04 Ocak 2016

,

Yemen Solu


Solun Hayaletleri

Mayıs 2004’te Guardian gazetesi köşe yazarı Mark Seddon, “Kuzey Sana’da bir karaborsayı ziyaret ettiğinde bir dizi ateşli silâhlar arasında L1A1 otomatik dolmalı tüfekler bulduğunu” söylüyor.

Bu silâhlar İngiliz yapımı. “Bir ara dünyanın en stratejik limanlarından biri olan Aden’i yüz elli yıl yöneten İngilizlerden kalma.” Karaborsada asker mezarlarının taşları, İngiliz parlamentosundaki büyük saatinin küçük bir taklidi, posta kutuları ve nadir bulunan eski sterlinler var.

İngilizler, Yemen’den yenilerek çekildiler. Aden’deki Olağanüstü Hâl esnasında patlak veren imparatorluk karşıtı ayaklanmayı bastıramadılar. Çekilme sonrası Marksist-Leninist kadrolar, müttefiklerini de harekete geçirerek, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni kurdular.

Herkes, İngilizlerin idaresini anımsıyor ama Yemen’de solcuların iktidarda olduğu dönemi pek anımsayan yok. Dinî militanlık, El-Kaide ve IŞİD üzerinden, Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin zaferinden elli yılı aşkın bir zaman sonra Güney Yemen’de tüm algılarımızı belirleyen bir nitelik arz edebilmeyi nasıl başarıyor?

Olağanüstü Hâlden Birleşmeye

Aden Olağanüstü Hâli, solcu ulusal kurtuluş hareketlerine verilen kitle desteğinin arttığı ellili ve altmışlı yıllar boyunca hâkim olan ruh hâlinin somutluk kazanmasıdır. Bu eğilimler bilhassa Kuzey ve Güney Yemen’de baskındır.

Yemenliler, komşularıyla kıyaslandığında, azgelişmiş bir ülkede yaşamaktadırlar ve yüzlerce yıldır, kabilelerarası çatışmalardan, sömürgeci yönetimden ve hanedanlık için dinî siyasetten muzdariptirler. Bu tükenmişlik, panarabizm, Marksizm-Leninizm ve kabile isyanından oluşan bir ideolojik tezahüre kavuşur, bu da on yıl kadar süren bir kargaşaya yol açar.

Kuzey Yemen, 1962’de Abdullah Sellal’in Mısır destekli cumhuriyetçi darbesi ardından bir iç savaş dönemi içerisine girer. Bugünkü vekil güçlerin yol açtığı şiddeti önceden haber verecek biçimde, ama dinî mezhepçilikten yoksun olan Kuzey Yemen’deki iç savaşta Suudiler panarabist hükümete karşı Zeydi Şii imamlığa destek verir. Riyad’ın niyeti, Suudi Kraliyet Ailesi’ni geride bırakma konusunda tehdit eden Arap Yarımadası’ndaki seküler cumhuriyetçiliğe karşı Şii krallığına yol vererek engel olmaktır.

Bu esnada Nasırcı Mısır’ın imparatorluk karşıtı propagandası yüzünden Güney Yemen’de gerilimler iyice tırmanır. Bu sürece bir de bağımsızlık sonrası federasyona dayalı bir kraliyet devleti kurmayı planlayan İngilizlerin müdahaleleri yön verir. Eğer geçiş süreci başarılı olursa, Güney Arabistan Federasyonu yapısal açıdan Birleşik Arap Emirlikleri’ne benzeyecektir.

İngiliz karşıtı muhtelif politik örgütler ve gerillalar, iki düşman kampta bir araya gelirler: Mısır’la bağlar kurmuş olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) bir kampı, İşgal Altındaki Güney Yemen’in Kurtuluş Cephesi (İGYKC) diğer bir kampı oluşturmaktadır. İGYKC’de ağırlıklı olarak Adenliler bulunmaktadır. Bunların önemli bir kısmı, bağımsızlık sonrası sosyalist bir cumhuriyet kurma niyetindedir. UKC de bu tür isteklere sahiptir. Üyelerinin çoğu köylüdür. Çin ve Sovyetler Birliği’ndeki Marksist-Leninist partilere ideolojik yakınlık duymaktadır.

UKC ve İGYKC, hem birbirleriyle hem de İngiliz askerleriyle savaşır (savaş hatıratlarında İngiliz subaylar saldırıların çoğunu bu iki grubun gerçekleştirdiğini kabul etmektedirler.).

Savaş, Yüksek Komiser Kennedy Travaskis’e karşı bir el bombalı saldırı düzenlenmesi ardından olağanüstü hâl ilân edilmesiyle başlar. İsyancılar vur-kaç saldırıları ile bilhassa Aden’in krater bölgesinde önemli zaferler elde ederler. Ölümlerin çoğu, savaş dışı koşullardan kaynaklanmıştır.

İngilizler, nihayet 1967’de çekilirler. Irak Savaşı’na dek İngilizler, bölgede başka bir savaş içine girmezler. Kısa süreli bir uzlaşma hükümetinin ardından UKC İGYKC’ye ve diğer Güney Yemenli devrimcilere karşı darbe yapar. Bu gelişme, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin (YDHC) kuruluşuna yol açar. YDHC, Sovyetler Birliği’yle ittifak kurar. Marksizm-Leninizmin birçok ilkesini benimser. Bunlardan biri de ekonominin devlet kontrolüne alınmasıdır.

Bölgedeki uzun süren olaylar karşısında Aden’deki politbüro, katı bir tutum sergiler. Bu olaylar, Umman’daki Dofar Ayaklanması’nın başarısız olması, Suudi Arabistan sınırında yaşanan çatışmalar sonrası YDHC kadrolarının defedilmesi ve Kuzey Yemen’de Ali Abdullah Salih’in yerinden edilmesi için Ulusal Demokratik Cephe’nin başlattığı isyanın uğradığı başarısızlıktır (bugün Yemen Arap Cumhuriyeti olarak bilinmektedir, 1970’te sona eren iç savaşta cumhuriyetçilerin elde ettiği zafer sonrası kurulmuştur.).

Dofar Ayaklanması, hem sürgündeki İmam Galib bin Ali’den ek destek hem de Suudilerden silâh ve araç elde eden kabile lideri Musallim bin Nafl’ın 1962’deki isyanı ile başlayan bir kabile ayaklanmasıdır. Dofar, Güney Umman’da her daim marjinalize edilmiş bir kenttir. Toplumsal, ekonomik ve dilsel konularda her türlü haklarından mahrum bırakılmıştır (Muskat’taki Sultan Teymur’un saltanatı Arapça konuşurken, Dofarlılar Şehrî ve Mehrî gibi muhtelif güney Arabistan dilleriyle iletişim kurmaktadırlar.).

1965’te isyanı pasifize etme girişimleri, onun daha da radikal bir hâl almasına sebep olur, sonuçta örgütlenme komiteleri, Umman Halk Kurtuluş Cephesi’ne evrilirler (UHKC). Cephe, özerklik ve kalkınma gibi muhtelif taleplere sahip grupların oluşturduğu bir ittifaktır. Marksist ve panarabist bloklar, krallığın yıkılması için baskı uygularlar ve Dofar ile sınırı bulunan Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin iktidarı alması noktasında önemli bir nüfuz elde ederler.

Dış yardıma muhtaç olan isyanın nasıl sürdürüleceğine dair tartışmaların ardından Marksist-Leninistler, 1968 kongresinde hareketin kontrolünü ellerine geçirirler. Cephenin ismi, İşgal Altındaki Arap Körfezi Halk Kurtuluş Cephesi olarak değiştirilir. Ardından Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nden, Çin’den ve Sovyetler Birliği’nden silâh, eğitim ve lojistik desteği alınmaya başlanır.

Devrimi ihraç etmek isteyen Aden, 1969’da ve 1973’te Suudi Arabistan sınırına yönelik saldırılara destek verir. Yemen Arap Cumhuriyeti’nde ise 1978’de Yahya Şami liderliğindeki Yemen Demokratik Cephesi’nin başlattığı isyana arka çıkılır.

Suudi Arabistan’ın içlerine sızma harekâtı ilk başta püskürtülür. Pakistan Hava Kuvvetleri Riyad’ı savunmak amacıyla Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni bombalar. Dofar Ayaklanması, Umman devletini ayaklanma karşıtı bir güç hâline getirir.

İngilizlerin 1971’de İran Körfezi’den çekilme planı sonrası Sultan Teymur’u iktidarda tutmak gibi bir niyeti yoktur. Amaçları, iktidarı Sultan Kabus’a vermek ve ülkeyi azgelişmiş bir ülkeye dönüştürmektir. Önemli reformlar tatbik edilir, telefon gibi modern teknolojiler ülkeye sokulur. Dofar bir eyalet hâline getirilir.

Düşmanlıklar 1975 yılı itibarıyla sona erer. Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti Umman’da devrim yapma amacına ulaşamaz. Sonuçta Yemen, ideolojik bir belirsizlikle karşı karşıya kalır. Diplomatik tecrit, maddî imkânlarda kıtlığa sebep olur. Suudi Arabistan’la yaşanan çatışmalar sonucu ülke daha da fakirleşir.

Son darbe ise Kuzey Yemen’de 1978’de başlayan Ulusal Demokratik Cephe İsyanı’na iner. İsyan, Salih’in devrilmesi için atılmış bir adımdır. Salih, aynı yıl iktidarı alır ve onu pekiştirir.

İsyanın arkasında muhtelif muhalefet güçleri bulunmaktadır. Bu güçler, YDHC ve Libya tarafından desteklenmektedirler. Savaşta ilk başta başarılı olmasına karşın cephe, önemli bir toprak parçasını elde edemez. YDHC’nin 1979’daki sınır çatışmasında sunduğu yardım, Filistin Kurtuluş Cephesi’nin arabuluculuk ettiği bir barış görüşmesi ile sonuçlandırılır.

Ulusal Demokratik Cephe, 1982’de Yemen İhvan’ı ve askerî güçlerin işbirliği ile yenilir. Çatışmanın ardından YDHC içerisindeki nispeten daha az militan olan seçkinler canlanma imkânı bulur.

Cumhurbaşkanı Abdulfettah İsmail, 1978’de Yemen Sosyalist Partisi’ni kurar. Burada amaç, Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin YDHC içerisindeki solcu gruplarla temsil olunmasını sağlamaktır. Ancak parti üyelerindeki hızlı artışa mani olamaz. Ülkenin yurtdışında elde ettiği yenilginin bir sonucu olarak YDHC, kendi içinde nispeten daha az müdahaleci dış siyasetten ve reformlardan yana bir konum alır.

Sağlık gerekçesiyle İsmail görevlerinden istifa eder. Esasında o, darbe yapılacağı konusunda uyarı almıştır. Cumhurbaşkanlığını başbakan Ali Nasır Muhammed’e bırakır. Bu, ülkede nispeten daha az militan olan bloğun muktedir olduğunun bir delilidir.

Bu gelişme, İsmail’i uzun süredir kambur olarak gören Brejnef’i memnun eder. Zira İsmail, bölgeyle ilgili isteklerinden asla taviz vermeyen ve o dönemde Sovyet stratejisiyle uyumsuzluk arz eden, Körfez krallıkları ile yumuşama siyasetini bile düşünen bir isimdir.

İsmail ve Muhammed destekçileri arasında 1986’da yaşanan iç savaşın ardından militanlık düzeyi iyice düşer. Sonrasında İsmail, donanma askerlerinin yaptığı bir baskında öldürülür, Muhammed ise Yemen Arap Cumhuriyeti’ne sürgün edilir. İktidara savunma bakanı Ali Salim Beyz gelir.

Beyz, Muhammed’e kıyasla İsmail’in bürokratik militanlığından daha uzak bir isimdir. İktidara gelir gelmez yeni petrol rezervleri aramaya koyulur ve Yemen Arap Cumhuriyeti ile birleşme görüşmelerine başlar.

Nispeten daha radikal olan bu hükümetin güzel gösterilecek bir yanı yoktur. Tüm gruplar, Doğu Bloğu’nda benimsenen otoriter, tek parti tarzını model almaktadırlar. Sonuçta YDHC zorla bastırılır ve ömrünün geri kalan kısmında İsmail bir diktatör olarak faaliyetini sürdürür.

Maddi başarılarına da değinmek şarttır. Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, yüz elli yılı aşkın bir zaman devam etmiş olan İngiliz hâkimiyeti ardından sömürgecilik sonrası dönemde varolmasını bilmiştir. Yetmişlerde İngilizlerin ihmal ettiği kentlerde, Aden’in dış mahallelerinde istihdama, sağlık hizmetlerine, eğitime ve barınmaya ciddi bir destek sunabilmiştir.

Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, elde ettiği başarılara ve İngilizler karşısında kazandığı zafere vurgu yapsa da söz konusu kazanımların o kadar da çarpıcı olmadığını hatırda tutmak gerek (gene de ifade etmekte fayda var: Yemen Arap Cumhuriyeti’nin kazanımları, Halk Cumhuriyeti’nin kazanımları yanında sönük kalır. Örneğin Arap Cumhuriyeti, Halk Cumhuriyeti’nin yetmişlerde gerçekleştirdiği kadınlara yönelik okuma-yazma programını hiçbir zaman yürürlüğe sokmamıştır.).

Ana sorun, Aden’in kontrolü dışında gelişen tarihsel eğilimlerin Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni teslim almış olmasıdır. Ülkenin yetmişlerde kendi siyasetini uygulamaya başladığı bir sırada birçok müttefiki (bilhassa Doğu Bloğu) devlet kontrollerini gevşetmeye başlamış ve piyasa ile yeni ilişki yolları keşfetmiştir.

Ayrıca Aden 1967-1975 arası dönemde Süveyş Kanalı’nın kapatılmasının açtığı yaraları iyileştirememiş, buna bilhassa Körfez krallıklarının taşımacılık ve ulusötesi ticaretin yeni merkezleri olması ve hızla yükselişe geçmesi mani olmuştur.

Bu dönüşüm öyle hızlı ve yoğun gerçekleşir ki Aden’in İngilizler için sahip olduğu ekonomik ve stratejik önemi kimse aklına bile getiremez. Bir kuşak sonra Aden’in yerini Dubai, Manama ve Doha gibi kentler alır. Bugün bu kentler, petrol üretimi ve ihracatına bağlı olarak, nispeten çok daha fazla önemi haizdir.

Güney Yemen’in toplumsal ve ekonomik açıdan yaşadığı çöküşün Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin halktaki hatırası dâhilinde yaşanan dirilişe denk düşmesi, asla tesadüf değildir. Esasında bugün Güney’in bağımsızlığı için mücadele eden hareketin kökleri Mayıs 2007 gösterilerine dayanmaktadır. Bu gösteriler, Sana’dan nispeten daha cömert bir yardım talep eden emeklilerce gerçekleştirilmiştir.

Bu insanların gerçekleştirdikleri gösteriler, özerklik ve ayrılma taleplerine evrilmiştir. Bunun ana nedeni, dile getirdikleri devlet desteğinin artması ve eşitlik taleplerinin güney Yemen toplumunda hoşnutsuzluğa dair bir havayı oluşturmuş olmasıdır. Birleşmeden beri politik ve ekonomik gerçekler kavranmadan bu sabırsızlığın sebepleri asla anlaşılamaz.

Milliyetçiliğin Ortaya Çıkışı

Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne dönük hâlihazırda mevcut olan nostalji ülkedeki duruma dair birçok hususu izah etmektedir. Fiilî duruma rengini veren Yemen’in birleşmesi ve bilhassa 2007’den beri ülkedeki demokratik-ekonomik hakların bulunmaması karşısında uzun süredir dile getirilen şikâyetlerin ideolojik çehreye kavuşturulması olarak Güney Yemen milliyetçiliğinin ortaya çıkışı ve buna bağlı hoşnutsuzluktur.

Salih’in Yemen Arap Cumhuriyeti ile birleşmesinden beri Güney, serbest piyasa ekonomisinin hızla benimsenmesinin bir sonucu olarak oluşan muhtelif sorunlara maruz kalmıştır. Özelleştirmelerle birlikte zuhur eden gerilimler öylesine yoğunlaşır ki güneyli liderler hep birlikte yeni birleşmiş olan ülkeden ayrılmaya çalışmışlardır.

Sana, 1994 Yemen İç Savaşı esnasında Güney üzerindeki kontrolünü yeniden sağlamış, ABD, Suudi Arabistan ve IMF gibi uluslararası kredi kurumları gibi güçlerce desteklenen, halkta karşılığı bulunmayan politikalar dayatmayı sürdürmüştür.

Teşvikler kaldırılmış, para devalüe edilmiş, kamu sektörü barınma, sağlık, eğitim, elektrik ve su şebekelerinin ihmal edilmesine sebep olacak biçimde tasfiye edilmiş, birçok emekli maaşlarını alamamıştır.

Birleşme, ayrıca ehil iş piyasası ile üniversitelere hâkim olan, petrol ve turizm gibi önemli sektörleri kontrol altına alan, mülkleri eline geçiren kuzeyli seçkinlerin daha da güçlenmesine sebep olmuştur.

Salih, daha öncesinde Kuzey’de muhalefeti nötralize etmek için kullandığı kültür politikalarını hızla Güney’de tatbik etmeye başlamıştır. Temelde Salih’in yaklaşımı, Yemenli bedevileri kontrol etmek amacıyla kabilelerdeki gerici unsurları güçlendirme meselesine özel önem vererek, zayıf bir devlet dâhilinde muhtelif seçkinler arasında arabuluculuk yapmak üzerine kuruludur.

Salih ve destekçileri, Yemen toplumundaki muhtelif ayrışmalar sebebiyle bu hamlelerin gerekli olduğu üzerinde dursalar da birçok güneyli onun asıl amacının ülkenin herhangi bir yerinde birilerinin gereğinden fazla güç elde etmesine ve sonrasında Sana’ya meydan okumasına mani olmak olduğunu anlamıştır.

Körfez’de Sünni Vehhabilere özgü dinî retoriğin popülarite kazanmasının sebebi, kısmen bu yaklaşımdır. Dinî öğretinin yeniden doğuşu ve Körfez’deki krallara bağlı gerici seçkinlerce yayılması, sonrasında bölgede solcu düşüncenin etkisiz kılınmasına katkı sunmuştur.

Dinî gerici siyasetin zemin bulmaya başladığı Yemen gibi ülkelerde bu gelişmeler daha da şiddetli sonuçlar doğurmuştur. Huzursuzluğu takip eden yıllarda her ne kadar Yemenliler Arap Yarımadası El-Kaide’si ve IŞİD gibi gruplara hâlâ karşı çıkıyor olsa da yeni dinî militarizm formları ortaya çıkmıştır.

Bu, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’daki gözlemciler için önemli bir husustur, zira bu gözlemciler, hâlâ Yemen’deki geri kalmışlığa ve ülkede birçok İslamcı militanın gördüğü kabule odaklanmaktadırlar.

Ülkedeki mevcut toplumsal bozuklukların sebebi Yemen toplumunun doğasından kaynaklı sorunlar değildir. Bu bozuklukların ana kaynağı, Salih ve müttefikleridir. Onlar, bir dönem ülkeye hâkim olan ve Salih’in iktidara gelmesini önceleyen yirmi-otuz yıl içerisinde tüm Yarımada’ya yayılma yönünde gibi bir tehdidi içeren dirilişçi siyaseti ezmek istemişlerdir. Salih’in hegemonyası Yemen toplumunda zorla ezilmiş olan ideolojiler ve platformlar için gerekli zemin teşkil edilmeden aşılamaz.

İlginç olan şu ki bu baskıya yönelik tepkiler, bugün birbiriyle savaşan muhtelif grupların ortaya çıkmasını koşullamıştır. Husiler, Mümin Gençlik adı verilen kültürel dirilişçi bir örgüt olarak ortaya çıkmış, Zeydi Şiiliğine mensup hareket toplumdaki Sünni köktenci niteliğe karşı bir tepki olarak şekillenmiştir.

Yemen Arap Cumhuriyeti’nin kurulması ile aşılmış zannedilen Şii kimliği, kuzeydeki kabileleri kucaklamış, sosyo-kültürel iklim bunun için gerekli zemini teşkil etmiştir. Ayrıca Güney’de bugün mevcut olmayan Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yeniden kurulması ile ilişkili bir milliyetçilik gelişmeye başlamış, bu milliyetçilik, güneydeki kadınlar için muazzam sonuçlar doğuracak biçimde seküler ve kültürel bir politika biçimi kazanmıştır.

Bu mevcut eğilim, tüm yönleri ile Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yeniden kurulmasına dönük istekle karıştırılmamalıdır. Ülkede Güney Yemen’in acımasız biçimde zalim olduğuna dair az çok belirgin bir ittifak söz konusudur. Aksine 1994’ten bugüne milliyetçilik, toplumdaki muhtelif şikâyetlerin ana dillendirilme biçimi olagelmiş, bu şikâyetler, esas olarak kuzeyin Salih eliyle kontrolünün bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.

Söz konusu edilen yeni ideolojik eğilimler, ülke dâhilinde “Güney Hareketi” olarak bilinen Hirak içinde birleşen, Güney genelinde yayılan, emekli aylıkları için mücadele eden emekli subayların isyan ettiği 2007 yılı dâhilinde somutlaşmıştır.

Hirak’ın yerelde kurduğu komiteler farklı konumlara sahiptirler. Bir kısmı doğrudan bağımsızlık talep etmekte, bir kısmı özerkliği savunmakta, bir kısmı da daha geniş bir devlet dâhilinde federalizmi uygun bulmaktadır. Ancak bu komiteler, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne dönük sahip oldukları nostalji dâhilinde bir araya gelmektedirler.

Halk Cumhuriyeti otoriteryanizmine karşın yeniden dağıtımı becerebilmiş, devlet korumasını gerçekleştirmiş, daha da önemlisi çöküşü ile birlikte ortadan kalkan belirli bir ekonomik istikrarı sürdürebilmiştir. Ülkenin varlığı, aynı zamanda Arap Yarımadası’nda hâkim olan otoriteryan ve monarşik kapitalizme karşı ciddi alternatifler geliştirilebileceğine dair bir umudu sağlamıştır.

Bölge genelinde büyük güçlerin Hirak ve ülkedeki birçok demokratik hareketten korkmasına neden olan da işte bu umuttur. Haberlerde dinî militanların adı daha çok duyulmaktadır, dolayısıyla onlar stratejik kanaatlere daha çok dâhil edilmektedir. Bunun kısmi sebebi, bu insanların ülkedeki demokratik siyasetin potansiyel gücünü marjinalize etmede faydalı olmasıdır.

Arap Baharı, Yemen toplumunun yeni koşullara karşı verdiği tepki dâhilinde geçmişte zorla bastırılmış ideolojilerin ve politik hareketlerin dirilmeye başladığı bir momenttir. Hirak gibi genç hareketler için önemli sonuçlar doğurmakla birlikte, sömürgecilik sonrası dönemin başından beri titizlikle Yemen toplumunun dışına itilmiş olan devrimci imkânlar yeniden, gür bir sesle açığa çıkmış gibidir.

ABD ve Suudilerin attığı bombaların Yemen toplumunu sadece parçaladığına ve bu yeni imkânları cihadî güçlerin güçlendirilmesi üzerinden bastırdığına dair eleştiriler meselenin özünü kaçırmaktadırlar. Böylesi bir sonucun doğması, Suudi Kralı Selman çıkarınadır. Hirak gibi hareketler, bilhassa Güney’deki Yemenlilerin kültürel hafızası üzerine kurulu yapılardır. Bunlar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin kendi sınırlarında gerçekleşmesine tanık olmayı asla istemedikleri gerçek manada demokratik bir politika için mücadele etmektedirler.

Dayatılmış olan bir savaşla mümkün kılınmış, sivil toplumun muhtelif liderlerini, Hirak’ı, kabile üyesi devrimcileri ve Husileri içeren, Ulusal Diyalog Konferansı ile meşgul olanlardan ayrı duran güçlerin sadakatle kurdukları bağlar Suudi Arabistan ve benzeri ülkeler için daha makbuldür. Bunun tek alternatifi ise Körfez İşbirliği Konseyi’ne devrim ihraç eden başka bir Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti olabilir.

Yemen karaborsasındaki İngiliz yarı otomatik tüfekleri biz doğmadan önce yaşanmış bir savaşın hatırası olsalar da ve bu silâh teknolojisi artık çok farklılaşmışsa da süreç içerisinde kimi dinamikler hiç değişmemiştir. Kırk sekiz yıl önce olduğu gibi bugün de kimse komşularını geride bırakan ve hatta onları etkileyen bir Yemen demokrasisini kendi hayrına görmemektedir. Bundan sonra kafamızı kurcalayacak olan soru ise Hirak gibi hareketlerin Suudi Arabistan ve ABD gibi büyük güçlerin arzularına karşı kendi hedeflerini nasıl muhafaza edecekleri olacaktır.

Yemen tarihinde tüm talihsizliği ile varolan bu eğilim, ileride de çatışmaların yaşanacağını ortaya koymaktadır. Uzun soluklu bir savaşın sahadaki güçleri nasıl şekillendireceği ise meçhuldür. İlerici alternatiflerin tanımlanması, hâlâ güç bir iş olarak varlığını sürdürmektedir.

Bilal Zenab Ahmed
27 Ağustos 2015
Kaynak

0 Yorum: