27 Mart 2020

,

Silikon Vadisi Koronavirüsü Neden Sever?



Koronavirüs, dünya ekonomisinin yüzleştiği dış kaynaklı bir şok. Finans piyasalarında paniğe[1], iş kayıplarına[2] ve sağlık hizmetlerinde beklenmedik bir krize yol açtı. Öte yandan güvenlik konusunda gerekli görülüp alınan tedbirler, çalışma pratiğinin niteliği ve insanların toplumsal varlığı ile çelişiyorlar. Sosyal mesafelenme ve izolasyon, tüm dünya genelinde uygulamaya konulan adımlar. Devletler, bazı ülkelerde bu adımları askerî müdahaleye başvurmak suretiyle attılar.

Boris Johnson, İkinci Dünya Savaşı sırasında hayaller âlemine dalan Churchill gibi büyük laflar ediyor, ama bugün ülkesinde yaşanan toplumsal felâket, ekonominin sınırlarını aşıyor. Kısa vadede birçok işkolunda, bu işkollarının ürettiği malları alanların daralmaya gitmesi veya iflas etmesi sebebiyle, işten çıkarmalara tanık olunacak. Giderek resesyon sürecine giriyoruz.[3]

Uzun vadede ise çalışma pratiğinin ve toplumsallığın niteliği değişecek. Bu iki husus, koronavirüs öncesinde yaşadığımız gerçeklikten çok, bilim kurgu romanlarının cesur yeni dünyalarını hatırlatan bir içeriğe kavuşacak.

Bugün teknoloji devleri ellerini ovuşturuyorlar, muhtemelen yaşanan süreci sevinçle karşılıyorlar. Karantina, onların ileride elde edecekleri başarı için çok önemli.

Ekonomi iyileştikçe, kendini toparladıkça farklı bir dünya çıkacak ortaya.[4] Bu yeni dünyada teknoloji, hayatlarımızın daha büyük bir kısmına, Silikon Vadisi ideolojisinin daha önceden hayal bile edemeyeceği düzeyde hükmedecek.

Krizi kâr için kullanmak, kapitalist sürecin olağan bir özelliği. Teknoloji şirketleri, bu küresel salgından istifade ediyorlar ama bu noktada söz konusu şirketlerin başvurdukları yolun kâr payı ödemek dışında daha kapsamlı toplumsal sonuçları olduğunu görmek lazım.

Kanadalı medya teorisyeni Marshall McLuhan’ın bahsini ettiği “Küresel Köy” artık gerçek.[5] Ama teknolojinin kapsamı ve ölçeği, bugün onun bile beklemediği düzeye ulaştı.

Teknoloji araştırma firması IDC’de analiz çalışmaları yürüten Wayne Kurtzman, “salgının ilgili piyasanın oluşacağı tarihi yedi yıl önceye aldığını” söylüyor. Kriz, insanları evden çalışmaya ve kendilerini toplumdan soyutlamaya itiyor. Bu da Kurtzman’a göre, “şirketlere ileride olmayı arzuladıkları gibi, dijital işletmeler hâline gelme konusunda mükemmel bir fırsat sunuyor.”[6]

Kapitalist gerçekçilik, bu korkunç senaryoyu dayatıyor. Bu meseleyi epey ciddiye almak gerekiyor: koronavirüs, yarattığı şokla teknoloji sektörünü silikon devrimini tamama erdirmek zorunda bırakıyor.

Çalışma hayatı ve toplum konusunda yeni sibernetik ekolojinin yol açacağı sonuçları anlamak için bizim, internete bağlanma düzeyinin politik ekonomisini idrak etmemiz gerekiyor. Doksanların sonunda ve iki binlerde özel ve kamu şirketleri, enformasyon ve haberleşme teknolojisi altyapısına ciddi yatırımlar yaptılar. 2007-2008’de yaşanan finans krizi sonrası finans âleminde yaşanan geniş ölçekli aksama, risk sermayesinin yeni teknolojilere akmasına, dijital dönüşüm sürecinin hızlanmasına ve hayatın tüm yönlerinin birer veriye dönüştürüldüğü, cep telefonuyla internete bağlanma oranının arttığı dünya için yolu açma noktasında enformasyon ve haberleşme teknolojisinde yapısal değişikliklerin yapılmasına neden oldu.

İnternet Dünya İstatistikleri’ne göre[7] internete bağlanan insan sayısı, Aralık 1995’te 16 milyon (toplam nüfusun yüzde 0,4’ü) iken bu sayı Ocak 2020’de 4,57 milyara (yüzde 58,7’ye) çıktı. 2018’de cep telefonuyla internete bağlanan insan sayısı 5,1 milyarı (nüfusun yüzde 66’sını) buldu.[8] Bu rakamın 2023’te 5,7 milyara (nüfusun yüzde 71’i) ulaşması bekleniyor. 2018’de 4G mobil bağlantısı kuran insanların sayısı 3,7 milyardı.

Son on yıl içerisinde “maddi olmayan ekonomi”nin[9] yükselişine tanık olundu. Bu terim, fikri mülkiyet hakları, markalama, yazılım ve veri ağları gibi geleneksel maddi yatırımlardan farklı ekonomik dinamiklere sahip varlıkları ifade ediyor. Süreç içerisinde bu türden varlıklara yönelik yatırımlar arttı.

En önemli maddi olmayan varlıklardan biri ise veri. Bugün veri, en büyük firmalarda sermaye olarak muamele görülüyor.[10] Akıllı telefonların kullanımında, dijital ürünlerin aracılık ettiği tüketimde ve üretim aşamasında “eşyanın interneti” denilen aracı üzerinden makineler arasında kurulan iletişimde yaşanan artış sayesinde verilendirme süreci, beklenmedik ölçüde hızlandı. Her şey veriye dönüştürüldü.

Bugün makine ve insan faaliyetine dair verilerin sahip olduğu hacmi tahayyül etmek güç. Verilerdeki artışı, trafiğin her 2,5 yılda bir iki katına çıktığı Cooper yasası olarak bilinen süreç takip etti.[11] 2018’de veri akışı 33 zetabayt (trilyon cigabayt) idi. Muhtemelen bu rakam 2023’te 132 zetabayta, 2028’de ise 528 zetabayta çıkacak.

Ama bir yandan da bu verilerin çeşitlilik arz etmediğini, hepsinin de kıymetli olmadığını söylemek lazım. Bunların büyük bir kısmını Netflix ve Youtube gibi platformlarda yayınlanan videolar oluşturuyor.

Asıl kıymetli olan, dijital bağlantılara sahip firmalardan gelen, işçiler ve tüketici davranışları ile ilgili, dolaysız ve düzensiz biçimde akan veriler. Bu veriler, belirli hedeflere yönelmiş pazarlama faaliyetleri için kullanılıyorlar. Ama artık bunlar, bir yandan da giderek artan miktarlarda, üretim ve tüketimi kucaklayan yapay zekâ aplikasyonlarına can veren ve sayıları giderek artan makine öğrenimi ile ilgili algoritmaların geliştirilmesi için kullanılıyorlar.

Bugün birçok şirket, henüz resmi planda herhangi bir veri değerleme politikasına sahip olmasa da[12] veriler, olağan hâliyle üç vasfı üzerinden belirli bir değere kavuşuyor: 1. Varlık olarak değeri; 2. Faaliyet olarak değeri ve 3. Gelecekteki değeri.

2018’de veri sağlayıcı şirketler, yıllık 200 milyar dolar gelir elde ettiler ve giderek büyüdüler. Avrupa Komisyonu’nun tahminine göre Avrupa’daki veri piyasası (dijital ürün ve hizmetleri içeren piyasa) 2020’de 106,8 milyar avroluk bir değere ulaşacak. En büyük üç veri sağlayıcı şirket olarak Experian, Equifax ve Transunion her yıl milyarlarca dolar kazanıyor. Verilerin değerli olmasının sebebi, şirketlerin piyasalardaki değişikliklere dair tahminlerde bulunmalarını, işçilerin ve tüketicilerin davranışlarını maniple etmelerini mümkün kılıyor. Ayrıca bu veriler, devlet ve teknoloji firmalarınca teknolojinin kitlesel gözetleme faaliyetlerinde kullanılmasını sağlıyorlar.

Tüm dünya genelinde koronavirüs sebebiyle herkes eve kapandı. Bu izolasyon sürecine bağlı olarak milyonlarca insan, bürolardan çıkıp evde çalışmaya başladı. Bu değişikliğin kalıcılaşması muhtemel.[14] Söz konusu değişim sayesinde internet trafiği ve dijital ürünlerin kullanımı da arttı.

Güvenlik şirketi Cloudflare’in aktardığı kadarıyla genel trafik, ABD’de yüzde on ilâ 20 oranında arttı, Şubat sonunda zirveye ulaşan internet trafiği düzeyi yüzde 13’e ulaştı.[15] İnternet trafiğindeki artışın önemli bir kısmı, tüketicilere açık video hizmetlerinden kaynaklandı. Bu noktada telekonferanslarda yüzde 300, oyun sitelerinde yüzde 400’lük bir artışa tanık olundu.

İngiltere’de faaliyet yürüten çokuluslu telekomünikasyon şirketi BT’nin teknoloji ve enformasyon müdürü Howard Watson’ın ifade ettiği biçimiyle, internet trafiği rekor düzeye çıktı ve saniye başına 17,5 terabayt düzeyine ulaştı.[16] Normal hafta sonu trafiği ise saniye başına 4 ilâ 5 terabayt civarında seyretti.

Öte yandan, Vodafone’un 18 milyon müşterisinin kullandığı veri miktarı yüzde otuz arttı ki bu artış, İngiltere’nin Avrupalı komşularının başvurduğu stratejiyi uygulaması durumunda muhtemelen daha da devam edecek. Bugün hiçbir şey bizim mülkiyetimizde değil, dolayısıyla Genel Veri Koruma Yönetmeliği, dijital faaliyetlerimizle ilgili verilerin toplanma sürecini kontrol etme noktasında bize çok az imkân sunuyor.

Hatta birçok devlet, kendi altyapısına bile sahip değil. İnternet altyapısı, denizaltından geçen kablolardan, ulusal enformasyon ve haberleşme teknolojisi ağından ve veri merkezleri, varlık noktaları (POP’lar) ve kenar düğümleri (örnek olarak Google’a bakılabilir[18]) gibi veri depolama imkânlarından oluşur.

İngiltere’de telekomünikasyon ağının sahibi, 2006’da kurulan ve Britanya Telekomünikasyon Kamu Şirketi’nin bir kolu olan Openreach. 2019’da uzunluk bakımından, dünya genelinde denizaltından geçen kabloların yüzde 1,4’ü Google’ın elindeydi. Mülkiyeti başka firmalarla paylaştığı hatları da dikkate aldığımızda bu oran yüzde 8,5’e çıkıyor.

Netflix kurulduğundan beri kabloların satılması üzerinden ülkelerin internet altyapıları özelleştiriliyor. Netflix gibi birçok internet sitesi, özel veri depolama imkânlarını kullanıyor ve bunların büyük bir kısmını Amazon Web Hizmetleri sunuyor.[19]

Bugün izolasyon birçok ülkede tatbik ediliyor, evden çalışma giderek normalleşiyor. Dolayısıyla belirli teknoloji şirketlerinin bu krizden istifade edecek adımlar atmasına şaşırmamak gerekiyor. Bu yıl içerisinde video konferans platformu Zoom’daki paylaşımlar, yüzde 74 oranında artarken[20] 2008’deki finans krizinden beri en büyük şirket satışlarına tanık olundu ve Standard & Poors tarafından hazırlanan, 500 büyük Amerikan şirketini kapsayan S&P 500 indeksindeki şirketlerin hisseleri yüzde 21 oranında değer kaybetti. Zoom’un kazancı, yılın dördüncü çeyreğinde 188,3 milyon dolar iken yılsonunda yüzde 78 arttı. Her ay kullanıcı sayısını 2,22 milyon artıran şirketin Şubat 2020’deki kullanıcı sayısı, 2019 yılının tamamında siteyi kullananların sayısını geride bıraktı.

Gelgelelim Access Now[21] gibi şirketlerin Silikon Vadisi’nden kamuyu aydınlatacak, verilerin güvenliğini sağlama amaçlı adımları detaylandıran raporu hazırlamasını istemesine karşın vadideki şirketler henüz böyle bir rapor hazırlamış değiller.

Evden çalışmayı mümkün kılan önemli bir başka platform da Microsoft Teams. Bu platform, şirketlerin abone oldukları Office 365 paketine dâhil edildi. Üyelerine proje yönetimi, iş akışı ve video konferans araçları temin ediyor. Kasım ayında 20 milyon olan Microsoft Teams kullanıcı sayısı, 11 Mart’ta 12 milyon artarak 32 milyona çıktı.[22] 19 Mart gününe gelindiğinde bu sayı 44 milyon oldu. Abone şirketlere iş akışı süreçleri, iletişim ve internet davranışı ile ilgili olarak temin edilen verilerin epey kıymetli olduğunu söylemeye gerek yok.

İnsanları, mekânları, süreçleri, eşyayı ve bunların arasındaki ilişkileri izlemek zorunda olan örgütler için verileme işlemi zaruri. Günümüzde şirketlerin amacı, makine, işçi ve tüketici türünden tüm kaynaklardan, kanunları ihlal etmeyi gerekli kılan her türden araçla, veri çekmek. Öte yandan veri analizi yöntemleri, çalışanlar için giderek anlaşılmaz bir hâl alıyor. Sayısal verilerin aracılık ettiği çalışma pratiği ve toplumsal faaliyetler, teknoloji şirketlerine işçilerin davranışlarını ve kökleşmiş bilgilerini anlama fırsatı sundu. Bu türden veriler, kişilerin bile farkında olmadıkları şeylerin açığa çıkmasını sağladı. İş akışlarına, iletişime ve duygusal tepkilere dair verilerin toplanıp işlenmesi sebebiyle işçilerin emek süreçleri ve tüketici gizliliği üzerindeki kontrol imkânları ortadan kalktı. Dijital ortamda toplumsal koruma artık çok sınırlı ve giderek daha az uygulanan bir konu. Bu da Genel Veri Koruma Yönetmeliği kılavuzlarına bağlı olarak çalışanların rızasını alma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor, hatta toplu sözleşme noktasında verilerin kullanımını güçleştiriyor.

Thomas Piketty’nin de kısa süre önce ifade ettiği üzere, verileme ve otomasyon süreçleri, “makineleri kimin kontrol ettiği, patentlere kimin sahip olduğu, bu mallarla bağlantılı gelir akışların kimin kontrolünde olduğu türünden soruların giderek daha da önemli hâle gelmesini sağladı.”[23]

Dijital dönüşümün AB’deki emek piyasaları üzerinde yol açtığı etki konusunda üst düzey uzmanlardan oluşan bir grubun hazırladığı rapora göre[24], işçilerle ve tüketicilerle ilgili veriler, “belli bir noktada kafa ve kol emeğinin yerini alacak maddi olmayan sermaye stoğuna ciddi oranda katkı sunuyor.”

Gündelik hayatın verilendirilmesi ve otomatikleştirilmesi sayesinde sermaye, insanlıkla ilgili bilgisini artıyor, bu noktada tüm insanlığı makineyi kontrol edenlerin mantığına teslim edecek yollara başvuruyor. Dolayısıyla bizim bu ciddiyet arz eden meseleyi artık görmemiz gerekiyor. Teknoloji şirketlerinin verilerimizi ele geçirip onları sermayeye dönüştürmelerine izin verilmemeli. Biz, ya makinelere sahip olmalıyız ya da onları yok etmeliyiz.

Matthew Cole
25 Mart 2020
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Graeme Wearden, “Stock Markets”, 9 Mart 2020, Guardian.

[2] “COVID-19”, 18 Mart 2020, ILO.

[3] Adam Todze, “Crash”, 18 Mart 2020, FP.

[4] Gideon Lichfield, “Pandemic”, 17 Mart 2020, TR.

[5] “Global Village”, Wiki.

[6] “Remote Workers”, FT.

[7] “Internet Usage”, 3 Mart 2020, IWS.

[8] “Annual Report”, 9 Mart 2020, CISCO.

[9] Jonathan Haskel ve Stian Westlake, “Capitalism without Capital”, PUP.

[10] “Rise of Data Capital”, MIT.

[11] Emil Björnson ve Erik G. Larsson, “Wireless Communication”, PDF.

[12] James E. Short ve Steve Todd, “What’s Your Data Worth?”, 3 Mart 2017, SR.

[13] “Data Economy”, 2 Mayıs 2017, EC.

[14] Alex Hern, “Permanent Shift”, 13 Mart 2020, Guardian.

[15] Klint Finley, “Go Ahead”, 20 Mart 2020, Wired.

[16] “Broadband”, FT.

[17] Mark Sweney, “Vodafone”, 18 Mart 2020, Guardian.

[18] “Edge Network”, Google.

[19] “Bulut Altyapısı”, AWS.

[20] Jordan Novet, “Zoom”, 18 Mart 2020, CNBC.

[21] “Open Letter”, 18 Mart 2020, AccessNow.

[22] Jordan Novet, “Microsoft”, 19 Mart 2020, CNBC.

[23] Marcus Baram, “Participatory Socialism”, 14 Mart 2020, FC.

[24] “Digital Transformation”, Nisan 2019, EC.

0 Yorum: