Çin’de ilk vakalar görüldüğünde, burada bulunan
Ukraynalılar bir uçağa bindirilip ülkelerine götürüldüler. Uçaktan indirilip
bir otobüse alınan yolcuları kendi memleketlileri taşladılar, “istemiyoruz
sizi” diye bağırdılar. Bugün Ekvador’da, içinde hasta olduğu söylenen uçağın
inişine polisler mani oluyor.
Biyolojik bir vaka yaşanıyor, dolayısıyla biyopolitik
bir tepki geliştiriliyor. Ukraynalılara yönelik saldırı ile ABD’de ve başka
yerlerde Çinlilere yönelik saldırılar, aynı düzlemde gerçekleşiyor. Küçük
burjuva, bu biyopolitik temelli faşizme çok kolay örgütleniyor. Geçmişte HIV’in
“eşcinsel vebası” olarak nitelendirilmesinde olduğu gibi bu virüs de, Trump’ın
ağzından çıktığı biçimiyle, “Çin virüsü” olarak kodlanıyor. Bu kodlama çabasına
Türkiyeli solcular, umrecileri ekliyor.
Umreden gelenlere yönelik tepki ve saldırılar, bu
zincirin bir halkası. Küçük burjuvazinin bu dönemde eline alabildiği tek
pankart var, onun üzerinde de “en tehlikeli virüs İslam’dır” yazıyor. Başka bir
siyaset bilmiyor. O, nereye yaranacağını iyi biliyor. Solu bütünüyle Avrupa kolonya’lizmi
yönetiyor. Oraya kaçmayı düşünenler, hastalığın orada daha hızlı ilerlediğini
görünce paniğe kapılıyorlar. Mesela Demir Küçükaydın yazdığı yazıda, alınan
önlemler konusunda Almanya’yla Türkiye’yi kıyaslama gereği duyuyor ve bağlı
olduğu Alman devletine övgüler düzüyor. Gerçekten üzücü, içler acısı bir hâl!
Bir de kapitalizmi “virüs” olarak kodlayanlar var. Bu
ucuz propaganda amaçlı numaralara halkların kanacağına inanılıyor. Meselelerin
ardına bakılmıyor. “Kapitalizm” diye kodladıkları, anladıkları şey, küçük
burjuva mülk sahipliği ile alakalı bir marazdan ibaret. Mülk sahibi olsalar,
kapitalizmde bir sorun yok aslında. Dolayısıyla, yukarıdan bahşiş istiyorlar.
Bunların kapitalizm eleştirisi, sosyalizmi sahiplenişi, küçük burjuva bir
mızmızlanmadan ibaret. “Acığ da bize ver” dışında bir şey söylemiyorlar
esasında ve bu dileklerine emekçileri, ezilenleri ortak ediyorlar. Onları
kapitalizmin ilerleyişine bağlıyorlar.
Proleterin eleştirisi ile küçük burjuvazinin
eleştirisi bir olmuyor. İkincisinin sosyalizm diye kodladığı şeyin proleter
mücadeleden temizlenmesi, o proleter mücadelenin virüs gibi karantina altına
alınması gerekiyor. Sol, son yirmi yıldır bunu yapıyor. Halkla, milletle,
ezilenle, yoksulla tüm bağlarını kesiyor. Steril diyarlara, korunaklı
bunkerlere kaçıyorlar. Virüsün ne olduğu, ne yaptığı bu sterilliğe göre
değerlendiriliyor. “Faşizm” gibi her şeye “virüs” diyenler, ancak liberal, içi
geçmiş, korkudan çürümüş bireyleri örgütleyebiliyorlar. Bunu seviyorlar.
Sol, son dönemde hükümetin salgınla mücadelesine laf
söyleme yarışına giriyor. Oysa hükümetin teşkil ettiği bilim kurulunda eski “sosyalist
parti”li isimler bile var. Ama sol, en fazla, Danimarka, İsveç gibi yerlerdeki
sosyal demokratların peşinden gidiyor, bunu komünist, ML soslarına daldırıyor,
piyasaya bu şekilde sürüyor. Sol örgütler, süreci sınırdan ve sınıftan azade
bir bürokrat, teknokrat ve diplomat olarak karşılıyor.[1] Dine karşı bilim,
“doktorlara tapalım” çıkışlarının gerekçesini burada aramak gerekiyor. Meseleye
tecrit edilmiş, karantina altındaki bireyden bakılınca ancak bunlar
görülebiliyor. Bağlara ve bağlama körleşiliyor.
Bu sol örgütlerin başında bulunduğu DİSK, en fazla,
“işçilerin tezgâhları, alet edevatı dezenfekte edilsin, üretim durmasın”
diyebiliyor. Dün “Türk Metal’in imzaladığı sözleşmeyi kabul etmiyoruz, greve
gideceğiz” diyerek yiğitlenip sonra masaya oturanlar, bugün ABD’li bir
sosyalist doktorun[2] önerilerini kendi önerileriymiş gibi sosyal medyalarında
paylaşıyorlar. Utanmıyorlar.
Solun ve EMEP’lilerin gizli önderi Selin Sayek Böke,
“İnsanların işsizlik kaygısını giderecek, istihdam kaybına karşı çalışma hayatı
ve emekçilerin zorluklarını öteleyecek bir pakete ihtiyaç var” diyor. Onun
yoldaşı DİSK temsilcisi, “gerekli tedbirler alınmaz ise çalışmaktan kaçınma haklarını
kullanacakları”nı söylüyor.[3] EMEP lideri, “bu sendikalar, neden Amerika’da ve
AB’de görüldüğü gibi bir STK olmuyor” diye ağıt yakıyor. Her küçük burjuva,
devletin ve sermayenin eşiğinde diz çökmüş, görev bekliyor.
Öte yandan, korkudan evine kapanmış sol bireyler,
İslam’a, gerici halka, Yozgat’a, Elaziz’e, cami cemaatine küfrederek gün
doldurmaya çalışıyorlar. Elaziz’deki adam, “virüs mirüs yok, varsa bile bize
işlemez” diyor, en azından bunu diyebiliyor, en azından bu adamın bir “biz”i
var ve onu ölçü alarak konuşuyor, korkuyu kolektif olarak savuşturuyor. O,
gerçekliğinde aidiyetine bakabiliyor. Küçük burjuva ise “biz”den nefret etmeyi,
örgütten, disiplinden tiksinmeyi, özgür kanatlarını burjuvazi ile birlikte
çırpmayı solculuk zannediyor. Virüsle yayılan ideoloji, bunu emrediyor. Sonuçta
küresel efendiler, bu krizi çıkarları lehine kullanmanın yollarına bakıyorlar.
Devletler de bu korku ortamında “biz”e değil,
bireylere sesleniyorlar. Virüsün bulaşma ihtimali, yayılımı, alınan önlemler
vs. konusunda hep o “birey”e hitap ediliyor, ona korku veriliyor. İpek yüklü
kervanları olanlar da doğal olarak korkuya kapılıyorlar. “Evde kal” diye sosyal
medya saldırılarını örgütlüyorlar. Evde kalamayacak, evine ekmek götürmek
zorunda olanları insandan saymadıkları görülüyor. Sadece kendisini gördüğü
için, “Sınıf evden çıkmasın, sendikalar genel grev ilân etsin, Erdoğan’ın
patronların yüzünü güldürecek paketini parçalayalım” diyemiyorlar. Sonuçta o
paket, Korona’yı bahane ederek, ondan bağımsız olarak, varolan (küresel) krize
cevap niyetine gündeme getiriliyor. Sol bireyler, korkudan virüse odaklanırlarken,
sermaye ve devlet boş durmuyor, işine bakıyor. Sol ise işe küfretmeyi maharet
sayıyor, iş disiplininden kaçıyor, işbölümüne örgütlenmeyi aşağılık bir şey
olarak görüyor.
Devlet, egemenlerin “biz”i adına, birey üzerinden,
bireyi örgütleyerek ilerliyor. Bugün “evde kalın, şu önerdiğim filmleri
izleyin, benim gibi kedinizi sevin” diyenler, devlete örgütlüler. Hepsi de
konuşmasında “neoliberalizmi eleştiren” Erdoğan’ın yanı başında. Onu öfkeyle
seviyorlar!
Daha dün “bu ülkede devlet yok, muz cumhuriyeti var,
Tayyip diktatör, baş düşman!” diyen kişiler (misal Metin Kayaoğlu), bugün
devletin önlemlerinin yerinde ve doğru olduğunu, sosyalistlerin devletin
talimatlarına biat etmesi gerektiğini söylüyorlar. Başdüşman başdost
oluveriyor, olmayan devlet, baştacı ediliyor. Maoistleri tasfiye etmek için
Maoist maskesi takan bu eşhas, Filipinler Komünist Partisi’nin salgın ile
ilgili çalışmalarını görmüyor. Bu küçük burjuvalar, “ağanın pohunun üstüne poh
istemedikleri için” sosyalisttir, devletten daha büyük bir güç, burjuvaziden
daha büyük bir akıl ortaya çıksın istemezler. Onların teorisi burjuvazi;
politikası devlet içindir.
Sonuçta Economist dergisi “sosyalizm geliyor”
diyor.[4] Bu, sosyalizme yönelik olarak yapılacak topyekûn saldırının hücum
borusudur. Bu aşamada sosyalizmin Danimarka sosyal demokratları veya
Amerika’daki Sanders düzeyine çekilmesi gerekiyor. Bir kıvam oluşturuluyor.
Herkes, bu iki odağa bakarak konuşuyor. Sosyalizm mücadelesi, susturuluyor.
Dolayısıyla bu Korona süreci de biyopolitik boyutun
katılması ile tamamlanacak. “Çok fazla insan var” denilecek, Bill Gates ile
birlikte nüfus kontrolü çalışmaları yürütülecek[5], Oytun şaklabanı ile kol
kola girip şehir kırdan tecrit edilecek, küçük burjuva birey ölçüsüne göre inşa
edilmiş devlete herkes biat edecek. Beliren alametler bunları söylüyor.
“Karantina”, İtalyancada “kırk gün” anlamına gelen
ifadeden kök alıyor. Veba bulaşmış bir geminin kırk gün süreyle limandan uzakta
tutulmasını ifade ediyor. Bu anlamda sol da karantina altına alınacak. İçindeki
geçmişten kalan virüs ve bakteriler temizlenecek, biyopolitik bir arınma
sürecine tabi tutulacak. Zaten arınmış olduğuna yemin eden kesimleri, devletin
ve burjuvazinin kapatması olmuş kimi örgütler öne çıkacak, galebe çalacak.
Bunlar, apolitik ve antipolitik varlıklarını İslam’a, “dinci hükümet”e,
gericiliğe saldırmakla gizlemeye çalışacaklar.
Korona süreci, solu da dönüştürecek. O sol, Kadıköy’de
kurduğu komedi mabedinde ayinler düzenleyip dedesiyle, dayısıyla, Alevilikle,
toplumsal ilişkilerle, dayanışmayla, kolektifle, mücadeleyle dalga geçecek.
Taksim karşılığında kendisine Kadıköy’ün neden verildiğini hiç sorgulamayacak.
O Kadıköy’ün ne tür bir ideoloji ve teori dayattığını görmeyecek. Hepimize
şimdi için ve şimdiden geçmiş olsun!
Eren Balkır
19 Mart 2020
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Bürokrat, Teknokrat, Diplomat”, 19 Şubat 2020, İştiraki.
[2] Mike Pappas, “Salgınlar, Kapitalizm, Sosyalizm”,
12 Mart 2020, İştiraki.
[3] “Disk Temsilcisi”, 19 Mart 2020, Halk.
[4] Emrah Arben, “Komasız”, 23 Mart 2019, İştiraki.
[5] Jacob Levich, “Aşırı Nüfus Efsanesi”, 12 Nisan
2019, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder