Marx, 1871’de kurulan Paris Komünü’nün en önemli
yanının, gerçekleştirmek istediği idealler değil, “işleyen varlığı” olduğunu
söylerken, esasen ileride oluşacak toplum konusunda isyancıların herhangi bir
plan ortaya koymadıkları üzerinde durur.
Bu anlamda Komün, politik icatlar yapan, geçmişe
ait senaryoların ve ifadelerin prangasından kurtulmuş hâlde veya hemen oracıkta
doğaçlama hareket etmek suretiyle gerektiği şekilde yeniden yapılanan bir
güçtür. Bu gücü asıl besleyense imparatorluğun bir ayağının çukurda olduğu
günlerde halkın gerçekleştirdiği birlik süreci üzerinden su yüzüne çıkan
arzulardır.
Başkentte gerçekleşen ayaklanmanın bayrağında “Evrensel
Cumhuriyet” yazılıdır. Bu anlamda Komün, bir olay ve politik bir kültür olarak ulus
anlatısı içerisinde dikişsiz bir biçimde bütünleştirme girişimlerine her daim
direnç göstermiştir.
Bir Komün üyesinin yıllar sonra anımsadığı
biçimiyle Komün, her şeyin ötesinde, “yürekli bir enternasyonalizm çağrısıdır.”[1]
Komün döneminde Paris, Fransa’nın başkenti değil, evrensel halklar federasyonunda özerk bir kolektif hâline gelmek istemiştir.
Onun arzusu, devlet değil, ölçek olarak nihayetinde enternasyonal olacak olan
komünler federasyonunda bir unsur, bir birim olmaktır.
Birçok tarihçi ve Komün’de öne çıkan kimi yabancı üyeler
bu gerçeği onaylasa da Komün’deki milliyetçilik dışı özgünlük, yürüdüğü yolda
hiçbir zaman belirleyici olmamıştır. Bu özel politik tahayyülün ürettiklerine
ve ortaya koyduğu pratiklere bakıldığında, olağan tarihsel olaylar
incelendiğinde, bu milliyetçilik dışı olma hâline dair herhangi bir ize
rastlanmaz. Bu noktada Komün’ün karargâhı olarak iş gören Hôtel de Ville’de [Paris
Belediye Binası’nda] kararlaştırılan askerî manevralar, çıkartılacak kanunlarla
konusunda yapılan kavgalar ve atılan adımlar bu konuda başka bir hikâye
anlatır.
Dolayısıyla enternasyonalizm konusunda başka
izlere bakmak, Louise Michel’in hatıratında yer alan pasaja benzer metinleri
incelemek gerekir.
Nisan 1871’de yaşanan bir olayı anlattığı bölümde Michel,
“kapkara, dişleri kaplan gibi sivri bir adam”dan bahseder. Bu adam çok iyi, çok
zeki ve çok cesur biridir. Papa’nın ordusunda askerlik yapan bu Kuzey Afrikalı
adam, sonrasında Komün’ün safına geçmiştir:
“Bir
akşam, nasıl oldu bilmiyorum, istasyonun önündeki siperde ikimiz kaldık. Orada bir
ben vardım, bir de bu Papa’nın ordusundan ayrılmış asker. İkimizin elinde de içi
mermi dolu tüfek… Şansımız o akşam yaver gitti ve istasyon saldırıya uğramadı. İkimiz
de nöbetteydik, siperde bir uçtan diğerine yürüyüp duruyorduk. Bir an adam karşıma
geçip bana şu soruyu sordu:
–
Bu yaşadığımız hayat sana neler hissettiriyor?
–
Sanki önümüzde ulaşmamız gereken bir sahil var, böyle bir his bırakıyor bende.
–
Bu hayat benim için resimli bir kitabı okumak gibi.
Sonra
ikimiz, Clamar bölgesindeki Versay’ın o derin sessizliğinde, siper boyu
yürümeye devam ettik.”[2]
Bu pasajda karşımıza ihtimal dışı gibi görünen,
önceden planlanmamış Komün faaliyetlerinin nelere kadir olduğunu görüyoruz. Bu faaliyetler,
Papalık Muhafızları’ndan bir Afrikalıyı kopartıp eski bir öğretmen olan Louise
Michel’le bir araya getiriyor. Aynı asker, Michel’in ordudan aldığı çizmeleri
geçiriyor ayaklarına. Bir gece vakti bu iki kişi bir siperde nöbet tutuyor.
Papalık Ordusu, Fransa-Prusya Savaşı’nda Fransa’nın
yanında yer aldı, ama Prusyalılar Paris’e girince, bu ordu terhis edildi. Bu durum,
o dönemde Paris’te neden Afrikalıların bulunduğunu izah ediyor, ama bu
askerlerin neden Komün saflarına katıldığını izah etmiyor.
Yukarıdaki hikâyede bir siperde bulunan iki kişiye
dair çarpıcı bir anlatıma yer veriliyor. Bu iki kişi, bir yandan da yaşanan
olaylar esnasında kendi çalışmalarını ve tarihteki varlıklarını nasıl
anladıklarına dair bir şeyler de söylüyor. Kısa ve esrarengiz cümleler
kuruyorlar, ama bu cümleler üzerinden şu tür sorulara ulaşmak mümkün:
Tümüyle yeni bir yere doğru mu gidiyoruz yoksa eski
bir resimli kitabı, bir macera kitabını, mesela Fransız Devrimi’nin hikâyesini
mi okuyoruz?
Yeni bir dünyaya doğru mu yürüyoruz yoksa biz, zaten anlatılmış olan bir hikâyenin basit birer figürü müyüz?
Tümüyle yeni erkek ve kadınlar mıyız yoksa eski
bir hikâyenin canlı renklerle bezenmiş imgeleminde yeniden konumlandırılmış
karakterleri miyiz?
Bu iki Komünarın dile getirdiği deneyimler
birbirinden farklı ve ikisi de kişinin kendi politik özneleşme süreci ile
ilişkisinin farklı olabileceğini, bu öznelliğin farklı yaşanabileceğini ortaya
koyuyor.
Ne var ki bu iki tarzın
çeliştiğinden söz edilemez. Esasında iki kişinin deneyimi, Komün’de dönemi
deneyimleme tarzının yaşadığı dönüşüm ve bu deneyimin toplumsal olanla ilişkisi
konusunda bir şeyler söylüyor. Bu ilişki, eski biçimleri ve figürleri yeni bir
bağlamda harekete geçiren veya yeni biçimler ve figürler üzerinden ilerleyen
tarihi hafızaya nakşetme yolları ile alakalı.
Kristin
Ross
[Kaynak:
Communal Luxury: The Political Imaginary
of the Paris Commune, Verso, 2015.]
0 Yorum:
Yorum Gönder