20 Şubat 2024

,

Dönüşüm


24 saat işçilik yapsa dahi, bir kişi, belirli bir durumda ve dönemde küçük burjuva bir eylemlilik ve düşünce pratiği içine girebilir. Bir partinin isterse yüz bin üyesi işçi olsun, bu onu işçi partisi yapmaz. İşçiliğin kişiyi kendiliğinden, düzden ve doğrudan sosyalizme ve devrimciliğe ulaştıracağı fikri, küçük burjuvazinin kendisini aklama, başkalarını kandırma yöntemidir.

Bugün Kadıköy ve Beşiktaş merkezli siyaset yürütme derdinde olanlar, herkesi işçi ilân edip küçük burjuvalıklarını gizleme derdindedirler. Marx’ın ifadesiyle, küçük burjuvazinin dilek ve arzuları “işçi”ye söylettirilmektedir. Bu iradenin başka bir sonucu da işçiyi dilsiz ve iradesiz kılmaktır.

Ateşten yana olduğu vakit yanmayacağı yanılsaması, küçük burjuvanın hastalığıdır. O hastalık, bugün Kadıköy’de milyonlarca işçinin-emekçinin oturduğuna kendilerini ve başkalarını ikna etmekle meşguldür. Bu küçük burjuvalar, işçi kendisini yakmasın diye Ekim Devrimi sonrası üzerine işçi tulumu geçirip saklanan büyüklerinden aldıkları dersle hareket etmektedirler.

“Yüzde bire karşı yüzde doksan dokuz” formülü, küçük burjuvazinin gerçekten ve hayattan kaçma yöntemidir. O kaçış, işçiden yanaymış gibi görünüp işçinin yakacağı ateşten küle dönmemekle ilgilidir.

Sınıfsal ayrımların silikleştirilmesi işlemi, küçük burjuvazi üzerinden ilerler. O, bugün Efrin’i işgale giden futbolcuyu Hatay’da belediye başkan adayı yapmıştır. İşgal ve asimilasyon, onun ana siyasetidir. O siyaset, işçiyle bölünmüş topluma, ezilenle bölünmüş tarihe tahammül edemez. Gösterilen aday, kitleleri CHP çizgisine kul köle etmek içindir. Ayrıca adayın “Sarıgül aday olursa ben çekilirim” cümlesi TİP’in Boyner-Sarıgül çizgisinin ürünü olduğunun delilidir.[1]

Gerçekten ve hayattan kaçış, bir yanıyla, yeni ülke ve yeni kent için kâhyalar ve bekçiler talep eden devlet ve sermayeyle bağlantılı bir işlemdir. Devlet ve sermaye, gerçeği ve hayatı kendince ve kendine göre arındırmanın derdindedir. Bu anlamda, bugün devletin bekçilerine karşı sermayenin kâhyalarının yanına hizalanmanın bir anlamı yoktur. Bizi ikisi arasında tercihe zorlayanlar, haindir.

Devlet de sermaye de bir tür sola muhtaçtır, ona her daim ihtiyaç duyar. Ezilen, işçi ve yoksulun kontrol ve disiplin altında tutulabilmesi için sol, bir gerekliliktir.

Solun karargâhları bombalanmadan, ezilene, işçiye, yoksula ait mevziler açılamaz. Solun mevkileri tasfiye edilmeden, o mevziler asla oluşamaz.

O mevkilerden bakanlar, Suriye’deki çatışmaların başlamasından bu yana uzanan, Gezi’yi de kesen, geçen yıl yaşanan depremi de içine alan süreçte Hatay’da olan biteni, devletin yaptıklarını, yapmak istediklerini anlayamazlar.

* * *

Bir grup solcu, inşaattaki asansörün düşmesi sonucu ölen işçilerle ilgili eylem yaparken, ziyaret sırasında ölen işçilerin arkadaşıyla tartışmaya girer. Solculardan biri işçilere, onlara tepeden bakan mevkiden konuşarak, “çalışma o zaman!” diye bağırır. İşçi, ailesini geçindirmek zorunda olduğunu, bir tercih değil, zorunluluk gereği, günde iki işe gitmek durumunda kaldığını söyler. Aynı solcu akıl, Soma’daki işçiye de “inmeselermiş ocağa!” diyebilmiştir.

Bu küçük burjuva solculuğa göre kendi konumu bir nimet, talih ve mertebe olarak kabul ettirilmiştir. O akıl, yoksulun, işçinin ve ezilenin böyle olmayı tercih ettiğini düşünmeye mecburdur. “Ben tercih ettim, böyle zengin yaşıyorum, sen de yaşa!” diyen solcunun bugün değilse bile ileride devlete bekçilik, sermayeye kâhyalık yapacağı açıktır. Bu sahte ve yalan eşitlikçilik, işçinin politik ağırlığını silmeye, hatta “İşçi sınıfı öldü” demeye mecburdur. “Sen beni küçük burjuvalığımı politikanın merkezine koymakla eleştiriyorsun, iyi ama sen de yoksulluğunu, işçiliğini, ezilen oluşunu merkeze koyuyorsun” diye cevap geliştirip bunların merkezde durmasına karşı olduğunu beyan etmeye mecburdur. Bunu diyen ne devrimci olabilir ne de sosyalist.

Bu küçük burjuvaziye göre şimdilik, ezilen, yoksul ve işçi, bekçilik misyonu gereği disipline; kâhyalık misyonu gereği terbiyeye kavuşturulmalıdır. Küçük burjuva solun görevi budur. O, bir süre bu misyonu gereği, biraz da ateşten zarar görmemek adına, ateşten yanaymış gibi görünecektir.

Bugün Türkiye’de solculuk ve sosyalizm, kesilen pozdan ibarettir. Sadece imajın, reklâmın, pazarlamanın ve PR’ın konusudur. Burjuvazi ve devlet açısından böyledir. O açı belirleyici olduğu için sol, bu hâldedir.

* * *

Bugün neden her toplumsal eylemde feminizmin, lubunizmin ve veganizmin ön cepheye yerleştirildiği sorgulanmalıdır. Devletin bekçileri ve sermayenin kâhyaları bu kesimlerden çıkacaktır. Batı’nın emperyalist odaklarından beslenen bu görüşlerin halesine kapılan, tasmasına bağlanan solun menzili ve ufku tartışılmalıdır. İleride işçiyi, ezileni ve yoksulu o tasmalar boğacaktır. Yeni kent ve yeni ülke bağlamında, bölgeye dayatılan içerik ve biçim üzerinden, yeni bir insan-birey imal edildiği görülmeli, gösterilmelidir. O insan-birey, ölçü olarak işçinin, ezilenin ve yoksulun nefes dahi almasına izin vermeyecektir. Bu üç ideolojik görüşün bu amaç doğrultusunda namluya sürüldüğü ortaya konulmalıdır. İşçi, ezilen ve yoksulu kir ve yük olarak gören akla göre imal edilmiş olan bu görüşler, arındırma işlemine hizmet edeceklerdir. Toplumsal her meselede bunların cepheye sürülmesindeki kasıt ve niyet idrak edilmelidir. Cephe dağılsın, işçi, ezilen ve yoksul kudret sahibi olmasın diye, bu tür kimyasal işlemler devreye sokulacaktır. Adında “Leninist” ibaresi bulunan örgütün Lenin adına sempozyum düzenlemeden önce lubunizme ve feminizme bağlandığını, ancak bu sayede o sempozyuma izin alabildiğini birileri görüp söylemelidir.

* * *

Bugün sol şahsında konuşan, kentsel dönüşüm, dijital dönüşüm, yeşil dönüşüm. Sol, sınırsız ve sınıfsız “dönüşüm” putuna biat ve ibadet ettiği ölçüde, bu dönüşümlerin sınıfsal-politik ve devrimci-politik boyutlarını göremez. Aklını ve dilini bu dönüşümler belirliyor. O aklı ve dili AKP karşıtlığı düzleminde yaldızlayıp satmaya çalışıyor. Oysa AKP (de) o dönüşümlerin bir aracı. Dönüşümler, “süper talan”la bağlantılı.

Sol, kadın muhtar adaylarından başka bir şey çıkartamaz, öneremez. Çünkü o dönüşüme kuldur, köledir. Bugün solun kadın muhtar adayı, kentsel dönüşümden gayrı bir laf edemez. Kentsel dönüşüm, dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm, solun ilmihalidir. Üçü de sınıfsız ve sınırsız olgular olarak takdim edilme imkânını solda ve solcularda bulur. Egemenler, tekeller, burjuvazi ve devlet, bu üç dönüşümü sol eliyle yürüteceklerdir. Şimdiden kendi ajanlarını bulmuş, personel kaydını yapmışlardır. Belediye seçimleri paravandır.

* * *

Bugün “somut durumun somut tahlili” değil, “somut günün somut çıkarları” belirleyici. Bu çıkarlar da burjuvaziye ve devlete dair/ait soyutlamalara tabi.

Yıllar önceye ait bir sosyal medya paylaşımını hatırlamak lazım. Bu paylaşımın sahibi Mayacıydı. Dünya Komünist Partisi’ni kurmak isterken CHP’nin bir ilçe yönetiminin üyesi olmuştu. 2015 sonrasında şunu yazıyordu: “Düne kadar CHP’li oldum diye beni eleştirenler, bugün kapımda kuyruk oldu, CHP yönetimine girmek için torpil ve bağlantı bulmak amacıyla gelip bana yalvarıyorlar.” Sosyalist hareketi bu düzeye düşürenler, hiç utanmadılar. Bugün SDP şahsında Kurtuluş’u “hayalet seçmen avcılığı”nda görüyorlar. Her seçimde seçmene ve yurttaşa dost, halka düşman oluyorlar. Halka düşman oldukları için seçmene ve yurttaşa bakıyorlar.

“Küresel sermaye, artan hammadde ve enerji ihtiyacı için neredeyse tüm dünya kaynaklarına göz diken bir plan kurdu. Zengin kaynaklı koca bir coğrafya ‘süper bölge’ ilan ediliyor. Türkiye de bölgede. Toprağı, ormanı, suyu talana açacak plan için yasal düzen de torbayla Meclis'te.”[2]

Evrensel gazetesi, süper talan haberini yapıyor, ağzından bu tür cümleler dökülüyor. Oysa düne kadar buna benzer tespitleri yapanlara “komplocu” diyorlardı. “Küresel sermaye” ve bölgedeki faaliyetlerine değinenlerin karşısına “antiemperyalizm eskiye ait bir masal” cümlesiyle çıkıyorlardı. O küresel sermayenin pandemideki icraatlarını eleştirenleri sopayla kovalıyorlardı. Meclisteki “sosyalist” vekiller, “yasal düzen meclise geldiğinde” gidip fotoğraf çektiriyor, kendi özel işleriyle uğraşıyorlardı. Yarın da böyle olacak. Çünkü artık emperyalizmin ilericiliğine, dönüştürücülüğüne, devrimciliğine iman etmiş durumdalar. Kendisine inanmayanlara da “imansız” diyorlar. Asıl kendileri imansız. Çünkü geçmişte toprak madencilik ve inşaat için yağmaya açıldığında TMMOB üzerinden o yağmaya ortak olan, o yasalara ses etmeyen kendileriydi.

* * *

O küresel sermaye, kâhyalarını ve bekçilerini her yıl Davos’ta bir araya getiriyor. Kendi gazetecileri Davos toplantılarını şu şekilde tarif ediyor: “Milyarderlerin milyonerlere orta sınıfın neler düşünmeleri gerektiğini söylediği yer.”[3] O orta sınıfa söylenen neyse sol da hemen emri alan kâhya ve bekçi gibi “baş üstüne!” deyip onu uygulamaya koyuyor. Önce kendisini dönüştürüyor. Dönüşüm, kentsel, yeşil ve dijital dönüşüm bağlamında gerçekleşiyor. Kentsel dönüşümde Kadın; yeşil dönüşümde Vegan; dijital dönüşümde Eşcinsel, ölçüt kabul ediliyor. Bunlar, gerçekten ve hayattan kopartılarak, kâhyaların ve bekçilerin elindeki sopaya dönüşüyor.

O kâhyaların ve bekçilerin efendilerinin derdi, her santimetrekareyi, her anı kontrol altına almak. Bu da başa “devletten nefret eden”[4] Milei gibilerin getirilmesini gerekli kılıyor. Yoksula, halka ve işçi sınıfına dair her mevzi, bir bir dağıtılıyor.

Yaşanan dönüşüm dâhilinde kadının, lubunun ve veganın ağzına bal çalınıyor. Onlar göğe çıkartılıyorsa, demek ki bir şeyler aşağı çekiliyor, tasfiye ediliyor. Bu kesimlerin pohpohlanması, başka kesimlerin ezileceğini anlatıyor. İlgili kesimler, bir yandan da efendiler adına kurgulanmış sahte cennet masallarına ikna ediliyorlar. Orta sınıfa neler düşüneceği, neler hissedeceği bir bir ezberlettiriliyor. Kadın, lubun ve vegan, orta sınıfın mecazları ve imgeleri olarak yeniden inşa ediliyor.

Bu kesimlere pazarlanan sınırsız-sınıfsız cennet masalına herkes ikna edilmeye çalışılıyor. Masalın kendisi de mekanik, dijital, nezihleştirilmiş ve fazla insansız. Bu noktada “sömürü ve zulüm koşullarında her türlü sakin, dingin ve huzurlu zaman-mekânsal tasavvurların yalan olduğu unutuluyor.”[5] Dönüşümler, unutan ve unutturanlarla birlikte gerçekleştiriliyor. Mevkiler için mevzileri dağıtanlara ihtiyaç duyuyor. Bize ise bu dönüşüm sürecinde geçmişten geleceğe, mevzilerdeki bayrağı devredecek mücadele işçileri lazım.

Eren Balkır
13 Şubat 2024

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Türkiye Birleşik Devletleri”, 9 Haziran 2023, İştiraki.

[2] Hakkı Özdal, “Küresel Sermaye”, 1 Şubat 2024, X.

[3] Dan Freed, “Davos Billionaires”, 24 Şubat 2016, Reuters.

[4] “Arjantin Devlet Başkanı Milei”, 13 Şubat 2024, Birgün.

[5] Eren Balkır, “Nuh’un Gemisi”, 12 Temmuz 2009 İştiraki.

0 Yorum: