olunan aşırı
radikal grupları içeriyor. Bir de hilâfet isteyen, nispeten daha ılımlı politik
gruplar var. Bunlar hilafet projesinin daha zamana ihtiyaç duyduğunu,
ertelenmesi gerektiğini düşünüyorlar. İcra sürecinin belirli aşamalardan
geçmesi gerektiği üzerinde duruluyor. Bu aşamalar ılımlı ya da radikal bir
faaliyeti içerebiliyor. Birçok grup ve eğilim hilafeti hayal ediyor. Onu
göklere çıkartıyor ve bu amaca ulaşma konusunda başarılı olana katılma
konusunda şimdiden hazırlık yapıyor.
Hilafet projesini destekleyenlerin dışında bir de
Körfez’den Okyanus’a dek Arap birliği projesini önlerine koyanlar var. Bunlar
da Sykes-Picot’nun iptal olduğunu söylüyorlar. Anlaşmanın geride bıraktığı
emperyalist sömürgeci mirasın ortadan kaldırılması gerektiğini vaazediyorlar.
Ayrıca anlaşmanın kendi aleyhlerine işlediğine inanan ve onu tasfiye etmek için
uğraşan etnik gruplar da var. Bunların içinde en fazla öne çıkanı Kürd gruplar.
Bunlar Büyük Kürdistan’ı kurmaya çalışıyorlar ve bunu ulusal bir düş olarak
görüyorlar.
Ancak gene de şu soruya
cevap bulunamıyor: “Sykes-Picot Anlaşması, bölgedeki karışıklıklar ve
çatışmalar basınç uyguluyor, yeni Ortadoğu projeleri öneriliyor diye çöktü
deniliyor. İyi ama bu anlaşma çöktü denilince çökmüş mü oluyor? Oysa hakikat
şu: Fransa ve Britanya’nın bölgede gerçekleştirdiği jeopolitik taksim işlemi
aynı güçler ve aynı sınırlar içinde kalan, çoğunlukla suni bir biçimde
üretilmiş devlet yapılarının oluşmasına neden olmuştur. Bu durumda Sykes-Picot
sınırlarının yeniden çizilmesinden ya da bugün yeniden çizilmiş hâlinden kimse
bir hayır görmeyecektir. Bunu ne Amerika ne Avrupa ne Rusya ne de Çin
istemektedir. Bu ancak belirli bölgelerde fiilen yöneten güçlerin teşkil
edilmesi veya içteki parçalanma için isteniyordur, ancak bu sayede kabul
edilebilir. Uluslararası sınırlarda değişiklik yapmadan, bölgesel ve
uluslararası güçler iç çatışma ve ihtilaflarda müttefiklerine yardım etmek için
sürece müdahale edeceklerdir. Böylesi çatışmalar Fransızların ve İngilizlerin
yüz yıl önce çizdikleri sınırlar dâhilinde kaldığı sürece devam edecektir. Bu
da Arap Baharı’nın estirdiği rüzgârlara maruz kalan tüm ülkelerde iktidar
sistemlerinin ana yapılarını ve unsurlarını muhafaza etme konusunda büyük
uluslararası ve bölgesel güçler arasında varılan anlaşmayı izah eden bir
gerçekliktir.
Adil Süleyman
21 Ocak 2016
21 Ocak 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder