Kafayı
toparlamak suretiyle, geçmişe dönüp bakmaktan vazgeçmiş olmandan ve yeni bir
girişim için yüzünü kendi düşüncelerine, Paris’e, yeni dünyanın yeni
başkentine, oradaki eski felsefe üniversitesine dönmen beni memnun etti. Umarım
bu dönüş, sana uğursuzluk getirmez! Senin asıl ihtiyaç duyduğun, orada olmak.
Bu nedenle, benim bir türlü kabullenemediğim ciddi bir ağırlığa sahip tüm o
engelleri aşacağına şüphem yok.
Öte
yandan, böylesi bir adımı atsan da atmasan da ben, her hâlükârda bu ayın
sonunda Paris’te olacağım, zira buradaki ortam beni köleleştiriyor, ayrıca
bizlerin Almanya’da özgürce gerçekleştirilecek her türden faaliyetin ihtiyaç
duyduğu o alandan mahrum olduğumuz kanaatindeyim.
Almanya’da
her girişim, zor yoluyla bastırılıyor. Burada zihne kargaşa ve aptallık hâkim.
Zürih ise Berlin’den gelen emirlere uymaktan başka bir şey yapmıyor. Bu
nedenle, gerçekten tefekkür eden, bağımsız işleyen zihinler için yeni bir çıkış
noktasının bulunması gerektiğini bugün daha net görüyorum. Planımızın gerçek
bir ihtiyaca cevap vereceğine, her şeyin ötesinde, bu planın gerçekte
karşılanması gereken gerçek ihtiyaçlar için uygulamaya konulması gerektiğine
kaniyim. Bu nedenle, ciddi bir biçimde sergilendiği takdirde, senin bu
girişiminin önemli sonuçlar doğuracağına hiç şüphem yok.
Anlaşılan,
içte yaşanan güçlükler, dışarıdaki engellerden daha büyük. Çünkü her ne kadar
“ne zaman” sorusu şüpheli olsa da asıl kafa karışıklığı, “nereye” sorusu
üzerinden yaşanıyor. Sadece reformcular arasında genel bir kargaşa yaşanmakla
kalmadı, bugün herkes, geleceğin ne şekilde biçimlenmesi gerektiğine dair
net bir fikre sahip olmadığını kabul etmek zorunda kalıyor. Diğer yandan, yeni
eğilimin asıl avantajı, bizim nasıl bir dünya beklediğimizi kesin olarak ifade
edemememiz, bunun yanı sıra, yeni dünyayı eskinin eleştirisi üzerinden tespit
etmek istemememiz. Bugüne dek felsefeciler, yazı masalarına serili tüm
bilmecelere çözüm bulmaya çalışmış, her türlü anlayıştan ari, genel dünyanın
sadece ağzını mutlak bilgi denilen pişmiş armutları yemek için açmak zorunda
olduklarını düşünmüşlerdir. Bugünse artık felsefe dünyevî olmalıdır, bunun en
çarpıcı kanıtı da felsefî bilincin kendisinin sadece dışta değil içte de
yürütülen mücadelenin yol açtığı cefadan devşiriliyor olmasıdır. Gelgelelim,
geleceği inşa etmek ve her şeyi tüm zamanları kuşatacak şekilde, belirli bir
yere yerleştirmek, bizim işimiz değildir. Bizim bugün asıl başarmamız gerekenin
ne olduğu artık nettir: Burada, tüm varolan şeylerin acımasızca
eleştirilmesinden bahsediyorum. Bu acımasız tavır, hem ulaşılacak
sonuçlardan hem de belirli güçlere sahip olanlarla çatışmaktan korkmamak
anlamındadır.
Dolayısıyla
ben, herhangi bir öğretinin sancağını yükseltmekten yana değilim. Bilâkis biz,
dogmacıların kendi önermelerini kendileri için netliğe kavuşturma çabalarına
yardım etmek zorundayız. Buradan şu söylenebilir: komünizm, belirli bir inanca
dayalı bir soyutlamadır. Ne var ki benim burada asıl bahsini ettiğim, muhayyel
ve muhtemel komünizm değil, Cabet, Dézamy, Weitling gibi isimlerin
öğrettikleri, gerçekte varolan komünizmdir. Bu komünizm, hâlen daha, antitezi
olan özel mülkiyete dayalı sistemin etkisi altında olan bir ifadedir, temelde
insanî ilkeye ait özel bir ifadeden başka bir şey değildir. Dolayısıyla, özel
mülkiyetin ilgası ile komünizm asla aynı şey değildir; komünizmin Fourier ve
Proudhon gibi isimlerin geliştirdikleri diğer sosyalist öğretilerin komünizme
karşı koymak için doğmuş düşünceler olduklarını söylemiş olmaları kesinlikle
tesadüfî değildir, bu, ayrıca kaçınılmazdır da. Zira o, sosyalist ilkenin özel,
tek taraflı gerçekleşmesinden başka bir şey değildir.
Dolayısıyla
tüm sosyalist ilke, gerçek insana ait gerçeklikle alakalı bir yöndür sadece.
Oysa bizim, insanın diğer yönüne, teorik varoluşuna dikkat kesilmemiz, buradan
dini, bilimi vs.’yi eleştirimizin nesnesi kılmamız gerekir. Buna ek olarak
bizim niyetimiz, çağdaşlarımızı, bilhassa bizimle çağdaş olan Almanları
etkilemektir. Bu noktada şu soru açığa çıkmaktadır: bu işe nasıl koyulacağız?
İşte tam da burada itiraz edemeyeceğimiz iki olgu türüyle yüzleşmekteyiz. İlk
planda din, onun yanı sıra politika, bugün Almanya’nın esas ilgilendiği
konulardır. Biz, bu konu başlıklarının mevcut formlarını çıkış noktası olarak
ele almalı, bu formların karşısına, elimizde hazır olan, örneğin İkarya’ya
Yolculuk’ta [Etienne Cabet, Voyage en Icarie. Roman philosophique et
social –“İkarya’ya Yolculuk: Felsefî ve Sosyal Roman”] dile getirilmiş
olana benzer bir sistemi çıkartmamalıyız.
Akıl
her zaman varolmuştur, ama bu varoluş, her zaman makul bir form dâhilinde
gerçekleşmemiştir. Bu nedenle eleştirmen, her türden teorik ve pratik bilinçten
ve kendisine ait bir yükümlülük ile nihai hedef olarak hakiki gerçekliği
geliştiren mevcut gerçekliğe has formlardan yola çıkabilir. Gerçek hayat
noktasında sosyalist taleplerin henüz daha bilinçli bir şekilde
aktarılmadıkları politik devlet, günümüzdeki tüm formları dâhilinde,
akla dönük talepleri bir biçimde içermektedir. Ama politik devlet burada
kalmaz. O, aklı üstlendiği her yerde tahakkuk etmiştir. Ama tam da bu sebeple
ideal işlevi ile sahip olduğu gerçek önkoşullar arasındaki çelişki, politik
devleti de keser.
Bu
nedenle, politik devletin kendisi ile yaşadığı bu çelişki üzerinden, her yerde
toplumsal hakikatin geliştirilmesi mümkün hâle gelir. Dinin insanlığın
teorik mücadelelerine ait bir tür sicil olması gibi, politik devlet de
insanlığın pratik mücadelelerine ait bir tür sicildir. Bu nedenle politik
devlet, devletin özel bir türü olarak sahip olduğu sınırlar dâhilinde, tüm
toplumsal mücadeleleri, ihtiyaçları ve gerçekleri belirli ifadelerle ortaya
koyar. Bu nedenle eleştirinin nesnesini, toplumsal bir varlığa dayalı sistemle,
temsile dayalı sistem arasındaki farklılık türünden, oldukça özel bir politik
mesele olarak belirlemek, kesinlikle ilkelerden daha önemsiz değildir.
İnsanın idaresi ile özel mülkiyetin idaresi arasındaki farklılık meselesi,
ancak politik tarz dâhilinde ifade edilebilir. Bu nedenle eleştirmenin (aşırı
sosyalistlerin ilgiye değer görmedikleri) bu tür meselelerle haşır neşir olması
mümkündür, hatta şarttır. Temsilî sistemin toplumsal varlığa dayalı sistemden
üstünlüğünü analiz ederken eleştirmen, büyük kütleye sahip tarafın ilgisini
pratikte çeker. Temsilî sistemi politik formundan çıkartıp genelleştirmek ve bu
sistemin gerçek önemini öne çıkartmak suretiyle eleştirmen söz konusu tarafın
sınırlarını aşmaya zorlar, zira bu sistemin ulaşacağı zafer, aynı zamanda onun
yenilgisidir.
Bu
nedenle, bizim eleştirimizin çıkış noktasından bakıldığında, o eleştiriyi
politikayla ve mücadeleyle tanımladığımızdan, bizim politikayı eleştirmemize,
politikaya girmemize, dolayısıyla, gerçek mücadeleler içinde yer
almamıza hiçbir şey mani olamaz. Böylesi bir durumda dünyanın karşısına yeni
bir ilkeye sahip bir doktriner (kuramcı) olarak çıkmıyoruz ve ona “alın size
hakikat, karşısında diz çökün” demiyoruz. Biz, dünyevî ilkeleri mevcut dünyaya
ait ilkelerden çıkarsıyoruz. Dönüp dünyaya, “mücadelelerinize son verin, bunlar
aptalca mücadeleler. Biz, size mücadelenin doğru şiarını takdim ediyoruz”
demiyoruz. Sadece dünyaya gerçekte ne için mücadele edildiğini, dünya bunu
istemese de, bilincin edinilmesi gereken bir şey olduğunu gösteriyoruz.
Bilincin
maruz kalacağı reform, yalnızca dünyayı kendi bilincinin farkında
kılmaktan, onu kendisi ile alakalı rüyalardan uyandırmaktan ve kendi
eylemlerinin anlamını açıklamaktan müteşekkildir. Dolayısıyla
eleştirimizin amacı sadece, Feuerbach’ın din eleştirisine dair tespitlerimizde
gösterdiğimiz üzere, dinî ve felsefî sorulara, kendisinin bilincinde olan
insana denk düşen formu kazandırmaktır.
Bu
nedenle bizim şiarımız şu olmalıdır: bilinç, dogmalarla değil, bu bilinç ister
dinî isterse politik bir form kazansın, kendisinin anlamadığı mistik bilinci
analiz ederek reforme edilebilir. Bundan sonra dünyanın, uzun süredir gerçekte
sahip olmak için bilincinde olmak zorunda olduğu şeylerin hayalini gördüğü
görülecektir. Meselenin, geçmişle gelecek arasında net bir zihinsel ayrım
yapmak, geçmişe ait düşünceleri gerçeğe dökmek olmadığı anlaşılacaktır.
Son olarak, insanlığın yeni bir işe başlamadığı, esasen eski işi
bilinçli bir şekilde yürüttüğü idrak edilecektir.
Hâsılı,
buradan bizim çıkarttığımız gazetenin ana eğilimini şu şekilde formüle etmemiz
mümkündür: bu gazete, verdiği mücadeleler ve arzularla yüklü şimdiki zamanı
(eleştirel felsefe üzerinden) açıklığa kavuşturmaktadır. Bu, hem dünya hem de
kendimiz için ifa ettiğimiz bir iştir. Söz konusu iş, ancak birleşmiş olan
güçlerce yürütülebilir. Buradan şu söylenmelidir: bu iş, bir günah çıkartma
meselesinden başka bir şey değildir. İşlediği günahların affedilebilmesi için
insanlığın pratikte bu günahların esasen ne olduklarını beyan etmesi şarttır.
Karl Marx
Kreuznach
Eylül 1843
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder