Küresel salgın, dünyada mevcut olan çelişkilerin
görünür hâle gelmesine ve giderek derinleşmesine neden oldu. Söz konusu
çelişkiler, ancak son dönemde tanık olduğumuz derin kriz üzerinden çözüme
kavuşacak. Bu krizse epidemiyolojik olduğu kadar ekonomik, politik, toplumsal
ve çevresel bir kriz.
Krizi yaratan, koronavirüs değil. Virüs, sadece uzun
zamandır işleyen süreci hızlandırdı. Dünya ekonomisinin çöküşle yüzleşmesi, artık
büyük bir olasılık. Küresel borç, dünyanın toplam GSMH’sinin üç katından daha
fazla. Kapitalist sistemdeki çelişkilerin çevrimsel krizlerle çözüme kavuşması,
artık mümkün değil. Bu şişen balonun kimseye faydası olmayacak, ya salgın ya da
başka bir şey yüzünden patlayacak.
Salgın da tam zamanında geldi. Kapitalist sistemin
doğayı yağmalamayı öngören yaklaşımı, daha önce bilmediğimiz hastalıkların
yayılmasına neden oluyor. Yabani hayvanların yaşadığı ortamlar yok olunca bu
hayvanlarla insanlar arasındaki mesafe daraldı, böylece bulaşıcı hastalıklar bir
türden diğerine geçti. Koronavirüs küresel salgına yol açmamış olsaydı,
muhtemelen başka bir şeye sebep olacaktı.
Bu sonuç ortaya çıkmak zorundaydı, çıktı da.
Bugün salgın, ülkelerden ülkelere, kıtalardan
kıtalara yayılıyor. Ölü sayısı şimdiden on binleri buldu, hastaların sayısı ise
yüz binleri.
İtalya ve Fransa’da hasta sayısındaki ani
yükselişle başa çıkma imkânı bulamayan doktorlara, suni solunum cihazlarını virüsün
daha fazla tehlike arz ettiği yaşlılara son çare olarak bağlamaları yönünde
talimatlar veriliyor.
Aslında bugün yaşlı kıyımına tanıklık ediyoruz.
Tıbbi kimi sonuçlara yol açan virüsün bir dizi ekonomik, politik ve toplumsal
sonucu var.
Şurası açık ki insanlar, küresel salgından farklı
düzeylerde etkileniyorlar. Ama bu süreçte yaşlılar kadar gençler de ölüyor.
Küresel salgın, zenginlere nazaran nüfusun en zayıf kesimlerini vuruyor. Yoksullar
zenginlerden daha fazla zarar görüyorlar. Bazıları uzaklara kaçıp çalışmalarını
sürdürdü, bazıları ise geçim imkânlarından mahrum kaldı. Ev bakım ve temizlik
işleri yanı sıra karantina altında çocuk yetiştirmenin giderek artan yükü, esas
olarak kadınların omzuna bindi. Göçmenler, yemek fabrikası ve lokanta
emekçileri, çalışma izni olmadan çalışan mevsimlik işçiler, bu salgın sürecinde
epey çile çekiyorlar. Milyonlarca insan ücretlerinden oldu. Çalışmaya devam
edenlerse risk altında, ücretlerine ise tek kuruş zam yapılmıyor. Kargo
işçileri, taksi şoförleri, market işçileri ve doktorlar ciddi sorunlarla
yüzleşiyorlar. Çalışmadan evde kalan ve kiracı olanlar, evlerini yitirme
riskiyle karşı karşıya. Zira kirayı ödemek için tek kuruş kazanamıyorlar.
Birçok ülkede kitlesel eylemler yasaklandı. Bu türden
yasaklar, halk karşıtı tedbirlerin yürürlüğe konulması için kullanılıyor.
Uluslararası düzeyde varolan çelişkiler de giderek
derinleşiyor.
Çok geniş bir coğrafya, karantina altında. Ticaret
ve üretim zincirleri kesildi. Tüm sanayiler çöküşte. Ulusal sağlık sistemleri
bu süreçte bir bir sınanıyor, ama bu sınavdan hiçbiri iyi bir notla geçemedi. Bu
durum, neoliberal kurumların dayattığı “kemer sıkma tedbirleri”nin sağlık
sistemini çökerttiği, maddi destekleri kestiği, birikimleri tükettiği ülkeler
için de geçerli.
Eşitsizlik üzerine kurulu küresel sistemde bazı
ülkeler gıda zinciri dâhilinde diğer ülkelerin üzerinde, bu ülkeleri hem barış
dönemlerinde hem de acil durumlarda sömürüyorlar. Ciddi kriz koşullarında kapitalist
ülkeler, birden dayanışmaya dair sözleri hemen çöpe atıyorlar ve “her koyun
kendi bacağından asılır” diyorlar.
Avrupa’da salgından etkilenen ilk ülke, İtalya. Almanya
ve Fransa, tıbbi ürünleri bu ülkeye satılmasına muhtemelen yasak getirecek.
İtalya’ya temel tıbbi ürünler, araç gereçler ve doktor konusunda ilk yardımı
Çin ve Küba yaptı.
Bu türden bir yasaksa ancak üsttekilerin
alttakilere verdiği emirlerin bir sonucu olarak gündeme gelebiliyor. Emperyalist
merkezler allem etti kallem etti, kendisine tabi olan ülkelerin elinde bulunan hayatî
önemdeki tıbbi cihazları almayı bildi. Avrupa’da salgının ana merkezi hâline
gelmiş olan İtalya, yüz binlerce, belki de milyonlarca koronavirüs test kitini
ABD’ye askerî uçaklarla gönderdi. Ukrayna’da zaten harap durumdaki kurumlar,
ellerindeki maskeleri hatta suni solunum cihazlarını, yasal veya yasadışı
yollardan Avrupa Birliği’ne teslim etti.
Emperyalizmin zulmettiği ülkelerin halkları bu
süreçten ders almalı. Üstelik bu dersi bilince çıkartacak vakit de var.
Bu süreçte ülkeler, devlet düzeyinde farklı
tepkiler geliştirdiler. İngiltere gibi kimi ülkeler tehlikeyi tümüyle inkâr
ettiler ve temel güvenlik tedbirlerini almadılar. Buna karşın Çin, İngiltere
nüfusundan daha büyük bir nüfusun yaşadığı Hubei eyaletini tümüyle karantina
altına aldı.
Avrupa, çuvallar dolusu parasını bu salgınla
mücadele için harcadı ama çok azını sıhhi ve tıbbi tedbirlere tahsis etti.
Eldeki ekonomik imkânlar, patronların kayıplarını telafi etmek için kullanıldı.
Bu kesim, doğrudan finanse edildi veya vergi konusunda indirimlerle
ödüllendirildi.
Kapitalist devlet için şirketlerin çıkarları
avamın çıkarlarının üzerindedir. Bu yaklaşım, kritik zamanlarda felce yol açar.
Kapitalist sınıfın ortak çıkarları bu tür krizlerde tehlikeye girer. Küresel salgın
konusunda elini kolunu kıpırdatmayan hükümetler, aşağıda bahsi edilen
tedbirlere yönelirler:
Merkezî iktidar bu tür süreçlerde güçlendirilir. Çin,
hem eski usul polisiye tedbirlerin hem de yeni dijital kontrol yöntemlerinin
birlikte etkin bir biçimde kullanılabileceğini ortaya koydu.
İktidarın merkezîleştirilmesine dönük adımlara,
sermayenin belirli bir odakta toplamaya yönelik adımlar eşlik eder. Karantina, turizm,
yemek hizmetleri ve perakende gibi sektörlere ağır darbe indirir. Aile firmaları,
büyük şirketlere nazaran bu süreci daha zor geçirirler.
Hükümetler, artık özel klinikleri ve ekonomik
krizin vurduğu önemli işletmeleri millileştirmeyi düşünmeye başladı. Ama bugüne
dek yapılanların da öğrettiği biçimiyle bu tedbirler “zararların millileştirilmesi,
kârların özelleştirilmesi” ile ilgili o eski politikanın ötesine geçemezler,
sadece kamu sektörün özel sektöre göre daha verimli olduğu gerçeğini kitlelerin
gözüne sokar.
Devlet, bu süreçte zarar eden işletmelere fon
aktarır.
Devletlerarası sınırlar, insanlar ve emtia geçişi
noktasında iyice silikleşir.
Mevcut durumun dayattığı tedbirler, nesnel planda
ekonominin sosyalleşmesine sebep olur. Bu anlamda biz, Birinci Dünya Savaşı
esnasında “askerî sosyalizm”den bahsettiğimiz gibi bugün de “sıhhi sosyalizm”den
bahsedebiliriz.
Yalnız bu söylenenleri kimse yanlış anlamasın: tüm
bu tedbirler, öncelikle burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmek için alınmakta,
ama işçi sınıfına gerçek seçenek, sosyalizmin makullüğü ve etkisi olarak takdim
edilmektedir.
Küresel salgın, kapitalizmin genel krizini
derinleştirmekte, yeni bir sosyo-ekonomik oluşuma geçiş için gerekli
önkoşulları meydana getirmektedir. Bu önkoşulların gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği ise sınıf mücadelesinin yol açacağı sonuçlara tabidir.
Küresel salgın, bir yandan da bireycilikle ortak
menfaat arasındaki çelişkinin belirginleşmesini sağladı. Birey, bugün yiyecek,
ilâç ve koruyucu ekipmanı, mümkün olduğunca fazla olmak kaydıyla, stoklamayı
mantıklı buluyor. Oysa bu türden bir strateji kıtlığa yol açıyor, toplumda
paniğe sebep oluyor, sağlık emekçileri de dâhil, bu ürünleri temin edecek vakti
olmayanlara virüsün bulaşma riskini artırıyor, nihayetinde de herkese zarar
veriyor. Patronlardaki ve yöneticilerdeki açgözlülük ve herkesin yüzleştiği felâketi
kâr elde etmek için kullanmaksa milyonların nefretini körüklüyor.
Belki çelişkili gelecek ama, insanların
kendilerini tecrit etmeleri yeni bir kolektivite biçimini hayata geçirmeleri
konusunda gerekli itkiyi sağlayabilir.
Dünya işçi sınıfının büyük bir kısmı, iş ve maaş
ile ilgili imkânlarını yitirdi. Zaman içerisinde ev içi şiddet artacak ve insanlar
şu soruyu daha fazla soracak: nefret ettikleri, düşük ücretler aldıkları
işlere, sıkış tıkış yaşadıkları, giderek daha yüksek kiralar ödedikleri, almak
için daha fazla para harcamak zorunda kaldıkları evlere tanıklık eden bu hayat,
nasıl oldu da bu hâle geldi?
Karantinanın hayatımızda sağladığı bu sakinlik
bizi aldatmamalı: São Paulo’nun favelalarında, Paris’in banliyölerinde ve Los
Angeles’ın gecekondu mahallelerinde yaşayan milyonların öfkesi harlanıyor,
alevler evlerin duvarlarından içeriye sızıyor. Herkes, bu yangının sokakları
saracağı ve devletle zenginlere şu sorunun sorulacağı günü bekliyor: “Tüm bunların
yaşanmasına nasıl izin verdiniz?”
Bu izolasyon sürecini
illaki bir eylemlilik süreci takip edecek.
Ilya Znamensky
25 Mart 2020
0 Yorum:
Yorum Gönder