25 Ocak 2016

,

Türkiye'nin İsrail Yönelimi


Çok iyi bilindiği üzere, Türk liderlerinin bölgede uyguladığı ve “komşularla sıfır sorun” olarak bilinen fiilî dış politikası tümüyle başarısız oldu, esasında “komşularla sıfır ilişki” konumuna geldi. Türk füzelerinin Rus askerî uçağını düşürmesinden sonra Rus-Türk ilişkilerinin bozulması, Türkiye’nin sınırları dâhilinde politik manada tecrit olma sürecini nihayete erdirdi. Bugün ülkeye sınırı bulunan neredeyse tüm devletler, Türkiye’nin ya düşmanı ya da rakibi (Suriye, Irak, İran, Yunanistan, Kıbrıs, Ermenistan). Tek istisna, Irak Federasyonu’na ait bir yapı olarak Irak Kürdistan’ı ile Türkiye arasındaki iyi komşuluk ve karşılıklı fayda üzerine kurulu ilişkiler. Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkiler de önemli ölçüde bozuldu, hatta merkezdeki yetkililerin izni olmaksızın Ninova kentine ağır silâhlar ve zırhlı araçlara sahip askerî birlikleri getirmek suretiyle Türk yetkililerin ülkenin egemenliğini ihlal etmesi sonrası ilişkiler daha da kötüleşti. Ankara, Bağdat’taki İran yanlısı Şii hükümetinden memnuniyetsiz olduğunu açıkça ortaya koydu. Bu hükümetin Suriye’deki Esad rejimine verdiği destek, meseleleri daha da içinden çıkılmaz bir hâle soktu.

Genel manada Ankara’nın Suriye ve Irak’ın içişlerine gizlice gerçekleştirdiği müdahale, Türkiye toprağı üzerinden bu ülkelere yabancı cihadcıların geçişi, Türk devletinin ve iş dünyasının IŞİD, Nusret Cephesi ve bölgedeki diğer İslamcı isyan grupları ile petrol, silâh, antik eserler ile ilgili olarak kurduğu işbirliği ve Türkiye ile Suriye’deki Kürdlere yönelik yeni başlayan askerî saldırılar hep birlikte hem dünya toplumunun ekseriyeti hem de geleneksel müttefikleri ABD ve NATO devletlerince eleştiriliyor. Avrupa Birliği Türk devletinin mültecilerin ve yasadışı göçmenlerin Ortadoğu ülkelerinden Avrupa’ya geçişini durdurmama konusunda gösterdiği isteksizliğine veya beceriksizliğine dair hoşnutsuzluğunu dile getirdi. Türkiye’nin bölgede ve uluslararası arenada giderek yalnızlaşmasına bir de ekonomideki kötüleşme eşlik ediyor.

Tüm bu hususlar, Ankara’yı bölgede ve dünyada yeni ve geçici müttefikler ve ortaklar aramaya itiyor. Bunlardan biri de İsrail. Türkiye, İsrail devletini tanıyan İlk Müslüman devlet. Bu ülkeyle diplomatik ilişkilerini Kasım 1949’da kurdu. Bugüne dek Türkiye, Yahudilerin diğer etnik gruplarla eşit temelde politik, insanî, ekonomik ve kültürel haklara sahip olduğu tek Müslüman devlet. Ayrıca Türkiye Yahudileri, esas olarak ülkenin müreffeh orta sınıf kesiminin birer parçası. Birbirleri arasındaki ilişkideki pragmatizm, iki ülkenin uzun süredir çift taraflı bir işbirliğinin sürmesini sağladı. Bu ilişki, bilhassa ekonomi, turizm, ordu ve teknik konular bağlamında kuruldu. Emniyet teşkilatları arasında istihbarat paylaşımına bile tanık olundu. 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi yıllık 3,5 milyar dolara ulaştı. İsrail, Türk piyasasına ihracat yapan ülkeler sıralamasında on yedinci sırada. Türkiye ise İsrail’in altıncı en büyük ticaret ortağı.

Ancak Türkiye’de iktidara gelen İslamîleşme sürecinin destekçileri, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi, İslam dünyasında daha fazla itibar temin etmeye çalıştı ve İsrail ile ilgili düşmanca ifadeler kullanmaya başladı, zaman içerisinde Siyonist devletle mesafe alındı. Erdoğan, Hamas lideri Halid Meşal’i Ankara’ya kabul etti. İran’la yakınlaşma ihtimalinden bahsetti ve İsrail’in 2008-2009’da Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği “Dökme Kurşun” operasyonunu kınadı. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin kopmasının sebebi, Mavi Marmara gemisiydi. Gemi, 30-31 Mayıs 2010 gecesi Gazze ablukasını kırmayı amaçlayan “Özgürlük Filosu”nun bir parçasıydı. Altı gemiden oluşan filo, tarafsız sularda İsrail komandolarınca durduruldu. İsrail askerlerine direnen dokuz Türkiye vatandaşı çatışmalarda öldürüldü. 30’u yaralandı. Meclisteki bir oturumda iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesine, Türk büyükelçisinin çağrılmasına ve hava sahasının İsrail’e ait ticari olmayan uçaklara kapatılmasına karar verildi. Bir dizi ortak askerî proje donduruldu, tatil yerleri İsrailli turistlere kapatıldı.

Sonradan anlaşıldığı kadarıyla, Gazze ablukasının kırılması fikri tümüyle Türk istihbaratına aitti. Burada amaç, Filistinlilere insanî yardım götürmek değil, Erdoğan’a İslam dünyasında daha fazla itibar kazandırmaktı. O dönemde yeni Osmanlıcılık ideolojisi, dış politikanın temelini teşkil ediyordu. Ankara, askerî olmayan yöntemlere başvurarak, eski Osmanlı sınırlarında otorite tesis etmeye çalışıyordu. Erdoğan, ülke içinde milliyetçi ve İslamî gruplar arasında ve Müslüman Sünni (Selefi) dünyada lider olmak için İsrail karşıtlığı kartını büyük bir hünerle oynamayı bildi. Bu strateji, Ortadoğu’da geleneksel rejimleri silip süpüren Arap Baharı ile birleşti.

Ancak Esad’ın Alevî rejiminin 2015 sonunda yıkılacağına, Türkiye’nin İhvan’ı ülkede iktidara taşıyacağına, Suriye’de İran’ın konumunu alacağına, Irak ve Lübnan’daki konumunu güçlendireceğine dair beklentiler somutluk kazanamadı. İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak Batı ile yaptığı anlaşma ve sonuçta Tahran’a karşı uygulanan yaptırımların kaldırılması beklentisi, bu ülkenin askerî ve ekonomik potansiyelini, ayrıca bölgedeki nüfuzunu önemli oranda artırdı. Rus Hava Kuvvetleri’nin hükümet güçleri yanında Suriye’de askerî faaliyete katılması, Erdoğan’ın tüm planlarını suya düşürdü.

2016 arifesinde Erdoğan, Suudi Arabistan liderleriyle kurduğu ortaklığı güçlendirmek için Riyad’ı ziyaret etti. İki ülke arasında kurulan temasın ana başlıkları, Esad’a dönük ortak nefret, bölgede Şii toplumu ile İran’ın nüfuzunu her tür araçla sınırlama arzusu ve Washington ile kurulan ittifaktı. Aynı sebepler, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin yenilenmesi sürecini de izah etmektedir. Suudi Arabistan ziyareti esnasında Erdoğan’ın şu sözleri sarf etmesi asla tesadüf değil: “İsrail, Türkiye gibi bir müttefike ihtiyaç duyuyor. Kabul etmeliyiz ki bizim de İsrail’e ihtiyacımız var.”

Türkiye-İsrail arası işbirliğinin mevcut koşullar altında ABD himayesinde yeniden başlaması ve diplomatik ilişkilerin tekrar kurulması, birçok kesimi memnun ediyor. Aralık 2015’te Türk devleti, ikili ilişkileri normalleştirmek için İsviçre’de yürütülen müzakerelerde ön anlaşmaya varıldığını teyit etti. Anlaşmaya göre İsrail, İsrailli komandoların öldürdüğü insanlar için 20 milyon dolarlık tazminat ödeyecek, Türkiye de bu meselede İsrail aleyhine açtığı tüm davalarından vazgeçecek. Buna ek olarak, İsrail, Gazze ablukasını kaldıracak. Bu son madde, Erdoğan’ın destekçileri karşısında zevahiri kurtarmasını sağlayacak bir başlık. Esasında Gazze’nin deniz sınırında değişen bir şey olmayacak. Bu noktada İsrail’in diğer müttefiki Mısır’ın ablukanın kaldırılmasına kesin olarak karşı olduğunu hatırda tutmak gerek. Türk temsilcilerin iddiasına göre, İsrail’e Gazze’deki ablukanın kaldırılması için İsrail topraklarında Hamas faaliyetlerine mani olunacağı sözü verildi.

İran’ın Suriye ve bölgedeki konumunun güçlendiği, Lübnan’daki politik askerî örgüt Hizbullah’ın yeniden canlandığı koşullarda İsrail, Arap ve Müslüman dünyada yeni müttefikler ve ortaklar bulmayı çok istiyor. Kısa süre önce Kudüs, Suudi Arabistan’la bağlar ve temaslar kurdu. Perde arkasında yürütülen gizli diplomasi üzerinden yeni Mısır rejimiyle kurulmuş olan ilişkiler güçlendirildi. Türkiye, İsrail’in bölgesel güvenlik sisteminde diğer bir önemli bağ hâline gelebilir. Bugün Türkiye ve İsrail, ortak çıkar ve temas noktaları konusunda çatışma için gerekli olan zeminden çok daha fazla zemine sahip. Ayrıca, iki ülkenin işbirliği üzerinden elde ettiği karşılıklı ticarî ve ekonomik fayda, herkesin malumu. Türkiye, İsrail’in askerî sanayisine ait geliştirme programlarının ve İsrail gazının Türkiye’ye getirileceği sualtı boru hattının inşaatı ile Leviathan gaz deposunun gelişimiyle ilgili uzun vadeli projenin en önemli yatırımcısı. Türkiye medyasına göre Ankara’nın amacı, ileri teknolojiye dayalı gözlem ve gözetleme sistemlerini ve modern insansız cihazlarını satın almak, ayrıca, İsrail ile askerî işbirliği içine girmek.

Stanislav Ivanov
25 Ocak 2016
Kaynak

0 Yorum: