20 Mart 2020

,

Ben Yapmadım Virüs Yaptı


Şuna eminim: bu felâket sona erdiğinde, hâkim çizgiye mensup ekonomistler ve yetkililer, bu yaşananın dış kaynaklı bir kriz olduğunu, kapitalist üretim tarzından ve toplumsal yapıdan kaynaklanan kusurlarla alakasının bulunmadığını iddia edecekler. Bunlar çıkıp, her şeyin sebebinin virüs olduğunu söyleyecekler. 2008-9’daki büyük resesyonda da bunu söylemişlerdi, aynı söylem 2020’de de yinelenecek.[1]
Bu yazıyı yazdığım günlerde küresel koronavirüs salgını (ki artık resmi düzeyde böyle anılıyor) henüz zirvesine ulaşmış değil. Çin’den başlayan salgın süreci (bazıları başka yerlerde de başladığına dair delillerin bulunduğunu söylüyorlar) bugün itibarıyla tüm dünyaya yayılmış durumda. Virüsün Çin dışında bulaştığı insanların sayısı, Çin’deki sayıdan düşük. Çin’de vakalardaki artış ise durmuş görünüyor. Başka ülkelerde katlanarak artıyor.
Bu biyolojik kriz, finans piyasalarında da paniğe yol açtı. Birkaç hafta içerisinde borsalar yüzde 30 değer kaybına uğradı. Düşük borç maliyetleri ile desteklendiğinde finansal varlıkların artacağına dair tespitin yalan olduğu görüldü.[2]
COVID-19, on yıl önce büyük resesyonu tetikleyen, finansal çöküş türünden bir bilinmezlik şeklinde değerlendiriliyor.[3] Oysa COVID-19, finansal çöküş gibi hiç de beklenmedik bir gelişme değil, “ahenkli işleyen ve büyüyen kapitalist ekonomi”nin yaşadığı bir şok hiç değil.[4]
Küresel salgından da önce birçok büyük kapitalist ekonomi, gelişmiş ülkelerde ve Küresel Güney’in gelişmekte olan ülkelerinde durma noktasına gelmişti zaten. Bazı ekonomiler, ulusal üretim ve yatırım bazında yavaşlamış, birçok ekonomi ise durmanın eşiğine gelmişti.
COVID-19, sadece bardağı taşıran damla olarak iş gördü. Bu noktada eğer postkeynesçi iseniz buna Hyman Minsky’ye atıfla, “Minsky momenti” diyebilirsiniz. Bilindiği üzere Minsky, “istikrarın istikrarsızlığı beslemesi sebebiyle, kapitalizmin istikrarsız olduğu anlaşılana dek istikrarlıymış gibi görüneceğini” söyler. Bir Marksist ise “evet istikrarsızlık diye bir şey vardır ama bu istikrarsızlık, kapitalist üretim tarzında kâr bağlamında yaşanan temel çelişkilere bağlı olarak dönem dönem çığ gibi büyüdüğü üzerinde durur.
Öte yandan COVID-19, hiç de bilinmeyen bir şey değildir. 2018 yılının başlarında Cenevre’de yapılan Dünya Sağlık Teşkilâtı toplantısında[5] bir grup uzman[6], bunu “X Hastalığı” olarak isimlendirmişti.[7]
Söz konusu ekip, bir sonraki küresel salgının insanlara henüz bulaşmamış olan, bilinmeyen, yeni bir patojen (hastalık yapıcı) sebebiyle baş göstereceği tahmininde bulundu. Bu çalışmaya göre X Hastalığı, bir virüsten kaynaklanacak ve gezegen üzerinde ekonomik kalkınmanın insanları ve yabani hayatı bir araya getirdiği yerlerde ortaya çıkacaktı.
X Hastalığı, muhtemelen salgının başında başka hastalıklarla karıştırıldı, dolayısıyla hızla ve sessizce yayıldı. Bu yayılma sürecinde hastalık, insanların kullandığı seyahat ve ticaret ağlarını kullandı. Böylelikle birden fazla ülkeye ulaştı. Dolayısıyla virüsün seyri kontrol altına alınamadı.
X Hastalığı, mevsimsel gripten daha fazla ölüm oranına ulaştı ve onun kadar kolay yayıldı. Bu da salgının küresel salgın statüsüne taşınmasından önce finans piyasalarının sarsılmasına neden oldu. Bu bahsi edilen X Hastalığı bugün Covid-19 olarak anılıyor.
Sosyalist biyolog Rob Wallace, salgın hastalıkların kültürümüzün parçası olduğunu, ama bir yandan da bu kültürden kaynaklandığını söylüyor.[8] Sonuçta Kara Ölüm[9] olarak nitelendirilen veba, Avrupa geneline on dördüncü yüzyılın ortalarında İpek Yolu boyunca ticaretin gelişmesine paralel olarak yayıldı.[10] Yeni grip türleriyse hayvancılık üzerinden ortaya çıktı.
Ebola[11], SARS[12], MERS[13], şimdilerde Covid-19, yabani hayatla bağlantılı. Küresel salgınlar, genelde hayvanlardaki virüslerin onlara temas kuran insanlara geçmesi ile başlıyor. Uzak diyarlardaki yabani hayata ekolojik ayak izlerimiz yakınlaştıkça ve bu yabani hayat üzerine kurulu ticaret, söz konusu hayvanları kent merkezlerine taşıdıkça virüsün bulaştığı insan sayısı da katlanarak artıyor. Umulmadık yerlere yollar inşa ediliyor, ormanlar kesiliyor, tarlalar açılıyor, tarım gelişiyor, ticaret ve seyahat imkânları küreselleşiyor, tüm bunlar, koronavirüs türünden patojenlere bizi daha fazla açık hâle getiriyor.
Hâkim çizgiye mensup ekonomistler salakça bir tespitte bulunup, COVID-19’un ekonomik alanda arz şokuna veya talep şokuna yol açtığını söylüyorlar. Neoklasik okul, virüsün üretimi durdurduğunu, dolayısıyla arz şokuna yol açtığını iddia ederken; Keynesçiler, insanların ve işletmelerin seyahat ve hizmetler alanına para harcamayacağı için talep şokuna sebep olduğunu söylüyorlar.
Oysa ilk olarak bunun gerçekte bir “şok” olmadığını, virüs salgınının sermayenin tarım ve doğa üzerinden kâr elde etme dürtüsünün ve 2020’de kapitalist üretiminin zayıflamasının kaçınılmaz sonucu olduğunu görmek gerekiyor.
İkinci olarak şu tespit üzerinde durulmalı: Keynesçilerin her şeyin arzdan değil, talepten kaynaklandığına dair iddiası boş. Marx’ın ifadesiyle, “bir millet çalışmaya, değil bir yıl bir iki hafta ara verdiğinde yok olacağını bir çocuk bile bilir” (Karl Marx’tan Kugelmann’a Mektup, Londra, 11 Temmuz 1868). Salgını kontrol altına almak için dükkânların, okulların, işletmelerin kapısına kapı vurulduğunda ilkin üretim, ticaret ve yatırım durur. İnsanlar çalışamazsa, işletmeler ürün satamazsa gelirler düşer, harcamalar durur, bu da “talep şoku”na yol açar. Esasında tüm kapitalist krizler bu şekilde gerçekleşir: Krizler arzdaki daralma ile başlar, tüketimdeki düşüşle sona erer, tersi geçerli değildir.
Bugün finans dünyasındaki kimi iyimser isimler, COVID-19’un borsalarda yarattığı şokun 19 Ekim 1987’de olduğu gibi sona ereceğini söylüyor. Kara Pazartesi olarak anılan o günde borsa bugünkünden daha hızlı çökmüş ama birkaç ay içinde toparlanıp yükselişe geçmişti.
ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin ise finansal paniğin 1987’deki gibi biteceğinden emin.[15] Bakan, “1987’deki çöküşten sonra, o finans krizinin ardından insanlar hisse senedi aldılar. Bugünkü ekonomik krizse uzun soluklu yatırımcılar için büyük bir yatırım fırsatı olarak iş görüyor. Kısa süreli bir mesele bu. Birkaç ay içinde bu zorluğu atlatırız, ekonomi her zamankinden daha güçlü çıkar bu süreçten” tespitinde bulunuyor.
Mnuchin’in açıklamaları, Beyaz Saray’ın ekonomi danışmanı Larry Kudlow’da da karşılık buldu. Kudlow da yatırımcıları, koronovirüs korkusunun her yere hâkim olduğu koşullarda kararsız seyreden borsadan istifade etmeye çağırdı.
ABD ekonomisinin sağlam olduğunu söyleyen danışman, “uzun soluklu yatırımcıların borsadaki bu düşüşlerin yol açtığı fırsatlardan istifade etmeyi ciddiyetle düşünmesi gerektiğini” söyledi. Ayrıca Kudlow, Eylül 2008’deki küresel finans krizini önceleyen iki hafta boyunca aynı lafı pilav gibi ısıtıp önümüze sundu ve “İleriye bakmayı tercih eden kişiler olarak biz, önümüze baktığımızda borsaların daha da iyiye gittiğini görüyoruz” dedi.
1987’deki çöküşün suçlusu olarak Basra Körfezi’nde tırmanan düşmanlıklar gösterilmişti. Bu iddianın sahiplerine göre söz konusu düşmanlıklar petrol fiyatlarını hızla yükseltmiş, faiz oranlarının yükseleceğine dair korkunun oluşmasını sağlamış, herhangi bir düzeltmeye ihtiyaç duyulmadan beş yıl boyunca borsa fiyatları sürekli yükselmiş ve gündeme bilgisayar temelli ticaret gelmişti. Ekonomi temelde “sağlıklı” işlediğinden, onun çökmediği iddia edildi. Esasında büyük ülkelerin ekonomileri dâhilinde sermayenin kâr etme imkânı artmış, ama (1991’deki ani düşüşe rağmen) doksanların sonuna dek zirveye ulaşamamıştı. Sonuçta 1987’de spekülatif sermaye piyasalarının doğasından kaynaklanan istikrarsızlığa bağlı olarak, Marx’ın da ifade ettiği biçimiyle, “saf bir finansal çöküş” yaşandı.
Ama bu söylenenler 2020 için geçerli değil. Bu sefer borsadaki çöküşü 2008’deki gibi bir ekonomik resesyon takip edecek. Bunun sebebi, COVID-19 salgınının patlak vermesinden de önce, sermayenin kâr elde etme imkânının düşük, küre genelinde elde edilen kârların en iyi hâliyle durağan seyretmesi. Bu süreçte küresel ticaret ve yatırım yükselmedi, bilâkis düştü. Petrol fiyatları artmadı, yere çakıldı. Virüsün ekonomik etkisi, ilkin istikrarsız finans piyasalarında değil, tedarik zincirinde görüldü.
Peki bu ekonomik durgunluk ne düzeye ulaşacak? Bu konuda Pierre-Olivier Gourinchas mükemmel bir makale kaleme almış ve çöküşün olası etkilerini belirlemeye çalışmış.[16] Yazar, makalede küresel salgınla alakalı olağan sağlık grafiğinin daireler çizdiğini ortaya koymuş. Herhangi bir adım atılmadığı takdirde salgın, kırmızı renkte gösterilen bir eğri biçimini alıyor ve çok sayıda vaka ile ölüme yol açıyor. Tecrit ve sosyal izolasyon yönünde atılan adımlarla birlikte salgın uzun sürse bile, mavi eğrinin zirveye ulaşması geciktiriliyor ve sürecin ılımlı seyretmesi sağlanıyor. Bu da virüsün insanlara bulaşma hızını ve ölü sayısını düşürüyor.
Bu süreçte kamu sağlığı politikası, “eğriyi düzleştirme”yi amaçlamalı, bu noktada da bulaşma oranını düşürmek için yoğun toplumsal mesafelendirme tedbirleri alınıp sağlık uygulamaları devreye sokulmalı.
Bugün İtalya, Çin’in uyguladığı topyekûn tecrit yaklaşımını uyguluyor, hatta virüsün bulaştığı yerlere kalıcı kapılar yerleştiriyor. Birleşik Krallık ise herkesin kendisini tecrit etmesi üzerine kurulu hayli riskli bir yaklaşımı benimsiyor. Oysa bu virüse maruz kalması ve ondan zarar görmesi muhtemel kişiler için epey tehlikeli. Ülke, bu yaklaşım dâhilinde gençlerin ve sağlıklı kişilerin virüs kapmasına izin veriyor, böylelikle “sürü bağışıklığı” kazandırmayı, sağlık sisteminin çökmemesini güvence altına almayı öngörüyor.[17]
Bu yaklaşımı benimsemek demek, yaşlılar ve virüsün zarar vereceği kişiler ölecek demek. Burada amaç, tüm ülkenin tecride alınmasının ekonomiye ve kârlara zarar vermesine mani olmak.[18] ABD ise hiçbir şey yapmıyor: ne kitleleri virüs testine tabi tutuyor, ne insanları kendilerini tecrit etmeye yöneltiyor, ne de halka açık etkinliklere son veriyor, sadece insanların hastalanmasını ve ağır vakalarla yüzleşilmesini bekliyor.
Bunu Maltusçu yaklaşım olarak adlandırmak mümkün. On dokuzuncu yüzyıl başlarında klasik ekonomistlerin en gericisi olan Malthus, o günlerde “dünyada çok fazla sayıda verimsiz yoksul” olduğunu söylüyor, salgınların, hastalıkların ekonomileri verimli kılmak için kaçınılmaz olduklarını iddia ediyordu.
Britanyalı, Muhafazakâr Parti üyesi gazeteci Jeremy Warner bugün bu tespiti esas olarak yaşlıları öldüren COVID-19 salgını için dillendiriyor.[19] Esasında gazeteci, ekonomiyle alakası olmayan bir bakış açısı üzerinden, COVID-19’un yaşlı ve bağımlı insanların büyük sayılarla tasfiye edilmesini sağlamak suretiyle faydalı olacağından bahsediyor. Eleştirilere verdiği cevapta Warner, hangi yaşta olursa olsun virüsün bulaştığı kişiler için yaşananın bir trajedi olduğunu, ama meselenin insanın sefaleti değil, ekonomi olduğunu söylüyor. Marx da on dokuzuncu yüzyılın başında ekonomiyi “sefaletin felsefesi” olarak nitelendiriyordu.
ABD ve Britanya hükümetlerinin Çin ve İtalya’dan farklı olarak, henüz ağır tedbirler almamasının sebebi, bu tedbirlerin makroekonomik resesyon eğrisini yükseltecek olması. Bu noktada Çin veya İtalya’ya bakılabilir: bu iki ülkede sosyal mesafelerin artırılmasına dönük adımlar dâhilinde okullar, üniversiteler, önemli birçok işletme kapatıldı, çalışan nüfusun büyük bir kısmının evde kalması istendi. Bazı insanlar, evden çalışma imkânı bulsa da bunların sayısı toplam işgücü içerisinde küçük bir oranı teşkil ediyordu. Evden çalışma bir seçenek olarak gündeme gelse de iş ve aile hayatında yaşanan kısa erimli aksaklıklar ağırlaştı ve üretimi etkiledi. Özetle, en iyi kamu sağlığı politikası bile ekonomiyi durma noktasına getirdi. Arz şoku yaşandı.
Bu tür adımlar ciddi ekonomik hasarlara yol açabiliyor. Gourinchas, bu etkiye dair bir model geliştiriyor. Varsayımına göre “ekonominin ana seyrine kıyasla, salgını kontrol altına almaya dönük tedbirler, bir ay içerisinde ekonomik faaliyeti yarı yarıya, ikinci ayda dörtte bir oranında düşürür, sonrasında da ekonomi ana seyrine geri döner. Bu tip bir senaryo üzerinden GSMH rakamları, önceki yıla kıyasla ciddi oranda düşer ve yıllık üretim artışı yüzde 6,5 oranında azalır. Bir sonraki ayda işyerlerinin yüzde 25’i kapatıldığında önceki yıla kıyasla yıllık üretim artışı yaklaşık yüzde on geriler.” Kıyaslama amacıyla incelediğimizde 2008-09’daki büyük resesyon esnasında üretim artışındaki gerileme yüzde 4,5 düzeyindeydi. Gourinchas’ın çıkarımına göre “büyük resesyonu gölgede bırakabilecek bir ekonomik gerileme dönemine tanıklık etmek üzereyiz.”
Büyük resesyonun zirveye ulaştığı dönemde ABD ekonomisi dâhilinde her ay 800.000 işçi işini kaybetti ama gene de halkın büyük bir kısmı işini muhafaza etti ve çalışmayı sürdürdü. İşsizlik oranı zirveye ulaşarak yüzde ona çıktı. Buna karşılık, koronavirüs farklı bir duruma yol açtı. Bugün çalışan insanların yarısı hatta yarısından fazlası kısa bir süre içerisinde işine kaybetme riskiyle karşı karşıya. Salgının ekonomik faaliyetler üzerindeki etkisi daha büyük olacak.
Neticede tıpkı sağlık sistemi gibi ekonomi de “eğrinin düzleştirilmesi” meselesiyle karşı karşıya. Kırmızı eğri, keskin ve yoğun düşüş esnasında yaşanan çıktı kaybını gösteriyor, bu eğri ise harcamaları kısmaya, yatırımları rafa kaldırmaya, kredileri kesmeye, faaliyetleri düşürmeye dönük adımlar atan milyonlarca ekonomik failin ekonomiyle ilgili kararları üzerinden tırmanıyor.
Peki bu eğriyi ne düzleştirir?
Finans sektörü, merkez bankaları üzerinden acil likidite temin edebilir. Hükümetler, önleyici mali tedbirler veya ekonomik faaliyeti destekleyen kapsamlı programlar devreye sokabilirler. Bu tedbirler ekonomik eğriyi düzleştirir, yani mavi eğri üzerinden gösterildiği biçimiyle, işçileri çalıştırmak ve onlara maaş verilmesini sağlamak suretiyle ekonomik kayıp sınırlanır, böylelikle işçiler faturalarını öderler, faturalar ertelenir ya da bir süreliğine silinir. Büyük resesyonda olduğu gibi, küçük işletmelere fırtınayı atlatmaları için fon sağlanır, bankalara destek sunulur.
Ama gene de bir finans krizi yüksek riskli bir olgudur. ABD’de şirketlerin borçları artmıştır ve esas olarak zayıf şirketlerinin çıkarttıkları tahvillere yoğunlaşmıştır.
Petrol fiyatlarının düşmesiyle birlikte enerji sektörü çifte sorunla yüzleşmiştir. Tahvil riski primleri (borç almanın maliyeti) enerji ve ulaşım sektörlerinde tavan yapmıştır.
Mali piyasaların rahatlaması, eğrinin düzleşmesi için asla yeterli olmayacak. Merkez Bankası’nın belirlediği faiz oranları sıfıra yaklaştı, hatta onun da altına indi. Bankacılık sistemine yüksek miktarda kredinin veya paranın enjekte edilmesi, muhtemelen üretim ve yatırım üzerinde pek bir etkiye yol açmayacak. Finansman imkânlarının artırılması tedarik zincirinin işleyişini hızlandırmayacak, insanların tekrar seyahat etmesini istemesini sağlamayacak. Ayrıca müşterilerin harcamada bulunmadığı koşullarda şirketlerin kazançlarına zerre katkıda bulunmayacak.
Ekonomi sahasında zararların azaltılmasına dönük adımlar, öncelikle maliye sahasında atılacak.[21] IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların 50 milyar dolarlık kredi açması olası. Hükümetler, bugünlerde muhtelif mali teşvik programlarını yürürlüğe koyuyor. İngiliz hükümeti, son hazırladığı bütçe üzerinden büyük bir harcama yapacağını duyururken, ABD Kongresi, acil durum için harcamalarda bulunmak amacıyla kesenin ağzını açacağını söyledi.
Peki ama tüm bu adımların herkesin eve iki ay süreyle kapandığı, birçok ekonominin yüzde on oranında küçüldüğü koşullarda bahsi edilen eğriyi düzleştirmesi mümkün mü?
Bugün gündeme alınan mali paketlerin hiçbirisi, değer olarak GSMH’nin yüzde onunu bile bulmuyor. Üstelik 2008’deki büyük resesyonda tek başına Çin bu miktarda bir paket hazırlamıştı. İngiliz hükümetinin önerdiği miktar ise GSMH’nin en fazla yüzde 1,5’i düzeyinde, İtalya’da bu oran 1,4, ABD’de ise yüzde birden az.
Buna karşılık şansımız yaver giderse, Nisan sonunda tüm dünya genelinde vaka sayıları zirveye ulaşacak ve düşüşe geçecek. Hükümetlerin umutları da planları da bu tahmin üzerine kurulu. Bu iyimser senaryo gerçekleşirse koronavirüs de ortadan kaybolacak. Bu da öncelleri gibi her yıl başımıza bela olan, hakkında çok az şey bildiğimiz grip benzeri patojenler zincirine yeni bir halka olarak eklenecek. Ama öte yandan bu tecrit politikası iki ay sürse bile ekonomiye muazzam bir zarar verecek. Parasal ve mali teşvik paketleri planlandıkları hâliyle, “eğri”yi belli bir yere kadar aşağı çekse bile, bu derin ekonomik krizden kurtulmamızı sağlamayacak. Henüz en kötüsüyle yüzleşmedik.
Michael Roberts
15 Mart 2020
Dipnotlar
[1] Michael Roberts, “How the Official Strategists were in Denial”, MRB.
[2] Michael Roberts, “The Fantasy World of the Long Depression”, MRB.
[3] Michael Roberts, “Bayers Law”, MRB.
[4] “This Market was in Trouble Long Before the Virus Hit”, FT.
[5] WHO Research and Development Blueprint, WHO.
[6] R&D Blueprint, WHO.
[7] “Disease X”, 12 Mart 2018, CNN. Türkçesi: İştirakî
[8] Rob Wallace, “Coronavirus”, 29 Ocak 2020, MR.
[9] “Black Death”, Britannica.
[10] Andrew Lawler, “How Europe Exported the Black Death”, 26 Nisan 2016, Sciencemag.
[11] “Ebola”, CDC.
[12] “SARS”, WHO.
[13] Tara C. Smith, “Animal Origins of Coronavirus and Flu”, 25 Şubat 2020, QM.
[14] “COVID-19”, 18 Mart 2020, CDC.
[15] Quint Forgey, “Mnuchin Calls Coronavirus Pandemic”, 13 Mart 2020, Politico.
[16] Pierre-Olivier Gourinchas, “Flattening the Pandemic and Recession Curves”, 13 Mart 2020, PDF.
[17] “Scientists Warn”, FT.
[18] “Defiant Boris Johnson”, FT.
[19] Joe Roberts, “Telegraph Journalist”, 11 Mart 2020, Metro.
[20] “Virgin Group”, FT.
[21] Michael Roberts, “Let’s Get Fiscal!”, MRB.

0 Yorum: