28 Mart 2020

, ,

Salgın Üzerine Düşünceler


Aşağıdaki düşünceler, salgının kendisi değil, ona gösterilen tepkilerden ne öğrenebileceğimizle ilgili. Yani burada, tüm toplumun kendisini rahatsızmış, bir hastalığa yakalanmış gibi hissetmeyi, kendisini evinde tecrit etmeyi, olağan yaşam koşullarını, iş, arkadaşlık ve aşk ilişkilerini, hatta dinî ve siyasi inançlarını askıya almayı nasıl kolaylıkla kabul edebildiği sorusu üzerinde duruluyor.
Ayrıca şu türden sorular soruluyor: Normalde bu türden durumlarda protestoya ve itiraza tanık olunurdu, bugün neden bunlara rastlanmıyor?
Benim öne sürmek istediğim hipotez şu: Salgın, bir biçimde ama aslında bilinçdışında, zaten mevcuttu. Şurası açık ki hayat koşulları öyle bir noktaya gelmiş ki aniden bir alamet belirmiş ve bu hayat koşullarının salgının ta kendisi gibi tahammül edilemez olduğu görülmüş. Belki de mevcut durumun anlattığı en olumlu gerçek şu: insanların ilerleyen süreçte yaşam tarzlarının doğru olup olmadığını sormaları artık mümkün hâle gelmiştir.
Ayrıca mevcut durumun gözle görülür kıldığı din ihtiyacı konusunda da kafa patlatmamız gerekiyor. Şu gelişme, bize bu konuda bir ipucu verebilir: Medyada, bilhassa Amerika’daki basında olguyu tanımlamak için takıntılı bir üslupla, sürekli eskatoloji (kıyametbilim) terimlerine başvuruluyor, “kıyamet” kelimesi kullanılıyor, buradan da sıklıkla dünyanın sonuna işaret ediliyor.
Sanki Kilise’nin karşılayamadığı din ihtiyacı, el yordamıyla, içine yerleşebileceği başka bir yer aramaya başladı ve zamanımızın dini hâline gelen şeyde o yeri buldu: bilim.
Bilim de, tıpkı tüm dinler gibi, batıl inanca ve korkuya yol açabilir, bunları her fırsatta yaymak için kullanılabilir. Esasen kriz dönemlerinde dinlerin sergilediği gösterinin bu kadar farklı ve birbiriyle çelişen kanaat ve reçetelerle yüklü olduğuna ilk kez şahit oluyoruz. Sahnenin bir köşesinde muteber bilim insanları da dâhil azınlığa has, kitaba aykırı görüşler dillendirip olgunun ciddiyetini inkâr edenler, diğer köşesinde ise olguyu teyit eden, kitabî yaklaşımın ortaya koyduğu söylemi savunan, meselenin nasıl ele alınacağı konusunda köklü bir ayrışma içinde olanlar duruyor.
Bu tür durumlarda her daim görüldüğü üzere hükümdarların lütfuna mazhar olan kimi uzmanlar ya da kendinden menkul uzmanlar çıkıyor, Hıristiyanlığı bölen dinî tartışmaların yaşandığı dönemlerde olduğu gibi, kendi menfaatleri uyarınca, şu veya bu akımın tarafını tutup ona uygun önlemleri dayatıyorlar.
Üzerine kafa yorulması gereken bir diğer husus da tüm müşterek inançların veya dinlerin bariz biçimde çökmüş olması. Görünüşe göre artık insanlar, ne pahasına olursa olsun kurtarılması gereken çıplak biyolojik varoluş haricinde hiçbir şeye inanmıyorlar. Gelgelelim insanın hayatını kaybetme korkusunun üzerine ancak istibdat inşa edilebilir, o istibdadın tahtına ise sadece kınından çıkarttığı kılıcıyla Livyatan kurulabilir.
Eğer bir gün olağanüstü hâlin, bu salgının son bulduğu söylenirse, zihin açıklığını bir nebze olsun muhafaza edebilmiş olanlar dışında kimse, eskisi gibi sürdüremeyecek hayatını. “Umut sadece artık hiç umudu kalmamış olanlara bahşedilir” denilse de muhtemelen hayatın eskisi gibi olmayacak olması, herkes için en vahim olanıdır.
Giorgio Agamben
27 Mart 2020

0 Yorum: