Teoride sol, İngiliz İşçi Partisi ile ilgili konumunu meşrulaştırma çabası
dâhilinde, Lenin’e, özellikle onun Komünist Parti ile İşçi Partisi’nin
ilişkilerini ele aldığı 1920 tarihli konuşmasına atıfta bulunuyor. Lenin, o
konuşmada şunları söylüyor:
“İşçi
Partisi’nin büyük bir kısmının işçilerden oluştuğu tespiti tabii ki doğru,
fakat buradan, işçilerden oluşan her işçi partisinin aynı zamanda politik
anlamda da işçi partisi olduğu sonucuna ulaşamayız. Bir işçi partisinin gerçek
anlamda işçi partisi olup olmadığını anlamak için o partiye kimlerin öncülük
ettiğine, partinin faaliyetlerinin ve politik taktiklerinin içeriğini kimlerin
belirlediğine bakmamız gerekir. O faaliyetlerin ve politik taktiklerin içeriği,
bir işçi partisinin politik düzeyde gerçek anlamda bir proleter parti olup
olmadığını belirler. Bu açıdan baktığımızda ki yegâne doğru bakış açısı budur,
İngiliz İşçi Partisi, politik anlamda bir işçi partisi değil, tüm yönleriyle
bir burjuva partisidir, çünkü, parti, işçilerden oluşuyor olmasına rağmen, ona
gericiler, üstelik en gerici kesimler öncülük etmektedir.”[1]
Lenin’in
konuşmasına hem Cliff ve Gluckstein’in[2] Marxism and Trade Union Struggle
[“Marksizm ve Sendika Mücadelesi”] hem de Mark Harrison’ın Permanent
Revolution [“Sürekli Devrim”] çalışmasında atıfta bulunuluyor. İki çalışma
da Lenin’in 1918 sonrasında İngiliz İşçi Partisi gibi sosyal demokrat
partileri, işçi sınıfı tabanı olan ama kapitalizm yanlısı liderlerce yönetilen “kapitalist
işçi partileri” olarak gördüğü sonucuna ulaşıyor.
Lenin,
sosyal demokrat partilerin, özelde İngiliz İşçi Partisi’nin “kapitalist işçi
partileri” olduğunu söylemiyor. Sosyal demokrasinin işçi kitlelerinden kopuk
olduğuna vurgu yapıyor. Bu noktada, Lenin, temelde Birinci Dünya Savaşı’nın
başlarında görüldüğü üzere, bu partilerin kendi burjuvazilerinin safına geçmesi
üzerinde duruyor.
Lenin,
işçi partileriyle ilgili konumunu esasen 1916’da netleştiriyor. Bu konumunu Emperyalizm
ve Sosyalizm İçindeki Ayrışma isimli kısa broşüründe dile döküyor. Burada
Marx ve Engels’in yazılarını temel alan Lenin, emperyalizmin ortaya çıkışını ve
emperyalistler arası kavgayı değerlendiren analizini kaleme alıyor.
Bu
noktada Lenin, Engels’in Marx’a 1881’de yazdığı mektuba atıfta bulunuyor. Engels,
orada “İngiliz sendikalarının en berbat örneklerinin kapitalistlerin satın
aldıkları, en iyi hâliyle, onlardan maaş alan insanlarca yönetildiğini”
söylüyor. Engels, 1889 tarihli bir başka mektubunda da Sorge’ye atıfta
bulunarak, “işçilerin tepeden tırnağa burjuvaziye saygı duyduğunu, bunun en
rahatsız edici gelişme olarak görülmesi gerektiğini” söylüyor. Ardından, Mart
1891’de Engels, ehil işçilere ait sendikaları “zengin, dolayısıyla korkak”
olarak nitelendiriyor. Altı ay sonra, 1891’de düzenlenen ve sekiz saatlik iş
günüyle ilgili bir önceki yıl aldığı kararı iptal eden Sendikalar Kongresi
konusunda şunları söylüyor:
“Başını tekstil işçilerinin
çektiği eski sendikalar ve işçileri örgütlemiş olan gerici partinin tamamı, tüm
gücünü kullanarak, 1890’da sekiz saatlik iş günü konusunda alınmış olan kararı
iptal ettirdi. Sendikalar, böylece belalarını buldu. […] Bugün burjuva
gazeteleri, burjuva işçi partisinin yaşadığı yenilgiden bahsediyor.” (s. 144)
Lenin,
Engels’in kasten ve bilerek kullandığı bu “burjuva işçi partisi” ifadesini
alıyor ve o günden sonra kullanmaya başlıyor. Kendi içinde çelişkili ve
anlamsız olan “kapitalist işçi partisi” ifadesini terk ediyor. Lenin’e göre,
İngiltere’nin sanayi sahasında sahip olduğu tekel yanında, sonrasında
sömürgeler sahasındaki tekeli de itirazlarla ve meydan okumalarla yüzleşince
her bir “Büyük Gücün nispeten küçük bir katman olan ‘işçi aristokrasisi’ni
rüşvetle satın alabilmesi için gerekli koşullar doğuyor.”
Engels’in
kapsamlı bir içeriğe sahip olan “burjuva işçi partisi”, eskiden sadece tek
ülkede kurulma imkânına sahipti, çünkü o ülke, sanayi alanında tekeldi ve bu konumun
ekmeğini uzun süredir yiyordu. Ancak şimdi “burjuva işçi partisi”, tüm
emperyalist ülkeler için kaçınılmaz ve olağan bir şey. (s. 146)
Ezilen
kitlelerle oportünistleri karşı karşıya getiren Lenin, devamında şunları
söylüyor:
“Bugünden sonra işçi
hareketinin tarihi kaçınılmaz biçimde, iki eğilim arasındaki mücadelenin tarihi
olarak gelişecektir. Çünkü birinci eğilim, yani oportünizm, asla tesadüfi
değildir ve ekonomi ‘üzerine kuruludur.’ Burjuvazi, tüm ülkelerde sosyal
şovenistlerin öncülük ettikleri ‘burjuva işçi partilerini’ çoktan kurmuş,
beslemiş, onların güvenliğini sağlamıştır. […] Burada önemli olan, işçi aristokrasisi
denilen katmanın iktisadi düzlemde burjuvazinin yanına kaçış sürecinin olgunlaşması
ve tamama ermiş olmasıdır.” (s. 146-7)
Bu
ayrışma yaşanmıştır ve bu sürecin çarklarının geri döndürülmesi mümkün
değildir:
“Sosyal şovenist veya
(aynı anlama gelmek üzere) oportünist eğilim, ne ortadan kaybolur ne de
devrimci proletarya saflarına ‘geri döner’ […]” (s. 148)
Buradan
Lenin, şu sonuca ulaşır:
“Engels, eski
sendikaların, imtiyazlığı azınlığın ‘burjuva işçi partisi’ ile ‘büyük kitle’, o
büyük çoğunluk arasında ayrım yapar. Engels, ‘burjuvaziye saygı duymak’ denilen
kire bulaşmamış o büyük kitleye seslenir. Marksist taktiğin özü de budur!” (s. 149)
Devamında
da meramını yalın ve ikna edici bir dille aktarır:
“Politik bir olgu olarak ‘burjuva
işçi partileri’, gelişmiş kapitalist ülkelerde çoktan kuruldu bile. […] Bu
partilere karşı her yönden acımasız bir mücadele yürütülmediği sürece
emperyalizmle mücadeleden, Marksizmden veya sosyalist işçi hareketinden
bahsetmenin bir faydası yoktur.” (s. 148)
İşçi
sınıfı içi ayrışmanın varlığını görmenin gerekli olduğunu ısrarla dile getiren Lenin,
1920’de yazdığı kimi notlarda, “proletarya”yı ayrışmamış, yekpare bir bütün
olarak görenleri eleştirir, bunların yeni ve maddi olanı, somutu süpürüp attıklarını,
ama bir yandan da en genel manada “proletarya”dan dem vurmayı sürdürdüklerini
söyler:
“Genel manada, yani soyut
düzlemde değil, yirminci yüzyılda, o yaşanan emperyalist savaştan sonra
proletarya, üst katmandan nihayet kopmuştur. Diyalektiğe karşı eklektisizmi
savunanlar, soyutlama araçlarının iğvasına kapılanlar, somuttan uzak durmayı
tercih etmişlerdir.” (s. 207)
Esasında
burada Lenin, en genel manada proletaryadan (veya işçi sınıfından)
bahsedenlerin boş bir soyutlama yöntemine başvurduklarını, zira bu terimin işçi
sınıfının saflarında emperyalizmin yol açtığı ayrışmanın varlığını örtbas
ettiğini söylemektedir. Ne var ki sol, Lenin’in bu sözüne hiç kulak asmamıştır.
“Kapitalist
işçi partisi” ifadesi, bir açıdan İşçi Partisi’nin dün ya da bugün işçi
sınıfının politik partisi olduğunu söyleyenlere verilmiş taviz gibidir. Tam da
bu sebeple, Cliff ve Gluckstein, 1928 tarihli kongresinde “İşçi Partisi’nin ülkenin
üçüncü kapitalist partisi hâline geldi” diyen Büyük Britanya Komünist Partisi’nin
“aşırı sol deliliğinden” bahsediyor. Oysa BBKP’nin tespiti doğru, zira İşçi
Partisi o gün ülkenin üçüncü kapitalist partisiydi ve hep öyle kaldı. Partinin
tespiti, 1929 genel seçiminden önce yayımlanan Sınıfa Karşı Sınıf başlıklı
broşüründe geliştirildi. Orada şunlar söyleniyordu:
“1929’daki durum, genel
grevin yaşandığı ve İşçi Partisi hükümetinin iş başında olduğu 1924 yılından
tümüyle farklıdır. Savaşı takip eden yıllarda İşçi Partisi, işçi sınıfı karşıtı
liderlerine rağmen, Rusya’yla savaşılması durumunda genel greve çıkma
tehdidinde bulunan, Versay Anlaşması’nı tanımayan işçilerin baskıları
neticesinde, muhafazakârlara ve liberallere karşı harekete geçmek zorunda
kaldı. […] İşçi Partisi, aynı zamanda disiplin üzre hareket eden, kadroları
sıkı bir biçimde birbirine bağlı olan bir parti hiç olmadı. O, içeriden geliştirilecek
eleştiriler için araçlar sunan bir federasyondan başka bir şey değildi.”
1924’teki
İşçi Partisi hükümeti, partiyi işçi sınıfının nüfuzundan kurtardı. Geriye farklı
unsurlardan oluşan bir yapı kaldı. Broşürün sonuç bölümünde dile getirildiği
biçimiyle, partinin lider kadrosu:
“sendikaların yularını
muhafazakârların ve liberallerin eline teslim etti. Bunu (1926 genel grevi
sürecinde işçilerle patronlar arasında işbirliği tesis etmek için çalışan
Liberal Parti vekili Alfred Mond’a atfen -çn.) Mondizm bayrağı altında
yaptı. Böylece İşçi Partisi’ni farklı yapıları içeren bir teşkilât olmaktan
çıkartıp ‘İmparatorluk ve Mondizm’ bayrağı altında yürüyen, kapitalist bir
programı olan tek bir partiye dönüştürdü.”[4]
BBKP,
bu dönemde ne tür yanlışlar yapmış olursa olsun, 1929 genel seçimi döneminde
İşçi Partisi’ni tanımlarken yaptığı tespitler yerindeydi. Parti, esasında Lenin’in
de onay verdiği, Luxemburg’un Alman sosyal demokrasisi için kullandığı tespiti
dile getirmekteydi. “Parti, o berbat kokusu ayyuka çıkmış cesetten başka bir
şey değil.”
Robert Clough
[Kaynak:
Labour: A Party Fit for Imperialism, İkinci Baskı, 2014, Counterattack,
s. 243-247.]
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, British Labour and British Imperialism, Lawrence and
Wishart, 1969, s. 267. Yazıdaki tüm sayfa numaraları bu kitaba atıfta
bulunuyor.
[2]
Tony Cliff ve Donny Gluckstein, Marxism and Trade Union Struggle: The
General Strike of 1926, 1986, s. 1-2.
[3]
Mark Harrison, Permanent Revolution, Güz 1991, s. 6.
[4]
Aktaran: N Branson ve B Moore, Labour-Communist Relations 1920-51,
Birinci Bölüm, Our History Pamphlet, 1990, s. 50.
[5] Aktaran: V. I. Lenin, The Proletarian Revolution and the Renegade Kautsky, CW Cilt 28, Progress Publishers, 1965, s. 241.
0 Yorum:
Yorum Gönder