09 Mart 2020

,

Faşizmin Sınıfsal Niteliği


Yoldaşlar, Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin On Üçüncü Genel Kurulu iktidardaki faşizmi, doğru bir yaklaşımla, finans kapitalin en gerici, en şovenist ve en emperyalizm yanlısı unsurlarının açıktan terörist diktatörlüğü olarak tanımlamıştır.

Faşizmin en gerici türü de Alman tipi faşizmdir. O, sosyalizmle müşterek hiçbir yanı olmamasına karşın, kendisini büyük bir arsızlıkla “Nasyonal Sosyalizm” olarak adlandırmıştır. Alman faşizmi, sadece burjuva milliyetçiliği olmakla kalmaz, aynı zamanda gaddar bir şovenizm türüdür de. Alman faşizmi, politik mafyacılık sisteminin hükümet olmuş hâlidir, bu sistem ki köylülük, küçük burjuvazi ve aydınlar içerisindeki devrimci unsurlara ve işçi sınıfına yönelik kışkırtmalar ve işkence üzerine kuruludur. O, ortaçağa has barbarlık ve canavarlıktır, başka milletlere azgın köpekler gibi saldırmaktır.

Alman faşizmi, beynelmilel karşı-devrimin öncüsü, emperyalist savaşın baş tetikçisi, tüm dünya işçilerinin büyük anavatanı Sovyetler Birliği’ne karşı saldırının başlatıcısı olarak hareket etmektedir.

Otto Bauer’in iddiasının aksine faşizm, “proletarya ve burjuvazinin, tüm sınıfların üzerinde duran bir devlet iktidarı biçimi” değildir. O, Britanyalı sosyalist Brailsford’un söylediği gibi, “devlet mekanizmasını ele geçirmiş küçük burjuvazinin isyanı” da değildir. Hayır, faşizm tüm sınıfların üzerinde duran bir güç, küçük burjuvazinin veya lümpen proletaryanın finans kapitali yönetmesi olarak görülemez. Faşizm, finans kapitalin iktidarıdır. O, işçi sınıfına, köylülük ve aydınlar içerisindeki devrimci kesime yönelik terörü temel alan bir intikam örgütüdür. Dış politikada ise faşizm, başka milletlere yönelik nefreti körükleyen, milliyetçiliğin en uç biçimidir.

İşte faşizmin gerçek niteliği budur ve bu husus üzerinde bilhassa durulmalıdır. Zira bir dizi ülkede sol demagoji kılıfı altında faşizm, kriz yüzünden konumunu yitirmiş olan küçük burjuva kitlesinin, hatta proletaryanın en geri kesiminin belirli bölümlerinin desteğini kazanmıştır. Faşizmin gerçek niteliği ve yapısı anlaşılmış olsaydı, bu kesimlerin faşizmi desteklemeleri mümkün değildi.

Faşizmin ve faşist diktatörlüğün gelişimi, tarihsel, toplumsal ve ekonomik koşullara, ülkelerin özgüllüklerine, ayrıca o ülkenin uluslararası plandaki konumuna göre farklı biçimler almaktadır. Belirli ülkelerde, bilhassa ilkesel olarak, faşizmin geniş bir kitle tabanına sahip olduğu, faşist burjuva kampın içinde farklı grupların mücadelelerine tanık olunan ülkelerde faşizm, meclisi en kısa sürede ilga etme yoluna gitmemekte, sosyal demokrat partiler gibi başka burjuva partilerin az da olsa legaliteye sahip olmalarına imkân sağlamaktadır. İktidardaki burjuvazinin devrimin erkenden patlak vermesinden korktuğu başka ülkelerde ise faşizm, tüm rakip parti ve örgütlere baskı uygulayıp terörü yoğunlaştırmak suretiyle ya da kısa sürede müdahalede bulunarak, sınır tanımayan politik tekelini teşkil etmektedir. Ama bu, faşizmin sınıfsal niteliğini değiştirmeksizin kendi kitle zeminini genişletmekten parlamentarizm yalanını açık terörist diktatörlükle birleştirmeye çalışmaktan alıkoymamaktadır.

Faşizmin iktidara gelişi, basit manada bir burjuva hükümetinin yerine bir başkasının geçişini değil, burjuvazinin sınıfsal hâkimiyeti üzerine kurulu bir devlet formunun, yani burjuva demokrasisinin yerini bir başka formun, açık terörist diktatörlüğün alışını ifade etmektedir. Bu ayrımı göz ardı etmek, ciddi bir hataya yol açacak, böylesi bir hata ise devrimci proletaryanın, faşistlerin iktidarı almalarına ilişkin tehdide karşı verilecek mücadelede kent ve kırdaki emekçi halkın en geniş kesimini seferber etmesine ve burjuvazinin kampında varolan çelişkilerden yararlanmasına mani olacaktır. Asıl tehlikeli ve ciddi olan hata ise faşist diktatörlüğün kuruluşundaki önemi ve burjuva demokratik ülkelerde hâlihazırda burjuvazi eliyle geliştirilen gerici tedbirleri küçümsemektir. Bu türden tedbirler, işçilerin demokratik alanda edindikleri özgürlükleri ortadan kaldırmakta, meclisin elindeki hakları budamakta, devrimci harekete yönelik baskı politikalarını yoğunlaştırmaktadır.

Yoldaşlar, faşizmin iktidara gelişi, finans kapitale ait şu veya bu kurulun faşist diktatörlüğün kurulması için belirli bir tarih belirlemiş olduğu iddiası üzerinden basitleştirilmemeli, bu tarz, soruna sebep olmayacak bir yerden anlaşılmamalıdır. Gerçekte faşizm, genelde eski burjuva partilerine karşı yoğun bir mücadele süreci üzerinden iktidara gelir. Bu süreç, faşist kampın içerisinde bile işler. Kimi zaman bahsi geçen mücadele, Almanya, Avusturya ve başka ülkelerde tanık olduğumuz üzere, silâhlı çatışmalara bile yol açmaktadır. Ancak tüm bunlar, faşist diktatörlüğün kurulmasından önce burjuva hükümetlerin genelde bir dizi hazırlık aşamasından geçip faşizmin iktidara gelişini kolay kılacak gerici tedbirleri benimsemesi karşısında o kadar da önemli meseleler değildirler. Burjuvazinin gerici tedbirleriyle faşizmin bu hazırlık aşamasında girdiği büyüme süreciyle mücadele etmeyenler, faşizmin zafere ulaşmasına mani olmak şöyle dursun, o zaferi daha da yakınlaştırırlar.

Sosyal demokrat liderler, faşizmin gerçek sınıfsal niteliğini kitlelerden gizlemiş, faşizmi önemsiz göstermiş, kitleleri burjuvazinin gerici tedbirlerine karşı mücadeleye çağırmamışlardır. Faşist saldırının en önemli anında Almanya ve diğer bir dizi faşist ülkedeki işçi sınıfının önemli bir kesiminin faşizmde karşımıza çıkan, finans kapital denilen o kana susamış canavarı, en azılı düşmanımızı görememesinin, bu kitlelerin faşizme karşı mücadeleye hazırlık yapmamasının tüm tarihsel sorumluluğu, işte bu liderlerin sırtındadır.

Peki faşizm, kitleler üzerinde ne tür bir nüfuza sahiptir? Faşizmin kitleleri etkileyebilmesinin sebebi, onun toplumsal açıdan halkın en acil ihtiyaçlarına ve taleplerine sesleniyor olmasıdır. Faşizm, sadece kitleler içerisinde derinlemesine kökleşmiş önyargıları kaşımakla kalmaz, aynı zamanda kitlelerin halis duygularıyla, adalet duygusu hatta bazen devrimci geleneklere dair duygularla oynar. Sosyalizmin azılı düşmanı, burjuvazinin birer uşağı olarak Alman faşistler kendilerini kitlelere “sosyalist” olarak sunma, iktidara gelişlerini ise bir tür “devrim” olarak tasvir etme ihtiyacını neden duymuşlardır? Çünkü faşistler, devrime olan inancı istismar etmeye çalışırlar ve Almanya’da işçi sınıfı kitlesinin yüreğinde yaşamayı sürdüren sosyalizmi çok istediklerini söylerler.

Faşizm, emperyalistlerin çıkarlarına uygun hareket eder ama kendisini kitlelere hırpalanıp durulan milletin savunucusu olarak sunar ve milliyetçi hissiyatı harekete geçirir. Örneğin Faşizm, Almanya’da küçük burjuva kitlelerin desteğini “Kahrolsun Versay Anlaşması” sloganı ile kazanmıştır.

Faşizmin amacı, kitleleri ölçüsüz bir şekilde sömürmektir ama o kitlelere en kurnaz anti-kapitalist demagojilerle yaklaşır ve politik açıdan ham olan kitlelere çekici gelen sloganlar geliştirerek, yağmacı burjuvaziye, bankalara, tekellere ve sanayi krallarına karşı işçilerin duyduğu o derin nefretten istifade eder. Almanya’da, “genelin esenliği bireyin esenliğinden üstündür”, İtalya’da “devletimiz kapitalist değil birleşik devlettir”, Japonya’da “sömürüsüz Japonya, ABD’de ise “refahı paylaşın” sloganı çıkar karşımıza.

Faşizm, halkı en yozlaşmış, rüşvetçi unsurların pençelerine teslim eder ama onun karşısına çıkıp “dürüst ve yozlaşmayacak bir hükümet” talebiyle çıkar. Burjuva demokratik hükümetlerde kitlelerin hayal kırıklığına uğratıldığını söyleyen faşizm, ikiyüzlü bir biçimde, yozlaşmayı ve yolsuzlukları eleştirir.

Eski burjuva partilerini terk etmiş, hayal kırıklığına uğramış kitlelerin yolunun faşizmle kesilmesi, burjuvazinin en gerici kesimlerinin çıkarınadır. Bu kitleleri asıl etkileyen, onun eski burjuva partilerle uzlaşmıyor olması ve burjuva hükümetlerine yönelik saldırılarındaki sertliktir.

Burjuva gericiliğin her türüne karşı ikiyüzlü ve alaycı bir tutum sergileyen faşizm, demagojik yaklaşımını her bir ülkedeki özelliklere, hatta aynı ülkede yaşayan farklı toplumsal katmanlara ait özelliklere de yönlendirir. Küçük burjuvazi, hatta işçilerin belirli bir bölümü, yokluk, işsizlik ve güvencesizlik sebebiyle ümitsizliğe kapılıp faşizmin toplumla alakalı demagojisinin ve şovenizminin iğvasına kapılır.

Faşizm, iktidara proletaryanın devrimci hareketine ve düzenden rahatsız olan kitlelere saldırı gerçekleştiren parti olarak gelir. Ama o, iktidara gelişini tüm millet adına, milletin selameti için girişilmiş bir faaliyet üzerinden gerekçelendirir ve kendisini burjuvazi karşıtı “devrimci” bir hareket olarak takdim eder. Bu noktada Mussolini’nin Roma’ya “yürüyüş”ü, Pilsudski’nin Varşova’ya “yürüyüş”ü ve Hitler’in Almanya’daki Nasyonal Sosyalist “devrim”i anımsanabilir.

Gelgelelim faşizm ne tür maskeler takarsa taksın, kendisini ne tür bir biçim altında takdim ederse etsin, hangi yoldan iktidara gelirse gelsin,

* Faşizm, sermayenin işçi kitlelerine yönelik gerçekleştirdiği en acımasız saldırıdır;

* Faşizm, tasmasından kurtulmuş şovenizm, yıkıcı savaş demektir;

* Faşizm, kudurmuş bir gericilik ve karşı-devrimciliktir;

* Faşizm, işçi sınıfının ve tüm emekçilerin en azılı ve en saldırgan düşmanıdır.

Georgi Dimitrov
2 Ağustos 1935
Kaynak

0 Yorum: