27 Mart 2020

,

Sıhhi Sosyalizm


Sıhhi Sosyalizm ve Küresel Kriz
Küresel salgın, dünyada mevcut olan çelişkilerin görünür hâle gelmesine ve giderek derinleşmesine neden oldu. Söz konusu çelişkiler, ancak son dönemde tanık olduğumuz derin kriz üzerinden çözüme kavuşacak. Bu krizse epidemiyolojik olduğu kadar ekonomik, politik, toplumsal ve çevresel bir kriz.
Krizi yaratan, koronavirüs değil. Virüs, sadece uzun zamandır işleyen süreci hızlandırdı. Dünya ekonomisinin çöküşle yüzleşmesi, artık büyük bir olasılık. Küresel borç, dünyanın toplam GSMH’sinin üç katından daha fazla. Kapitalist sistemdeki çelişkilerin çevrimsel krizlerle çözüme kavuşması, artık mümkün değil. Bu şişen balonun kimseye faydası olmayacak, ya salgın ya da başka bir şey yüzünden patlayacak.
Salgın da tam zamanında geldi. Kapitalist sistemin doğayı yağmalamayı öngören yaklaşımı, daha önce bilmediğimiz hastalıkların yayılmasına neden oluyor. Yabani hayvanların yaşadığı ortamlar yok olunca bu hayvanlarla insanlar arasındaki mesafe daraldı, böylece bulaşıcı hastalıklar bir türden diğerine geçti. Koronavirüs küresel salgına yol açmamış olsaydı, muhtemelen başka bir şeye sebep olacaktı.
Bu sonuç ortaya çıkmak zorundaydı, çıktı da.
Bugün salgın, ülkelerden ülkelere, kıtalardan kıtalara yayılıyor. Ölü sayısı şimdiden on binleri buldu, hastaların sayısı ise yüz binleri.
İtalya ve Fransa’da hasta sayısındaki ani yükselişle başa çıkma imkânı bulamayan doktorlara, suni solunum cihazlarını virüsün daha fazla tehlike arz ettiği yaşlılara son çare olarak bağlamaları yönünde talimatlar veriliyor.
Aslında bugün yaşlı kıyımına tanıklık ediyoruz. Tıbbi kimi sonuçlara yol açan virüsün bir dizi ekonomik, politik ve toplumsal sonucu var.
Şurası açık ki insanlar, küresel salgından farklı düzeylerde etkileniyorlar. Ama bu süreçte yaşlılar kadar gençler de ölüyor. Küresel salgın, zenginlere nazaran nüfusun en zayıf kesimlerini vuruyor. Yoksullar zenginlerden daha fazla zarar görüyorlar. Bazıları uzaklara kaçıp çalışmalarını sürdürdü, bazıları ise geçim imkânlarından mahrum kaldı. Ev bakım ve temizlik işleri yanı sıra karantina altında çocuk yetiştirmenin giderek artan yükü, esas olarak kadınların omzuna bindi. Göçmenler, yemek fabrikası ve lokanta emekçileri, çalışma izni olmadan çalışan mevsimlik işçiler, bu salgın sürecinde epey çile çekiyorlar. Milyonlarca insan ücretlerinden oldu. Çalışmaya devam edenlerse risk altında, ücretlerine ise tek kuruş zam yapılmıyor. Kargo işçileri, taksi şoförleri, market işçileri ve doktorlar ciddi sorunlarla yüzleşiyorlar. Çalışmadan evde kalan ve kiracı olanlar, evlerini yitirme riskiyle karşı karşıya. Zira kirayı ödemek için tek kuruş kazanamıyorlar.
Birçok ülkede kitlesel eylemler yasaklandı. Bu türden yasaklar, halk karşıtı tedbirlerin yürürlüğe konulması için kullanılıyor.
Uluslararası düzeyde varolan çelişkiler de giderek derinleşiyor.
Çok geniş bir coğrafya, karantina altında. Ticaret ve üretim zincirleri kesildi. Tüm sanayiler çöküşte. Ulusal sağlık sistemleri bu süreçte bir bir sınanıyor, ama bu sınavdan hiçbiri iyi bir notla geçemedi. Bu durum, neoliberal kurumların dayattığı “kemer sıkma tedbirleri”nin sağlık sistemini çökerttiği, maddi destekleri kestiği, birikimleri tükettiği ülkeler için de geçerli.
Eşitsizlik üzerine kurulu küresel sistemde bazı ülkeler gıda zinciri dâhilinde diğer ülkelerin üzerinde, bu ülkeleri hem barış dönemlerinde hem de acil durumlarda sömürüyorlar. Ciddi kriz koşullarında kapitalist ülkeler, birden dayanışmaya dair sözleri hemen çöpe atıyorlar ve “her koyun kendi bacağından asılır” diyorlar.
Avrupa’da salgından etkilenen ilk ülke, İtalya. Almanya ve Fransa, tıbbi ürünleri bu ülkeye satılmasına muhtemelen yasak getirecek. İtalya’ya temel tıbbi ürünler, araç gereçler ve doktor konusunda ilk yardımı Çin ve Küba yaptı.
Bu türden bir yasaksa ancak üsttekilerin alttakilere verdiği emirlerin bir sonucu olarak gündeme gelebiliyor. Emperyalist merkezler allem etti kallem etti, kendisine tabi olan ülkelerin elinde bulunan hayatî önemdeki tıbbi cihazları almayı bildi. Avrupa’da salgının ana merkezi hâline gelmiş olan İtalya, yüz binlerce, belki de milyonlarca koronavirüs test kitini ABD’ye askerî uçaklarla gönderdi. Ukrayna’da zaten harap durumdaki kurumlar, ellerindeki maskeleri hatta suni solunum cihazlarını, yasal veya yasadışı yollardan Avrupa Birliği’ne teslim etti.
Emperyalizmin zulmettiği ülkelerin halkları bu süreçten ders almalı. Üstelik bu dersi bilince çıkartacak vakit de var.
Bu süreçte ülkeler, devlet düzeyinde farklı tepkiler geliştirdiler. İngiltere gibi kimi ülkeler tehlikeyi tümüyle inkâr ettiler ve temel güvenlik tedbirlerini almadılar. Buna karşın Çin, İngiltere nüfusundan daha büyük bir nüfusun yaşadığı Hubei eyaletini tümüyle karantina altına aldı.
Avrupa, çuvallar dolusu parasını bu salgınla mücadele için harcadı ama çok azını sıhhi ve tıbbi tedbirlere tahsis etti. Eldeki ekonomik imkânlar, patronların kayıplarını telafi etmek için kullanıldı. Bu kesim, doğrudan finanse edildi veya vergi konusunda indirimlerle ödüllendirildi.
Kapitalist devlet için şirketlerin çıkarları avamın çıkarlarının üzerindedir. Bu yaklaşım, kritik zamanlarda felce yol açar. Kapitalist sınıfın ortak çıkarları bu tür krizlerde tehlikeye girer. Küresel salgın konusunda elini kolunu kıpırdatmayan hükümetler, aşağıda bahsi edilen tedbirlere yönelirler:
Merkezî iktidar bu tür süreçlerde güçlendirilir. Çin, hem eski usul polisiye tedbirlerin hem de yeni dijital kontrol yöntemlerinin birlikte etkin bir biçimde kullanılabileceğini ortaya koydu.
İktidarın merkezîleştirilmesine dönük adımlara, sermayenin belirli bir odakta toplamaya yönelik adımlar eşlik eder. Karantina, turizm, yemek hizmetleri ve perakende gibi sektörlere ağır darbe indirir. Aile firmaları, büyük şirketlere nazaran bu süreci daha zor geçirirler.
Hükümetler, artık özel klinikleri ve ekonomik krizin vurduğu önemli işletmeleri millileştirmeyi düşünmeye başladı. Ama bugüne dek yapılanların da öğrettiği biçimiyle bu tedbirler “zararların millileştirilmesi, kârların özelleştirilmesi” ile ilgili o eski politikanın ötesine geçemezler, sadece kamu sektörün özel sektöre göre daha verimli olduğu gerçeğini kitlelerin gözüne sokar.
Devlet, bu süreçte zarar eden işletmelere fon aktarır.
Devletlerarası sınırlar, insanlar ve emtia geçişi noktasında iyice silikleşir.
Mevcut durumun dayattığı tedbirler, nesnel planda ekonominin sosyalleşmesine sebep olur. Bu anlamda biz, Birinci Dünya Savaşı esnasında “askerî sosyalizm”den bahsettiğimiz gibi bugün de “sıhhi sosyalizm”den bahsedebiliriz.
Yalnız bu söylenenleri kimse yanlış anlamasın: tüm bu tedbirler, öncelikle burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmek için alınmakta, ama işçi sınıfına gerçek seçenek, sosyalizmin makullüğü ve etkisi olarak takdim edilmektedir.
Küresel salgın, kapitalizmin genel krizini derinleştirmekte, yeni bir sosyo-ekonomik oluşuma geçiş için gerekli önkoşulları meydana getirmektedir. Bu önkoşulların gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise sınıf mücadelesinin yol açacağı sonuçlara tabidir.
Küresel salgın, bir yandan da bireycilikle ortak menfaat arasındaki çelişkinin belirginleşmesini sağladı. Birey, bugün yiyecek, ilâç ve koruyucu ekipmanı, mümkün olduğunca fazla olmak kaydıyla, stoklamayı mantıklı buluyor. Oysa bu türden bir strateji kıtlığa yol açıyor, toplumda paniğe sebep oluyor, sağlık emekçileri de dâhil, bu ürünleri temin edecek vakti olmayanlara virüsün bulaşma riskini artırıyor, nihayetinde de herkese zarar veriyor. Patronlardaki ve yöneticilerdeki açgözlülük ve herkesin yüzleştiği felâketi kâr elde etmek için kullanmaksa milyonların nefretini körüklüyor.
Belki çelişkili gelecek ama, insanların kendilerini tecrit etmeleri yeni bir kolektivite biçimini hayata geçirmeleri konusunda gerekli itkiyi sağlayabilir.
Dünya işçi sınıfının büyük bir kısmı, iş ve maaş ile ilgili imkânlarını yitirdi. Zaman içerisinde ev içi şiddet artacak ve insanlar şu soruyu daha fazla soracak: nefret ettikleri, düşük ücretler aldıkları işlere, sıkış tıkış yaşadıkları, giderek daha yüksek kiralar ödedikleri, almak için daha fazla para harcamak zorunda kaldıkları evlere tanıklık eden bu hayat, nasıl oldu da bu hâle geldi?
Karantinanın hayatımızda sağladığı bu sakinlik bizi aldatmamalı: São Paulo’nun favelalarında, Paris’in banliyölerinde ve Los Angeles’ın gecekondu mahallelerinde yaşayan milyonların öfkesi harlanıyor, alevler evlerin duvarlarından içeriye sızıyor. Herkes, bu yangının sokakları saracağı ve devletle zenginlere şu sorunun sorulacağı günü bekliyor: “Tüm bunların yaşanmasına nasıl izin verdiniz?”
Bu izolasyon sürecini illaki bir eylemlilik süreci takip edecek.
Ilya Znamensky
25 Mart 2020

0 Yorum: