16 Mart 2020

,

Mart'ın Onaltısında Yedi Can


Mahirler’in 30 Mart’ta Kızıldere’de katledilmesi, Denizler’in idamıyla ve İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilmesiyle, THKP-C, THKO ve TKP-ML’nin örgütsel yapısı büyük oranda yok edildi. Ve silahlı devrim cephesi fiziken yenilgiye uğradı. 71 silahlı devrimci çıkışının geride bıraktığı gelenek ve büyük kitle potansiyeli kendinden sonrasına büyük mirası oldu.

Başlangıç kolay olmayacaktır, hatta aşırı ölçüde zor olacaktır.
-Che Guevara

12 Mart 1971 muhtırası ile beraber tutsak edilen kadroların 1974 yılındaki genel afla dışarı çıkmasıyla birlikte esmeye başlayan “rüzgâr”, 71 devrimci çıkışının yarattığı potansiyelle birleşip 1974’ten itibaren çeşitli şekilde örgütlenmeye başladı. Bir sonraki darbeye, 12 Eylül 1980 faşist cuntasına kadar uzanan 6 yıllık dönem, Türkiye’de solun yükselişe geçtiği yıllardır. Özellikle 1974 ve sonrasında Türkiye’de sol, parçalı ve bölünmüş olsa da, işçi sınıfı ve geniş halk kesimleri üzerinde etkili, aynı zamanda en kitlesel dönemine girmiş olacaktır. Bu dönemde resmi ve sivil faşist terör, halkın önemli sorunlarından olmuş ve halkın “can güvenliği” istemi yakıcı bir gerçeklik olarak ön plana çıkmıştır. Faşist terör örgütlenmesi, NATO ve CIA tarafından organize edilen ordu ve devlet mekanizması içinde örgütlenip geliştirilmekteydi. Bu dönemde faşist Türkeş’in partisi (MHP) ve onun gençliği ÜGD (Ülkü Ocakları) bu güçlerin birer örgütlü kitle çalışması durumundaydı.

35 devrimcinin katledildiği, dönemin en büyük katliamı olan 1 Mayıs 1977’ye kadar gelen süreçte oligarşinin kontrgerilla eliyle örgütlediği faşist terör saldırıları aralıksız devam etti ve bu süreç Taksim Katliamı ile zirveye ulaştı. Taksim Katliamı’nın ardından Türkiye devrimci hareketinin özneleri, faşist teröre karşı “aktif” savunma içine girerek halkı ve gençliği örgütlemeye başlayan, etkili misilleme eylemleri ile devrimci şiddeti yaygınlaştırarak oligarşiyi krize sürükleyen ve “antifaşist potansiyeli” “oligarşiye karşı potansiyel düzeyine” evriltmeye başladığı bir sürece girilmişti. Oligarşi, yaşadığı (aynı yıllarda devam eden kapitalizmin küresel krizinden bağımsız olmayan) krizlerini aşabilmek adına “açık faşizme” uygun politikalar uygulaması için “antikomünist öz” taşıyan MC (Milliyetçi Cephe) ve sonrasında Ecevit hükümetlerini kuruyordu.

Bu konjonktürde 1978 yılı, halka ve gençliğe karşı saldırıların sistematikleştiği, kitle katliamlarının ve suikastların olduğu kanlı bir yıl olacaktı.

16 Mart Beyazıt Katliamı

mart’ın onaltısında yedi can
düştük gün ortasında yedi can
bin dallı yasemen olup yeşerdik
faşizmin karşısında yedi can

İkinci milliyetçi Cephe hükümetinin düşmesinin ardından solcu öğrenciler, üniversitelere yeniden derslere girmeye ve faşist işgalleri kırmaya başladılar. Özellikle Dev-Genç’in “faşist işgalleri kırma kampanyası” tüm okullarda birden gelişen bu devrimci saldırıya öncülük ediyor ve sivil faşist hareketi zayıflatan darbeler vuruyordu. Faşistler, ilk olarak geçmiş tecrübelerine başvurarak tüm okullarda varlıklarını korumaya çalışsa da tutunamayacaklar ve değişik taktikler aramak zorunda kalacaklardı.

Bu taktiklerin birincisi, okulların kapanmasını sağlamak; ikinci taktik ise ülke çapında yaptıkları kitle katliamı eylemlerine (özellikle gençliğe yönelik olarak) hız vermekti.

1978’in ilk büyük kanlı saldırısı, 16 Mart günü Beyazıt’ta gerçekleşti. Üniversitedeki faşist işgalleri kırıp, fakültelerine toplu giren solcu öğrencilerin üzerine “kahrolsun komünistler” diye bağıran bir faşist tarafından bomba atılmış ve pusu kurdukları yerlerden kurşun yağdırılarak saldırı gerçekleştirilmişti. Bu saldırı sonucu yedi öğrenci hayatını kaybetti, kırk bir öğrenci de yaralandı. Hayatını kaybeden öğrenciler; Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt’tu.

Saldırıyı gerçekleştiren Zülküf İsot adında ülkücü bir katildi. Zülküf İsot’un ablası, daha sonra olayın açığa çıkıp, katliamı itiraf etmemesi için kardeşinin Latif Atkı isimli bir başka ülkücü tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Katliam sırasında o güne kadar öğrenci kitlesini takip eden “Merasim Birliği” yoktu. Zaten 7 Mart’ta “1.D.2.12780” kodlu Emniyet Müdürlüğü’ne gelen bir ihbarda saldırı, tarihine kadar bildiriliyordu ama bilgi hasır altı edilmişti. O gün polis ekiplerinin başındaki komiser, yakın geçmişten bildiğimiz Reşat Altay’dı.[*]

Katliamdan 15 ay sonra sadece Sıddık Polat adlı şahıs 11 yıl hapis cezasına çarptırıldı, ancak Yargıtay 1982’de delil yetersizliğinden kararını bozdu ve Sıddık Polat beraat etti. Katliamı kontrgerillanın tasarladığı apaçık ortadaydı ve katliamı Abdullah Çatlı ekibi icra etmişti. Saldırıda kullanılan ABD yapımı TNT kalıplarının kaynağı İstanbul 3. Kolordu Komutanlığı’ydı. Patlayıcıları Abdullah Çatlı’ya getiren Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker, aynı komutanlık bünyesinde görevliydi. Daha sonra İstanbul ÜGD şubesinde yapılan bir aramada ve Maraş katliamından kısa bir süre önce, Maraş yolunda aynı seriden patlayıcı maddeler ve silahlarla yakalanacaktı.

16 Mart Katliamı’nın “Faili Meçhul” Değildir!

Kontrgerillanın planlayıp/uyguladığı katliamın amacı, çok yakın tarihimizden 2015 Suruç katliamında olduğu gibi, yükselen gençlik mücadelesini sekteye uğratmak ve sindirmekti. O gün amaçladıkları gibi olmadı; Katliamdan hemen sonra 2.000 kadar öğrenci, İşletme Fakültesi amfisinde toplandı ve Dev-Genç’in öncülüğünde işgal kararını açıkladı. Merkez bina ele geçirilip polis okuldan kovulunca işgal fiilen başladı. İstanbul Üniversitesi’ne gece gelenlerle beraber sayı 10.000’e ulaştı ve bütün gece boyu hazırlıklar yapıldı. Aynı gece DİSK, “faşizme ihtar” eylemi gerçekleştirme kararı alarak, tüm işkollarında 2 günde 2 saat iş bırakma eylemi yapacağını ilân etti. Sabah olduğunda İstanbul, o güne dek gördüğü en büyük antifaşist gösterilerden birine tanık oldu…

Enes Furkan
16 Mart 2020

Dipnot:
[*] Komiser Reşat Altay, 1978 16 Mart Katliamı’nı sırasında Beyazıt’ta görevliydi. 1992’de Devrimci-Sol’a yönelik Çiftehavuzlar operasyonunu o yönetti. 1995’te İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü yapıldı. Ümraniye Cezaevi operasyonunun başında o vardı, 8 Ocak 1996’da cenazeleri izlemek isterken gözaltına alınan muhabir Metin Göktepe götürüldüğü şubede işkencede öldürüldüğünde görevinin başındaydı. Gebze’de bir araçtaki 4 TİKKO’cunun yargısız infazla katledilmesi operasyonunu yönetti. “Susurluk skandalı”ndan hemen önce Abdullah Çatlı ile telefon görüşmeleri… Hrant Dink suikastı… bu zincire eklendi.

Kaynakça:
Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm Mücadelesinde Gençlik-1, Boran Yayınevi, 1999.

– Ersan, Vehbi, 1970’lerde Türkiye Solu, İletişim Yayınları, 2013.

– Yurtaslan, Ali. İtiraflar: MHP Merkezindeki Adam Abdullah Çatlı’yı Anlatıyor, Kaynak Yayınları, 1997.

– “Reşat Altay İfade Verdi”, 22 Aralık 2014, Agos.

– Ayça Söylemez, “16 Mart Katliamı Aydınlatılsın”, 15 Mart 2012, Bianet.

0 Yorum: