Yemen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yemen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

01 Nisan 2025

, ,

Özgür müyüz?



Selam, baldırı çıplak, yalın ayak, yoksul, onurlu, haysiyetli, devrimci ve yaşamı bir direniş olarak sürdüren Yemen halkına olsun.

Yemen ve devrimci halkı, yaptığı eylemlerle ve Filistin davasına verdiği destekle; direnişin somut bir örneğini, “Emperyalizme karşı nasıl mücadele edinilir?”, “Nasıl devrimci olunur?” sorusunun somut bir cevabını bize sunuyor, göz önüne seriyor.

Yerinde oturup atıp tutanlar, dünyaya ahkâm kesenler, bu şanlı mücadele içerisinde, bu direnişte neredeler acaba? Yoksa kendi koltuklarında oturup, karanlık odalarında, ahbaplarıyla dünyayı cennete(!) çevirmenin programlarını mı hazırlıyorlar? Bu olsa gerek, çünkü her işbirliği içerisindeki eylemlerinde dünyayı nasıl cennete çevirdiklerinin örneğini Irak’ta, Afganistan’da, Vietnam’da ve diğer coğrafyalar örneğinde görmüş olmamız lazım.

Tabii bu cennet coğrafyasında direnen halklar da var ve onlardan biri de hiç şüphesiz Yemen ve halkıdır. Çünkü onlar, Amerika’nın ve liderlik ettiği bloğun özgürlük(!) söylemlerine ve coğrafyaya götüreceği özgürlüğe(!) karşı kendi bildikleri, kendi tanımladıkları özgürlük savaşını veriyor, emperyalizme karşı ders niteliğinde eylemlerde bulunuyor ve bize, gücün sözü değil, sözün ve sadakatin gücünün aslolduğunu tekrardan hatırlatıyor, onlar direnişleriyle, sadakatleriyle, samimiyetleriyle, gözleri pek ve cesur oluşlarıyla, düşmana korku, mazlum halklara umut veriyorlar. Var olsunlar.

Özellikle Filistin direnişindeki destekleriyle, her türlü tehditlere karşı özgürlük yeminlerinden geri adım atmıyorlar.

Her gün özellikle her Cuma namazı çıkışı sokaklara dökülen milyonların ağzından aynı cümleler dökülüyor: “Amerika’ya ölüm, Filistin’e özgürlük”... Evet özgürlük, tüm mazlum halklara hürriyet, özgürlük... Peki bu coğrafyada, bu topraklarda (Türkiye), niye direnişe bu denli ses getiren destek yok, niye? Niye mi? Bizler özgür değiliz.

Bilinen bir gerçeği burada tekrar dile getirelim. Meşhur Rıdvan Hoca’yı biliriz. Maraşlı imamdır kendisi, Kurtuluş Savaşı sırasında Bir Cuma günü, Cuma namazı için camiye gelen cemaati, “buraya gelmeyin çünkü Cuma namazının ilk şartı hür/özgür olmaktır” diyerek namaz kıldırmayıp cemaati camiden çıkarmıştır. Neden mi çünkü toprakları içerisinde, bir kalesinde Fransız bayrağı olan halk özgür değildir. Rıdvan Hoca, “Cuma’nın ilk şartı da hür olmak olduğundan, Cuma size farz değildir ta ki Fransız bayrağını o kaleden söküp atana kadar” diyerek namazı kıldırmamıştır. İşte örneklik, işte ilke...

Peki gelelim şimdiye. En basitinden bu ülke NATO’nun bir üyesi midir? Evet, İncirlik Üssü bu topraklarda mıdır? Evet. Kürecik Üssü bu topraklarda mıdır? Evet. Diğer emperyal ilişkilerden bahsetme gereksinimi dahi yok, konjonktür ve şartlar, yeni dünya sistemi/düzeni böyle işliyor, tabii buna laf edilir mi ki? Niye düzenimize çomak sokalım. Peki şimdi şu soruyu soralım hocalarımıza: “Acaba bu topraklarda Cuma’nın hükmü nedir? Özgür müyüz?”

Çok söze gerek yok.

Selam direnişçilere olsun, zafer onların olsun.

Serhat Altın
1 Nisan 2025

12 Şubat 2024

, , ,

Yemenli Komünistlerle Röportaj



Antiemperyalist Ağ

11 Şubat 2024


Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti ve Marksizm-Leninizm Yemen’de geride nasıl bir miras bıraktı?

Güney Arabistan federasyonunu kurduktan sonra İngilizler, hem halktan hem de sultanlarla şeyhlerden kaynaklanan güçlü bir muhalefetle yüzleşti. Bu süreçte Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) Radfan’da önemli mevziler elde etti, öte yandan, İşgal Altındaki Güney Yemen’in Kurtuluş Cephesi (İAGYKC) Aden’de eyleme geçti. Nihayetinde İngilizler çekilince iki grup, zaman içerisinde Lahj’daki Abdali Sultanlığı’nı, Yafei’deki Kuayti Sultanlığı’nı ve Hazramaut’taki Katiri Sultanlığı’nı ortadan kaldırdı. Bunun sonucunda 1967’de Güney Yemen devleti, Kahtan Şaabi liderliğinde kuruldu.

Sonrasında ağırlıklı olarak Marksist ideolojinin etkisi altında olan UKC, hükümetin kontrolünü ele geçirdi ve Yemen Sosyalist Partisi’ni kurdu. Bu parti, kabile konfederasyonlarından ve yobazlardan geriye kalan kalıntıların ortadan kaldırılması konusunda önemli aşamalar kaydetti. Bu türden çabaların neticesinde Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti doğdu. 1994’teki iç savaşın ardından (14 Ekim 1963’te gerçekleşen) Ekim Devrimi’nden ve Yemen Sosyalist Partisi’nden geriye hiçbir şey kalmamıştı. İç savaş sürecinde parti, Suudilerin desteğiyle Kuzey Yemen’in başına geçirilen diktatör Ali Abdullah Salih eliyle tasfiye edildi. Tüm mal varlıkları yağmalandı, ortaya koyduğu tüm eserler tahrip edildi. Bugünse Yemen Sosyalist Partisi iki parça: bir tarafı, ağırlıklı olarak demokratik sosyalistlerce temsil ediliyor ve bugün Suudilerin başı çektiği koalisyona bağlı. Diğer tarafı ise Ensarullah’ın yürüttüğü antiemperyalist politikalara destek sunuyor.

Sana kentine ABD ve İngiliz ordularının düzenledikleri ilk hava saldırılarının ardından halkın önemli bir bölümü, Ensarullah’ın bölgede ABD emperyalizmine karşı yürüttüğü harekâta destek sundu, bunun yanında, Filistin davasıyla dayanışma içerisinde olduğunu dile getirdi. Bir dizi kabile lideri, milleti ve onun antiemperyalizm bağlamında üstlendiği görevi korumak adına silahlanmak konusunda irade ortaya koydu, birçok bölgede kitlesel eylemler gerçekleştirdi.

Bizim davamızı savunma konusunda en etkili yaklaşımı, kitleleri sokağa döküp, Batı hükümetlerine karşı yükselttiğimiz seslerin daha gür çıkmasını sağlayarak, ayrıca, bu hükümetlerin üzerine bina edildikleri demokratik sistemlerdeki kusurları ifşa ederek koyabiliriz.

Siyonist teşekkülle savaşa müdahil olan Yemen arasında son dönemde yaşanan çatışma konusunda görüşleriniz nelerdir?

Tarih boyunca Arap coğrafyasındaki muhtelif milliyetçi hareketlerin asli hedefi, Batı emperyalizmine karşı koymak veya onu ortadan kaldırmak, böylece, egemenliği korumak olmuştur. İsrail’in varlığı, Arap coğrafyasındaki milliyetçi hareketlerin zayıflatılmasına bağlıdır. Arap ülkelerinde Batı’nın nüfuzunu artırması için gerekli yolu tam da bu zayıflatma pratiği açmaktadır. Neticede İsrail, sömürgeci projesini başarıyla uygulayabilmek için Batı’dan askeri, diplomatik ve politik destek görmektedir. Sonuç olarak Filistin davası, tarihte gerçekleşmiş Yemen devrimleri ve son devrimler de dâhil, Arap coğrafyasındaki milliyetçi hareketlerle iç içe geçmiş niteliğini hâlen daha muhafaza etmektedir.

Sekiz yıllık süreçte Yemen, ABD’nin başını çektiği, ona tabi devletlerden oluşan koalisyonla mücadele etmek zorunda kaldı. Yemen halkı, Ensarullah hareketinin uzun süredir yürüttüğü mücadeleyi büyük ölçüde benimsiyor, zira hareket, o halkın şikâyetlerini dile getiriyor, devam eden soykırım karşısında Filistinlilerle dayanışma içinde hareket ediyor. Dahası, ABD’ye kafa tutma iradesi, onların bölgedeki denizlerin korunması ve egemenliğin tesisi konusunda kararlı olduklarını ortaya koyuyor, bu anlamda, hareket, kendisini önceleyen ilerici Yemen devrimiyle yan yana geliyor.

Bugün Ortadoğu’da emperyalizm karşısında tesis edilmiş olan güçler dengesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İran’ın desteğini arkasına almış olan Direniş Ekseni, hiç şüphe yok ki, bölgede emperyalizme karşı koyan asli güç. Bu koalisyon, ağırlıklı olarak devlet dışı ve yarı devletleşmiş Şii hareketlerini, bunun yanında, Filistin’deki FHKC gibi seküler örgütleri bir araya getiriyor. Bu güçler, Suriye, Lübnan, Irak, Filistin ve Yemen’de mücadele yürütüyorlar.

Ensarullah, talepleri yerine getirilene dek gemileri durdurma politikası konusunda ısrarcı olacağını net bir dille ifade ediyor. Bunun dışında, hareket, ABD’nin savaşı tırmandıracak her hamlesine karşılık vereceği taahhüdünde bulunuyor. Yemen silâhlı kuvvetleri, Eilat limanına gidecek gemileri veya İsrail’le bağlantılı her türden gemiyi durduracağını açıktan ifade ediyor. Bugün bu gemilerin telsiz iletişimi yoluyla Yemen donanmasına varış noktalarını bildirmeleri gerekiyor. Donanmanın telsiz yoluyla ikazda bulunduğu geminin yoluna devam etmesi durumunda gemisavar balistik füzeler devreye sokuluyor, böylece maddi zarar ve insan zaiyatı en aza indirilmeye çalışılıyor.

Bugüne dek Yemen’in farklı bölgelerine sayısız hava saldırısı gerçekleştiren ABD, kendilerinin askeri hedefleri vurduklarını iddia ediyor. Oysa ABD, bir yandan da denize sınırı olmayan bir bölge olmasına rağmen “Zamar Limanı”nda Yemen sürat teknelerini vurduğuna dair bir açıklama yayınlıyor. Biden yönetimi, mevcut duruma kendince cevap üretmek adına, bir dizi diplomatik tedbire başvurdu. Bu tedbirler, Ensarullah hareketini terörist örgüt kategorisine sokmak, BM Dünya Gıda Programı’ndan gelen paraları azaltmak ve Husiler”e vize vermemek gibi adımları içeriyor.

Bugün Yemen’de hayat nasıl devam ediyor?

Hâlihazırda Ensarullah tarafından yönetilen Kuzey bölgelerinde refah düzeyi, Güney’deki bölgelere kıyasla daha yüksek. Güney’deki bölgeler, hem Suudilerin desteğini arkasına almış, uluslararası planda tanınan bir hükümetin hem de Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteklediği ayrılıkçı hükümetin idaresi altında. Bu bölgelerin ekonomi sahasında performansını değerlendirmek ve kıyaslamak için iki bölgenin paraları analize tabi tutulabilir. Aden’deki (Güney Yemen’deki) hükümet ve Sana’daki (Kuzey Yemen’deki) hükümet kendi paralarını bastı. Aden’de bir dolar 1.600 Yemen Riyali iken, Sana’da bir dolar 537 Yemen Riyali. Üç gün önce Aden’deki döviz büroları fiyat artışlarını protesto etmek adına greve gittiler.[*]

Ne var ki her iki bölgede de işsizlik düzeyi epey yüksek. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın hesaplamasına göre ülkede yoksulluk oranı yaklaşık yüzde 48,5. Ayrıca elektrik kesintileri sık sık yaşanan bir durum. Bunun sonucunda halk, enerji ihtiyacını gidermek için güneş panellerini, elektrik jeneratörlerini ve bataryaları kullanmak zorunda kalıyor. Ümitsizliğe kapılan kimi insanlar, iş bulmak adına, yasa dışı yollardan Suudi sınırını geçiyor, bu da acı sonuçlar doğuruyor. Suudilerin sınır devrilerince katledilen yasa dışı göçmenler arasında salgınlar görüldüğüne dair çok sayıda haber çıkıyor. En üzücü haberlerden biri de Suudi sınırında yüzlerce Etiyopyalı göçmenin cesedinin ortaya çıktığına dair haberdi. Aynı haberde, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüştüğü, hayatta kalmayı başarmış olan insanların tanıklıkları aktarılıyor. Bugün hâlâ sınır boyunca çok sayıda göçmenin cesetlerine ait iskelet kalıntılarına rastlanıyor.

Dünyanın kuzeyindeki antiemperyalistler bugün neler yapabilir?

Bugün Filistin halkının birliğinin güçlendirilmesine ve haklarını savunmak için kendisini temsil ve ifade etme imkânına kavuşmaya ihtiyaç var. İmparatorluğun zulüm üzerine kurulu dış politikasına karşı konulmalı, zira bu politika, Gazze’deki soykırımın sürgit devam etmesine, bölgede devasa yıkımın yaşanmasına neden oluyor.

Kaynak

[*] Aden’deki döviz büroları ülkenin para birimindeki çöküşü protesto etmek adına 1 Şubat 2024 günü greve gitti. Son birkaç saat içerisinde çok sayıda döviz bürosu Abu Dabi milislerinin kontrolünde olan Aden şehrinde paradaki çöküşü eleştirmek adına büyük bir grev gerçekleştirdi. Bu grev, bu milislerin kontrolündeki alanlarda bir doların değerinin arttığı dönemde yaşandı.

06 Şubat 2024

, ,

Boyun Eğmeyen Bir Halk: Yemen


2015’te Batı’da birçok insanın hakkında pek fazla bilgiye sahip olmadığı Yemen, Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ittifakın tehdidi altında olan egemenliğini savunmak için savaş başlattı. Yemen halkı, bağımsızlığını korumak için yaklaşık 400.000 evladını kaybetti. Birçok insan, Batı Asya’daki bu en yoksul ülkenin nasıl direndiğini, gezegenin en zengin ülkeleri listesinde yer alan kimi ülkelerin oluşturduğu koalisyonu nasıl yendiğini merak edip durdu.

Çatışma süreci yaklaşık on yıldır sürüyor, buna karşın, son dönemde silâhlar genel manada sustu. Durum gergin, ara ara çatışmalar yaşanıyor, ama son aylar içerisinde askeri eylemlerin sayısı iyice düştü. Ortada artık savaş yok ama barış da yok. Çin’in arabuluculuk yaptığı süreçte İran’la Suudi Arabistan uzlaştı, böylece Batı Asya ile Kuzey Afrika’daki bir dizi çatışma sürecinin aşılmasını sağlayacak zemin teşkil edildi. Görünüşe göre, bu çatışma süreçlerinin son bulacağı yerlerden biri de Yemen.

Bugün İsrail’in Gazze’yi işgal etmesi ardından, Lübnan Hizbullahı ve Arap-Müslüman coğrafyasındaki diğer devrimci güçlerle birlikte hareket eden Yemen, Filistin’le dayanışma eylemlerinde aktif bir rol üstendi. Yemen, kendi topraklarıyla sınırlı olmayan, bölgeyi ve dünyayı etkileyecek kararlar almak suretiyle, herkesi bir kez daha şaşırttı. Dünya, bir kez daha, Yemen’in bunun nasıl yapabildiği sorusunu sordu.

Burada ben, okurlara Yemen’e, tarihsel mücadelesine dair bilgiler aktaracağım, halkının kahramanlığından söz edeceğim, böylece, Yemen’in Filistin’in haklı mücadelesine elindeki her türden kaynakla destekleme kararının kapsamının ve ulaştığı boyutun anlaşılmasına katkıda bulunmaya çalışacağım.

Yemen Cumhuriyeti, Asya’yı, Doğu Afrika’yı ve Akdeniz’i birbirine bağlayan ticaret yollarının geçtiği bir bölgede bulunuyor. Bu açıdan, oldukça stratejik bir konumda. Umman Denizi’ne sahili bulunan, Kızıl Deniz’in girişine konuşlanmış bu ülke, Babülmendep Boğazı’nı kontrol ediyor. Bu anlamda, özellikle bölgede petrol ve doğal gazın keşfedildiği, Doğu Asya’nın muazzam bir ekonomik büyümeye ve gelişime tanık olduğu yirminci yüzyıldan beri dünya üzerinde en önemli konumlardan birine sahip. Yemen, bu süreçte dünya ticaretinin önemli bir kısmının zorunlu olarak aktığı geçitlerden biri hâline geldi.

Kutsal kitaplarda bahsi edilen Şiba krallığı döneminde bölgedeki şehirler birleştirildi. Bugün Yemen olarak bilinen bölgedeki halkların kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi, Roma İmparatorluğu ile tanıştıkları milattan sonra birinci yüzyıl gibi erken bir tarihte başladı. O kudretli bilinen Roma, bölgeye hâkim olma girişimi dâhilinde, mağlup edildi.

Arabistan Yarımadası’nın diğer kısmından farklı olarak Yemen, bugün tüketim ve ticaret konusunda önemli kapılar açan müthiş bir bitki örtüsüne sahip. Bu büyük zenginliği sebebiyle, vaktiyle Grek matematikçi Ptolemi, Yemen’i “Mutlu Arabistan” olarak adlandırmış.

Tarihsel süreçte Yemenliler, altıncı yüzyılda Etiyopyalıların müdahalesine dek, Yahudilikten gelmeleri sebebiyle, Hristiyan halka zulmeden Himyerîlerle mücadele etmek zorunda kaldı. İslam, bölgeye yedinci yüzyılda geldi ve insanlığa önemli katkılar sunan farklı bilgi biçimlerini mezcetmek suretiyle yeni bir kültür meydana getirdi.

Ancak yüzlerce yıl boyunca Yemen, İslam’ın zeminini teşkil ettiği o kültürel ve ekonomik gelişimden pek istifade edemedi. Bugün Yemen olarak bildiğimiz topraklar, on beşinci yüzyılda stratejik bir değere kavuştu. Ticari faaliyet alanlarını genişletme çabası dâhilinde Avrupalılar, birçok yere hâkim olmaya başladılar. Bölgeye ilk gelen Avrupalı halk, Portekizlilerdi. Portekizliler sahil şeridini kontrol altına aldılar, böylece Asya’dan getirdikleri baharatları Kızıl Deniz üzerinden Avrupa’ya götürme imkânı buldular.

On altıncı yüzyılda Osmanlı, Kızıl Deniz sahilinin belirli kısımlarını ele geçirdi. İç kesimler ve güney sahili, başında bir imamın bulunduğu bağımsız bir devlete aitti. Kısa bir süre sonra bölgeye İngilizler geldi. İngilizler, Doğu Hindistan Şirketi’nin bir şubesini Kızıl Deniz üzerindeki Moka limanına açtılar.

On dokuzuncu yüzyılda İngilizler, ülkenin güneybatı kısmını işgal etmek suretiyle, bölgedeki varlık alanlarını genişlettiler. 1839’da bölgenin en önemli limanı olan Aden’e yerleştiler. 1872’de Türkler, bölgede önemli bir güce sahip olan bir imamı başa geçirdiler, böylelikle iç kesimlere hâkim oldular. Bu ayrışma sebebiyle Yemen ikiye bölündü.

1870’lerde Süveyş Kanalı’nın açılması ve Türklerin Kuzey Yemen üzerindeki hâkimiyetlerinin pekişmesiyle birlikte Aden, Britanya’nın genel stratejisinde önemli hâle geldi. Neticede Aden, hem Kızıl Deniz hem de yeni açılan kanal açısından en önemli noktaydı.

Yirminci yüzyılın başında Türkiye ve İngiltere sınırları çizdi. Böylelikle, Türkiye’nin kontrolündeki bölgeye “Kuzey Yemen”, İngilizlerin elindeki bölgeye “Güney Yemen” denildi. 1934’te Britanya, Umman sınırına dek uzanan güney kısmının tamamını kontrol altına aldı.

Birinci Dünya Savaşı’nda baştaki İmam, Osmanlı’dan yana oldu, savaşın sonunda Türkler yenilene dek onlara sadık kaldı. Neticede Kasım 1918’de ülkesi bağımsızlığını ilân etti. Ancak Britanya, ülkenin bağımsızlığını tanısa da Aden’e manda, 1937’de de koloni statüsü verdi. Bunun üzerine Yemenliler, bir kez daha silâha sarılmak zorunda kaldılar. 1940 yılında “Özgür Yemen” denilen milliyetçi hareket sahneye çıktı ve ülkeyi İngilizlerle müttefik olan İmam ailesinden kurtarmak için mücadele etmeye başladı.

Mücadele, güneyde ve kuzeyde farklı yollardan ilerledi. 1962’de ülkenin kuzeyinde Yemen Arap Cumhuriyeti kurulurken, güneyde 1963’te kurulmuş olan Ulusal Kurtuluş Cephesi 1967 yılında Aden’i ele geçirip bağımsızlık ilân etti, ardından da sosyalist devrimi gerçekleştirdi.

1969 yılında ülkedeki tüm İngiliz üslerini kapatan ve Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti ismini alan Güney Yemen, bankaları, yabancı ticareti ve gemicilik sektörünü kontrol altına aldı, bir yandan da toprak reformunu gerçekleştirdi. Dış politikada yeni iktidar Sovyetler’le müttefik oldu. Ayrıca Filistin halkına destek verdi ve Siyonizm karşıtı mücadelenin parçası oldu.

Ekim 1978’de önemli bir halk desteğini arkasına alan kongresinde Ulusal Kurtuluş Cephesi, Yemen Sosyalist Partisi’ni kurdu. Aralık ayında yapılan seçimlerde Halkın Devrimci Konseyi’nin 111 üyesi belirlendi.

İlk yıllarından itibaren Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti, Suudi Arabistan’ın düşmanca tavırlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Ülkeye ait toprakları ele geçirmek için uğraşan Suudilerin asıl derdi, petrol bulunan bölgelere sahip olmaktı. ABD askerinin Suudi Arabistan’daki varlığının daha fazla hissedilmesiyle birlikte gerilimler daha da yoğunlaştı.

Kuzeyde ise ülkedeki tüm ilerici güçleri bir araya getiren Ulusal Demokratik Cephe, 1978’de iktidara gelmiş olan Ali Abdullah Salih’e karşı silâhlı mücadele yürütmekteydi. Cephe’nin iktidarın eşiğine geldiğini gören Suudiler, sürece müdahale ettiler ve çatışma sürecinin Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti’ne yönelik savaşa doğru evrilmesini sağladılar. Arap ülkelerinin arabuluculuğuyla ateşkes imzalandı ve bir anlaşmaya varıldı. Anlaşma uyarınca 1972’de askıya alınmış olan yeniden birleşme müzakereleri tekrar başlatıldı.

22 Mayıs 1990’da iki cumhuriyet birleşerek Yemen Cumhuriyeti’ni meydana getirdi. Eskiden Yemen Arap Cumhuriyeti’nin başkenti olan San’a siyasi, eskiden Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti’nin başkenti olan Aden’se ekonomik başkent ilân edildi. Aden’de iki devletin meclislerinin düzenlediği ortak oturumda General Ali Abdullah Salih’in başkanlığında toplanan Başkanlık Konseyi seçildi. Suudiler, Yemen’in birleşmesini hoş karşılamadılar. Süreç içerisinde ülkeyi bölme siyasetine destek sundular. Mayıs 1994’te ayrılıkçılar, ülkenin güneyinde Yemen cumhuriyeti kurulduğunu ilân etseler de hükümete bağlı güçlerce mağlup edildiler.

Haziran-Ağustos 2004 arası dönemde Şiiliğin Zeydilik koluna bağlı olan bir hareket açığa çıktı. Hareketin lideri, Hüseyin Husi ismindeki bir din âlimiydi. Aynı yılın Eylül ayında yaşanan bir çatışmada Hüseyin Husi’nin ölmesi üzerine hareket, Husi ismini aldı. “Ensarullah” olarak da bilinen hareket, ülkede küçük bir azınlıktan destek görüyor olmasına rağmen, tarihi sekizinci yüzyılın ortalarına dek uzanan bir hareketti.

Zeydilik, üyeleri iyi eğitimli olan, Müslüman ahlakının savunulması ve adalet mücadelesiyle tanımlı bir hareket. 1962’de güçlerini kaybettikten sonra marjinalleştirilmiş olan bu hareketin ideolojisi, sonrasında Husilerin zemin bulacağı toplumsal kesimlerin fikriyatının oluşmasını sağladı.

Husiler, Ali Abdullah Salih’in Batı ve Suudi yanlısı hükümetine karşı uzun süre mücadele ettiler. Bu kanlı mücadelede 2006-2008 arası dönemde kuzeydeki topraklarını savunmak adına ele beş kez silâh aldılar. Zamanla kendilerine destek veren kitleyi ve kontrol altında tuttukları alanı genişlettiler. 2009’da Husileri durdurmak için didinip duran Salih, Suudi Arabistan’dan destek istedi.

Husilere göre, aşırı muhafazakâr Vehhabi ideolojisine yaslanan Suudiler ülkenin içişlerine müdahale ediyordu. Onların varlığı ve bu müdahaleleri, en genelde ülkenin egemenliği özelde de ilgili azınlığın varlığı için bir tehditti. Suudilerden destek istenmesiyle birlikte mücadele, içte süren bir mücadele iken dış müdahaleye karşı çatışma sürecine evrildi.

Başta lideri olmak üzere ağır kayıplar vermiş olmasına karşın Husi savaşçıları, zamanla güçlendiler. 2011 yılından itibaren liderin küçük kardeşi Abdülmelik’in başa geçmesiyle birlikte düşmana ağır kayıplar vermeye başladı. Bu süreçte geliştirilen antiemperyalist ve antisiyonist söyleme, Suudi Arabistan’ı bölgedeki ABD ve İsrail planlarının uygulanması sürecinin önemli bir bileşeni olarak gören yaklaşım eşlik etti.

Yanlış bir tabirle “Arap Baharı” olarak anılan süreç, Husilerin Salih’in başında olduğu baskıcı hükümete karşı mücadelelerinde destek bulmasında önemli bir rol oynadı. Arap dünyasının önemli bir kısmını sarsan deprem sonrası Yemenliler, diğer komşu ülkelere kıyasla daha iyi örgütlendiler. Göstericilerin ulaştığı güç karşısında Salih, ülkeden kaçıp Suudi Arabistan’a sığındı. Yerini cumhurbaşkanı yardımcısı Abdurrabu Mansur Hadi aldı. Hadi, Salih karşıtı ekiplerle “hiçbir şeyi değiştirmeden her şeyi değiştirmek” konusunda anlaşma sağlamak, ama bir biçimde Husi hareketini anlaşmanın dışında tutmak suretiyle ülkede düzeni sağlamaya çalıştı.

2014 sonunda Husiler başkente saldırma kararı aldılar. Bu bağlamda iktidarı yeniden alma gayreti içine giren Salih, Hadi’ye karşı koymak için Husilerle ittifak yaptı. Hadi’nin barış anlaşmasına destek sunmayan Husiler, başkenti almak için en büyük düşmanlarıyla ittifak yapmak zorunda kaldılar. Salih’e bağlı olan Cumhuriyet Muhafızları, Husilerin San’a’ya girmelerini sağladı. Hadi Riyad’a kaçtı. Yalnız bu süreçte Husilerin başkente girmelerine izin verilmedi. Hadi ise Suudi Arabistan’ın başkentinden, Vehhabi krallığının kuklası olarak hareket eden ve henüz Ensarullah’ın kontrolünde olmayan bölgeleri “yönetmeye” başladı.

İktidarı ele geçirir geçirmez Husiler, ülkeyi yönetmesi için bir Devrimci Komite teşkil ettiler. Bir yandan da El Kaide’yle ve onu koruyan Suudilerle mücadele etmek zorunda kaldılar.

Husilerin anlaşmalara bağlı kalmayacağını gören, iktidarı yeniden ele geçirmesinin şart olduğunu düşünen Salih, Suudilerin desteğini arkasına alınca Husilere sırtını döndü. İhaneti gören Husiler, Salih’in sarayına saldırıp onu öldürdüler.

Riyad’da bulunan Hadi, Suudilerin Yemen’e müdahale etmesini istedi. Bu istek üzerine Suudi krallığı, 2015’te Kararlı Fırtına Operasyonu kapsamında, Sünni ülkelerden oluşan bir koalisyon meydana getirip Husilerin kontrolündeki bölgelere hava saldırıları düzenledi. Bu saldırılarda binlerce insan öldü.

Ülkenin kontrolünü sağlamaya yönelik nihai saldırı olarak görülen bu eylemin ardından, daha çok diplomatik sürece odaklanan “Yeni Ümit” isimli ikinci operasyon başlatıldı. Bu süreçte ülkenin ümidi çalındı. Zira müttefik devletlerin yürüttüğü kara, hava ve deniz harekâtları neticesinde ülke abluka altına alındı, uluslararası yardımlar ülkeye giremez oldu, Yemen böylelikle Siyonistlerin Gazze’de ABD’nin açık desteğiyle yürüttükleri son eylemlere dek, tarihin gördüğü en ağır insani kriziyle uğraşmak zorunda kaldı.

Bölgeyi iyi bilen, gerilla savaşı taktiklerine hâkim olan, kendi ifadeleriyle, “Vietnam’daki kurtuluş mücadelesinden ve Latin Amerika’daki direniş hareketlerinden ilham alan” Husiler, savaş konusunda gerekli olan disiplinden ve motivasyondan, ayrıca irade ve moralden yoksun olan işgalci orduya ağır darbeler indirdiler. Suudilerin öncülük ettiği ittifakın savaşma becerisini azaltan önemli faktörlerden birisi de özel şirketlerden kiralanan paralı askerler ve müttefik ülkelere bağlı askerlerin farklı birikimlere sahip olmasıydı.

Riyad bile saldırılardan nasibine düşeni aldı. Ensarullah, Suudi topraklarında bile dronlarla ve uzun menzilli füzelerle saldırılar düzenledi. İki ülke arasındaki sınırın epey uzağındaki kışlalar, petrol rafinerileri ve kritik önemdeki altyapı çalışmaları hedef alındı.

Emperyalist medya, Husilerin İran hükümetinin nüfuzu altında hareket ettiği fikrini zihinlere aşıladı. Oysa İran da Husiler de Lübnan’dan, Suriye’den, Bahreyn’den ve Filistin’den politik güçleri bir araya getiren, emperyalizm, sömürgecilik ve Siyonizm karşıtı direniş ekseninin parçası olduklarını inkâr etmiyorlardı. Ayrıca, İran’la Husiler arasında bir “tabiyet” ilişkisi olduğuna dair iddianın hiçbir temeli yok. Bunu anlamak için Yemen halkının mücadele tarihine bakmak kâfi.

Batı Asya’da İsrail’in artan saldırıları ve ABD’nin müdahaleci varlığı politik düzlemi kutuplaştırdı. İran’ın Suudi Arabistan’la arasındaki ayrışmayı ortadan kaldırmaya yönelik anlaşmaya imza atması yanında, Mısır, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı bir araya getiren diğer anlaşmalar Yemen’deki savaşın durmasını sağladı. Bu gelişme, emperyalist-Siyonist kutbun zayıfladığının, direnişin güçlendiğinin delili.

Bu bağlamda, Yemen ve Husi hareketi, tarih ve coğrafya düzleminde önemli bir rol oynuyor. Bu noktada Ensarullah’ın İran’la ilişkilerini hiç saklamadığını belirtmekte fayda var. Her iki gücün birlikteliğinin ortak zemini, Şiilik. Hareketin kurucusu da şimdi harekete liderlik eden kardeşi de Kum kentinde yaşamış, burada politik ve ideolojik eğitimden geçmiş.

Ama bu demek olmuyor ki Yemenliler İran’ın “ek teçhizat”ı. Tahran’dan mali, askeri, istihbari ve politik destek alan Ensarullah hareketi, hem Suudi Arabistan’a ve müttefiklerine karşı 2015’ten beri yürüttüğü savaşta hem de bugün Filistin davasına sunduğu destek dâhilinde yaptığı eylemlerin kararlaştırılmasında ve icrasında bağımsız hareket ediyor, kararları kendisi alıyor.

Şu husus bilinmeli: Filistin’e sunduğu desteğin yanında Yemen, genelde tüm bölgede, özelde Babülmendep Boğazı’nda istihbarat toplamak için, casusluk faaliyetlerine yönelik bir dizi üs kurmak adına, ülkenin sahil şeridinin 350 kilometre açığında, Umman Denizi’nde bulunan Sokotra adası denilen stratejik adayı ele geçirmek için 2015 yılında yürüttüğü savaşta Birleşik Arap Emirlikleri’ne destek veren İsrail’le doğrudan çatışmak zorunda kaldı.

Diğer bir önemli not da şu: Sokotra’daki BAE-İsrail üssünü aynı zamanda ABD de kullandı. ABD, bu üsten Pakistan’daki Gwadar limanını kontrol altında tutmak için yararlandı. Çin-Pakistan Ekonomi Koridoru’nun parçası olan liman, Çin’e, özellikle batı bölgesine malların gitmesini sağlamak için inşa edilmişti.

Son olaylar üzerinden şunu belirtmek gerek: Yemen’in Filistin’e destek eylemleri 7 Ekim’in hemen ardından başladı. Pentagon’un verdiği bilgiye göre, 19 Ekim günü ABD gemisi, Husilerin İsrail’e attıkları füzeleri ve gönderdikleri dronları düşürdü.

Birkaç gün sonra, 27 Ekim günü, İsrail hava kuvvetlerinin müdahalesiyle Mısır’ın İsrail sınırındaki Taba kasabasına iki dronun düşmesi sonucu altı kişi yaralandı. 31 Ekim günü Husiler, Siyonist yapıya karşı dron saldırısı gerçekleştirdiklerini duyurdular. İsrail, güneyden gelen bir füzeyi düşürdüklerini açıkladı.

Husilerin askeri sözcüsü Yahya Sari, televizyonda yayınlanan bir açıklamasında, örgütün İsrail’e “çok sayıda” balistik füze ve dron gönderdiğini, ileride “Filistinlilerin zaferine katkıda bulunmak adına” daha fazla saldırı gerçekleştireceklerini söyledi. Bu açıklamaya cevaben, İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Zaçi Hanegbi, Husi saldırılarının hoş görülemeyeceğini söyledi, ama İsrail’in nasıl cevap vereceği sorusu karşısında sessiz kaldı.

Kasım ayı ortalarında Ensarullah, silâhlı kuvvetlerinin İsrail bandıralı olan veya İsrail şirketlerinin çalıştırdığı, sahibi olduğu tüm gemilere saldıracağını duyurdu. Birkaç gün sonra General Sari “Yemen silâhlı kuvvetlerinin Gazze’deki Filistinlilerin ihtiyaç duydukları gıda ve ilâcı taşıyan ve Umman Denizi ile Kızıl Deniz’den geçip İsrail limanlarına gidecek olan her milletten gemiyi korumaya devam edeceklerini” söyledi.

Bu alınan karara cevaben, İsrail’le bağlantılı gemilere yapılan ilk saldırıların ardından, dünyanın önemli taşımacılık şirketi (İsviçre şirketi Mediterranean Shipping, Danimarka şirketi Maersk, Fransız şirketi CMA CGM ve Alman şirketi Hapag-Lloyd) gemilerinin Kızıl Deniz’den geçmeyeceğini açıkladı. Bu şirketler, dünya denizlerinde taşınan konteynerlerin yaklaşık yüzde 53’ünü, hacim olarak dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 12’sini taşıyor. Ayrıca, dünya konteyner trafiğinin yüzde 30’u Babülmendep Boğazı’ndan geçiyor.

Bu hamleye cevap olarak, 19 Aralık günü ABD, “Refahın Bekçisi” isimli operasyon kapsamında farklı ülkelerin donanmalarını içeren bir ittifak meydana getirdi. İttifakın amacı, “Kızıl Deniz’den gemilerin serbestçe geçmesini sağlamak”tı. Pratikte bu adım, Yemen’le savaştan ve Kızıl Deniz’in askeri alan ilân edilmesinden başka bir anlama gelmiyordu. Gelgelelim, Yemen gene de boyun eğmedi. Silâhlı kuvvetleri, Yemen’e ve füze üslerine yönelik her türden saldırının tüm Kızıl Deniz’i kana bulayacağını açıkladı, ayrıca tüm uçak gemilerini ve muhripleri batırmaya yetecek silâha sahip olduklarını iddia etti.

O günden beri başka hamleler de yapıldı. 20 Aralık günü yaptığı konuşmasında Ensarullah lideri Seyyid Abdülmelik Husi, İslam dünyasının, bilhassa “dünyanın kalbi” olan Arap coğrafyasının Filistin’deki çatışma konusunda büyük bir sorumluluğu olduğunu söyledi. Bu bağlamda, Abdülmelik Husi, özellikle Suudi Arabistan’da meseleyi tartışmak amacıyla düzenlenen zirvede Müslüman Arapların aldığı konumu ağır bir dille eleştirdi. Ona göre, bu görüş zayıf ve cılız bir görüştü. Devamında Abdülmelik Husi, Arap-Müslüman coğrafyasındaki halkların Filistin’e destek vermesi gerektiğini söyledi, ayrıca “Filistin’e karşı kurulan komplo” ile ilgili kimi ülkelerin geliştirdiği yaklaşımı eleştirdi. Yemenli lider, kendi milletinin ABD ve Avrupa ülkelerinin Filistin konusunda olumlu bir konum almalarını veya önemli bir rol üstlenmelerini beklemediğini dile getirdi. Dolayısıyla, direniş ekseninin amacının Filistin’e yönelik askeri desteğin düzeyini yukarı çekmek olması gerektiğini ifade etti.

Bu bağlamda, Abdülmelik Husi, Ensarullah’ın Refahın Bekçisi Operasyonu sonrası Washington’ın saldırması durumunda ABD savaş gemilerine saldıracağı uyarısında bulundu. Husi’ye göre, ABD’nin derdi dünyadaki gemi rotalarını korumak değil, denizleri askerî alan hâline getirmek.

Öte yandan, ABD, kurulan bu ittifakın faaliyetlerini nasıl yürüteceği konusunda bir türlü uzlaşmaya varamadı. Koalisyona çağrılan Arap ülkeleriyle yaşanan anlaşmazlıklar, Kızıl Deniz’den geçen gemilere yönelik Husi saldırılarına verilecek makul cevabın önünü aldı. Yemen’e karşı uzun zamandır yürütülen savaşın parçası olan BAE ve Suudi Arabistan, bölgenin iki önemli ülkesi olarak, Husiler konusunda ABD’yle çelişen konumlara sahip, bu da ABD’nin denizde yapılan saldırıları durdurmaya yönelik planlarına taş koyan bir durum. Washington, bir yandan da Husilere saldırmayı da düşünüyor, ama bazı Arap müttefikleri bu fikre karşı çıkıyor. Onlar, diplomasi yolunda ısrarcı olunmasını ve gemilere yönelik koruma faaliyetinin güçlendirilmesini istiyor.

Konuyla ilgili bilgisine başvurulan analizciler, donanmada görevli komutanlara çerçevesi ve içeriği belli olan görevler verilmediği sürece operasyonun net bir hedefe sahip olamayacağını söylüyorlar. Aynı şekilde, en gelişmiş silâhlara sahip olmasına karşın, koalisyon gemileri ticaret gemilerine savaş gemileriyle eşlik edip füze saldırılarını savuşturmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Oysa Yemen’in elinde sekiz yıldır süren savaş sebebiyle, kısa sürede tükenmesi imkânsız olan bir füze cephaneliği var. Ayrıca, Rus donanma kuvvetleri uzmanı İlya Kramnik’in ifadesiyle, “ne taşımacılık şirketlerinin başındaki isimler ne ticari gemilerin kaptanları ne de sigortacılar bu süreçte kumar oynamak derdinde.”

Aynı şekilde, Red Sea Analytics International [“Uluslararası Kızıl Deniz Analizi”] isimli, Kızıl Deniz’deki güvenlik meselesinin ana dinamiklerine dair tarafsız çalışmalar yapan bağımsız danışmanlık şirketinin kurucularından olan Michael Horton da “Husilerin bugüne dek ellerindeki silâhların belirli bir kısmını kullandıklarını, uzun menzilli füzelerini, daha gelişkin olan dronlarını ve tespit edilmesi güç olan deniz mayınlarını henüz kullanmadıklarını” söylüyor.

Bu koşullarda ABD’li Koramiral Kevin Donegan, “ABD’nin de Husilerin kesintisiz devam eden saldırılarını normal karşıladığını” iddia ediyor. New York Times’ın haberine göre, bu durum, Biden’ı Husiler konusunda devreye sokulacak, onları caydırmaya yönelik planlar konusunda zor bir tercihle karşı karşıya bıraktı. Bu noktada Biden, Suudilerin Yemen’deki isyancılarla güçbelâ yaptığı ateşkesi sonlandıracak, çatışma sürecini tırmandıracak bir adımı atıp atmayacağı hususunu dikkate almak zorunda. ABD’nin Yemen özel temsilcisi Tim Lenderking, konuya dair yaklaşımını şu cümleyle ortaya koyuyor: “Bugün herkes, gerilimin düzeyini aşağı çekmenin yollarını arıyor.”

Çatışmanın diğer tarafında duran İran, 24 Aralık’ta, İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami üzerinden, Akdeniz, Cebelitarık Boğazı ve diğer su yollarının kapatılması durumunda, İsrail’in denizden tümden abluka altına olacağı bir döneme doğru ilerlediğini duyurdu. Bugüne kadar Yemen, İsrail’in Kızıldeniz’deki Eilat limanını neredeyse tamamen ablukaya almayı başardı ve bu liman, şimdilerde sadece yüzde 15 kapasiteyle çalışıyor. Ensarullah’a bağlı silâhlı kuvvetler, bu koşullarda, Umman Denizi’nin açıklarında, Hindistan yakınlarında, Yemen topraklarından çok uzakta bir İsrail gemisini vurmayı başardı. İran ise, Siyonizme karşı yürütülecek topyekûn bir savaşın başlaması durumunda, Akdeniz üzerinden İsrail limanlarına giden ticari gemileri kolayca hedef alabilecek insansız hava araçlarına ve uzun menzilli hipersonik füzelere sahip.

Aynı şekilde, Yemen ordusu, İsrail’e karşı başka boyutlarda bir savaşa hazırlanırken, ülkenin silâhlı kuvvetleriyle birlikte Siyonist yapıya ve ABD liderliğindeki koalisyona karşı savaşmaya hazır ve eğitimli 20.000 yedek askere sahip olduğunu açıkladı.


Yemen, 28 Aralık’ta ABD ve ortaklarını Kızıl Deniz’in askerî alana dönüştürülmemesi konusunda uyardı ve Gazze ablukasının devam etmesi hâlinde, düşmanlarına yönelik saldırılarını yoğunlaştıracağını söyledi. Bu bağlamda, bir gün önce, Yemen Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzey komutanları, son bölgesel gelişmeleri tartışmak ve birliklerin savaşa hazır olup olmadığını gözden geçirmek için bir araya geldi. Toplantının sonunda komutanlar, Ensarullah liderinin emirlerini yerine getirmeye hazır olduklarını söylediler.

4 Ocak'ta, Yemen Deniz Kuvvetleri’ne ait bir birliğin Kızıl Deniz’de ABD askerî güçleriyle karşı karşıya gelmesinin ardından, Yemen Kıyı Savunma Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Muhammed Kadiri, ülkesinin cevap verme hakkını saklı tutmadığı konusunda uyardı ve adalara, Kızıl Deniz’e ve “Siyonistlerle Amerikalıların konuşlandığı üslere” yönelik, hedefi net olarak belirlenmiş saldırılar gerçekleştireceklerini duyurdu.

ABD ve kurduğu ittifak, Kızıl Deniz’de Husilerin doğrudan karşısına çıkmaya karar verirse, Aden Körfezi, Umman Denizi ve Hint Okyanusu’nda cereyan edecek büyük bir deniz savaşıyla yüzleşecek. Eğer bu savaş yaşanırsa, sonuçlarını bugünden hesaplayamayacakları, durdurulması imkânsız olan bir savaşın girdabına kapılmış olacaklar.

Yemen, stratejik konumunu küresel dengede bir güç olarak kullanmayı ve kendisini devam eden çatışma denkleminin önemli bir parçası olarak kabul ettirmeyi her hâlükârda bildi. ABD ve İngiltere’nin desteklediği, İsrail denilen savaş makinesine karşı Filistin halkına cesurca destek sundu. Bu desteğiyle, İsrail ve onun akıl hocası olan ABD’ye baskı uygulama konusunda önemli bir oyuncu olduğunu ispatladı.

Süveyş Kanalı’nı kontrol eden, dünya ticaretinin yüzde doksanını kontrol eder. Bu kanalı kontrol eden, İsrail ekonomisine darbe vurma, onu doğrudan etkileme imkânına kavuşur. Bu anlamda Husiler, İsrail ve ABD’nin şimdiye kadar ne pahasına olursa olsun kaçınmaya çalıştıkları şeyi yapmayı başardı: “Gazze’deki soykırımı küresel bir krize dönüştürdüler.”

Lübnanlı gazeteci Halil Harb, Dünya Bankası’na ait verileri ve bilgileri aktardığı, Cradle isimli dergi için yazdığı makalesinde, “İsrail’in ihracatının ve ithalatının neredeyse yüzde 99’unu nehir ve deniz yoluyla gerçekleştirdiğini, GSYİH’sinin üçte birinden fazlasının ise ticari faaliyetlere bağlı olduğunu” söylüyor.

Uluslararası politika konusunda uzman bir isim olan Brezilyalı gazeteci Eduardo Vasco ise, Husi hareketinin Batı Asya’da neden olduğu doğrudan etkiye ek olarak, eylemlerinin “dünya ekonomisini, yani Ortadoğu’daki savaş denilen meselenin kökenini teşkil eden kapitalist rejimin işleyişini felç ettiği” gerçeğine dikkat çekiyor. Bu bağlamda Vasco, ABD ve İsrail’in Yemen’e doğrudan saldırma fikrine pek sıcak bakmadığını, zira bu iki ülkenin ABD müttefiklerine, özellikle “petrol bölgelerine” yönelik misillemelere tanık olunmasından çekindiğini söylüyor. Yazara göre bu çekincenin ana sebebi, petrol krizinin ekonomik krizi tetikleyecek olması ihtimali. Suudilerin sürece ihtiyatla yaklaşmalarının, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Ensarullah’a sert bir şekilde cevap verilmesini istememesinin sebebi de bu.

Bu makalenin son cümleleri yazılırken, Amerika’nın Yemen donanmasına yönelik saldırılarına cevaben, Yemen’in İsrail’e ikmal malzemesi taşıyan bir ABD gemisini vurduğu haberi geldi.

Aynı şekilde, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın açıklamalarına cevap veren Yemen Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Ezzi, Washington, Londra ve Berlin tarafından seyrüsefer güvenliğine ilişkin yayılan yanlış bilgileri kategorik olarak reddederek, “işgal altındaki Filistin limanları dışındaki tüm varış noktalarına seyrüsefer güvenliğini sağlayacaklarını” söyledi.

Yukarıdaki satırlar, Yemen halkının İsrail’in Filistin’e karşı yürüttüğü savaşta belirli bir rol üstlenme becerisini ve bu konudaki kararlılığını ortaya koyuyorlar. Aslında burada, küresel ve bölgesel olarak ekonomik kalkınma sürecinin dışında tutulmuş küçük bir ülke olmasına rağmen, Yemen’in bin yıldır bağımsız bir ulus olarak varolma iradesinden ve ABD’nin bölgede emperyalist politikalarını uygulama çabalarına karşı geliştirdiği itirazdan bahsediliyor.

Sergio Rodrígez Gelfenstein
11 Ocak 2024
Kaynak

07 Ekim 2022

, ,

Ensarullah Temsilcisiyle Söyleşi


Libya Jamahiriya

14 Temmuz 2022


2015’ten beri Suudi Arabistan Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer bazı ülkeler, Yemen’e yönelik zulüm ve soykırım üzerine kurulu, emperyalist işgal harekâtı düzenliyorlar. Yemen halkı, işgal ve ablukanın doğrudan sonucu olan ve dünyadaki en ağır krizi olarak tarif edilen yıkım sürecine maruz kaldı. ABD, Britanya, Fransa gibi emperyalist ülkeler, işgal harekâtına tam destek verdiler, bu sürece yardım ettiler. Aşağıda Ensarullah örgütü temsilcisi, dostum Ebu İzzeddin Yaguri ile yapılmış söyleşiye yer veriliyor. Yanlış bir tabirle “Husi Hareketi” olarak anılan Ensarullah, Yemen halkının özgürlük mücadelesi dâhilinde, emperyalist katliam sürecine direnen halka liderlik ediyor.

* * *

Ensarullah’ın amacı nedir, Ensarullah’ın Yemen’le ilgili tahayyülü nedir?

Ensarullah dışarıdan gelmedi. O, Yemen halkının öz evladı. Amacı ise ülkeyi ve halkının onurunu Suud-Emirlik işgaline ve istilasına karşı korumak. Ensarullah, gelişkin ve iyi bir ekonomiye sahip modern bir Yemen devleti inşa etmek istiyor.

Ensarullah, 1994’te merhum Hüseyin Bedreddin Husi tarafından kuruldu. Örgütün kuruluşuna hangi olaylar ve şartlar yol açtı?

Yemen devletinin uyguladığı zulme bizzat kendi gözlerimizle şahit olduk. Amerikalılar ve İngilizler adına çalışan hainleri, oğullarımızın kızlarımızın zihinlerine suni kültürleri dayatanları gördük. O noktada şehit liderimiz Seyyid Hüseyin Bedreddin Husi, Allah’ın rehberliğini ve Kur’an-ı Kerim’in kültürünü öğretti, yanlış yola girenleri doğru yola sevk etti. Yanlış olan yol da kültür de Vehhabi’ye ait olandı ve bunlar, dışarıdan ithal edilmişlerdi.

2004’te Ensarullah, Ali Abdullah Salih rejimine karşı silâhlı mücadeleye başladı. Ensarullah, bu silâhlı mücadeleyi hangi koşullarda ve neden vermeye başladı? Ayrıca Ensarullah’ın Salih rejimiyle ilgili değerlendirmesini aktarabilir misin?

Amerika ve Suudilerin liderliğinde hareket eden Ali Abdullah Salih, Ensarullah’ı yok etmek için Saada eyaletinde altı savaş gerçekleştirdi. Bu güçler, tüm Yemen’e ve Suudilere ait olan silâhları ve araç gereçleri Ensarullah’a karşı kullandı. Hatta bir noktada uçaklarla bombalar atmaya başladılar. Ama bizi yok edemediler, çünkü Allah bizimle ve biz Allah’la daha güçlüyüz.

2012’de, bir önceki yıl başlayan halk ayaklanması neticesinde Salih iktidarı yıkıldı. Ensarullah bu süreçte ne tür bir rol oynadı. Ensarullah Salih iktidarının yıkılışına ne tür bir tepki verdi?

Arap Baharı sürecinde yaşanan 2011 devrimi esnasında gerçekleşen eylemlere katıldık. Zalim Ali Abdullah Salih iktidarının yıkılmasını hedefliyorduk, çünkü halk, 33 yıldır aslında Suudi Arabistan, Amerika ve İngiltere elçilikleri tarafından yönetiliyordu. Salih ise Amerika’nın ve Suudilerin kuklasından başka bir şey değildi.

2015’ten beri Suudi Arabistan, ABD, Britanya ve BAE’nin tam ve koşulsuz desteğiyle birlikte, Yemen halkına karşı savaş yürütüyor. Soykırım pratiğini de içeren bu savaş sürecini, ayrıca Suudi Arabistan ile müttefiklerinin Yemen’e yönelik zulmünü izah edebilir misin?

Her tarikattan, toplumsal kesimden Yemenliye karşı saldırı düzenleyen koalisyon güçleri, çocukları, kadınları ve yaşlıları katletti. Katletmeye de devam ediyor. Bu güçler, Yemen’deki savaşta uluslararası anlaşmalarca yasaklanmış bombaları kullanıyorlar. Biz de Güvenlik Konseyi kararlarını da ve Körfez İşbirliği Konseyi’ni de ayaklarımız altına aldık, mevcut koşullarımızı değiştiren Allah’a hamdolsun, savunma konumundan çıkıp, dronlarımız ve füzelerimizle saldırı konumuna geçmeyi bildik. Bu füzelerle ve dronlarla Amerika, Britanya, Suudi Arabistan ve Emirlik’ten oluşan dörtlü çetenin saldırılarına karşı artık sınır ötesindeki stratejik hedefleri vurabiliyoruz.

Ensarullah, Suudi öncülüğünde gerçekleştirilen işgale karşı direnişte öncü rol oynadı. Ensarullah bu işgale nasıl direndi, işgalcilerden Yemen’i kurtarma konusunda ne tür mevziler elde etti?

Ensarullah Sana’da olmasaydı ve biz, koalisyon güçlerine karşı ülkemizi savunup onlarla mücadele etmeseydik, bu güçler, güney Yemen gibi bizim topraklarımızı da işgal edeceklerdi. Koalisyon güçleri, iki yüzlü “dünya toplumu”nun gözü önünde petrol ve altın gibi doğal kaynaklarımızı yağmalıyor. Buna karşılık, tek bir ülke bile çıkıp, bu durumu kınamıyor, eleştirmiyor. Ama bu yapılanlara Yemen halkı haklı bir biçimde, sert bir cevap verdiğinde, bu iki yüzlü dünya, kuduz köpekler gibi havlıyor. Sonra bu saldırı koalisyonunun çığlıklarını ve feryatlarını dinliyorsunuz. Biz onlara diyor ki “gelin onurunuzla, erkek gibi dövüşün, oturup ağlamayın, karalar bağlamayın.”

Bazıları, özellikle Batı’da, Ensarullah’ı derdi sadece Yemen’deki Şii toplumu için mücadele etmek olan “mezhepçi” bir hareket olarak resmetmeye çalışıyor. Bu tasvir sence neden yanlış? Ayrıca Ensarullah’ın ülkedeki diğer cemaatlerle ilişkisi nedir? Batı’da anlatılan hikâyelere karşı bu konuda neler söyleyebilirsin?

Bunlar tuhaf fikirler ve sadece Amerikan projesine hizmet ediyorlar. Bunlar, istila etmek ve servetini yağmalamak istedikleri ülkeyi hemen Şii, Rafızi ve büyücü gibi etiketler üzerinden tasnif ediyorlar. Bu yanıltma harekâtında söz konusu işgalci güçlerin niyetleri esasen bellidir. Koalisyon, Yemen halkını katlediyor. Yemen’in nüfusu yaklaşık otuz milyon. Bunlar, Yemen’deki “İran hattı”nı kestiklerini söylüyorlar. Bizi bu yüzden öldürdüklerini iddia ediyorlar. Peki bu Amerika, Suudi Arabistan ve Emirlikler bizi neden öldürüyor? Biz, Yemen halkı içindeki İranlılar mıyız gerçekten? İnsanımızın kanını, toprağını çalan, onurunu ayaklar altına alan biz miyiz?


Yemen’in işgal koşullarından kurtulması sonrası Ensarullah, işgal sürecinin tahrip ettiği ülkeyi yeniden inşa etme işini nasıl planlayacak? Örneğin Ensarullah, Yemen ekonomisini nasıl inşa edecek?

Yemen toprağının her bir karışını bedeli ne olursa olsun kurtaracağız. Tıpkı İngiliz ve Osmanlı işgalini gerçekleştiren güçler gibi bugün de ülkemizi işgal ve istila eden devletler kovulacak. Bu güçler kovulduktan sonra kendi petrolümüzü çıkartacağız. Yemen’de büyük bir petrol rezervi mevcut. Bunu yurtdışına ihraç edeceğiz. Yemen petrolünü çıkartıp ihraç ettiğimizde, Suudilerin elindeki petrol rezervi tükenecek.

İşgal sürecine dâhil olan örgütlerden biri de El-Kaide. Bu teröristler ülkede ne tür bir rol oynadılar? El-Kaide’nin arkasında Suudi Arabistan ve BAE mi var?

Suudi Arabistan ve BAE, bu terörist örgütü yoksul ülkelerden istediğini almak amacıyla, bir tür baskı unsuru olarak kullanıyor ve onu Arap-Müslüman halkları istikrarsızlaştırmak için devreye sokuyor. Suudi Arabistan ve Emirlikler, iki dikta rejimi. Bunlar, Arap Siyonistler ve tüm Arap-Müslüman milletin düşmanları. Bunlar, Amerikan projesinin uygulanması için çalışıyorlar.

Son olarak şunu sormak istiyorum. Yemen’in Dostları, uluslararası planda Yemen halkının mücadelesine destek sunmak için neler yapabilir?

Dünya iki yüzlüleşti. Bugün yanımızda Direniş Ekseni içerisinde yer alan ülkeler haricinde tek bir ülke bile durmuyor.

Kaynak

06 Nisan 2018

, ,

MBS



Savaş suçlusu Muhammed bin Selman, Amerikalı Siyonistlerin yeni gözdesi.

New York Times’daki ahmak Thomas Friedman’dan Atlantic’teki İsrailli gardiyan Jeff Goldberg’e kadar birçok isim, bugünlerde Selman’a methiyelerle yüklü aşk mektupları yazma konusunda birbirleriyle yarışıyorlar.

Muhammed bin Selman, Siyonistler için ideal “Prens”.

O, Yemen’de güçsüz ve yoksul Müslümanları katleden bir Müslüman Siyonist.

İran ve İranlılardan nefret ediyor, İran’ın işgal edilmesini ve haritadan silinmesini istiyor.

Filistin davasına ihanet etmiş bir isim olan Selman, Siyonistlere Filistin’in işgalini sürdürme ve ırkçı yerleşimler inşa etme hakkı bahşediyor.

Ve tabii ki Thomas Friedman, Jeff Goldberg ve AIPAC onu çok ama çok seviyor.


Öte yandan Yemen’de ise (Birleşmiş Milletler’e göre) sekiz milyon insan, açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya. Bunun nedeniyse, İngilizcede kullandıkları o takma adıyla “MBS” türünden kişilerin insanlığa karşı işledikleri suçlar ve savaş suçları.

Hamid Dabaşi

26 Şubat 2016

, ,

Yemen ve Filistin


ABD hükümeti, Ortadoğu’daki en fakir ülkeye, Yemen’e karşı bir savaş yürütüyor. Bu savaş, dokuz ayı aşkın bir süredir devam ediyor.

ABD’deki Filistin dayanışma hareketinden ise çıt çıkmıyor. Yemen kanarken bu hareket tek laf etmiyor.

Suudilerin başını çektiği koalisyon, Yemen halkının üzerinde üç yüz gündür ABD yapımı bombalar atıyor. Düğünler, mülteci kampları, hastaneler, mahalleler, hükümet binaları, insanî yardım ambarları bombalanıyor.

Yaklaşık altı bin Yemenli öldürüldü bu savaşta. Her güne on iki kişi. 2.800’ü aşkın sivil öldürüldü, 5.300 kişi yaralandı.

İnsan hakları örgütleri, sivil bölgelere yönelik işlenen savaş suçları konusunda koalisyonu sürekli suçluyor.

BM’ye göre, Suudilerin başını çektiği, Batı’nın desteklediği koalisyon sivil kayıpların üçte ikisinden sorumlu.

Peki Amerika’daki Filistin yanlıları nerede?

Amerikalılar, Filistinlilerle neden dayanışma içerisinde ise işte tam o nedenle Yemenlilerle de dayanışma içine girmek zorunda.

İsrail ordusu gibi Suudi koalisyonuna da silâhlar ve yardımlar ABD’den gidiyor. 6 Ocak’ta, Yemen’deki bir ticaret odası merkezinin bombalanmasından bir gün sonra koalisyon, Sana kentine misket bombaları yağdırdı. Bu bombaları imal eden Tennessee’deki Milan Ordu Mühimmatı Fabrikası idi.

Bombalanmış binaların altından çıkan Yemenli çocukların fotoğrafları İsrail’in Gazze’de katlettiği Filistinli çocuklara benziyor.

Tıpkı on yıldır Gazze’yi acımasızca ve kanunsuz bir biçimde kuşatma altına tutan İsrail gibi, Suudi Arabistan da on aydır Yemen’i kuşatmış durumda. Ta Ağustos ayında insan hakları örgütleri, Yemen halkının yüzde sekseninin insanî yardıma muhtaç olduğu konusunda uyarıda bulundu.

Filistin direnişini savunmak için kullanılan tüm argümanlar Yemen direnişi için de geçerli.

Tıpkı Gazze’ye dönem dönem açılan savaşlarda yaşanan sivil kayıplardan İsrail’in sorumlu olması gibi, Suudi koalisyonu da Yemen’deki sivil kayıplardan sorumlu.

Kassam Tugayları gibi Husiler ve diğer Yemenli isyancıların da uçakları yok. Gökyüzünden halkların üzerine bombalar yağdıran, İsrail ve Batı destekli koalisyon.

Yemenliler mazlum bir halk. Adaletin evrenselliğine inanan enternasyonalistler, zalimlere karşı mazlumların safında olmaya mecburlar.

Bu argüman, İsrail’i destekleyenlerce kullanılan saptırmalara ve yanlış laflara benzemiyor. Kimi ukalalar, “Neden Suriye hakkında bir şey demiyorsun?” diye soruyorlar. Oysa Yemen çok farklı bir konu.

Suriye ise oldukça karmaşık. ABD’nin konumu bile çelişkili. Beyaz Saray Esad’ı devirmek istediğini söylüyor ama gazeteci Seymour Hersh’ün ifşa ettiği üzere, Pentagon ona yardım ediyor. Suriye rejimi korkunç suçlar işledi, göstericilere ateş açtı, sivil bölgeleri bombalayıp kuşatma altına aldı, göstericilere işkence etti. ABD müttefikleri, Suudi Arabistan ve Katar ise aşırıcı grupları destekliyor, NATO üyesi Türkiye Selefilere sınırdan geçiş izni veriyor ve IŞİD’i desteklemekle suçlanıyor. Birçok Filistinli ve diğer gruplar Suriye konusunda ikiye bölünmüş durumda.

Oysa Yemen hiç de öyle karmaşık bir mesele değil.

Suudi Arabistan, Katar, BAE ve Türkiye’yi içeren, Batılı müttefiklerle geleneksel emperyal güçlerin teşkil ettiği koalisyon, ABD ve İngiltere eliyle silahlandırılıyor ve Ortadoğu’nun en yoksul ülkesine karşı savaş yürütüyor.

Katar ve BAE, Yemen’i işgal etmiş durumda.

İsrail’se bu savaşa dair pek bir şey söylemiyor ama ABD destekli koalisyon içindeki müttefiklerinin eylemlerini beğeniyle ele aldığı açık. İsrailli siyasetçiler, birkaç kez Yemen’den bahsettiler. Savaşı İran’ın saldırganlığının bir ürünü olarak değerlendirdiler. Koalisyon üyeleri gibi İsrail de İran’ı Husileri desteklemekle suçladı.

Birçok medya ortamında bu suçlama hiçbir eleştiriye tabi tutulmaksızın aktarıldı. Savaş, sürekli “mezhep savaşı” ve “vekâlet savaşı” olarak tarif edildi. Ancak Gareth Porter gibi araştırmacı gazetecilerin ortaya çıkardığı biçimiyle, İran’ın oynadığı iddia edilen rol abartılıyor, hatta bombardıman ve yıkımı meşrulaştırmak için bu konuda sinsice yalana başvuruluyor.

İsrail, 2014 yazında Gazze’ye karşı 51 gün süren bir savaş yürüttüğü sırada Filistinlilerle dayanışma amaçlı gösteriler düzenlenmişti. Washington’da her gün eylemler gerçekleştirilmişti.

Peki Yemenliler için neden gösteri yapılmıyor? Son altı ay içerisinde New York’ta bir ya da iki gösteri yapıldı, bunlara da katılım çok düşüktü.

Yemen’de savaş dokuz aydır devam ediyor ama Amerika’daki Filistin yanlısı kişiler nedense sessiz kalıyor.

Kimileri şu asırlık tartışmaya işaret ederek, Yemen gibi savaşlara bulaşmak istemediklerini söylüyorlar, zira “hareketi bölmek” niyetinde olmadıklarını iddia ediyorlar. Ama birlik adına sessiz kalmakla ikiyüzlülük formu olarak sessiz kalmak arasında büyük bir ayrım var.

Bu, esasen miyoplara has bir görüş. Yemen’deki savaş, Filistin’e karşı sürmekte olan savaştan ayrıştırılamaz. Her iki ülkeye yönelik zulmün güçleri örtüşüyor. Suudi Arabistan, Türkiye ve diğerleri Filistin davasına sözde bağlılar, Filistinlileri sırtından bıçaklayıp kapı arkalarında İsrail ile anlaşmalar imzalıyorlar.

Eğer Amerika’daki Filistin yanlısı eylemciler, davalarını Filistinlilerin maruz kaldıkları zulme benzer bir zulümle mücadele eden Yemenlilerin davası ile ortaklaştırmazlarsa, yürüttükleri siyaset konusunda ciddi bir biçimde kafa patlatmaları ve şu soruyu sormaları gerekecek:

Dayanışma artık geçersiz mi?

Ben Norton
8 Ocak 2016
Kaynak

08 Şubat 2016

, ,

Yemen, ABD ve El-Kaide


ABD nereye müdahale etse El-Kaide orada palazlanıyor. Yemen’de yerleşik olan Arap Yarımadası El-Kaidesi’nin (AYEK) hızla büyümesi, bunun bir örneği.

2011 önce AYEK, kendi ülkelerinde yok olmanın eşiğine geldikten sonra Yemen’e kaçan muhtelif El-Kaide gruplarından artakalanların oluşturduğu bir örgüttü. 2011 itibarıyla AYEK 300 üyeye sahipti. Üye sayısındaki bu düşüklük, Ortadoğu El-Kaidesi’nin neredeyse yenilginin eşiğine geldiğinin bir deliliydi. 2010 civarında Irak’ta El-Kaide tümüyle yok edildi, Afganistan’da ise sadece 100 El-Kaide militanı mevcuttu. El-Kaide ile bağlantılı Libya İslamî Cihad Grubu El-Kaide’yi eleştirerek bağlarını kestiğini duyurdu.

Bu noktada “teröre karşı savaş”ın sahip olduğu çelişkilerin ABD hükümetince görülmediğine inanmak gerçekten zor. ABD terörizme karşı savaş yürüttüğünü iddia ederken bir yandan da terörizmin baş finansörü Suudi Arabistan ile kurduğu güçlü bağları muhafaza ediyor. 2010’dan beri ABD bu ülkeye doksan milyar doları aşkın değerde silâh sattı. Bir yandan terörizmle mücadele etmek bir yandan da ona para sağlamak mümkün mü? Bu finansal destekle birlikte cihadî gruplar küllerinden doğdular. Şimdi ise Yemen gibi ülkelerde gelişip serpiliyorlar.

Arap Baharı süresince silâhlı Şii hareketi Husiler ülkenin kuzeyinde ayaklanmaya başlama noktasında hükümete yönelik ülke genelinde açığa çıkan hoşnutsuzluktan istifade ettiler. Ali Abdullah Salih’in istifası ardından ülkenin başına (sınırları yakınında faal olan Husilere karşı paranoidleşen) Suudilerin tam destek verdiği Abd Rabbuh Mansur Hadi geçti. Ancak Husiler çok güçlüydü ve cumhurbaşkanı Hadi bir BM arabulucusu aracılığıyla Husilerle müzakere yürütme konusunda istekliydi. BM Hadi ve Husiler arasında iktidarın paylaşılmasına dönük bir anlaşmanın eşiğinde olunduğunu söyledi. Mart 2015’te ise Suudi Arabistan Husilerin üzerine bomba yağdırmaya başladı ve çatışmayı bir iç savaşa dönüştürdü. Paranoid Suudilerin iddiasına göre, Husiler İran’ın vekil gücüydü ve bu ülkeye İran’ın yanıbaşında nüfuz sahibi olmasına karşı çıktığı için müdahil oluyordu. Husilerin İran’ın vekil gücü olduğu iddiası o gün için doğru değildi ama şimdilerde çatışma üzerinden Husiler Suudi bombalarına karşı kendilerini korumak için İran yardımını talep eder duruma geldiler. Mevcut kaos ortamında AYEK de gelişme imkânı buldu. Husilerin Suudi Arabistan’daki Sünni aşırıcıların saldırısına maruz kalması ile birlikte El-Kaide’yi bastıracak merkezî bir güç de kalmadı. Bu sayede AYEK ciddi bir üye sayısına ulaştı. Zira Güney Yemen’deki Suudilerle gizli bir ittifak içerisinde olan kabileler bu örgütle ilişki kurmaya başladılar. Buna ek olarak IŞİD de bu ülkede büyümeye başladı. Bugünlerde örgüt kimi sebeplere bağlı olarak ülkeyi terk ediyor.

Tüm bu koşullarda ABD kimin safında? Suudiler ve onların AYEK ve IŞİD içerisindeki Sünni dostlarının. Tıpkı IŞİD’in ortaya çıktığı ilk günlerde olduğu gibi ABD örgütün İran’a dönük nefretini teröre karşı savaştan daha önemli gördü. Tam da bu sebeple Pazartesi günü Riyad’da Dışişleri Bakanı John Kerry “Suudi Arabistan’daki dostlarımızın yanında olma konusunda netiz. Yemen’de Husilerin isyanı ve El-Kaide’nin yol açtığı tehdit Suudi Arabistan Krallığı’nın toprak bütünlüğünü tehdit eder duruma geldi” dedi. Eğer Kerry El-Kaide konusunda endişeliyse, o vakit Suudileri ülkede AYEK ve IŞİD içerisindeki Sünni aşırıcıları marjinalleştirecek iktidarı paylaşmaya dayalı anlaşmaya dair her türlü ümidi suya düşüren Suudileri azarlaması gerek. Oysa ABD bunun yerine Suudilere 1,29 milyar değerinde bir gemi dolusu bomba gönderdi. Suudiler hiçbir ceza almaksızın Yemen’i bombalamaya devam ediyor. Bu satışın yanısıra ABD Suudilere 2010-2014 arası dönemde doksan milyar dolarlık silâh sattı. 2015’te İngiltere’nin sattığı silâhın değeri ise yedi milyar sterlini aşıyor. Bu silâhlarla birlikte bir de 72 adet savaş uçağı satıldı. Nüfusu yoğun kent merkezleri, fabrikalar, düğünler, hastaneler hatta körler merkezi bu bombaların hedefi oldu. ABD ve İngiltere’nin temin ettiği uçaklarla atılan, ABD’nin temin ettiği bu bombaların hedeflerini ise ABD istihbaratı belirliyor. Savaş esnasında 2015 Mart’ından beri 2.800 sivil öldürüldü. Suudilerin ülkeye giden yiyecek ve su tedarik edecek gemilere abluka uygulaması sonucu dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Yemen’de insanî bir felaket yaşanıyor.

Kerry’nin IŞİD ve AYEK’le mücadele için ellerinden geleni yaptıklarına dair iddiasının aksine, Yemen’e atılan bombalar bu iki örgütün gücünü artırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Her geçen gün “teröre karşı savaş” El-Kaide ve IŞİD’in desteklenmesi için yürütülen bir terör savaşına dönüşüyor.

Soapy
28 Ocak 2016
Kaynak