28 Şubat 2024

, ,

Tarihimizin Ustaları-3: Kanlıgeçit


Osmanlı’nın imzaladığı anlaşmalar sonucu güney bölgesini işgal eden Fransızlara karşı ilk kurşun, Hatay’ın Dörtyol ilçesinde atılır. 30 Ekim 1918’de Mondros imzalanır. 19 Aralık’ta ilk kurşunu atan, Ömer Hocaoğlu Mehmet Çavuş’tur.

Fransız yandaşı bir kişiyle çıkan kavga sonrası Fransız askerlerinin onun saklandığı köye geldiğinde taşlardan barikat kuran köy halkı, onunla birlikte düşmana 50 metreden ateş açar. Hem yurtlarını savunurlar hem de kardeşini koruyup düşmana teslim etmezler. Anadolu insanının, başlarında bir ordu olmadığı halde çeteler savaşına girmesi, onun yurtsever özelliğinin kanıtıdır. Bazen bir köprü bazen bir köy bazen bir insan, vatan bilincinin mekânına dönüşür.

Dörtyol halkının bu direnişi, Antep, Maraş ve Osmaniye’yi de etkiler. Eski adıyla Cebelibereket'te Rahime Hatun adlı dört çocuk anası bir kadın, Kanlıgeçit çetesine katılır, komutanlık yapar, at biner, atış yapar. Fransızların yerleştiği, bir işbirlikçiye ait konağa düzenlenen baskında şehit olur ama saldırı hedefine ulaşır.

Çetelere katılan başka bir kadın da Gördesli Makbule’dir. O da eşiyle birlikte çete harbindeki yerini alır.

Deli Dumrul anlatısında Azrail’e kafa tutan Dumrul pes edince, Azrail de onun için kendi canını feda edecek birini bulursa Dumrul’u affedeceğini söyler. Bunun üzerine en yakınlarına başvuran Dumrul’a anne babası dâhil kimse canını vermek istemez, bir kişi dışında: eşi. Sadece eşi, onun için canını vereceğini, o olmadan dünyanın da anlamsız olduğunu, yarım kalacağını söyler. Bunun üzerine anne babanın canını alan Azrail, aldığı ömrü Dumrul’a ve eşine verir. Eş olmanın can yoldaşlığı olması gerçeği düşünüldüğünde, Dumrul’un eşinin taşıdığı aile ve eş bilinci vatan savunmasında Gördesli Makbule’de hayat bulur.

Eşi efedir, kendisinin yeri de onun yanıdır. Anadolu’nun iç bölgelerine kadar giren düşman ordusunu düzenli ordu Ege’ye doğru püskürtürken bir darbe de geriden gelir: Gördesli Makbule ve eşinin çetesinden. Makbule de bu çarpışmalardan birinde şehit olur.

Çete savaşlarında ve öncesinde, Anadolu tarihinde kahramanlık gösteren kadınlar hep vardır. Bu damar, en zor dönemlerde ortaya çıkar. Rahime ve Makbule de hem kadın hem ana hem eştir. Onlar, vatan toprağını işgalcilerden korumak için bir emir beklemeden öne atılıp çocuklarını evde bırakabilmişlerdir. Onlar, o çocukların işgalci çizmesi altında ezilmemesi için mücadele ettiler.

Filistinli çocuklar kendilerine uzatılan mikrofona, mutlaka kazanacaklarını ve siyonizmi topraklarından kovacaklarını söylüyorlar. Erken büyüme olarak da kabul edilebilecek bu durum, hem çocukluğun sınıfsal olduğunu hem de kime güveneceklerini bildiklerini gösteriyor. Kız çocukları da böyle yetişiyor, Leyla Halidler hâlen yaşıyor.

Aynı şekilde, Nazilere karşı direnişte yer alan kadınlar da çocuklarını evlerinde bırakıp siperlere koşmuşlardı.

Ukrayna Savaşı başladığında basına servis edilen bir görüntü vardı. Bu görüntüden önce feministler ve çevreleri Ukrayna’dan kadınların ve LGBT’lerin savunmasız olduğunu iddia edip Ukrayna’da emperyalizmin yeni üslerinin kurulmasına sessizce onay veriyorlardı. Daha sonra LGBT’lerin neonazi taburlarında yer aldıkları, Almanya’da bir LGBT festivalinde “Babamız Bandera” şarkısını hep birlikte söyledikleri görüldü. Basına servis edilen görüntü şuydu: Ukraynalı kadınlar silah kuşanıyor, lojistik hazırlıyordu. Bu kez de ülkemizdeki aynı çevreler, Ukraynalı kadınların yurtlarını savunduğunun ve bu kahramanlıklarıyla tarihe geçeceklerinin propagandasını yaptı. Gerçek öyle değil, çünkü Ukraynalı kadınlar, yurtsever bilince sahip olsaydı ya da geçmişlerinin Sovyet olduğunu unutmasalardı, neonazilerin, fondaş STK’ların, Maydan Meydanı’nda konuşma yapan emperyalist yetkililerin, darbe yapanların, üsler kurmak isteyen emperyalistlerin ülkelerine girmelerine karşı direniş gösterirlerdi ama asıl sorun bizim içimizden sol görünüp Zizek gibi emperyalizmi savunanlar.

Onlar, hiçbir emir beklemeden yurdunu savunan Anadolu kadınlarından, fabrikalarda greve çıkan işçi ve anne kadınlardan, temizlik işine giden kadınlardan, bir bütün olarak işçi ve emekçi kadınlardan “utanıyorlar”. Bu yüzden feminizm burjuva ideolojisidir, küresel barış hareketine dâhil olup ezilen halkların direniş gücünü kırmak ve onların daha çok sömürülmelerine cevaz vermek için emperyalizmin yerel aygıtları görevini yerine getiriyorlar.

Tarlada, atölyede, ev işlerinde, fabrikada, iş yerlerinde ter döken kadınlarla 8 Mart etkinliği yapmazlar. Onların yeri Taksim’dir. Rengarenk boyanıp ellerindeki mor bayraklarla “patriyarka eleştirisi” adı altında erkek düşmanlığı yaparlar. Bu düşmanlık da erkek işçi ve emekçinin direnişine omuz vermeyerek pratiğe geçiyor. Filistin direnişçileri de fabrika işçileri de onlara göre “eril ve geridir”. Anadolu insanını anti-emperyalist mücadeleye katmak da “geridir”.

Anayurdunuz sosyal, kültürel, ekonomik olarak işgal altındaysa anti-emperyalist mücadele geri midir? Diliniz, emperyalizmin yaydığı kavramlarla dolup düşünce sistematiğiniz çarpıtıldıysa? İnsanınız artan döviz kurundan kaynaklı ilâç alamıyorsa? Emekçi sınıflara mensup insanların geleceğe dair güveni ve inancı kalmamışsa, bu yüzden, bugününü uyuşturucuyla zehirliyorsa? Soma’da, Ermenek’te Şırnak'ta, Van’da, Karadeniz’de işçiler ve halk afetlerde toplu şekilde can veriyorsa, madenlerde göçük altında kalıyorsa? Medyanın nefret dolu anti-sınıfsal diliyle insanınız kimlikler üzerinden birbiriyle çatışıyorsa? Her yanınız anti-emperyalist olmayıp şirketleşen tarikat kuşatması altındaysa? Fonlanan LGBT ve feminist çevreler, çocukların cinsiyet değiştirmesi için çabalıyorsa? Sınıf bilinci baskılansın ve yakınınız iş cinayetlerinde can verdiğinde hak aramasın diye Kars’ta bir okulda maket mezar başında çocuklara ölüm karşısında “sabırlı olma” eğitimi değer diye verilmeye çalışılıyorsa? “Torpille işe girmek hoş değil ama kazanç helaldir, faizli parayla da hac görevinizi yerinize getirebilirsiniz, işçi ölümü onun kaderidir” diye fetvalar veriliyorsa? Çocuklar iş cinayetlerinde can veriyorsa? Kadın işçiler temizliğe gittiği evin penceresinden düşüp ölüyorsa? Odun ve kömür alamadığından çocuklarını fön makinesiyle ısıtmaya çalıştıktan sonra bir ana diğer odaya geçip intihar ediyorsa? Kadınlara hayatta kalabilmenin bir yolunun da bedenini pazarlamak olduğunun propagandası yapılıyorsa? Vatan toprağınızı emperyalist şirketler, maden arama adı altında sömürmek için ağacınızı ve insanınızı sömürüyorsa? İthalatla gıda ürünleri karşılanan fakat tarım ülkesi olan bir coğrafyada köylüler ürünlerini döküyorsa? Hiçbir ülkenin kabul etmediği asbestli gemi ve geri dönüştürme imkânları bulunmadığı hâlde ülkenize çöp getiriliyorsa? İlerici diye yüceltilen Avrupa insanı “rahat” etsin diye emperyalizmin mağduru olup göç yollarına dizilen işçi ve emekçi halk sınıfları ülkenizde iş cinayetlerinde can veriyorsa? Özel üniversiteler her yanımızı sarmışsa? Öğrenciler asansörlerde can veriyor ve maddi imkânsızlıklar nedeniyle öğrenimlerini bırakıyorsa? Nüfusun önemli bir bölümünün kira ücreti, asgari ücrete ülke genelinde yaklaştıysa? Yaşını almış insanlar ve emekliler hâlen çalışıyorsa ve çatılarda çalışırken can veriyorsa? Analar, dağılmış pazar yerlerinden ve çöpten yiyecek topluyorsa? Tüm bu ve daha fazlası sorular yaşamda öylece duruyorsa, halen anti-emperyalist mücadele imkânsız mı, küresel barış hareketlerine dâhil olarak sessiz mi kalmalıyız?

Tayyar Rahimeler demek tarihimiz demektir, onların hatırası da vatan toprağı ve anti-emperyalizm bilincidir, o tarihe sırt dönmek, yurtsuzlaşmaktır. Kadın, yaşamı doğurur ve tepeden tırnağa emektir. Toprağa ilk yabani tohumları atıp tarımı başlatandır.

Bugün sınıfsız sömürüsüz düzen yolunda en özverili insan, yine kadındır. Ezilmiş, sömürülmüş ve baskı altına alınmıştır. Tüm bunların nedeni de emperyalizm ve sınıf çatışmasıdır. Onun emeğinin karşılığını alması ve eşitlik hakkını burjuvaziden kurtarmasının tek yolu, mücadeleye katılmasıdır. Kadının kurtuluşu da sınıfsız sömürüsüz düzenle mümkündür. Onun başaramayacağı bir şey yoktur.

Kadının kurtuluş ideolojisi, emperyalizmin eli olan feminizmden kurtarılmalıdır. Tarihimiz, sınıf ve yurt mücadelesi için bedeller ödeyen kadın kahramanlarla bir hazineye dönüşmüştür.

Sınıf mücadelesi, kapitalizmin tüketiciye dönüştürerek kendi bedenine odaklandırdığı kadına korunması ve yüceltilmesi gereken bedeninin, üzerinde emeğini ürettiği vatan toprağı olduğu bilinci verilmek suretiyle ivme kazanır. O kadın da Tayyar Rahimelerin, Akbelenli anaların mücadele azminde yaşıyor. Arkadaştan eşe ve yoldaşlığa kadar çevremizde ilişki kuracağımız kadın, sınıf mücadelesiyle kuşanan anti-emperyalist bilince sahip kadınlardır. Mücadele öznelerinin alanı bu yönde genişletildiğinde, idealimiz olan o düzen de yakın bir gelecekte hayat bulacaktır.

Kadınların mücadelesi erkeklerle omuz omuza yürüdüklerinde gelişir, erkeklerin de onların cesaretinden öğreneceği deneyimler var. Bunun yolu da mücadele içinde birlikte dönüşmektir. Bu yüzden aşk da ideolojik, güzellik plastiktir. Kapitalizm ise birinciyi ikinciye naklederek kadını metaya dönüştürüyor. Emperyalizmin sömürüsüne teslim edilecek kadın bedeni yoktur. O ve cinsiyeti fark etmeksizin tüm emekçi bedenler hakkında karar alma yetkisi bütünden/toplumdan yalıtılmış parçaya/bireye ait değildir. Parmağımız kanadığında onu tedavi ettiriyorsak, bunun nedeni parmağımızın vücudumuzun bir parçası olduğu gerçeğidir. O parmak da mücadelenin pratiğini üretir, doğru yere işaret ederse.

S. Adalı
26 Şubat 2024

0 Yorum: