05 Şubat 2024

,

Ezgi

1935 yılında TKP’nin yayın organı Orak Çekiç’te, “polisin ajanları, provokatörler, partiden kovulanlar” isim isim ifşa ediliyor.[1] Başlıkta, “bunlara nefes aldırmayın” deniliyor. Oysa solun tarihi, onlara nefes aldırmak, burjuva devriminin ve kazanımlarının simgesi olarak görülen o nefesi beslemek üzerine kurulu.

İsimlere bakıldığında çoğunun CHP’li olduğu veya partiden ayrıldıktan sonra CHP’yle ilişkiye geçtiği görülüyor. Devlet, komünist hareketle hep aynı ilişkiyi kuruyor. Meseleyi benzeri yöntemlerle savuşturuyor. Derdimiz, komünist harekete takılan prangaları kırmak olmalı.

Orak Çekiç’in aynı sayısında TKP, “Kemalist burjuvazinin ve onun Halk Partisi hükümetinin Türkiye proletaryasına, geniş emekçi halk kitlelerine, hele komünist partisine karşı ağır bir ezgi siyasası güttüğünü” söylüyor. Yaklaşık 90 yıl önce TKP, CHP’nin burjuvaziye ve emperyalistlere hizmet ettiğine vurgu yapıyor. Tabii bu tür eleştiri yazılarının Sovyetler’le devlet katında kurulan ilişkilerin seyrine tabi olduğunu görmek gerekiyor. İlişkiler gerildiğinde CHP “faşist, burjuva diktatörlüğü”; yumuşayınca “ilerici mevzi” oluveriyor. Devlet katında kurulan ilişkiler, komünist hareketin içeriğini ve biçimini belirliyor. 1935’te “CHP komünist harekete ezgi siyasası güdüyor” deniliyor, 90 sene sonra TKP’li Orhan Gökdemir, “1950 öncesi komünistlere hiç baskı yapılmadı” diyebiliyor. Bu laflar, hep devletle kurulan ilişkiler üzerinden ediliyor.

Hedef tahtasına soyut “Emperyalizm” kavramının yerleştirilmesinin sebebi, içteki ilişkilerin örtbas edilmek istenmesi. Bugün TKP, Kürd düşmanı olabilmek için “Emperyalizm!” diyor. Zira tarihi boyunca antiemperyalist siyaset açısından yapabildiği tek şey, NATO protestoları sırasında kitlesini pikniğe götürmek. Ondaki sahte antiemperyalizm Kürd ve mücadelesiyle ilgili.

Bugün İsrail cumhurbaşkanı ile Ukrayna cumhurbaşkanı, Avrupa’ya diyor ki “Bizi savunun. Çünkü burada biz, sizi barbarlara karşı koruyoruz” İşte TKP gibi sol örgütler de böyle düşünüyor. Aklı bu şekilde işliyor. Göçmen, pandemi, Ukrayna, Filistin meselelerinde bu bakış açısıyla hareket ediyor. Barbarlara, yabana, cahil sürülere, gericilere karşı Avrupa’yı koruyor. Solculukları bu muhafaza pratiğinden ibaret, onunla tanımlı.

O barbarlık, Avrupa’ya ve ideolojisine göre tanımlanıyor. Burada ancak Avrupa tipi solculuğun acenteliği yapılabiliyor. O nedenle Mustafa Suphi çizgisi, bugünkü TKP kodamanlarına göre tarif ediliyor, sonra da “biz Suphi yolundayız” deniliyor. Orhan Gökdemir, o nedenle Eliaçık gibi bir ismi kurumsal din kategorisine sokuyor, kendi solculuğunun onunla yan yana gelemeyeceğini, kendisinin Fransız Devrimi’nin kulu kölesi olduğunu söylüyor. Onda Fransız devrimcilerinin aklı, pratiği ve cesareti bulunmuyor, Dağlıları, papaz Jacques Roux’yu[2] bilmiyor, ama onların adını satmayı solculuk olarak tanımlıyor.

TKP gibi yapılar, belirli tanımları kendilerine göre değiştiremeden yol alamayacaklarını biliyorlar. Asıl sorun, tanımların değiştirilmesinde, bu değişime müdahale edilmemesinde. Bu değiştirme çabası dâhilinde “işte bugünkü TKP, Suphi’nin TKP’sidir! Neticede Mustafa Suphi de Washingtonluydu!” deniliyor. O, bu üçkâğıdın ve hilenin adını “komünistlik” koyuyor. O “parti”nin devrim ve sosyalizm gibi bir derdi bulunmuyor. “Parti”, istediğinde hem Kılıçdaroğlucu oluyor hem de “CHP Natocu!” diyebiliyor. Eleştiri imkânlarını mülk edinip onları ortadan kaldırmaya çalışıyor. Sol içini burjuvazi adına dizayn ediyor. Yirmilerden itibaren beslenip büyütülen menşevik çizgiyi güçlendiriyor. O, menşevizmin ajanlarını yetiştirip ortalığa salmaktan başka bir işe yaramıyor.

Bugün Mekapçılara karşı Mekapecilerle birleşmenin, Maçoğlu adaylığının içe dönük bir operasyon olduğunu görmek gerekiyor. TKP ne yapıyorsa sol içine yönelik yapıyor. Devrim ve sosyalizm için zerre çaba harcamıyor. O, sermayeye ve devlete karşı, ezileni ve işçiyi göremez, onların kudret olması için mevziler öremez, ezilenin-işçinin sorumluluğunu asla alamaz. Onun teorisinde ve pratiğinde sadece bir avuç parti elitinin çıkarları konuşur. Bu tür hamlelerde amaç, küçük burjuva siyasetine ve menşevizme itiraz edecek Kaypakkayacı hattı tasfiye etmek. Kadıköy adaylığı da aynı amaca matuf.

Bugün kadrolarının “Kadıköy’de AKP kazansın ki çelişkiler derinleşsin” demesine aldanmamak gerekiyor. Zira bugün ortada, o çelişkilerin derinleşmesiyle kitlelerin sorumluluğunu alacak bir irade yok. O çelişkilerin derinleşmesine daha önce niye izin vermediniz?” sorusunu veya “o izni verme kudretinizi neden işçi sınıfıyla paylaşmıyorsunuz?” sorusunu cevaplayacak kimse de yok. Burjuva-merkezci olan TKP’nin bitmek bilmeyen burjuva devrimiyle düşündüğü, tek ölçütünün bu olduğu, onun burjuvazinin kılına zarar veremeyeceği, ona o nedenle yol verildiği görülmeli.

Marx, “dini, bilimi vs.’yi eleştirimizin nesnesi kılmamız gerekir”[3] diyor, TKP-ÖDP gibi yapılarsa, burjuvanın dininden yana olup halkın dinine küfrediyor, burjuvanın bilimine Allah gibi tapmayı siyaset zannediyor. Sol, sınır ve sınıf dışına kaçmanın adı hâline geliyor.

Sol, Marx’ın eleştirmek gerek dediği “burjuva bilimi”ni eleştirenlere saldırıyor. Marx, “1830’dan beri yapılan icatların tüm tarihini yazan kişi, bu icatların tamamının yegâne amacının, işçi sınıfının isyanına karşı sermayeye gerekli silâhları temin etmek olduğunu görecektir”[4] diyor, bugünün solcuları, icatlara bakıp komünizm hayalleri kuruyor, komünizmi o icatlara, makinelere bağlıyor. “Mesele, sadece o masum ve temiz makinelerin kontrolünün kimde olduğunda” diyen teknisist akla teslim oluyor.

Sol, bu akıl üzerinden, pandemi gibi momentlerde egemenlerin, tekellerin, devletin ve burjuvazinin emirlerini yerine getiriyor. CHP ve Kemalizm, devlet denilen “masum ve temiz” makinenin basit bir dişlisi görülüp, tüm ümitler ona bağlanıyor. Bu açıdan sosyalistler, CHP konusunda tekniğe ve bilime dair geliştirdiği görüşe paralel bir görüş geliştiriyor. Marx’ın baktığı “işçi sınıfının isyanı”na ve onu bastırmak için geliştirilen yöntemlerin niteliğine odaklanmıyor, işçi denilen kirden kurtulmanın yolu olarak, makinelere ve CHP’ye örgütleniyor. O nedenle, devlete yönelik güvenlik tehditlerinden bahsediyor, şiddet karşıtı bir dil benimsiyor.

Bu sebeple, sol, o isyanla, devrim ve sosyalizmle düşünmüyor, devrim ve sosyalizme göre hareket etmiyor, devrim ve sosyalizm için mevzi oluşturmuyor. Neticede geriye, kendi mevkilerini, bireysel kariyerlerini, çıkarlarını, konumlarını düşünen küçük burjuvalar kalıyor. TKP gibi küçük burjuva örgütler, ancak küçük burjuvaziyi çağırabiliyor, ancak ona örgütlenebiliyor, ancak onun ölçüsünde hareket edebiliyor. Onun harici, dışı, ötesi, TKP gibi yapıları ürkütüyor. O hariç, dış ve öte, “yaban, barbar, geri, ilkel ve aşağı olan”a aitmiş gibi görülüyor.

Nâzım, enfarktüsle ilkin Bakû’de tanışıyor. Kaldığı otelde uyku tutmuyor, insanların sabah namazı için sessizce camiye doğru yürüdüğünü görüyor. Aralarına karışıyor. Caminin kapısına geldiğinde kendisine bir sandalye veriyorlar. Namaz kılan insanları, yüreğindeki vatan hasretiyle, izliyor. Namaz bitince dışarı yönelen insanlar, kapıda oturan Nâzım’ı görüyorlar. Bazıları kendisini tanıyor. Sohbet esnasında Nâzım, “beni bilirsiniz, ben inanmam. Ama sizi sabahın bu saatinde bir araya getiren fikre de saygı duyuyorum” diyor. Kısa bir süre sonra da, o duygu yoğunluğuyla, kalp krizi geçiriyor. 

Bolşeviklerin Doğu’daki mücadelesi üzerinden, Suphi eliyle kurulmuş olan parti ve yetiştirdiği kadrolar, o yabanla, barbarla, geriyle, ilkelle ve aşağı olana ilişki kurmayı, ona ait olabilmeyi biliyorlar. Bugünse CHP’nin zenginlerine  ve askerlerine yaranmak için başka ilişkiler içerisine giriliyor.

Rahmi Koç, “nüfus fazla, azaltın” emrini veriyor. Bu emir uyarınca şehir arındırılıyor. Sol, yeni şehrin kâhyalarına ve bekçilerine uygun bireyler yetiştirmenin adı hâline geliyor. Suphi çizgisi, bu sebeple tasfiye ediliyor. Herkes, yeni güne ve yeni döneme uyarlanıyor.

Bugün komünist harekete yönelik “ezgi siyasası”, sol eliyle, farklı bir içerik ve biçim kazanıyor. Subaşlarını, parti kurullarını, sol-sosyalist hareketin köşe başlarını “ezgi” kelimesini baskı olarak değil de müzikal içeriğine göre anlayanlar tutuyorlar. Onlar da özgürlüğü müzik dinleyip bira içmek, gidip eve sevişmek, sabaha işe gitmemek olarak tanımlıyorlar. Oysa sömürü-zulüm düzeninde oluşan her çatlakta varolma imkânı bulan komünist hareketi ezmek için kullanılan araçlar, her dönemde güncellenip yenileniyor. CHP’nin bu araçların organize edildiği karargâh olduğunu görmek gerekiyor.

Özgürlük mücadelesi verilebilmesi için mücadelenin özgürleştirilmesi şart. Mücadele, uyarlanan, içi geçmiş elit kadrolardan, yönetim kurullarından, su başlarını tutmuş küçük burjuva çıkar gruplarından, devletle ve sermayeyle iç içe geçmiş ekiplerden, proletaryayı ve proleter davayı yoldan çıkartmak için uğraşan reformizmden ve uzlaşmacılıktan kurtarılmalı. Suphilere örgütlenilmeli.

Eren Balkır
30 Ocak 2024

Dipnotlar
[1] “Kara Liste”, Orak Çekiç, 20 Aralık 1935,
Tüstav.

[2] Jacques Roux, “Öfkeliler Manifestosu”, 1793, İştiraki.

[3] Karl Marx, “Ruge’ye Mektup”, Eylül 1843, İştiraki.

[4] Karl Marx, Capital, Cilt 1, MIA.

0 Yorum: