25 Şubat 2024

Burjuva İşçi Partisi ve Lenin

Teorik düzlemde sol, İngiliz İşçi Partisi ile ilgili konumunu meşrulaştırma çabası dâhilinde, Lenin’e, özellikle onun Komünist Parti ile İşçi Partisi’nin ilişkilerini ele aldığı 1920 tarihli konuşmasına atıfta bulunuyor. Lenin, o konuşmada şunları söylüyor:

“İşçi Partisi’nin büyük bir kısmının işçilerden oluştuğu tespiti tabii ki doğru, fakat buradan, işçilerden oluşan her işçi partisinin aynı zamanda politik anlamda da işçi partisi olduğu sonucuna ulaşamayız. Bir işçi partisinin gerçek anlamda işçi partisi olup olmadığını anlamak için o partiye kimlerin öncülük ettiğine, partinin faaliyetlerinin ve politik taktiklerinin içeriğini kimlerin belirlediğine bakmamız gerekir. O faaliyetlerin ve politik taktiklerin içeriği, bir işçi partisinin politik düzeyde gerçek anlamda bir proleter parti olup olmadığını belirler. Bu açıdan baktığımızda ki yegâne doğru bakış açısı budur, İngiliz İşçi Partisi, politik anlamda bir işçi partisi değil, tüm yönleriyle bir burjuva partisidir, çünkü, parti, işçilerden oluşuyor olmasına rağmen, ona gericiler, üstelik en gerici kesimler öncülük etmektedir.”[1]

Lenin’in konuşmasına hem Cliff ve Gluckstein’in[2] Marxism and Trade Union Struggle [“Marksizm ve Sendika Mücadelesi”] hem de Mark Harrison’ın Permanent Revolution [“Sürekli Devrim”] çalışmasında atıfta bulunuluyor. İki çalışma da Lenin’in 1918 sonrasında İngiliz İşçi Partisi gibi sosyal demokrat partileri, işçi sınıfı tabanı olan ama kapitalizm yanlısı liderlerce yönetilen “kapitalist işçi partileri” olarak gördüğü sonucuna ulaşıyor.

Lenin, sosyal demokrat partilerin, özelde İngiliz İşçi Partisi’nin “kapitalist işçi partileri” olduğunu söylemiyor. Sosyal demokrasinin işçi kitlelerinden kopuk olduğuna vurgu yapıyor. Bu noktada, Lenin, temelde Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında görüldüğü üzere, bu partilerin kendi burjuvazilerinin safına geçmesi üzerinde duruyor.

Lenin, işçi partileriyle ilgili konumunu esasen 1916’da netleştiriyor. Bu konumunu Emperyalizm ve Sosyalizm İçindeki Ayrışma isimli kısa broşüründe dile döküyor. Burada Marx ve Engels’in yazılarını temel alan Lenin, emperyalizmin ortaya çıkışını ve emperyalistler arası kavgayı değerlendiren analizini kaleme alıyor.

Bu noktada Lenin, Engels’in Marx’a 1881’de yazdığı mektuba atıfta bulunuyor. Engels, orada “İngiliz sendikalarının en berbat örneklerinin kapitalistlerin satın aldıkları, en iyi hâliyle, onlardan maaş alan insanlarca yönetildiğini” söylüyor. Engels, 1889 tarihli bir başka mektubunda da Sorge’ye atıfta bulunarak, “işçilerin tepeden tırnağa burjuvaziye saygı duyduğunu, bunun en rahatsız edici gelişme olarak görülmesi gerektiğini” söylüyor. Ardından, Mart 1891’de Engels, ehil işçilere ait sendikaları “zengin, dolayısıyla korkak” olarak nitelendiriyor. Altı ay sonra, 1891’de düzenlenen ve sekiz saatlik iş günüyle ilgili bir önceki yıl aldığı kararı iptal eden Sendikalar Kongresi konusunda şunları söylüyor:

“Başını tekstil işçilerinin çektiği eski sendikalar ve işçileri örgütlemiş olan gerici partinin tamamı, tüm gücünü kullanarak, 1890’da sekiz saatlik iş günü konusunda alınmış olan kararı iptal ettirdi. Sendikalar, böylece belalarını buldu. […] Bugün burjuva gazeteleri, burjuva işçi partisinin yaşadığı yenilgiden bahsediyor.” (s. 144)

Lenin, Engels’in kasten ve bilerek kullandığı bu “burjuva işçi partisi” ifadesini alıyor ve o günden sonra kullanmaya başlıyor. Kendi içinde çelişkili ve anlamsız olan “kapitalist işçi partisi” ifadesini terk ediyor. Lenin’e göre, İngiltere’nin sanayi sahasında sahip olduğu tekel yanında, sonrasında sömürgeler sahasındaki tekeli de itirazlarla ve meydan okumalarla yüzleşince her bir “Büyük Gücün nispeten küçük bir katman olan ‘işçi aristokrasisi’ni rüşvetle satın alabilmesi için gerekli koşullar doğuyor.”

Engels’in kapsamlı bir içeriğe sahip olan “burjuva işçi partisi”, eskiden sadece tek ülkede kurulma imkânına sahipti, çünkü o ülke, sanayi alanında tekeldi ve bu konumun ekmeğini uzun süredir yiyordu. Ancak şimdi “burjuva işçi partisi”, tüm emperyalist ülkeler için kaçınılmaz ve olağan bir şey. (s. 146)

Ezilen kitlelerle oportünistleri karşı karşıya getiren Lenin, devamında şunları söylüyor:

“Bugünden sonra işçi hareketinin tarihi kaçınılmaz biçimde, iki eğilim arasındaki mücadelenin tarihi olarak gelişecektir. Çünkü birinci eğilim, yani oportünizm, asla tesadüfi değildir ve ekonomi ‘üzerine kuruludur.’ Burjuvazi, tüm ülkelerde sosyal şovenistlerin öncülük ettikleri ‘burjuva işçi partilerini’ çoktan kurmuş, beslemiş, onların güvenliğini sağlamıştır. […] Burada önemli olan, işçi aristokrasisi denilen katmanın iktisadi düzlemde burjuvazinin yanına kaçış sürecinin olgunlaşması ve tamama ermiş olmasıdır.” (s. 146-7)

Bu ayrışma yaşanmıştır ve bu sürecin çarklarının geri döndürülmesi mümkün değildir:

“Sosyal şovenist veya (aynı anlama gelmek üzere) oportünist eğilim, ne ortadan kaybolur ne de devrimci proletarya saflarına ‘geri döner’ […]” (s. 148)

Buradan Lenin, şu sonuca ulaşır:

“Engels, eski sendikaların, imtiyazlığı azınlığın ‘burjuva işçi partisi’ ile ‘büyük kitle’, o büyük çoğunluk arasında ayrım yapar. Engels, ‘burjuvaziye saygı duymak’ denilen kire bulaşmamış o büyük kitleye seslenir. Marksist taktiğin özü de budur!” (s. 149)

Devamında da meramını yalın ve ikna edici bir dille aktarır:

“Politik bir olgu olarak ‘burjuva işçi partileri’, gelişmiş kapitalist ülkelerde çoktan kuruldu bile. […] Bu partilere karşı her yönden acımasız bir mücadele yürütülmediği sürece emperyalizmle mücadeleden, Marksizmden veya sosyalist işçi hareketinden bahsetmenin bir faydası yoktur.” (s. 148)

İşçi sınıfı içi ayrışmanın varlığını görmenin gerekli olduğunu ısrarla dile getiren Lenin, 1920’de yazdığı kimi notlarda, “proletarya”yı ayrışmamış, yekpare bir bütün olarak görenleri eleştirir, bunların yeni ve maddi olanı, somutu süpürüp attıklarını, ama bir yandan da en genel manada “proletarya”dan dem vurmayı sürdürdüklerini söyler:

“Genel manada, yani soyut düzlemde değil, yirminci yüzyılda, o yaşanan emperyalist savaştan sonra proletarya, üst katmandan nihayet kopmuştur. Diyalektiğe karşı eklektisizmi savunanlar, soyutlama araçlarının iğvasına kapılanlar, somuttan uzak durmayı tercih etmişlerdir.” (s. 207)

Esasında burada Lenin, en genel manada proletaryadan (veya işçi sınıfından) bahsedenlerin boş bir soyutlama yöntemine başvurduklarını, zira bu terimin işçi sınıfının saflarında emperyalizmin yol açtığı ayrışmanın varlığını örtbas ettiğini söylemektedir. Ne var ki sol, Lenin’in bu sözüne hiç kulak asmamıştır.

“Kapitalist işçi partisi” ifadesi, bir açıdan İşçi Partisi’nin dün ya da bugün işçi sınıfının politik partisi olduğunu söyleyenlere verilmiş taviz gibidir. Tam da bu sebeple, Cliff ve Gluckstein, 1928 tarihli kongresinde “İşçi Partisi’nin ülkenin üçüncü kapitalist partisi hâline geldi” diyen Büyük Britanya Komünist Partisi’nin “aşırı sol deliliğinden” bahsediyor. Oysa BBKP’nin tespiti doğru, zira İşçi Partisi o gün ülkenin üçüncü kapitalist partisiydi ve hep öyle kaldı. Partinin tespiti, 1929 genel seçiminden önce yayımlanan Sınıfa Karşı Sınıf başlıklı broşüründe geliştirildi. Orada şunlar söyleniyordu:

“1929’daki durum, genel grevin yaşandığı ve İşçi Partisi hükümetinin iş başında olduğu 1924 yılından tümüyle farklıdır. Savaşı takip eden yıllarda İşçi Partisi, işçi sınıfı karşıtı liderlerine rağmen, Rusya’yla savaşılması durumunda genel greve çıkma tehdidinde bulunan, Versay Anlaşması’nı tanımayan işçilerin baskıları neticesinde, muhafazakârlara ve liberallere karşı harekete geçmek zorunda kaldı. […] İşçi Partisi, aynı zamanda disiplin üzre hareket eden, kadroları sıkı bir biçimde birbirine bağlı olan bir parti hiç olmadı. O, içeriden geliştirilecek eleştiriler için araçlar sunan bir federasyondan başka bir şey değildi.”

1924’teki İşçi Partisi hükümeti, partiyi işçi sınıfının nüfuzundan kurtardı. Geriye farklı unsurlardan oluşan bir yapı kaldı. Broşürün sonuç bölümünde dile getirildiği biçimiyle, partinin lider kadrosu:

“sendikaların yularını muhafazakârların ve liberallerin eline teslim etti. Bunu (1926 genel grevi sürecinde işçilerle patronlar arasında işbirliği tesis etmek için çalışan Liberal Parti vekili Alfred Mond’a atfen -çn.) Mondizm bayrağı altında yaptı. Böylece İşçi Partisi’ni farklı yapıları içeren bir teşkilât olmaktan çıkartıp ‘İmparatorluk ve Mondizm’ bayrağı altında yürüyen, kapitalist bir programı olan tek bir partiye dönüştürdü.”[4]

BBKP, bu dönemde ne tür yanlışlar yapmış olursa olsun, 1929 genel seçimi döneminde İşçi Partisi’ni tanımlarken yaptığı tespitler yerindeydi. Parti, esasında Lenin’in de onay verdiği, Luxemburg’un Alman sosyal demokrasisi için kullandığı tespiti dile getirmekteydi. “Parti, o berbat kokusu ayyuka çıkmış cesetten başka bir şey değil.”

Robert Clough

[Kaynak: Labour: A Party Fit for Imperialism, İkinci Baskı, 2014, Counterattack, s. 243-247.]

Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, British Labour and British Imperialism, Lawrence and Wishart, 1969, s. 267. Yazıdaki tüm sayfa numaraları bu kitaba atıfta bulunuyor.

[2] Tony Cliff ve Donny Gluckstein, Marxism and Trade Union Struggle: The General Strike of 1926, 1986, s. 1-2.

[3] Mark Harrison, Permanent Revolution, Güz 1991, s. 6.

[4] Aktaran: N Branson ve B Moore, Labour-Communist Relations 1920-51, Birinci Bölüm, Our History Pamphlet, 1990, s. 50.

[5] Aktaran: V. I. Lenin, The Proletarian Revolution and the Renegade Kautsky, CW Cilt 28, Progress Publishers, 1965, s. 241.

0 Yorum: