06 Şubat 2024

, ,

Boyun Eğmeyen Bir Halk: Yemen


2015’te Batı’da birçok insanın hakkında pek bir bilgiye sahip olmadığı Yemen, Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ittifakın tehdidi altında olan egemenliğini savunmak için savaş başlattı. Yemen halkı, bağımsızlığını korumak için yaklaşık 400.000 evladını kaybetti. Birçok insan, Batı Asya’daki bu en yoksul ülkenin nasıl direndiğini, gezegenin en zengin ülkeleri listesinde yer alan kimi ülkelerin oluşturduğu koalisyonu nasıl yendiğini merak edip durdu.

Çatışma süreci yaklaşık on yıldır sürüyor, buna karşın, son dönemde silâhlar genel manada sustu. Durum gergin, ara ara çatışmalar yaşanıyor, ama son aylar içerisinde askeri eylemlerin sayısı iyice düştü. Ortada artık savaş yok ama barış da yok. Çin’in arabuluculuk yaptığı süreçte İran’la Suudi Arabistan uzlaştı, böylece Batı Asya ile Kuzey Afrika’daki bir dizi çatışma sürecinin aşılmasını sağlayacak zemin teşkil edildi. Görünüşe göre, bu çatışma süreçlerinin son bulacağı yerlerden biri de Yemen.

Bugün İsrail’in Gazze’yi işgal etmesi ardından, Lübnan Hizbullahı ve Arap-Müslüman coğrafyasındaki diğer devrimci güçlerle birlikte hareket eden Yemen, Filistin’le dayanışma eylemlerinde aktif bir rol üstendi. Yemen, kendi topraklarıyla sınırlı olmayan, bölgeyi ve dünyayı etkileyecek kararlar almak suretiyle, herkesi bir kez daha şaşırttı. Dünya, bir kez daha, Yemen’in bunun nasıl yapabildiği sorusunu sordu.

Burada ben, okurlara Yemen’e, tarihsel mücadelesine dair bilgiler aktaracağım, halkının kahramanlığından söz edeceğim, böylece, Yemen’in Filistin’in haklı mücadelesine elindeki her türden kaynakla destekleme kararının kapsamının ve ulaştığı boyutun anlaşılmasına katkıda bulunmaya çalışacağım.

Yemen Cumhuriyeti, Asya’yı, Doğu Afrika’yı ve Akdeniz’i birbirine bağlayan ticaret yollarının geçtiği bir bölgede bulunuyor. Bu açıdan, oldukça stratejik bir konumda. Umman Denizi’ne sahili bulunan, Kızıl Deniz’in girişine konuşlanmış bu ülke, Babülmendep Boğazı’nı kontrol ediyor. Bu anlamda, özellikle bölgede petrol ve doğal gazın keşfedildiği, Doğu Asya’nın muazzam bir ekonomik büyümeye ve gelişime tanık olduğu yirminci yüzyıldan beri dünya üzerinde en önemli konumlardan birine sahip. Yemen, bu süreçte dünya ticaretinin önemli bir kısmının zorunlu olarak aktığı geçitlerden biri hâline geldi.

Kutsal kitaplarda bahsi edilen Şiba krallığı döneminde bölgedeki şehirler birleştirildi. Bugün Yemen olarak bilinen bölgedeki halkların kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi, Roma İmparatorluğu ile tanıştıkları milattan sonra birinci yüzyıl gibi erken bir tarihte başladı. O kudretli bilinen Roma, bölgeye hâkim olma girişimi dâhilinde, mağlup edildi.

Arabistan Yarımadası’nın diğer kısmından farklı olarak Yemen, bugün tüketim ve ticaret konusunda önemli kapılar açan müthiş bir bitki örtüsüne sahip. Bu büyük zenginliği sebebiyle, vaktiyle Grek matematikçi Ptolemi, Yemen’i “Mutlu Arabistan” olarak adlandırmış.

Tarihsel süreçte Yemenliler, altıncı yüzyılda Etiyopyalıların müdahalesine dek, Yahudilikten gelmeleri sebebiyle, Hristiyan halka zulmeden Himyerîlerle mücadele etmek zorunda kaldı. İslam, bölgeye yedinci yüzyılda geldi ve insanlığa önemli katkılar sunan farklı bilgi biçimlerini mezcetmek suretiyle yeni bir kültür meydana getirdi.

Ancak yüzlerce yıl boyunca Yemen, İslam’ın zeminini teşkil ettiği o kültürel ve ekonomik gelişimden pek istifade edemedi. Bugün Yemen olarak bildiğimiz topraklar, on beşinci yüzyılda stratejik bir değere kavuştu. Ticari faaliyet alanlarını genişletme çabası dâhilinde Avrupalılar, birçok yere hâkim olmaya başladılar. Bölgeye ilk gelen Avrupalı halk, Portekizlilerdi. Portekizliler sahil şeridini kontrol altına aldılar, böylece Asya’dan getirdikleri baharatları Kızıl Deniz üzerinden Avrupa’ya götürme imkânı buldular.

On altıncı yüzyılda Osmanlı, Kızıl Deniz sahilinin belirli kısımlarını ele geçirdi. İç kesimler ve güney sahili, başında bir imamın bulunduğu bağımsız bir devlete aitti. Kısa bir süre sonra bölgeye İngilizler geldi. İngilizler, Doğu Hindistan Şirketi’nin bir şubesini Kızıl Deniz üzerindeki Moka limanına açtılar.

On dokuzuncu yüzyılda İngilizler, ülkenin güneybatı kısmını işgal etmek suretiyle, bölgedeki varlık alanlarını genişlettiler. 1839’da bölgenin en önemli limanı olan Aden’e yerleştiler. 1872’de Türkler, bölgede önemli bir güce sahip olan bir imamı başa geçirdiler, böylelikle iç kesimlere hâkim oldular. Bu ayrışma sebebiyle Yemen ikiye bölündü.

1870’lerde Süveyş Kanalı’nın açılması ve Türklerin Kuzey Yemen üzerindeki hâkimiyetlerinin pekişmesiyle birlikte Aden, Britanya’nın genel stratejisinde önemli hâle geldi. Neticede Aden, hem Kızıl Deniz hem de yeni açılan kanal açısından en önemli noktaydı.

Yirminci yüzyılın başında Türkiye ve İngiltere sınırları çizdi. Böylelikle, Türkiye’nin kontrolündeki bölgeye “Kuzey Yemen”, İngilizlerin elindeki bölgeye “Güney Yemen” denildi. 1934’te Britanya, Umman sınırına dek uzanan güney kısmının tamamını kontrol altına aldı.

Birinci Dünya Savaşı’nda baştaki İmam, Osmanlı’dan yana oldu, savaşın sonunda Türkler yenilene dek onlara sadık kaldı. Neticede Kasım 1918’de ülkesi bağımsızlığını ilân etti. Ancak Britanya, ülkenin bağımsızlığını tanısa da Aden’e manda, 1937’de de koloni statüsü verdi. Bunun üzerine Yemenliler, bir kez daha silâha sarılmak zorunda kaldılar. 1940 yılında “Özgür Yemen” denilen milliyetçi hareket sahneye çıktı ve ülkeyi İngilizlerle müttefik olan İmam ailesinden kurtarmak için mücadele etmeye başladı.

Mücadele, güneyde ve kuzeyde farklı yollardan ilerledi. 1962’de ülkenin kuzeyinde Yemen Arap Cumhuriyeti kurulurken, güneyde 1963’te kurulmuş olan Ulusal Kurtuluş Cephesi 1967 yılında Aden’i ele geçirip bağımsızlık ilân etti, ardından da sosyalist devrimi gerçekleştirdi.

1969 yılında ülkedeki tüm İngiliz üslerini kapatan ve Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti ismini alan Güney Yemen, bankaları, yabancı ticareti ve gemicilik sektörünü kontrol altına aldı, bir yandan da toprak reformunu gerçekleştirdi. Dış politikada yeni iktidar Sovyetler’le müttefik oldu. Ayrıca Filistin halkına destek verdi ve Siyonizm karşıtı mücadelenin parçası oldu.

Ekim 1978’de önemli bir halk desteğini arkasına alan kongresinde Ulusal Kurtuluş Cephesi, Yemen Sosyalist Partisi’ni kurdu. Aralık ayında yapılan seçimlerde Halkın Devrimci Konseyi’nin 111 üyesi belirlendi.

İlk yıllarından itibaren Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti, Suudi Arabistan’ın düşmanca tavırlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Ülkeye ait toprakları ele geçirmek için uğraşan Suudilerin asıl derdi, petrol bulunan bölgelere sahip olmaktı. ABD askerinin Suudi Arabistan’daki varlığının daha fazla hissedilmesiyle birlikte gerilimler daha da yoğunlaştı.

Kuzeyde ise ülkedeki tüm ilerici güçleri bir araya getiren Ulusal Demokratik Cephe, 1978’de iktidara gelmiş olan Ali Abdullah Salih’e karşı silâhlı mücadele yürütmekteydi. Cephe’nin iktidarın eşiğine geldiğini gören Suudiler, sürece müdahale ettiler ve çatışma sürecinin Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti’ne yönelik savaşa doğru evrilmesini sağladılar. Arap ülkelerinin arabuluculuğuyla ateşkes imzalandı ve bir anlaşmaya varıldı. Anlaşma uyarınca 1972’de askıya alınmış olan yeniden birleşme müzakereleri tekrar başlatıldı.

22 Mayıs 1990’da iki cumhuriyet birleşerek Yemen Cumhuriyeti’ni meydana getirdi. Eskiden Yemen Arap Cumhuriyeti’nin başkenti olan San’a siyasi, eskiden Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti’nin başkenti olan Aden’se ekonomik başkent ilân edildi. Aden’de iki devletin meclislerinin düzenlediği ortak oturumda General Ali Abdullah Salih’in başkanlığında toplanan Başkanlık Konseyi seçildi. Suudiler, Yemen’in birleşmesini hoş karşılamadılar. Süreç içerisinde ülkeyi bölme siyasetine destek sundular. Mayıs 1994’te ayrılıkçılar, ülkenin güneyinde Yemen cumhuriyeti kurulduğunu ilân etseler de hükümete bağlı güçlerce mağlup edildiler.

Haziran-Ağustos 2004 arası dönemde Şiiliğin Zeydilik koluna bağlı olan bir hareket açığa çıktı. Hareketin lideri, Hüseyin Husi ismindeki bir din âlimiydi. Aynı yılın Eylül ayında yaşanan bir çatışmada Hüseyin Husi’nin ölmesi üzerine hareket, Husi ismini aldı. “Ensarullah” olarak da bilinen hareket, ülkede küçük bir azınlıktan destek görüyor olmasına rağmen, tarihi sekizinci yüzyılın ortalarına dek uzanan bir hareketti.

Zeydilik, üyeleri iyi eğitimli olan, Müslüman ahlakının savunulması ve adalet mücadelesiyle tanımlı bir hareket. 1962’de güçlerini kaybettikten sonra marjinalleştirilmiş olan bu hareketin ideolojisi, sonrasında Husilerin zemin bulacağı toplumsal kesimlerin fikriyatının oluşmasını sağladı.

Husiler, Ali Abdullah Salih’in Batı ve Suudi yanlısı hükümetine karşı uzun süre mücadele ettiler. Bu kanlı mücadelede 2006-2008 arası dönemde kuzeydeki topraklarını savunmak adına ele beş kez silâh aldılar. Zamanla kendilerine destek veren kitleyi ve kontrol altında tuttukları alanı genişlettiler. 2009’da Husileri durdurmak için didinip duran Salih, Suudi Arabistan’dan destek istedi.

Husilere göre, aşırı muhafazakâr Vehhabi ideolojisine yaslanan Suudiler ülkenin içişlerine müdahale ediyordu. Onların varlığı ve bu müdahaleleri, en genelde ülkenin egemenliği özelde de ilgili azınlığın varlığı için bir tehditti. Suudilerden destek istenmesiyle birlikte mücadele, içte süren bir mücadele iken dış müdahaleye karşı çatışma sürecine evrildi.

Başta lideri olmak üzere ağır kayıplar vermiş olmasına karşın Husi savaşçıları, zamanla güçlendiler. 2011 yılından itibaren liderin küçük kardeşi Abdülmelik’in başa geçmesiyle birlikte düşmana ağır kayıplar vermeye başladı. Bu süreçte geliştirilen antiemperyalist ve antisiyonist söyleme, Suudi Arabistan’ı bölgedeki ABD ve İsrail planlarının uygulanması sürecinin önemli bir bileşeni olarak gören yaklaşım eşlik etti.

Yanlış bir tabirle “Arap Baharı” olarak anılan süreç, Husilerin Salih’in başında olduğu baskıcı hükümete karşı mücadelelerinde destek bulmasında önemli bir rol oynadı. Arap dünyasının önemli bir kısmını sarsan deprem sonrası Yemenliler, diğer komşu ülkelere kıyasla daha iyi örgütlendiler. Göstericilerin ulaştığı güç karşısında Salih, ülkeden kaçıp Suudi Arabistan’a sığındı. Yerini cumhurbaşkanı yardımcısı Abdurrabu Mansur Hadi aldı. Hadi, Salih karşıtı ekiplerle “hiçbir şeyi değiştirmeden her şeyi değiştirmek” konusunda anlaşma sağlamak, ama bir biçimde Husi hareketini anlaşmanın dışında tutmak suretiyle ülkede düzeni sağlamaya çalıştı.

2014 sonunda Husiler başkente saldırma kararı aldılar. Bu bağlamda iktidarı yeniden alma gayreti içine giren Salih, Hadi’ye karşı koymak için Husilerle ittifak yaptı. Hadi’nin barış anlaşmasına destek sunmayan Husiler, başkenti almak için en büyük düşmanlarıyla ittifak yapmak zorunda kaldılar. Salih’e bağlı olan Cumhuriyet Muhafızları, Husilerin San’a’ya girmelerini sağladı. Hadi Riyad’a kaçtı. Yalnız bu süreçte Husilerin başkente girmelerine izin verilmedi. Hadi ise Suudi Arabistan’ın başkentinden, Vehhabi krallığının kuklası olarak hareket eden ve henüz Ensarullah’ın kontrolünde olmayan bölgeleri “yönetmeye” başladı.

İktidarı ele geçirir geçirmez Husiler, ülkeyi yönetmesi için bir Devrimci Komite teşkil ettiler. Bir yandan da El Kaide’yle ve onu koruyan Suudilerle mücadele etmek zorunda kaldılar.

Husilerin anlaşmalara bağlı kalmayacağını gören, iktidarı yeniden ele geçirmesinin şart olduğunu düşünen Salih, Suudilerin desteğini arkasına alınca Husilere sırtını döndü. İhaneti gören Husiler, Salih’in sarayına saldırıp onu öldürdüler.

Riyad’da bulunan Hadi, Suudilerin Yemen’e müdahale etmesini istedi. Bu istek üzerine Suudi krallığı, 2015’te Kararlı Fırtına Operasyonu kapsamında, Sünni ülkelerden oluşan bir koalisyon meydana getirip Husilerin kontrolündeki bölgelere hava saldırıları düzenledi. Bu saldırılarda binlerce insan öldü.

Ülkenin kontrolünü sağlamaya yönelik nihai saldırı olarak görülen bu eylemin ardından, daha çok diplomatik sürece odaklanan “Yeni Ümit” isimli ikinci operasyon başlatıldı. Bu süreçte ülkenin ümidi çalındı. Zira müttefik devletlerin yürüttüğü kara, hava ve deniz harekâtları neticesinde ülke abluka altına alındı, uluslararası yardımlar ülkeye giremez oldu, Yemen böylelikle Siyonistlerin Gazze’de ABD’nin açık desteğiyle yürüttükleri son eylemlere dek, tarihin gördüğü en ağır insani kriziyle uğraşmak zorunda kaldı.

Bölgeyi iyi bilen, gerilla savaşı taktiklerine hâkim olan, kendi ifadeleriyle, “Vietnam’daki kurtuluş mücadelesinden ve Latin Amerika’daki direniş hareketlerinden ilham alan” Husiler, savaş konusunda gerekli olan disiplinden ve motivasyondan, ayrıca irade ve moralden yoksun olan işgalci orduya ağır darbeler indirdiler. Suudilerin öncülük ettiği ittifakın savaşma becerisini azaltan önemli faktörlerden birisi de özel şirketlerden kiralanan paralı askerler ve müttefik ülkelere bağlı askerlerin farklı birikimlere sahip olmasıydı.

Riyad bile saldırılardan nasibine düşeni aldı. Ensarullah, Suudi topraklarında bile dronlarla ve uzun menzilli füzelerle saldırılar düzenledi. İki ülke arasındaki sınırın epey uzağındaki kışlalar, petrol rafinerileri ve kritik önemdeki altyapı çalışmaları hedef alındı.

Emperyalist medya, Husilerin İran hükümetinin nüfuzu altında hareket ettiği fikrini zihinlere aşıladı. Oysa İran da Husiler de Lübnan’dan, Suriye’den, Bahreyn’den ve Filistin’den politik güçleri bir araya getiren, emperyalizm, sömürgecilik ve Siyonizm karşıtı direniş ekseninin parçası olduklarını inkâr etmiyorlardı. Ayrıca, İran’la Husiler arasında bir “tabiyet” ilişkisi olduğuna dair iddianın hiçbir temeli yok. Bunu anlamak için Yemen halkının mücadele tarihine bakmak kâfi.

Batı Asya’da İsrail’in artan saldırıları ve ABD’nin müdahaleci varlığı politik düzlemi kutuplaştırdı. İran’ın Suudi Arabistan’la arasındaki ayrışmayı ortadan kaldırmaya yönelik anlaşmaya imza atması yanında, Mısır, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı bir araya getiren diğer anlaşmalar Yemen’deki savaşın durmasını sağladı. Bu gelişme, emperyalist-Siyonist kutbun zayıfladığının, direnişin güçlendiğinin delili.

Bu bağlamda, Yemen ve Husi hareketi, tarih ve coğrafya düzleminde önemli bir rol oynuyor. Bu noktada Ensarullah’ın İran’la ilişkilerini hiç saklamadığını belirtmekte fayda var. Her iki gücün birlikteliğinin ortak zemini, Şiilik. Hareketin kurucusu da şimdi harekete liderlik eden kardeşi de Kum kentinde yaşamış, burada politik ve ideolojik eğitimden geçmiş.

Ama bu demek olmuyor ki Yemenliler İran’ın “ek teçhizat”ı. Tahran’dan mali, askeri, istihbari ve politik destek alan Ensarullah hareketi, hem Suudi Arabistan’a ve müttefiklerine karşı 2015’ten beri yürüttüğü savaşta hem de bugün Filistin davasına sunduğu destek dâhilinde yaptığı eylemlerin kararlaştırılmasında ve icrasında bağımsız hareket ediyor, kararları kendisi alıyor.

Şu husus bilinmeli: Filistin’e sunduğu desteğin yanında Yemen, genelde tüm bölgede, özelde Babülmendep Boğazı’nda istihbarat toplamak için, casusluk faaliyetlerine yönelik bir dizi üs kurmak adına, ülkenin sahil şeridinin 350 kilometre açığında, Umman Denizi’nde bulunan Sokotra adası denilen stratejik adayı ele geçirmek için 2015 yılında yürüttüğü savaşta Birleşik Arap Emirlikleri’ne destek veren İsrail’le doğrudan çatışmak zorunda kaldı.

Diğer bir önemli not da şu: Sokotra’daki BAE-İsrail üssünü aynı zamanda ABD de kullandı. ABD, bu üsten Pakistan’daki Gwadar limanını kontrol altında tutmak için yararlandı. Çin-Pakistan Ekonomi Koridoru’nun parçası olan liman, Çin’e, özellikle batı bölgesine malların gitmesini sağlamak için inşa edilmişti.

Son olaylar üzerinden şunu belirtmek gerek: Yemen’in Filistin’e destek eylemleri 7 Ekim’in hemen ardından başladı. Pentagon’un verdiği bilgiye göre, 19 Ekim günü ABD gemisi, Husilerin İsrail’e attıkları füzeleri ve gönderdikleri dronları düşürdü.

Birkaç gün sonra, 27 Ekim günü, İsrail hava kuvvetlerinin müdahalesiyle Mısır’ın İsrail sınırındaki Taba kasabasına iki dronun düşmesi sonucu altı kişi yaralandı. 31 Ekim günü Husiler, Siyonist yapıya karşı dron saldırısı gerçekleştirdiklerini duyurdular. İsrail, güneyden gelen bir füzeyi düşürdüklerini açıkladı.

Husilerin askeri sözcüsü Yahya Sari, televizyonda yayınlanan bir açıklamasında, örgütün İsrail’e “çok sayıda” balistik füze ve dron gönderdiğini, ileride “Filistinlilerin zaferine katkıda bulunmak adına” daha fazla saldırı gerçekleştireceklerini söyledi. Bu açıklamaya cevaben, İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Zaçi Hanegbi, Husi saldırılarının hoş görülemeyeceğini söyledi, ama İsrail’in nasıl cevap vereceği sorusu karşısında sessiz kaldı.

Kasım ayı ortalarında Ensarullah, silâhlı kuvvetlerinin İsrail bandıralı olan veya İsrail şirketlerinin çalıştırdığı, sahibi olduğu tüm gemilere saldıracağını duyurdu. Birkaç gün sonra General Sari “Yemen silâhlı kuvvetlerinin Gazze’deki Filistinlilerin ihtiyaç duydukları gıda ve ilâcı taşıyan ve Umman Denizi ile Kızıl Deniz’den geçip İsrail limanlarına gidecek olan her milletten gemiyi korumaya devam edeceklerini” söyledi.

Bu alınan karara cevaben, İsrail’le bağlantılı gemilere yapılan ilk saldırıların ardından, dünyanın önemli taşımacılık şirketi (İsviçre şirketi Mediterranean Shipping, Danimarka şirketi Maersk, Fransız şirketi CMA CGM ve Alman şirketi Hapag-Lloyd) gemilerinin Kızıl Deniz’den geçmeyeceğini açıkladı. Bu şirketler, dünya denizlerinde taşınan konteynerlerin yaklaşık yüzde 53’ünü, hacim olarak dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 12’sini taşıyor. Ayrıca, dünya konteyner trafiğinin yüzde 30’u Babülmendep Boğazı’ndan geçiyor.

Bu hamleye cevap olarak, 19 Aralık günü ABD, “Refahın Bekçisi” isimli operasyon kapsamında farklı ülkelerin donanmalarını içeren bir ittifak meydana getirdi. İttifakın amacı, “Kızıl Deniz’den gemilerin serbestçe geçmesini sağlamak”tı. Pratikte bu adım, Yemen’le savaştan ve Kızıl Deniz’in askeri alan ilân edilmesinden başka bir anlama gelmiyordu. Gelgelelim, Yemen gene de boyun eğmedi. Silâhlı kuvvetleri, Yemen’e ve füze üslerine yönelik her türden saldırının tüm Kızıl Deniz’i kana bulayacağını açıkladı, ayrıca tüm uçak gemilerini ve muhripleri batırmaya yetecek silâha sahip olduklarını iddia etti.

O günden beri başka hamleler de yapıldı. 20 Aralık günü yaptığı konuşmasında Ensarullah lideri Seyyid Abdülmelik Husi, İslam dünyasının, bilhassa “dünyanın kalbi” olan Arap coğrafyasının Filistin’deki çatışma konusunda büyük bir sorumluluğu olduğunu söyledi. Bu bağlamda, Abdülmelik Husi, özellikle Suudi Arabistan’da meseleyi tartışmak amacıyla düzenlenen zirvede Müslüman Arapların aldığı konumu ağır bir dille eleştirdi. Ona göre, bu görüş zayıf ve cılız bir görüştü. Devamında Abdülmelik Husi, Arap-Müslüman coğrafyasındaki halkların Filistin’e destek vermesi gerektiğini söyledi, ayrıca “Filistin’e karşı kurulan komplo” ile ilgili kimi ülkelerin geliştirdiği yaklaşımı eleştirdi. Yemenli lider, kendi milletinin ABD ve Avrupa ülkelerinin Filistin konusunda olumlu bir konum almalarını veya önemli bir rol üstlenmelerini beklemediğini dile getirdi. Dolayısıyla, direniş ekseninin amacının Filistin’e yönelik askeri desteğin düzeyini yukarı çekmek olması gerektiğini ifade etti.

Bu bağlamda, Abdülmelik Husi, Ensarullah’ın Refahın Bekçisi Operasyonu sonrası Washington’ın saldırması durumunda ABD savaş gemilerine saldıracağı uyarısında bulundu. Husi’ye göre, ABD’nin derdi dünyadaki gemi rotalarını korumak değil, denizleri askerî alan hâline getirmek.

Öte yandan, ABD, kurulan bu ittifakın faaliyetlerini nasıl yürüteceği konusunda bir türlü uzlaşmaya varamadı. Koalisyona çağrılan Arap ülkeleriyle yaşanan anlaşmazlıklar, Kızıl Deniz’den geçen gemilere yönelik Husi saldırılarına verilecek makul cevabın önünü aldı. Yemen’e karşı uzun zamandır yürütülen savaşın parçası olan BAE ve Suudi Arabistan, bölgenin iki önemli ülkesi olarak, Husiler konusunda ABD’yle çelişen konumlara sahip, bu da ABD’nin denizde yapılan saldırıları durdurmaya yönelik planlarına taş koyan bir durum. Washington, bir yandan da Husilere saldırmayı da düşünüyor, ama bazı Arap müttefikleri bu fikre karşı çıkıyor. Onlar, diplomasi yolunda ısrarcı olunmasını ve gemilere yönelik koruma faaliyetinin güçlendirilmesini istiyor.

Konuyla ilgili bilgisine başvurulan analizciler, donanmada görevli komutanlara çerçevesi ve içeriği belli olan görevler verilmediği sürece operasyonun net bir hedefe sahip olamayacağını söylüyorlar. Aynı şekilde, en gelişmiş silâhlara sahip olmasına karşın, koalisyon gemileri ticaret gemilerine savaş gemileriyle eşlik edip füze saldırılarını savuşturmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Oysa Yemen’in elinde sekiz yıldır süren savaş sebebiyle, kısa sürede tükenmesi imkânsız olan bir füze cephaneliği var. Ayrıca, Rus donanma kuvvetleri uzmanı İlya Kramnik’in ifadesiyle, “ne taşımacılık şirketlerinin başındaki isimler ne ticari gemilerin kaptanları ne de sigortacılar bu süreçte kumar oynamak derdinde.”

Aynı şekilde, Red Sea Analytics International [“Uluslararası Kızıl Deniz Analizi”] isimli, Kızıl Deniz’deki güvenlik meselesinin ana dinamiklerine dair tarafsız çalışmalar yapan bağımsız danışmanlık şirketinin kurucularından olan Michael Horton da “Husilerin bugüne dek ellerindeki silâhların belirli bir kısmını kullandıklarını, uzun menzilli füzelerini, daha gelişkin olan dronlarını ve tespit edilmesi güç olan deniz mayınlarını henüz kullanmadıklarını” söylüyor.

Bu koşullarda ABD’li Koramiral Kevin Donegan, “ABD’nin de Husilerin kesintisiz devam eden saldırılarını normal karşıladığını” iddia ediyor. New York Times’ın haberine göre, bu durum, Biden’ı Husiler konusunda devreye sokulacak, onları caydırmaya yönelik planlar konusunda zor bir tercihle karşı karşıya bıraktı. Bu noktada Biden, Suudilerin Yemen’deki isyancılarla güçbelâ yaptığı ateşkesi sonlandıracak, çatışma sürecini tırmandıracak bir adımı atıp atmayacağı hususunu dikkate almak zorunda. ABD’nin Yemen özel temsilcisi Tim Lenderking, konuya dair yaklaşımını şu cümleyle ortaya koyuyor: “Bugün herkes, gerilimin düzeyini aşağı çekmenin yollarını arıyor.”

Çatışmanın diğer tarafında duran İran, 24 Aralık’ta, İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami üzerinden, Akdeniz, Cebelitarık Boğazı ve diğer su yollarının kapatılması durumunda, İsrail’in denizden tümden abluka altına olacağı bir döneme doğru ilerlediğini duyurdu. Bugüne kadar Yemen, İsrail’in Kızıldeniz’deki Eilat limanını neredeyse tamamen ablukaya almayı başardı ve bu liman, şimdilerde sadece yüzde 15 kapasiteyle çalışıyor. Ensarullah’a bağlı silâhlı kuvvetler, bu koşullarda, Umman Denizi’nin açıklarında, Hindistan yakınlarında, Yemen topraklarından çok uzakta bir İsrail gemisini vurmayı başardı. İran ise, Siyonizme karşı yürütülecek topyekûn bir savaşın başlaması durumunda, Akdeniz üzerinden İsrail limanlarına giden ticari gemileri kolayca hedef alabilecek insansız hava araçlarına ve uzun menzilli hipersonik füzelere sahip.

Aynı şekilde, Yemen ordusu, İsrail’e karşı başka boyutlarda bir savaşa hazırlanırken, ülkenin silâhlı kuvvetleriyle birlikte Siyonist yapıya ve ABD liderliğindeki koalisyona karşı savaşmaya hazır ve eğitimli 20.000 yedek askere sahip olduğunu açıkladı.


Yemen, 28 Aralık’ta ABD ve ortaklarını Kızıl Deniz’in askerî alana dönüştürülmemesi konusunda uyardı ve Gazze ablukasının devam etmesi hâlinde, düşmanlarına yönelik saldırılarını yoğunlaştıracağını söyledi. Bu bağlamda, bir gün önce, Yemen Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzey komutanları, son bölgesel gelişmeleri tartışmak ve birliklerin savaşa hazır olup olmadığını gözden geçirmek için bir araya geldi. Toplantının sonunda komutanlar, Ensarullah liderinin emirlerini yerine getirmeye hazır olduklarını söylediler.

4 Ocak'ta, Yemen Deniz Kuvvetleri’ne ait bir birliğin Kızıl Deniz’de ABD askerî güçleriyle karşı karşıya gelmesinin ardından, Yemen Kıyı Savunma Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Muhammed Kadiri, ülkesinin cevap verme hakkını saklı tutmadığı konusunda uyardı ve adalara, Kızıl Deniz’e ve “Siyonistlerle Amerikalıların konuşlandığı üslere” yönelik, hedefi net bir biçimde belirlenmiş saldırılar gerçekleştireceklerini duyurdu.

ABD ve kurduğu ittifak, Kızıl Deniz’de Husilerin doğrudan karşısına çıkmaya karar verirse, Aden Körfezi, Umman Denizi ve Hint Okyanusu’nda cereyan edecek büyük bir deniz savaşıyla yüzleşecek. Eğer bu savaş yaşanırsa, sonuçlarını bugünden hesaplayamayacakları, durdurulması imkânsız olan bir savaşın girdabına kapılmış olacaklar.

Yemen, stratejik konumunu küresel dengede bir güç olarak kullanmayı ve kendisini devam eden çatışma denkleminin önemli bir parçası olarak kabul ettirmeyi her hâlükârda bildi. ABD ve İngiltere’nin desteklediği, İsrail denilen savaş makinesine karşı Filistin halkına cesurca destek sundu. Bu desteğiyle, İsrail ve onun akıl hocası olan ABD’ye baskı uygulama konusunda önemli bir oyuncu olduğunu ispatladı.

Süveyş Kanalı’nı kontrol eden, dünya ticaretinin yüzde doksanını kontrol eder. Bu kanalı kontrol eden, İsrail ekonomisine darbe vurma, onu doğrudan etkileme imkânına kavuşur. Bu anlamda Husiler, İsrail ve ABD’nin şimdiye kadar ne pahasına olursa olsun kaçınmaya çalıştıkları şeyi yapmayı başardı: “Gazze’deki soykırımı küresel bir krize dönüştürdüler.”

Lübnanlı gazeteci Halil Harb, Dünya Bankası’na ait verileri ve bilgileri aktardığı, Cradle isimli dergi için yazdığı makalesinde, “İsrail’in ihracatının ve ithalatının neredeyse yüzde 99’unu nehir ve deniz yoluyla gerçekleştirdiğini, GSYİH’sinin üçte birinden fazlasının ise ticari faaliyetlere bağlı olduğunu” söylüyor.

Uluslararası politika konusunda uzman bir isim olan Brezilyalı gazeteci Eduardo Vasco ise, Husi hareketinin Batı Asya’da neden olduğu doğrudan etkiye ek olarak, eylemlerinin “dünya ekonomisini, yani Ortadoğu’daki savaş denilen meselenin kökenini teşkil eden kapitalist rejimin işleyişini felç ettiği” gerçeğine dikkat çekiyor. Bu bağlamda Vasco, ABD ve İsrail’in Yemen’e doğrudan saldırma fikrine pek sıcak bakmadığını, zira bu iki ülkenin ABD müttefiklerine, özellikle “petrol bölgelerine” yönelik misillemelere tanık olunmasından çekindiğini söylüyor. Yazara göre bu çekincenin ana sebebi, petrol krizinin ekonomik krizi tetikleyecek olması ihtimali. Suudilerin sürece ihtiyatla yaklaşmalarının, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Ensarullah’a sert bir şekilde cevap verilmesini istememesinin sebebi de bu.

Bu makalenin son cümleleri yazılırken, Amerika’nın Yemen donanmasına yönelik saldırılarına cevaben, Yemen’in İsrail’e ikmal malzemesi taşıyan bir ABD gemisini vurduğu haberi geldi.

Aynı şekilde, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın açıklamalarına cevap veren Yemen Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Ezzi, Washington, Londra ve Berlin tarafından seyrüsefer güvenliğine ilişkin yayılan yanlış bilgileri kategorik olarak reddederek, “işgal altındaki Filistin limanları dışındaki tüm varış noktalarına seyrüsefer güvenliğini sağlayacaklarını” söyledi.

Yukarıdaki satırlar, Yemen halkının İsrail’in Filistin’e karşı yürüttüğü savaşta belirli bir rol üstlenme becerisini ve bu konudaki kararlılığını ortaya koyuyorlar. Aslında burada, küresel ve bölgesel olarak ekonomik kalkınma sürecinin dışında tutulmuş küçük bir ülke olmasına rağmen, Yemen’in bin yıldır bağımsız bir ulus olarak varolma iradesinden ve ABD’nin bölgede emperyalist politikalarını uygulama çabalarına karşı geliştirdiği itirazdan bahsediliyor.

Sergio Rodrígez Gelfenstein
11 Ocak 2024
Kaynak

0 Yorum: