30 Ocak 2016

,

Maskara

Burjuvazi azdır. Devlet, onun mekânda, demokrasi zamanda çok görünmekte, kendisini “köpürtmekte” kullandığı yöntemlerdir. O hâlde siyaset yapabilmek için nesnel bir değerlendirmeye ve bu değerlendirmenin bir tarihçeye ve toplumsal hitabet alanına ihtiyacı vardır. Tarihçe açısından başta 1789 olmak üzere tüm burjuva devrimleri çıkış noktasıdır. Toplumsal düzlemde ise o devrime layık kesimlere hitap edilmelidir. Gerisi çöplüktür.

Burjuvazinin tayin ettiği siyaset alanına girmek, az olmayı ama çokmuş gibi görünmeyi gerekli kılar. Din, millet ve sınıf, aza indirgenmeli, sonrasında o az, çoğu kuşatıyormuş gibi görünmelidir. Bu üç dinamik de politik alanda çok alanı tasfiye etmek, etkisiz kılmak için yeniden kalıba dökülür.

Masada olmak, az olanla eşitlenmek, özgürleşmek için tek çareymiş gibi görünür. Önemli olan, zevahirdir, makyajdır, görüntüdür. Her momentte bu al pul dökülür. Daha az olana meyledilir. Burjuvazi, hep az olmayı, çokmuş gibi görünmeyi emreder. Gözler, kirpikler, yüz hatları, emtia dünyası, ünlü kişilikler, bedenin kendisi vs. hep fazlasını işaret etmeli, çoğa seslenmelidir.

Az olanın çok görünmek istemesi, mızrağın ucuna Kur’an sayfası asmayı gerekli kılar. Kılların dolgunlaştırılması zorunludur. Burjuvazinin estetiğine uygun bireyler olmak isteniyorsa, onun boyasıyla boyanmak şarttır. Burjuvazinin estetiğine kurban olup bugün birilerini çirkinlikle eleştirmek, bu teslimiyetin alametidir.

Az olan, çok görünmek zorundadır. Devlet ve demokrasi, gerçekte çok ve bu açıdan düşman/tehlikeli olanın darmaduman edilmesini gerektirir. Burjuvazinin yanına oturmak isteyen, bu tasfiye hareketine asla ses etmez. Onun için de az olan özdür, güzeldir, anlamlıdır. Batıdaki sessizliğe bir de buradan bakılmalıdır.

Devlet, kademe kademe çok olanı çözmek, etkisizleştirmek demektir. Burjuva iktidarı açısından bu, bir zorunluluktur. O, kendisine soldan bir ses de bulmaya mecburdur. Amerikan emperyalizminin ve İsrail Siyonizminin “batılı burjuva devrimlerinin gerçek varisleri” olduklarını düşünenler öne çıkarlar. Onlar için laiklik, aydınlanma, ilerleme ve modernizm, “emekçi” boyasına daldırılır. “Emekçi laiklik”[1] kavramı bu yüzden icat edilir. Mustafa Koç’a bu nedenle yas tutulur.[2] “IŞİD’i var eden emperyalizm, aydınlanma değil”, sırf bu yüzden denilir. Aydınlanma’nın emperyalizmle, laikliğin burjuvazi ile bir alakasının olmadığı söylenir. Eğer öyle ise “AKP’yi var eden milliyetçilik ve İslam değil, emperyalizm” de denilmelidir. IŞİD ile ilgili bu lafı edenin kime işmar ettiğini görmesi gerekir.

Bunlar, hep de “ortak insanlık mirası”ndan bahsederler. İşlerine geldiği yerde sınıflar mücadelesinden dem vuranlar, aslında bu mücadeleden münezzeh bir yerden konuşurlar. O mücadelenin üzerinde bir cennet katı vardır, adı da “ortak insanlık mirası”dır. Buradan da emperyalizmin ve kapitalizmin insanlığa bahşettiği güzellikler hemen dile dolanır.

Bu nedenle kimi Marksistler, orada Reagan’ın, burada Özalgillerin yanına otururlar. ABD emperyalizminin bölgedeki hamleleri, ilerleme ve insanlık adına alkışlanır. Az olanlar, kendileri gibi az olanların başarılarından kendilerine pay çıkartırlar.

İnternet, bir Pentagon icadıdır. Egemenler, bir silâhın posası çıktığında ondan kâr etmenin yollarını iyi bilmektedirler. Bu silâh, artık avamın bir oyuncağıdır.

Aydınlanma da geçmişte krallara, kraliçelere verilen aklın avama satılmasıdır. Avam, saçlarından tutup kendisini yukarı çektiğinde, bataklıktan çıkabileceğine ikna edilir. Akıl yoluyla, burjuvaziyle eşitlenmek mümkündür. Bu eşitlenme yalanını eleştirmek, akla yönelik saldırı gibi görülecektir.

Bu akıl, az olanın çokmuş gibi görünmesine dair bir yanılsamayı üretir. Tıpkı zengin gibi oturup akşam şarap içtiğinde kendisini bir anlığına zengin zanneden fakir gibi, aydınlanmacılar da siyaseten burjuva gibi özgürleşebileceklerine iman ederler. Buradan da “ben sosyalistim nasılsa, bana bir şey olmaz” derler ama rüzgârın kendilerini ne yöne savurduğunu fark etmezler. Artık sosyalizm bile farklılaşmıştır.

Ölçü, burjuvaziden ve emperyalistlerden çekilince eylemin niteliği de değişir. Sanki her eylem bir fotoğrafı çekilsin, bir videoya kaydedilsin diye yapılmaktadır. Dolgun görünme zorunluluğu, burjuvazinin ve emperyalistin adımlarını takip etmeyi gerekli kılar. Buna da “nesnellik” denilir, ona uygun hareket etmeyenler, “ilkel, cahil, apolitik ve çocuk” olarak nitelendirilir. Düşman, çoğu az yapmak zorundadır. Az ve öz olduğunu düşünense bu tasfiye işlemine hayatta kalmak adına ses etmez.

* * *

Gramsci, 1916’da yazdığı “Savaş ve Sömürgeler” isimli makalede, “sömürgeciliğin ahlâkî bir gerekçesi olabilir. Esasında sömürgecilik, değişimi gecikmiş halklar için toplumsal medeniyet noktasında tarihsel bir itki görevi görebilir, o, bu halkları disipline eder, dünyadaki varoluşlarına dair bir bilinç katar ve evrensel hayata katkı yapma görevi yükler” demektedir.

Burjuvaziden ve emperyalistlerden feyz alanlar, ikiye bölünmüştür. Bu, kimseyi yanıltmamalıdır. Her ikisi de yerellik-genellik açısından bir ayrışma yaşamaktadır, o kadar. Yoksa her iki kesim de erken dönem Gramsci’nin fikrinden uzak değildir. Onun “evrensel hayat” kelimesi yerine “işçi sınıfı” kelimesini ikame etmesinin bir anlamı yoktur. “Radikal demokrasiye karşı Marksizmi”[3] savunanlar için işlem bu kadar basittir. Mesele, Sovyetler sonrası ölçü ve ölçeğin dağılması, gerisin geri tekrar burjuva devrimlerinin hülyalı gerçeğine rücu edilmesidir. İrade de, öznellik de, akıl da, bilinç de, varlık da burjuvanın mirasıdır. Bunları burjuvaya borçlu olduğunu düşünenlerin çok olan, sömürülen-mazlum halklara verebileceği bir şey yoktur.

* * *

Yazının başındaki fotoğraf, Vietkong gerillalarına ait. Bir Amerikan dergisinde yayınlanmış. Esasında yandaki fotoğrafın intikamını almak gibi bir işlevi var fotoğrafın. Gerillaların elindeki namlunun hedefi belirsiz. Bağlamından çıkartılmış. Yandaki fotoğrafta yer alan, Amerikan paraşütçüsünü esir alan genç kız, böylelikle burjuvazinin dünyasına teslim alınmıştır.

O artık az, öz, özel ve güzel olanların masasına mezedir. Demek ki mesele, o kızın ardındaki çokluğa, vatana örgütlenmek, düşmanın iğvasına kapılıp kendini az, öz, özel ve güzel zannetmemektir. Vietnam, çirkinliğin, çamurlu toprakların, nasırlı ellerin üzerine basarak muzaffer olmuştur. Başkası mümkün değildir. Zafere buradan değil de imajın köpürtülmesi, azın çok gösterilmesi yoluyla ulaşılacağını zannedenler, burjuvazinin maskarası olmaya mahkûmdur.

Eren Balkır
30 Ocak 2016

Dipnotlar:
[1] Can Soyer, “Koç Gibi Laiklik”, 27 Ocak 2016, İleri.

[2] Eren Balkır, “Faş”, 24 Ocak 2016, İştirakî.

[3] Çağdaş Oklap, “Bir Ayrımın Çerçevesi”, 24 Ocak 2016, İleri.

0 Yorum: