1935 yılında TKP’nin yayın organı Orak Çekiç’te,
“polisin ajanları, provokatörler, partiden kovulanlar” isim
isim ifşa ediliyor.[1] Başlıkta, “bunlara
nefes aldırmayın” deniliyor. Oysa solun tarihi, onlara nefes aldırmak,
burjuva devriminin ve kazanımlarının simgesi olarak görülen o nefesi beslemek
üzerine kurulu.
İsimlere
bakıldığında çoğunun CHP’li olduğu veya partiden ayrıldıktan sonra CHP’yle
ilişkiye geçtiği görülüyor. Devlet, komünist hareketle hep aynı ilişkiyi
kuruyor. Meseleyi benzeri yöntemlerle savuşturuyor. Derdimiz, komünist harekete
takılan prangaları kırmak olmalı.
Orak
Çekiç’in aynı sayısında TKP, “Kemalist burjuvazinin ve onun Halk Partisi
hükümetinin Türkiye proletaryasına, geniş emekçi halk kitlelerine, hele
komünist partisine karşı ağır bir ezgi siyasası güttüğünü” söylüyor. Yaklaşık
90 yıl önce TKP, CHP’nin burjuvaziye ve emperyalistlere hizmet ettiğine vurgu
yapıyor. Tabii bu tür eleştiri yazılarının Sovyetler’le devlet katında kurulan ilişkilerin
seyrine tabi olduğunu görmek gerekiyor. İlişkiler gerildiğinde CHP “faşist,
burjuva diktatörlüğü”; yumuşayınca “ilerici mevzi” oluveriyor. Devlet katında
kurulan ilişkiler, komünist hareketin içeriğini ve biçimini belirliyor. 1935’te
“CHP komünist harekete ezgi siyasası güdüyor” deniliyor, 90 sene sonra TKP’li
Orhan Gökdemir, “1950 öncesi komünistlere
hiç baskı yapılmadı” diyebiliyor. Bu laflar, hep devletle kurulan ilişkiler
üzerinden ediliyor.
Hedef
tahtasına soyut “Emperyalizm” kavramının yerleştirilmesinin sebebi, içteki ilişkilerin
örtbas edilmek istenmesi. Bugün TKP, Kürd düşmanı olabilmek için “Emperyalizm!”
diyor. Zira tarihi boyunca antiemperyalist siyaset açısından yapabildiği tek
şey, NATO protestoları sırasında kitlesini pikniğe götürmek. Ondaki sahte antiemperyalizm Kürd ve mücadelesiyle ilgili.
Bugün
İsrail cumhurbaşkanı ile Ukrayna cumhurbaşkanı, Avrupa’ya diyor ki “Bizi
savunun. Çünkü burada biz, sizi barbarlara karşı koruyoruz” İşte TKP gibi sol
örgütler de böyle düşünüyor. Aklı bu şekilde işliyor. Göçmen, pandemi, Ukrayna,
Filistin meselelerinde bu bakış açısıyla hareket ediyor. Barbarlara, yabana,
cahil sürülere, gericilere karşı Avrupa’yı koruyor. Solculukları bu muhafaza pratiğinden ibaret, onunla tanımlı.
O
barbarlık, Avrupa’ya ve ideolojisine göre tanımlanıyor. Burada ancak Avrupa tipi
solculuğun acenteliği yapılabiliyor. O nedenle Mustafa Suphi çizgisi, bugünkü
TKP kodamanlarına göre tarif ediliyor, sonra da “biz Suphi yolundayız” deniliyor.
Orhan Gökdemir, o nedenle Eliaçık gibi bir ismi kurumsal din kategorisine sokuyor,
kendi solculuğunun onunla yan yana gelemeyeceğini, kendisinin Fransız Devrimi’nin
kulu kölesi olduğunu söylüyor. Onda Fransız devrimcilerinin aklı, pratiği ve
cesareti bulunmuyor, Dağlıları, papaz Jacques Roux’yu[2] bilmiyor, ama onların
adını satmayı solculuk olarak tanımlıyor.
TKP
gibi yapılar, belirli tanımları kendilerine göre değiştiremeden yol
alamayacaklarını biliyorlar. Asıl sorun, tanımların değiştirilmesinde, bu
değişime müdahale edilmemesinde. Bu değiştirme çabası dâhilinde “işte bugünkü TKP,
Suphi’nin TKP’sidir! Neticede Mustafa Suphi de Washingtonluydu!” deniliyor.
O, bu üçkâğıdın ve hilenin adını “komünistlik” koyuyor. O
“parti”nin devrim ve sosyalizm gibi bir derdi bulunmuyor. “Parti”, istediğinde
hem Kılıçdaroğlucu oluyor hem de “CHP Natocu!” diyebiliyor. Eleştiri imkânlarını mülk edinip onları ortadan
kaldırmaya çalışıyor. Sol içini burjuvazi adına dizayn ediyor. Yirmilerden
itibaren beslenip büyütülen menşevik çizgiyi güçlendiriyor. O, menşevizmin
ajanlarını yetiştirip ortalığa salmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bugün
Mekapçılara karşı Mekapecilerle birleşmenin,
Maçoğlu adaylığının içe dönük bir operasyon olduğunu görmek gerekiyor. TKP ne
yapıyorsa sol içine yönelik yapıyor. Devrim ve sosyalizm için zerre çaba harcamıyor.
O, sermayeye ve devlete karşı, ezileni ve işçiyi göremez, onların kudret olması
için mevziler öremez, ezilenin-işçinin sorumluluğunu asla alamaz. Onun teorisinde
ve pratiğinde sadece bir avuç parti elitinin çıkarları konuşur. Bu tür
hamlelerde amaç, küçük burjuva siyasetine ve
menşevizme itiraz edecek Kaypakkayacı hattı
tasfiye etmek. Kadıköy adaylığı da aynı amaca matuf.
Bugün
kadrolarının “Kadıköy’de AKP kazansın ki çelişkiler
derinleşsin” demesine aldanmamak gerekiyor. Zira bugün ortada, o çelişkilerin derinleşmesiyle kitlelerin
sorumluluğunu alacak bir irade yok. “O çelişkilerin derinleşmesine daha önce niye izin
vermediniz?” sorusunu veya “o izni verme kudretinizi neden işçi
sınıfıyla paylaşmıyorsunuz?” sorusunu cevaplayacak kimse de yok. Burjuva-merkezci olan TKP’nin bitmek bilmeyen burjuva
devrimiyle düşündüğü, tek ölçütünün bu olduğu, onun burjuvazinin kılına zarar
veremeyeceği, ona o nedenle yol verildiği görülmeli.
Marx, “dini, bilimi vs.’yi eleştirimizin nesnesi
kılmamız gerekir”[3] diyor, TKP-ÖDP gibi yapılarsa, burjuvanın dininden yana olup halkın dinine küfrediyor,
burjuvanın bilimine Allah gibi tapmayı siyaset zannediyor. Sol, sınır ve sınıf
dışına kaçmanın adı hâline geliyor.
Sol, Marx’ın eleştirmek gerek dediği “burjuva
bilimi”ni eleştirenlere saldırıyor. Marx, “1830’dan beri yapılan icatların tüm
tarihini yazan kişi, bu icatların tamamının yegâne amacının, işçi sınıfının
isyanına karşı sermayeye gerekli silâhları temin etmek olduğunu görecektir”[4]
diyor, bugünün solcuları, icatlara bakıp komünizm hayalleri kuruyor, komünizmi
o icatlara, makinelere bağlıyor. “Mesele, sadece o masum ve temiz makinelerin
kontrolünün kimde olduğunda” diyen teknisist akla teslim oluyor.
Sol,
bu akıl üzerinden, pandemi gibi momentlerde
egemenlerin, tekellerin, devletin ve burjuvazinin emirlerini yerine getiriyor. CHP
ve Kemalizm, devlet denilen “masum ve temiz” makinenin basit bir dişlisi
görülüp, tüm ümitler ona bağlanıyor. Bu açıdan sosyalistler, CHP konusunda tekniğe ve bilime dair geliştirdiği görüşe paralel bir görüş geliştiriyor. Marx’ın baktığı “işçi sınıfının isyanı”na
ve onu bastırmak için geliştirilen yöntemlerin niteliğine odaklanmıyor, işçi
denilen kirden kurtulmanın yolu olarak, makinelere ve CHP’ye örgütleniyor. O nedenle, devlete yönelik güvenlik tehditlerinden bahsediyor, şiddet karşıtı bir dil benimsiyor.
Bu sebeple, sol, o isyanla, devrim ve sosyalizmle
düşünmüyor, devrim ve sosyalizme göre hareket etmiyor, devrim ve sosyalizm için
mevzi oluşturmuyor. Neticede geriye, kendi mevkilerini, bireysel kariyerlerini,
çıkarlarını, konumlarını düşünen küçük burjuvalar kalıyor. TKP gibi küçük burjuva
örgütler, ancak küçük burjuvaziyi çağırabiliyor, ancak ona örgütlenebiliyor,
ancak onun ölçüsünde hareket edebiliyor. Onun harici, dışı, ötesi, TKP gibi
yapıları ürkütüyor. O hariç, dış ve öte, “yaban, barbar, geri, ilkel ve aşağı
olan”a aitmiş gibi görülüyor.
Nâzım, enfarktüsle ilkin Bakû’de tanışıyor. Kaldığı otelde uyku tutmuyor, insanların sabah namazı için sessizce camiye doğru yürüdüğünü görüyor. Aralarına karışıyor. Caminin kapısına geldiğinde kendisine bir sandalye veriyorlar. Namaz kılan insanları, yüreğindeki vatan hasretiyle, izliyor. Namaz bitince dışarı yönelen insanlar, kapıda oturan Nâzım’ı görüyorlar. Bazıları kendisini tanıyor. Sohbet esnasında Nâzım, “beni bilirsiniz, ben inanmam. Ama sizi sabahın bu saatinde bir araya getiren fikre de saygı duyuyorum” diyor. Kısa bir süre sonra da, o duygu yoğunluğuyla, kalp krizi geçiriyor.
Bolşeviklerin Doğu’daki
mücadelesi üzerinden, Suphi eliyle kurulmuş olan parti ve yetiştirdiği kadrolar,
o yabanla, barbarla, geriyle, ilkelle ve aşağı olana ilişki kurmayı, ona ait olabilmeyi
biliyorlar. Bugünse CHP’nin zenginlerine ve askerlerine yaranmak için başka ilişkiler içerisine
giriliyor.
Rahmi
Koç, “nüfus fazla, azaltın” emrini veriyor. Bu emir uyarınca şehir
arındırılıyor. Sol, yeni şehrin kâhyalarına ve bekçilerine uygun bireyler
yetiştirmenin adı hâline geliyor. Suphi çizgisi, bu sebeple tasfiye ediliyor. Herkes,
yeni güne ve yeni döneme uyarlanıyor.
Bugün
komünist harekete yönelik “ezgi siyasası”, sol eliyle, farklı bir içerik ve
biçim kazanıyor. Subaşlarını, parti kurullarını, sol-sosyalist hareketin köşe başlarını
“ezgi” kelimesini baskı olarak değil de müzikal içeriğine göre anlayanlar
tutuyorlar. Onlar da özgürlüğü müzik dinleyip bira içmek, gidip eve sevişmek,
sabaha işe gitmemek olarak tanımlıyorlar. Oysa sömürü-zulüm düzeninde oluşan her
çatlakta varolma imkânı bulan komünist hareketi ezmek için kullanılan araçlar,
her dönemde güncellenip yenileniyor. CHP’nin bu araçların organize edildiği
karargâh olduğunu görmek gerekiyor.
Özgürlük mücadelesi verilebilmesi için mücadelenin
özgürleştirilmesi şart. Mücadele, uyarlanan, içi geçmiş elit kadrolardan, yönetim kurullarından, su
başlarını tutmuş küçük burjuva çıkar gruplarından, devletle ve sermayeyle iç
içe geçmiş ekiplerden, proletaryayı ve proleter davayı yoldan çıkartmak için
uğraşan reformizmden ve uzlaşmacılıktan kurtarılmalı. Suphilere
örgütlenilmeli.
Eren Balkır
30 Ocak 2024
Dipnotlar:
[1] “Kara Liste”, Orak Çekiç, 20 Aralık 1935, Tüstav.
[2] Jacques
Roux, “Öfkeliler Manifestosu”, 1793, İştiraki.
[3] Karl Marx, “Ruge’ye Mektup”, Eylül 1843, İştiraki.
[4] Karl Marx, Capital, Cilt 1, MIA.
0 Yorum:
Yorum Gönder