30 Mart 2020

,

Krizde Herkes Sosyalist


Batı kapitalizmi, ideolojik planda sürekli şunu söylüyor: “Her şeyi piyasa yönetmeli”. Ama son sağlık ve ekonomi krizinin de ortaya koyduğu biçimiyle kapitalistler işler sıkılaştığında piyasa denilen putu hemen unutuveriyorlar. Alelacele devletten para dileniyorlar. İşçilere düşük ücretleri kabul ettirmek istediklerinde piyasa melek, kârlar düştüğünde şeytan oluveriyor.
Ekonomi okuyan herkes bilir ki piyasa, hepimizin önünde diz çökmesi gereken tanrıdır. Piyasa, tüketicileri ve üreticileri bir araya getirir, arzla talebi dengeler. Tüm o ders kitaplarının anlattığı budur. Hepimiz kendi çıkarları peşinde koşan bireylerizdir ama piyasa sayesinde bu bencillik, mucizevi bir biçimde optimumla sonuçlanır.
Bu lafları işitmek için bir sınıftan içeri adım atmış olmanız gerekmez. Gazeteler, haber bültenleri, siyasetçiler hep bu türden laflar ederler. Onlara kulak vermek yeter. Devlet herhangi bir konuda harcamaları artıramaz çünkü buna piyasa izin vermez. Toplu konut çalışmaları konut piyasasına zarar vereceği için kabul edilmez. Üniversiteler rekabete sürüklenir ki kötü olanlar eğitim sahasından ayıklansın.
Piyasanın savunucuları, eski Sovyetler’deki ekonomi aksaklığı planlamaya bağlarlar ve planlamanın büyük felâketlere yol açtığını söylerler.
Bu türden lafların boş olduğunu görmek için âlim olmaya gerek yoktur. Bir kapitalistin görmek istediği en son şey serbest rekabettir, çünkü bu tür bir rekabet kârlarını azaltacaktır. Bu noktada süpermarketlerin küçük dükkânları nasıl yok ettiğine veya her türden yeni endüstrinin kısa bir süre sonra dünya genelinde üç dört şirketin hâkimiyetine girmesine bakılabilir.
Bu mesele başka bir açıdan da ele alınabilir. Kapitalistler, aslında piyasayı işçi sınıfı için vaaz ederler. Onlara “ayaklarınızın üzerinde durun, devlete asla bel bağlamayın” derler ama kendileri devleti iliğine kadar sömürürler. Bu noktada milyar sterlinlik teşviklere yapılan vergi kesintilerine bakılabilir. Otomobil imalatçıları, her yıl Avustralya hükümetinin sırtından yüz milyonlarca sterlin kazanmaktadır. Büyük şirketler eski siyasetçileri satın almakta, onlar üzerinden lobi faaliyeti yürütmektedirler. Onların gözü her daim devletin kasasındadır.
Kapitalistler, piyasanın işçi ücretlerini belirlemesi gerektiğini söylerler ama buna asla izin vermezler. Devletin baskı aygıtını, iş mahkemelerini ve polisi işçilerin hakları üzerinden kendi talepleri etrafında örgütlenmelerine mani olmak için kullanırlar.
Bir kriz patlak verdiğinde ise piyasa hemen gözden düşer. Kapitalist ekonomi çöküşün eşiğindedir. Birçok şirket iflas etmek üzeredir. Borsalar yüzde otuz değer kaybetmiştir. Eskinin ateşli serbest piyasa savunucuları, bugün devletin müdahalesini savunmaktadır. 18 Mart tarihli nüshasında Financial Times’ın da tespit ettiği üzere, “dünya liderleri küresel ekonominin yaşadığı tarihsel şoka gerekli cevap verme noktasında ekonomi siyaseti dâhilinde kullandığı o eski taktik tahtasını kaldırıp atmak zorunda kalmışlardır.”
ABD’de, serbest piyasa kapitalizminin merkezinde duran kapitalistler ve siyasetçiler, devletin yardım yapmasını isteyip durmaktadırlar. 17 Mart’ta New York Times’da yapılan açıklamada dendiği gibi, “işveren örgütleri, şehir ve eyalet liderleri, hukukçular, senatörler ve ekonomistler işçilerin evde kalabilmeleri ve tüketimdeki düşüşle mücadele eden şirketlere destek verilebilmesi için merkezî hükümetten trilyonlarca dolar istemiştir.”
Dün ekonomiyi canlandırmak amacıyla “devlet işletmelere ve tüketicilere vermek için para bassın” diyen siyasetçiler ve danışmanları, bugün verilecek rakam konusunda bir yarışa giriyorlar. Koronavirüse ve ekonomik krize savaş ilân eden Trump yönetimi, kısa süre içerisinde büyük bir teşvik paketini yürürlüğe koyacak ve bu noktada ekonomiye bir trilyon dolar pompalayacak. Muhtemelen bunu benzer başka adımlar da takip edecek.
Başka zaman olsa Trump bu politikayı önerenleri sosyalistlikle suçlardı, bugün bu konuda tek laf etmiyor. Hatta paketinin “büyük ve cüretkâr” olduğunu söylüyor. Başdanışmanı Larry Kudlow, başkanın “krizle başa çıkabilmek için gereken her adım atılsın” dediğini söylüyor. Senato’daki Cumhuriyetçi Parti grubunun ikinci üst düzey ismi olan Senatör John Cornyn, devlet müdahalesinden nefret eden bir isim olarak şunu söylüyor: “Ekonomimiz, tüm ekonomimiz risk altında.”
Son yıllarda Wall Street partisinden yana saf tutan bazı Demokrat Partililer, bugün kriz süresince her Amerikalıya aylık ödeme yapılması önerisinde bulunuyorlar. Bu para akıtma siyaseti dâhilinde Merkez Bankası, bankalara trilyonlarca dolar pompalıyor.
ABD’de atılan bu adımların benzerlerine diğer ülkelerde de rastlanıyor. Uzun zamandır üye devletlerin bütçe açıklarını GSMH’sinin yüzde üçü düzeyinde tutmasını isteyen Avrupa Komisyonu, hükümetlerin borçlanma miktarı üzerindeki sınırları kaldırdı. 2015’te komisyon, yüzde yirmilik işsizlik oranı ile yüzleşen Yunan hükümetinin harcamaları artırmasına izin vermemişti ama bugün hükümetin har vurup harman savurmasını istiyor. Avrupa kapitalizminin geleceği risk altında. Dolayısıyla işine yarayacak her şeyi gündemine alıyor.
İsveç hükümeti, şirketlerin vergi borçlarını bir yıl erteliyor. Bu vergilerin toplamı GSMH’nin yüzde altısını buluyor. Britanya ise şirketlere 330 milyar sterlik acil durum kredisi veriyor, buna ek olarak 20 milyar sterlin tutarında mali destek sunuluyor.
Muhafazakâr Parti’nin mali işler sorumlusu Rishi Sunak, şunu söylüyor: “Bugün ideolojinin peşinden gitmenin, kitaba bağlı kalmanın değil, cesur olmanın vakti. Ne gerekiyorsa yapılacak.”
İspanya başbakanı Pablo Sanchez, ülkenin demokrasi tarihinde görülen, kaynakların seferberliği ile ilgili en büyük adımı attıklarını söylüyor. Bu adım dâhilinde 100 milyar avro kredi verilecek. Şirketlere 300 milyar avro kredi veren Fransa başbakanı Bruno Le Maire, basına şu açıklamayı yapıyor: “Elimdeki tüm araçları kullanmaktan asla tereddüt etmeyeceğim.”
Krizin Avrupa ekonomisinde bu yıl içerisinde yüzde dörtten fazla küçülmeye sebep olacağını öngören Avrupa Merkez Bankası, kısa süre içerisinde, önümüzdeki dokuz aylık dönem için Avrupa bankalarına bir trilyon avrodan fazla para aktaracak. Bankanın başkanı Christine Lagarde, “olağanüstü dönemlerin olağanüstü eylemlere ihtiyaç duyduğunu” söylüyor.
Avustralya’da esas olarak bütçeyi dengeleme vaadi üzerinden ayakta duran koalisyon hükümeti, 18 milyar dolar harcayacak ki bu paranın dörtte üçü şirketlere gidecek. Bugünlerde hükümet, işletmelere sunulacak başka bir yardım paketi üzerinde çalışıyor. Burada özellikle turizm, spor, sanat ve eğlence ile havayolları gibi alanlarda faal olan şirketlere bir milyar dolardan fazla para verilmesi öngörülüyor.
Avustralya Sanayi ve Ticaret Odası, hükümetin işçilere ücret teşvikleri vermesini, aynı yardımın ciddi kayıplara maruz kalan işletmelere yapılmasını istiyor. Oda, ayrıca hükümetin yüzde sekseni devlet garantili yarım milyon dolarlık kredi vermesini, ayrıca hastalık izni alanlara ücret desteği sağlanmasını talep ediyor. Ama işçilere yapılan yardım, şirketlere yapılan yardımın yanında devede kulak kalıyor.
Kısa vadede işçilerin nasibine, bu para saçma politikasından bir şeyler elbette ki düşecek. Avustralya’daki sosyal yardımlara banka hesapları üzerinden 750 dolar eklenecek. ABD’de ise muhtemelen Amerikalılara yaklaşık bin dolar verilecek. Fakat bu para kısa vadede ekonomiyi canlandırmak için veriliyor. Uzun vadeli yardımlar ise vergi kesintileri ve mali alanda verilen diğer tavizler üzerinden kapitalist sınıfa yapılıyor.
Mevcut kriz, kapitalistlerin çıkarları tehdit edildiğinde serbest piyasanın faziletleri konusunda edilen onca ideolojik lafın zırva olduğunu göstermekle kalmadı, ayrıca hükümetlerin temelde piyasa karşısında güçsüz olduğunu söyleyen fikrin de çöp olduğunu ortaya koydu.
Hükümetler, “ekonomik gerçeklik” karşısında hiçbir şey yapamayan biçare mağdurlar değiller. Ama olağan zamanlarda hükümetler, bizim daha fazla sosyal yardım, sağlık hizmeti ve eğitim taleplerimizi “bu talepleri karşılamak imkânsız” diyerek karşılıyorlar.
İşçiler, kendi kişisel krizleriyle günbegün karşı karşıya. Patronlar bu hafta işe çağırmadığı için kirayı ödeyecek parayı bulamıyorlar, bankadan aldıkları ev kredilerini ödeyemiyorlar, faturalara bakmak bile istemiyorlar, elektrikleri, suları, doğal gazları kesiliyor, çocuklarının eğitim masraflarını karşılayamıyorlar, işsizlik korkusu ile yaşamaya çalışıyorlar.
İşçi sınıfı, gündelik hayatta böylesi bir krizle boğuşuyor. Hükümetlerden bu krizle ilgilenmesini istediğimizde, onlar bu krizi çözüme kavuşturmanın imkânsız olduğunu söylüyorlar, “böyle gelmiş böyle gider” diyorlar.
Ama kapitalist sınıf krize girdiğinde, aynı hükümetler anında harekete geçiyorlar. Ekonomiyle ilgili politik kararlar alınıyor, hükümetler piyasaların canlanması için hamleler yapıyorlar. Avrupa maliye bakanları komitesi başkanı, bugünkü hâkim yaklaşımı gayet güzel özetliyor: “Avroyu elimizdeki her şeyle savunacağımıza hiç şüpheniz olmasın.” AB üyesi ülkelerin maliye bakanları, son avro krizi esnasında yaptıkları gibi, 410 milyar dolar kapasiteli bir fonu devreye sokmayı düşünüyorlar.
Financial Times’ın haberine göre İspanya’da hükümetin içinde “merkezi planlamaya dayalı ekonomiyi uygulamak için yetki alınmasını isteyelim” diyenlerin olduğu konuşuluyor. Hükümetin bu süreçte tıbbi gereçler, gıda ve enerji üretiminin tüm sorumluluğunu üstleneceğinden bahsediliyor.
Çoğu zaman bize ekonominin işçilere düzgün bir yaşam standardı sağlayamayacağını, bu ekonominin yüksek ücret, sosyal yardım, konut ve eğitim konusunda herkese hizmet edemeyeceğini söylüyorlar. Sürekli bütçenin dengede olması, işletmelerin rekabet etmesi, şirketlerin ödedikleri vergilerin düşük olması gerektiğinden bahsediyorlar.
Bugün nasıl oluyorsa ekonominin bizim uzun zamandır talep ettiğimiz şeyleri verebildiğini görüyoruz. Hükümetler, bugünlerde “tek kuruş vermeyiz” dedikleri şeylere para akıtıyorlar.
Geçmişte Morrison hükümeti, işsizlik yardımını kaldırmadı diye İş Dünyası Konseyi’nin saldırısına uğramıştı. Bugün hükümet, sosyal yardımlara kişi başına 750 dolar olmak üzere toplam 4,7 milyar dolar harcıyor. Hükümetler, bir yandan da sağlık harcamalarını artırıyor. Batı Avustralya’da hükümet, faturaları ve toplu ulaşım ücretlerini sıfırlıyor, enerji tüketimi ile ilgili ödemeleri iki katına çıkartıyor, bakıma muhtaç insanlarla ve hastalarla ilgilenmesi gereken kamu işçilerine daha fazla izin veriyor.
Bu süreçte Hong Kong hükümeti, vatandaşlarına bin dolar ödeme yaptı. Virüs salgınının en ağır şekilde vurduğu ülkelerden biri olan İtalya, ev kredisi ödemelerini askıya aldı. Yeni Zelanda’da hükümet, sosyal yardımları kalıcı olarak haftalık 25 dolar düzeyinde arttırdı, ayrıca emeklilere ve sosyal yardım alanlara yaptığı kışlık enerji desteğini iki katına çıkarttı. Fransa da sosyal yardımları artırdı ve bu yardımları daha fazla kişiye temin etmeye başladı.
Hükümetler, tabii ki bugünlerde merkez bankalarının bodrum katlarında küp küp altın bulmuş değiller. Onlar, bu tedbirleri halk sağlığını korumak ve ekonomiyi kurtarmak için aldıklarını söylüyorlar. Oysa kimlerin ayrıcalıklı olduğu gün gibi ortada. Yeni tedbirler, dünya tarihinde görülmüş en büyük kurtarma paketi dâhilinde gündeme geliyor. Burada amaç, devlet eliyle kamuya ait zenginliği ve parayı milyarderlere ve büyük şirketlere akıtmak, bu bağlamda zararları tüm toplumun sırtına yüklemek, kârları ise özel ellerde toplamak.
Sonuçta servet transfer edilecek, pekiştirilecek ve belirli ellerde yoğunlaştırılacak. Hükümetler, halka kırıntı niyetine verecekleri sadakalar için günlerce tartışma yürütürken yığınla insanı işten çıkartanlara karşı ciddi tek bir adım bile atmıyorlar.
Önerilen her harcama paketinde işletmelere teşvikler sunuluyor, hükümetler sağa sola kredi veriyor, fonların üçte ikisinden fazlasına vergi indirimi getiriliyor. Halkın çoğunluğunu oluşturan işçilerin eline ise paranın ancak üçte biri geçiyor. Örneğin Avustralya’da şirketlere 13 milyar verilirken, sosyal yardımlara 4,7 milyar dolar aktarılıyor.
Emeklilere, ailelere, bakıma muhtaç kişilere, engellilere, Aborjinlere, öğrencilere, çıraklara yardım sağlayan Centrelink, insanın gururunu ayaklar altına alan sınırlamalar getiriyor, üç kuruş vereceğim diye bin dereden su getirtiyor, ama çuvallar dolusu para, hiçbir engelle karşılaşmadan, işletmelerin kasalarına boca ediliyor.
Avustralya’da çırak ve stajyer çalıştırsın diye patronlara teşvikler veriliyor ama patronlar, stajyerleri altıncı ayın sonunda işten atıyorlar, yenisini alıyorlar, üstelik yeniden teşvikle ödüllendiriliyorlar. Yeni bir iş imkânı yaratılmadığı gibi patronların ceplerine sürekli para akıtılıyor.
Mesele, sadece para dağıtılması da değil. Bu süreçte diğer kutsal inekler de bir bir kesiliyor. Bu ineklerden biri olan özel mülkiyetin boğazına bıçak vuruluyor. Örneğin İspanyol hükümeti, özel hastanelere ve sağlık malzemesi tedarikçilerine bir süreliğine el koyduğunu açıklıyor, ayrıca evsizleri doyurmak ve barındırmak için planlar hazırladığını söylüyor.
Trump, 18 Mart’ta olağanüstü bir dizi tedbir açıkladı. Savunma Üretimi Kanunu’nun kendisine verdiği yetkilere dayanarak, suni solunum cihazı ve maske gibi sağlık gereçlerindeki yetersizliği aşmak için özel şirketlerden bu ürünleri üretmesini istedi. Test konusunda yaşanan sorunu çözmek amacıyla donanmaya ait iki hastane gemisini New York ve Batı Sahili’ne gönderdi. Emlâk zengini bir başkana sahip ABD için gayet şaşırtıcı olan bir gelişme dâhilinde İmar İskân ve Şehircilik Bakanlığı, Nisan sonuna dek ev boşaltmaların ve hacizlerin askıya alındığını açıkladı. Hükümet, ayrıca virüs bulaşmış işçilere izin verebilmek için yeni işçi alacağını duyurdu. Kaliforniya’da vali 150.000 kadar evsiz için otelleri satın almayı planladığını açıkladı.
Avustralya’da çocuklu sağlık emekçilerine işlerine devam edebilsinler diye ücretsiz çocuk bakım hizmeti sunuluyor. Güney Kore’de hükümet, işte olan ebeveynlere acil durum kapsamında çocuk bakımı hizmeti sağlıyor. Bu hizmetse eğitimli öğretmenlerin denetiminde, onar kişilik sınıflarda veriliyor. Guardian’da çıkan habere göre Avustralya hükümeti, ev ipoteklerini üstlenmeyi, hatta istihdamı güvence altına almayı tartışıyor.
Bugün “eskiden yapılamaz” denilen her şeyin yapılabildiği görülüyor.
Demek ki ekonomide acil bir durumla yüzleşildiğinde olağan kimi kuralların belirli bir kısmı uygulanabiliyor. Hükümetler, kaynakları planlayıp özel şirketlerin çıkarlarını tehdit edebiliyorlar. Damardan liberal olan kişiler ise bu tedbirleri sosyalizm olarak görüp aşağılıyorlar. Onlara göre bu türden programlar, destekledikleri serbest piyasa kapitalizmini mahkûm ediyor. Oysa bu programlar, en iyi hâliyle, kapitalist ekonominin yönetimine dönük başka bir yaklaşım olarak gündeme geliyor.
OECD ülkelerinin başındaki hükümetler, bugün mali sistemlerini kurtarmak için trilyonlar harcamaya hazırlanıyorlar. Ama bu hazırlıklar, dünya ekonomisinin piyasanın ellerine güvenle bırakılamayacağını teyit ediyor. Mevcut durumun tüm açıklığıyla ortaya koyduğu biçimiyle, kapitalist sınıf ve hükümetler, sistemlerini kurtarmaya mecbur olduklarını görüyorlar, bu noktada bir zamanlar “parasal açıdan uygulanamaz” dedikleri, ekonominin koşullarının izin vermeyeceğini düşündükleri birçok tedbire başvuruyorlar. Görülüyor ki gerektiğinde hükümetler harekete geçebiliyorlar. Dün sığınılan ideolojik bahanelerin bugün kabak tadı verdiği görülüyor. Ama şunu da anlamak gerekiyor: Bu hükümet müdahaleleri, doğası itibarıyla, işçi sınıfının değil patronların çıkarlarına hizmet ediyor.
Tom Bramble
21 Mart 2020

0 Yorum: