19 Mart 2020

,

Karantina


Çin’de ilk vakalar görüldüğünde, burada bulunan Ukraynalılar bir uçağa bindirilip ülkelerine götürüldüler. Uçaktan indirilip bir otobüse alınan yolcuları kendi memleketlileri taşladılar, “istemiyoruz sizi” diye bağırdılar. Bugün Ekvador’da, içinde hasta olduğu söylenen uçağın inişine polisler mani oluyor.

Biyolojik bir vaka yaşanıyor, dolayısıyla biyopolitik bir tepki geliştiriliyor. Ukraynalılara yönelik saldırı ile ABD’de ve başka yerlerde Çinlilere yönelik saldırılar, aynı düzlemde gerçekleşiyor. Küçük burjuva, bu biyopolitik temelli faşizme çok kolay örgütleniyor. Geçmişte HIV’in “eşcinsel vebası” olarak nitelendirilmesinde olduğu gibi bu virüs de, Trump’ın ağzından çıktığı biçimiyle, “Çin virüsü” olarak kodlanıyor. Bu kodlama çabasına Türkiyeli solcular, umrecileri ekliyor.

Umreden gelenlere yönelik tepki ve saldırılar, bu zincirin bir halkası. Küçük burjuvazinin bu dönemde eline alabildiği tek pankart var, onun üzerinde de “en tehlikeli virüs İslam’dır” yazıyor. Başka bir siyaset bilmiyor. O, nereye yaranacağını iyi biliyor. Solu bütünüyle Avrupa kolonya’lizmi yönetiyor. Oraya kaçmayı düşünenler, hastalığın orada daha hızlı ilerlediğini görünce paniğe kapılıyorlar. Mesela Demir Küçükaydın yazdığı yazıda, alınan önlemler konusunda Almanya’yla Türkiye’yi kıyaslama gereği duyuyor ve bağlı olduğu Alman devletine övgüler düzüyor. Gerçekten üzücü, içler acısı bir hâl!

Bir de kapitalizmi “virüs” olarak kodlayanlar var. Bu ucuz propaganda amaçlı numaralara halkların kanacağına inanılıyor. Meselelerin ardına bakılmıyor. “Kapitalizm” diye kodladıkları, anladıkları şey, küçük burjuva mülk sahipliği ile alakalı bir marazdan ibaret. Mülk sahibi olsalar, kapitalizmde bir sorun yok aslında. Dolayısıyla, yukarıdan bahşiş istiyorlar. Bunların kapitalizm eleştirisi, sosyalizmi sahiplenişi, küçük burjuva bir mızmızlanmadan ibaret. “Acığ da bize ver” dışında bir şey söylemiyorlar esasında ve bu dileklerine emekçileri, ezilenleri ortak ediyorlar. Onları kapitalizmin ilerleyişine bağlıyorlar.

Proleterin eleştirisi ile küçük burjuvazinin eleştirisi bir olmuyor. İkincisinin sosyalizm diye kodladığı şeyin proleter mücadeleden temizlenmesi, o proleter mücadelenin virüs gibi karantina altına alınması gerekiyor. Sol, son yirmi yıldır bunu yapıyor. Halkla, milletle, ezilenle, yoksulla tüm bağlarını kesiyor. Steril diyarlara, korunaklı bunkerlere kaçıyorlar. Virüsün ne olduğu, ne yaptığı bu sterilliğe göre değerlendiriliyor. “Faşizm” gibi her şeye “virüs” diyenler, ancak liberal, içi geçmiş, korkudan çürümüş bireyleri örgütleyebiliyorlar. Bunu seviyorlar.

Sol, son dönemde hükümetin salgınla mücadelesine laf söyleme yarışına giriyor. Oysa hükümetin teşkil ettiği bilim kurulunda eski “sosyalist parti”li isimler bile var. Ama sol, en fazla, Danimarka, İsveç gibi yerlerdeki sosyal demokratların peşinden gidiyor, bunu komünist, ML soslarına daldırıyor, piyasaya bu şekilde sürüyor. Sol örgütler, süreci sınırdan ve sınıftan azade bir bürokrat, teknokrat ve diplomat olarak karşılıyor.[1] Dine karşı bilim, “doktorlara tapalım” çıkışlarının gerekçesini burada aramak gerekiyor. Meseleye tecrit edilmiş, karantina altındaki bireyden bakılınca ancak bunlar görülebiliyor. Bağlara ve bağlama körleşiliyor.

Bu sol örgütlerin başında bulunduğu DİSK, en fazla, “işçilerin tezgâhları, alet edevatı dezenfekte edilsin, üretim durmasın” diyebiliyor. Dün “Türk Metal’in imzaladığı sözleşmeyi kabul etmiyoruz, greve gideceğiz” diyerek yiğitlenip sonra masaya oturanlar, bugün ABD’li bir sosyalist doktorun[2] önerilerini kendi önerileriymiş gibi sosyal medyalarında paylaşıyorlar. Utanmıyorlar.

Solun ve EMEP’lilerin gizli önderi Selin Sayek Böke, “İnsanların işsizlik kaygısını giderecek, istihdam kaybına karşı çalışma hayatı ve emekçilerin zorluklarını öteleyecek bir pakete ihtiyaç var” diyor. Onun yoldaşı DİSK temsilcisi, “gerekli tedbirler alınmaz ise çalışmaktan kaçınma haklarını kullanacakları”nı söylüyor.[3] EMEP lideri, “bu sendikalar, neden Amerika’da ve AB’de görüldüğü gibi bir STK olmuyor” diye ağıt yakıyor. Her küçük burjuva, devletin ve sermayenin eşiğinde diz çökmüş, görev bekliyor.

Öte yandan, korkudan evine kapanmış sol bireyler, İslam’a, gerici halka, Yozgat’a, Elaziz’e, cami cemaatine küfrederek gün doldurmaya çalışıyorlar. Elaziz’deki adam, “virüs mirüs yok, varsa bile bize işlemez” diyor, en azından bunu diyebiliyor, en azından bu adamın bir “biz”i var ve onu ölçü alarak konuşuyor, korkuyu kolektif olarak savuşturuyor. O, gerçekliğinde aidiyetine bakabiliyor. Küçük burjuva ise “biz”den nefret etmeyi, örgütten, disiplinden tiksinmeyi, özgür kanatlarını burjuvazi ile birlikte çırpmayı solculuk zannediyor. Virüsle yayılan ideoloji, bunu emrediyor. Sonuçta küresel efendiler, bu krizi çıkarları lehine kullanmanın yollarına bakıyorlar.

Devletler de bu korku ortamında “biz”e değil, bireylere sesleniyorlar. Virüsün bulaşma ihtimali, yayılımı, alınan önlemler vs. konusunda hep o “birey”e hitap ediliyor, ona korku veriliyor. İpek yüklü kervanları olanlar da doğal olarak korkuya kapılıyorlar. “Evde kal” diye sosyal medya saldırılarını örgütlüyorlar. Evde kalamayacak, evine ekmek götürmek zorunda olanları insandan saymadıkları görülüyor. Sadece kendisini gördüğü için, “Sınıf evden çıkmasın, sendikalar genel grev ilân etsin, Erdoğan’ın patronların yüzünü güldürecek paketini parçalayalım” diyemiyorlar. Sonuçta o paket, Korona’yı bahane ederek, ondan bağımsız olarak, varolan (küresel) krize cevap niyetine gündeme getiriliyor. Sol bireyler, korkudan virüse odaklanırlarken, sermaye ve devlet boş durmuyor, işine bakıyor. Sol ise işe küfretmeyi maharet sayıyor, iş disiplininden kaçıyor, işbölümüne örgütlenmeyi aşağılık bir şey olarak görüyor.

Devlet, egemenlerin “biz”i adına, birey üzerinden, bireyi örgütleyerek ilerliyor. Bugün “evde kalın, şu önerdiğim filmleri izleyin, benim gibi kedinizi sevin” diyenler, devlete örgütlüler. Hepsi de konuşmasında “neoliberalizmi eleştiren” Erdoğan’ın yanı başında. Onu öfkeyle seviyorlar!

Daha dün “bu ülkede devlet yok, muz cumhuriyeti var, Tayyip diktatör, baş düşman!” diyen kişiler (misal Metin Kayaoğlu), bugün devletin önlemlerinin yerinde ve doğru olduğunu, sosyalistlerin devletin talimatlarına biat etmesi gerektiğini söylüyorlar. Başdüşman başdost oluveriyor, olmayan devlet, baştacı ediliyor. Maoistleri tasfiye etmek için Maoist maskesi takan bu eşhas, Filipinler Komünist Partisi’nin salgın ile ilgili çalışmalarını görmüyor. Bu küçük burjuvalar, “ağanın pohunun üstüne poh istemedikleri için” sosyalisttir, devletten daha büyük bir güç, burjuvaziden daha büyük bir akıl ortaya çıksın istemezler. Onların teorisi burjuvazi; politikası devlet içindir.

Sonuçta Economist dergisi “sosyalizm geliyor” diyor.[4] Bu, sosyalizme yönelik olarak yapılacak topyekûn saldırının hücum borusudur. Bu aşamada sosyalizmin Danimarka sosyal demokratları veya Amerika’daki Sanders düzeyine çekilmesi gerekiyor. Bir kıvam oluşturuluyor. Herkes, bu iki odağa bakarak konuşuyor. Sosyalizm mücadelesi, susturuluyor.

Dolayısıyla bu Korona süreci de biyopolitik boyutun katılması ile tamamlanacak. “Çok fazla insan var” denilecek, Bill Gates ile birlikte nüfus kontrolü çalışmaları yürütülecek[5], Oytun şaklabanı ile kol kola girip şehir kırdan tecrit edilecek, küçük burjuva birey ölçüsüne göre inşa edilmiş devlete herkes biat edecek. Beliren alametler bunları söylüyor.

“Karantina”, İtalyancada “kırk gün” anlamına gelen ifadeden kök alıyor. Veba bulaşmış bir geminin kırk gün süreyle limandan uzakta tutulmasını ifade ediyor. Bu anlamda sol da karantina altına alınacak. İçindeki geçmişten kalan virüs ve bakteriler temizlenecek, biyopolitik bir arınma sürecine tabi tutulacak. Zaten arınmış olduğuna yemin eden kesimleri, devletin ve burjuvazinin kapatması olmuş kimi örgütler öne çıkacak, galebe çalacak. Bunlar, apolitik ve antipolitik varlıklarını İslam’a, “dinci hükümet”e, gericiliğe saldırmakla gizlemeye çalışacaklar.

Korona süreci, solu da dönüştürecek. O sol, Kadıköy’de kurduğu komedi mabedinde ayinler düzenleyip dedesiyle, dayısıyla, Alevilikle, toplumsal ilişkilerle, dayanışmayla, kolektifle, mücadeleyle dalga geçecek. Taksim karşılığında kendisine Kadıköy’ün neden verildiğini hiç sorgulamayacak. O Kadıköy’ün ne tür bir ideoloji ve teori dayattığını görmeyecek. Hepimize şimdi için ve şimdiden geçmiş olsun!

Eren Balkır
19 Mart 2020

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Bürokrat, Teknokrat, Diplomat”, 19 Şubat 2020, İştiraki.

[2] Mike Pappas, “Salgınlar, Kapitalizm, Sosyalizm”, 12 Mart 2020, İştiraki.

[3] “Disk Temsilcisi”, 19 Mart 2020, Halk.

[4] Eren Balkır, “Komasız”, 23 Mart 2019, İştiraki.

[5] Jacob Levich, “Aşırı Nüfus Efsanesi”, 12 Nisan 2019, İştiraki.

0 Yorum: