16 Mart 2017

, ,

Ruge'ye Mektup


Kafayı toparlamak suretiyle, geçmişe dönüp bakmaktan vazgeçmiş olmandan ve yeni bir girişim için yüzünü kendi düşüncelerine, Paris’e, yeni dünyanın yeni başkentine, oradaki eski felsefe üniversitesine dönmen beni memnun etti. Umarım bu dönüş, sana uğursuzluk getirmez! Senin asıl ihtiyaç duyduğun, orada olmak. Bu nedenle, benim bir türlü kabullenemediğim ciddi bir ağırlığa sahip tüm o engelleri aşacağına şüphem yok.

Öte yandan, böylesi bir adımı atsan da atmasan da ben, her hâlükârda bu ayın sonunda Paris’te olacağım, zira buradaki ortam beni köleleştiriyor, ayrıca bizlerin Almanya’da özgürce gerçekleştirilecek her türden faaliyetin ihtiyaç duyduğu o alandan mahrum olduğumuz kanaatindeyim.

Almanya’da her girişim, zor yoluyla bastırılıyor. Burada zihne kargaşa ve aptallık hâkim. Zürih ise Berlin’den gelen emirlere uymaktan başka bir şey yapmıyor. Bu nedenle, gerçekten tefekkür eden, bağımsız işleyen zihinler için yeni bir çıkış noktasının bulunması gerektiğini bugün daha net görüyorum. Planımızın gerçek bir ihtiyaca cevap vereceğine, her şeyin ötesinde, bu planın gerçekte karşılanması gereken gerçek ihtiyaçlar için uygulamaya konulması gerektiğine kaniyim. Bu nedenle, ciddi bir biçimde sergilendiği takdirde, senin bu girişiminin önemli sonuçlar doğuracağına hiç şüphem yok.

Anlaşılan, içte yaşanan güçlükler, dışarıdaki engellerden daha büyük. Çünkü her ne kadar “ne zaman” sorusu şüpheli olsa da asıl kafa karışıklığı, “nereye” sorusu üzerinden yaşanıyor. Sadece reformcular arasında genel bir kargaşa yaşanmakla kalmadı, bugün herkes, geleceğin ne şekilde biçimlenmesi gerektiğine dair net bir fikre sahip olmadığını kabul etmek zorunda kalıyor. Diğer yandan, yeni eğilimin asıl avantajı, bizim nasıl bir dünya beklediğimizi kesin olarak ifade edemememiz, bunun yanı sıra, yeni dünyayı eskinin eleştirisi üzerinden tespit etmek istemememiz. Bugüne dek felsefeciler, yazı masalarına serili tüm bilmecelere çözüm bulmaya çalışmış, her türlü anlayıştan ari, genel dünyanın sadece ağzını mutlak bilgi denilen pişmiş armutları yemek için açmak zorunda olduklarını düşünmüşlerdir. Bugünse artık felsefe dünyevî olmalıdır, bunun en çarpıcı kanıtı da felsefî bilincin kendisinin sadece dışta değil içte de yürütülen mücadelenin yol açtığı cefadan devşiriliyor olmasıdır. Gelgelelim, geleceği inşa etmek ve her şeyi tüm zamanları kuşatacak şekilde, belirli bir yere yerleştirmek, bizim işimiz değildir. Bizim bugün asıl başarmamız gerekenin ne olduğu artık nettir: Burada, tüm varolan şeylerin acımasızca eleştirilmesinden bahsediyorum. Bu acımasız tavır, hem ulaşılacak sonuçlardan hem de belirli güçlere sahip olanlarla çatışmaktan korkmamak anlamındadır.

Dolayısıyla ben, herhangi bir öğretinin sancağını yükseltmekten yana değilim. Bilâkis biz, dogmacıların kendi önermelerini kendileri için netliğe kavuşturma çabalarına yardım etmek zorundayız. Buradan şu söylenebilir: komünizm, belirli bir inanca dayalı bir soyutlamadır. Ne var ki benim burada asıl bahsini ettiğim, muhayyel ve muhtemel komünizm değil, Cabet, Dézamy, Weitling gibi isimlerin öğrettikleri, gerçekte varolan komünizmdir. Bu komünizm, hâlen daha, antitezi olan özel mülkiyete dayalı sistemin etkisi altında olan bir ifadedir, temelde insanî ilkeye ait özel bir ifadeden başka bir şey değildir. Dolayısıyla, özel mülkiyetin ilgası ile komünizm asla aynı şey değildir; komünizmin Fourier ve Proudhon gibi isimlerin geliştirdikleri diğer sosyalist öğretilerin komünizme karşı koymak için doğmuş düşünceler olduklarını söylemiş olmaları kesinlikle tesadüfî değildir, bu, ayrıca kaçınılmazdır da. Zira o, sosyalist ilkenin özel, tek taraflı gerçekleşmesinden başka bir şey değildir.

Dolayısıyla tüm sosyalist ilke, gerçek insana ait gerçeklikle alakalı bir yöndür sadece. Oysa bizim, insanın diğer yönüne, teorik varoluşuna dikkat kesilmemiz, buradan dini, bilimi vs.’yi eleştirimizin nesnesi kılmamız gerekir. Buna ek olarak bizim niyetimiz, çağdaşlarımızı, bilhassa bizimle çağdaş olan Almanları etkilemektir. Bu noktada şu soru açığa çıkmaktadır: bu işe nasıl koyulacağız? İşte tam da burada itiraz edemeyeceğimiz iki olgu türüyle yüzleşmekteyiz. İlk planda din, onun yanı sıra politika, bugün Almanya’nın esas ilgilendiği konulardır. Biz, bu konu başlıklarının mevcut formlarını çıkış noktası olarak ele almalı, bu formların karşısına, elimizde hazır olan, örneğin İkarya’ya Yolculuk’ta [Etienne Cabet, Voyage en Icarie. Roman philosophique et social –“İkarya’ya Yolculuk: Felsefî ve Sosyal Roman”] dile getirilmiş olana benzer bir sistemi çıkartmamalıyız.

Akıl her zaman varolmuştur, ama bu varoluş, her zaman makul bir form dâhilinde gerçekleşmemiştir. Bu nedenle eleştirmen, her türden teorik ve pratik bilinçten ve kendisine ait bir yükümlülük ile nihai hedef olarak hakiki gerçekliği geliştiren mevcut gerçekliğe has formlardan yola çıkabilir. Gerçek hayat noktasında sosyalist taleplerin henüz daha bilinçli bir şekilde aktarılmadıkları politik devlet, günümüzdeki tüm formları dâhilinde, akla dönük talepleri bir biçimde içermektedir. Ama politik devlet burada kalmaz. O, aklı üstlendiği her yerde tahakkuk etmiştir. Ama tam da bu sebeple ideal işlevi ile sahip olduğu gerçek önkoşullar arasındaki çelişki, politik devleti de keser.

Bu nedenle, politik devletin kendisi ile yaşadığı bu çelişki üzerinden, her yerde toplumsal hakikatin geliştirilmesi mümkün hâle gelir. Dinin insanlığın teorik mücadelelerine ait bir tür sicil olması gibi, politik devlet de insanlığın pratik mücadelelerine ait bir tür sicildir. Bu nedenle politik devlet, devletin özel bir türü olarak sahip olduğu sınırlar dâhilinde, tüm toplumsal mücadeleleri, ihtiyaçları ve gerçekleri belirli ifadelerle ortaya koyar. Bu nedenle eleştirinin nesnesini, toplumsal bir varlığa dayalı sistemle, temsile dayalı sistem arasındaki farklılık türünden, oldukça özel bir politik mesele olarak belirlemek, kesinlikle ilkelerden daha önemsiz değildir. İnsanın idaresi ile özel mülkiyetin idaresi arasındaki farklılık meselesi, ancak politik tarz dâhilinde ifade edilebilir. Bu nedenle eleştirmenin (aşırı sosyalistlerin ilgiye değer görmedikleri) bu tür meselelerle haşır neşir olması mümkündür, hatta şarttır. Temsilî sistemin toplumsal varlığa dayalı sistemden üstünlüğünü analiz ederken eleştirmen, büyük kütleye sahip tarafın ilgisini pratikte çeker. Temsilî sistemi politik formundan çıkartıp genelleştirmek ve bu sistemin gerçek önemini öne çıkartmak suretiyle eleştirmen söz konusu tarafın sınırlarını aşmaya zorlar, zira bu sistemin ulaşacağı zafer, aynı zamanda onun yenilgisidir.

Bu nedenle, bizim eleştirimizin çıkış noktasından bakıldığında, o eleştiriyi politikayla ve mücadeleyle tanımladığımızdan, bizim politikayı eleştirmemize, politikaya girmemize, dolayısıyla gerçek mücadeleler içinde yer almamıza hiçbir şey mani olamaz. Böylesi bir durumda dünyanın karşısına yeni bir ilkeye sahip bir doktriner (kuramcı) olarak çıkmıyoruz ve ona “alın size hakikat, karşısında diz çökün” demiyoruz. Biz, dünyevî ilkeleri mevcut dünyaya ait ilkelerden çıkarsıyoruz. Dönüp dünyaya, “mücadelelerinize son verin, bunlar aptalca mücadeleler. Biz, size mücadelenin doğru şiarını takdim ediyoruz” demiyoruz. Sadece dünyaya gerçekte ne için mücadele edildiğini, dünya bunu istemese de, bilincin edinilmesi gereken bir şey olduğunu gösteriyoruz.

Bilincin maruz kalacağı reform, yalnızca dünyayı kendi bilincinin farkında kılmaktan, onu kendisi ile alakalı rüyalardan uyandırmaktan ve kendi eylemlerinin anlamını açıklamaktan müteşekkildir. Dolayısıyla eleştirimizin amacı sadece, Feuerbach’ın din eleştirisine dair tespitlerimizde gösterdiğimiz üzere, dinî ve felsefî sorulara, kendisinin bilincinde olan insana denk düşen formu kazandırmaktır.

Bu nedenle bizim şiarımız şu olmalıdır: bilinç, dogmalarla değil, bu bilinç ister dinî isterse politik bir form kazansın, kendisinin anlamadığı mistik bilinci analiz ederek reforme edilebilir. Bundan sonra dünyanın, uzun süredir gerçekte sahip olmak için bilincinde olmak zorunda olduğu şeylerin hayalini gördüğü görülecektir. Meselenin, geçmişle gelecek arasında net bir zihinsel ayrım yapmak, geçmişe ait düşünceleri gerçeğe dökmek olmadığı anlaşılacaktır. Son olarak, insanlığın yeni bir işe başlamadığı, esasen eski işi bilinçli bir şekilde yürüttüğü idrak edilecektir.

Hâsılı, buradan bizim çıkarttığımız gazetenin ana eğilimini şu şekilde formüle etmemiz mümkündür: bu gazete, verdiği mücadeleler ve arzularla yüklü şimdiki zamanı (eleştirel felsefe üzerinden) açıklığa kavuşturmaktadır. Bu, hem dünya hem de kendimiz için ifa ettiğimiz bir iştir. Söz konusu iş, ancak birleşmiş olan güçlerce yürütülebilir. Buradan şu söylenmelidir: bu iş, bir günah çıkartma meselesinden başka bir şey değildir. İşlediği günahların affedilebilmesi için insanlığın pratikte bu günahların esasen ne olduklarını beyan etmesi şarttır.

Karl Marx
Kreuznach
Eylül 1843
Kaynak

0 Yorum: