28 Mart 2020

Enformasyon, Sibernetik ve Yönlendirme Mekanizması


Ta ellilerde, “aşırı hızlı hesaplama makinesi”nin hâlen daha tüm hantallığıyla iş gördüğü günlerde Norbert Wiener, sibernetiğin politik ve toplumsal uygulamalarına dair bazı öngörülerde bulunuyordu. Onun asıl yüzleştiği soru ise şuydu:

“Şu veya bu türde bilgiyi, örneğin üretim ve piyasayla alakalı bilgileri toplayacak, ardından da insanlığın sahip olduğu ortalama psikolojiye ve belirlenen verili bir durum dâhilinde ölçülebilecek niceliklere ait bir fonksiyon olarak tayin edilecek bir makineyi madem tahayyül edemiyoruz, o vakit mevcut hâlin gelişimi en iyi nasıl sağlanabilir? Tüm politik karar alma süreçleriyle alakalı sistemleri kapsayan bir devlet aygıtını tahayyül etmek nasıl mümkün olabilir? Beynin geleneksel siyaset mekanizmasıyla ilgili olduğu koşullarda, gün gelecek, herkesin tüm çıplaklığıyla gördüğü, beyindeki mevcut yetersizliği ister iyilik isterse kötülük olsun diye giderecek bir yönlendirme mekanizması (machine à gouverner –dümen tertibatı) temin edilecek, işte düşlememiz gereken, böylesi bir gelişmenin yaşanacağı gündür.”[1]

Kaleme alındığı dönemde muhtemelen bu kelimeler, bilim kurgu pratiğinin parçası olarak görülmüşlerdi. Beynelmilel çelişkilerin veya ekonomik planlamanın ahlâkî düzeyde yüzleştiği güçleri içeren meselelerin makinedeki zekâya teslim edilebileceğine çok az sayıda sibernetik uzmanı inanıyordu. Wiener bile bu ihtimali birkaç açıdan derinlemesine inceledikten sonra şu uyarıyla bitiriyordu yazısını:

Eylem hâlinin tabi olduğu kanunları önceden incelemedikçe ve bizim kabul edebileceğimiz ilkeler üzerinden tatbik edilmedikçe, sevk ve idare pratiğimizin nasıl olacağına hâlen daha karar veremiyorsak, yazıklar olsun bize!

Ne var ki Wiener’ın yüzleştiği kısıtlılık hâlini tüm meslektaşları tespit ediyor değildi. Bilhassa önce yapay zekâ, ardından da biliş bilimiyle meşgul olanlar için bu tarz bir kısıtlılık hâli mevcut değildi. 1960 gibi erken bir tarihte Herbert Simon, güvenle baktığı gelecekte bir gün, “en fazla yirmi beş yıl içerisinde”, duyguların, tavırların ve değerlerin varlığına muhtaç olanlar dâhil, tüm insanî fonksiyonların ve organizasyonların tek tek her birinin ve tamamının yerini alabilecek makineler imal edebilecek düzeye gelebileceğimizi” söylüyordu.[2]

Yapay zekâ üzerine çalışma yürüten çevrenin kendi reklâmını yapma amacıyla, fırsatçı bir üslupla dile getirdiği tüm o öngörüler gibi bu öngörü de hiçbir vakit gerçekleşme imkânı bulamadı. Kimse, söz konusu öngörünün fiiliyata döküldüğü bir gerçekliğe tanıklık etmedi. Yine de insanın içini coşturan, bu türden profesyonel vaatlerle moral bulan enformasyon teknolojisi denilen saha, karar alma ve siyasetin en üst mertebeleri dâhil, siyasi hayatımızın bir dizi alanını kapsayacak şekilde genişledi.

Bu gelişme, başlarda küçük adımlarla ilerledi ve dağınık, az sayıda mevzi elde edebildi. Bu adımları ilk atanlar, İkinci Dünya Savaşı sürecinde sistem (veya operasyon) analizleri yapan ekibin üyeleriydi. Savaş sonrasında uygulamalı sistemler teorisi, Mitre ve RAND türünden, orduya ait düşünce kuruluşları içerisinde kendisine yeni bir yuva buldu. Buralarda sosyal bilimciler, fizikçiler ve stratejistlerle birlikte, termonükleer savaşın veya sivil savunmayla alakalı planlama sürecinin etkilerini değerlendirmeye dönük, geçici araştırma projeleri üzerine çalışmalar yürüttüler. Kennedy döneminde kontrgerilla talimnamelerine dayalı savaş sanatı, sosyal bilim araştırmalarının merkezine oturdu ve siyaset bilimcilerden, antropologlardan ve psikologlardan oluşan ekiplerin çalışmalarından beslendi. O dönemde üniversitelere hâkim olan sosyal bilim anlayışı, davranışçılığı, ağırlıklı olarak istatistiği temel alan bir anlayıştı ve fizikî bilimlerin kaba bir karikatüründen ibaretti. Bilgisayarlaşma çağrısında bulunan bu tarz üzerinden üniversitelerde sosyal bilimciler, eldeki az sayıda makineyi paylaştıkları koşullarda, ikinci sınıf yurttaş muamelesi görmeye başladılar.

Altmışların sonunda atılım gerçekleşti, ardından da her iki cephede önemli gelişmeler yaşandı. 1967’de Viyana’da Uluslararası Uygulamalı Sistemler Analizi Enstitüsü kuruldu. IIASA, Doğu ve Batı blokunun desteklediği, sağlam finansal kaynaklara sahip, bilgisayarlarla donatılmış bir merkezdi. “Uzun erimli toplumsal planlama” için üretilmiş olan “dünya” veya “küre” modeli geliştirme sahasında yürütülen bir dizi çalışmaya öncülük etti.[3] Birkaç yıl sonra, 1969’da, Harvard ve MIT üniversitelerinde çalışan sosyal bilimciler, bir araya gelip kendi disiplinlerini geliştirmek adına Manhattan Projesi’ni örgütlediler. Yeni programlama tekniklerini keşfetmek için gerekli olan 7,6 milyon dolarlık bağışı savunma bakanlığından almayı bildiler. Bu bağış sayesinde en kapsamlı projelerden olması umulan, sonuçta birbirinden farklı bir dizi sosyal bilim çalışmasına katkı sunacak olan Cambridge Projesi hazırlandı. Yürütülen çalışma, “tarafsız bilgisayar araçları” araştırması olarak ilân edildi.[4] Fakat fon sağlayan Savunma Bakanlığı projeyi, verdiği paranın karşılığını almak niyetinde olan Pentagon’un ihtiyaçları doğrultusunda, belirli bir kanala soktu. Sonuçta proje, kısa bir süre sonra Soğuk Savaş sürecinin tüm gerilimlerine tabi hâle geldi ve askerî istihbaratla alakalı “bildirim ve uyarı” programlarının geliştirilmesi gibi görevleri üstlendi. Proje bünyesinde çalışan ekibin diğer bir görevi de Tayland’da ABD’ye dost ve düşman köylerin bilgisayar temelli modellerini inşa etmek, ardından da bu modeller uyarınca belirli bir siyaset önermekti. Benzer bir modelleme çalışması, savaş yıllarında Vietnam’da bombardıman hedeflerini belirleme noktasında bilgisayarları kullanmıştı. Dost olan köy modeline ait parametreleri karşılayan köylere dokunulmazken, düşman köyler yok edilecek yerler olarak işaretlendiler. Böylece bilgisayar temelli sosyal bilimler, insanların yaşamasına veya ölmesine neden olacak uygulamalar sahasına nihayet giriş yapma imkânı bulmuştu.[5]

Cambridge Projesi ile ilgili olarak 1971 yılında hazırlanmış rapor, projenin birçok meseleyle alakalı politik niyetini açık bir dille ortaya koyuyordu:

“Bu tekniklerle birlikte Küba’nın veya Kuzey Vietnam’ın işgalinde kullanılması mümkün tüm stratejiler, birkaç gün içerisinde dikkate alınabilecek. Muhtemelen ileride, öngörülebilir bir gelecekte bu türden teknikler, ülke dışında yaşanacak bir devrime veya yapılacak bir seçime müdahale edip etmeyeceğimize karar verme noktasında kullanılabilecekler.”[6]

Theodore Roszak
1986

[Kaynak: The Cult of Information: A Neo-Luddite Treatise on High Tech, Artificial Intelligence, and the True Art of Thinking, University of California Press, İkinci Baskı 1994, s. 222-225.]

Dipnotlar:
[1] Wiener, aktaran: Pere Dubarle, The Human Use of Human Beings içinde, s. 178-180.

[2] Akt.: Weizenbaum, Computer Power and Human Reason, s. 244.

[3] IIASA konusunda şu habere bakılabilir: New Scientist (Londra), 19 Temmuz 1973, s. 27.

[4] Judith Coburn, “Project Cambridge: Another Showdown for Social Sciences?” Science, 5 Aralık 1969, s. 1250-1253.

[5] Vietnam’ın bilgisayarlar kullanılarak bombalanması konusunda bkz. Weizenbaum, Computer Power and Human Reason, s. 238-240.

[6] Joseph Hanlon, “The Implications of Project Cambridge”, New Scientist (Londra), 25 Şubat 1971, s. 421-423.

0 Yorum: