Türkiye
işçi sınıfı, tarihinin en parlak sayfalarından biri, 15-16 Haziran 1970’te
yazıldı. İstanbul ve Kocaeli’de 100 bine yakın işçi, sendikal haklarını gasp
eden yasal düzenlemeye karşı fabrikaları terk ederek sokakları bir direniş
sahnesine çevirdi.
Bu
büyük mücadelede Dev-Genç, gençliğin dinamizmiyle işçilerin yanında yer aldı
hem bir baskı unsuru oldu hem de hareketin ruhuna devrimci bir yön kattı.
Bugün, 2025 Türkiye’sinde ekonomik kriz, faşist baskılar ve geleceksizlik kıskacında sıkışan toplum, 15-16 Haziran’ın birleşik mücadele ruhundan ilham alabilir.
Gençlik hareketinin enerjisi, işçi sınıfının üretimden gelen gücüyle
birleştiğinde, genel grev çağdaş bir direnişin temel taşı hâline gelebilir.
15-16
Haziran: İşçi Sınıfı ve Dev-Genç’in Müdahalesi
15-16
Haziran 1970, Türkiye işçi sınıfının tarihinde bir dönüm noktasıydı. Demirel
Hükümeti’nin, DİSK’in sendikal haklarını kısıtlayan ve kapatılmasını öngören
274 Sayılı Kanun’u değiştirmeye yönelik yasa tasarısı, işçilerin birikmiş
öfkesini ateşledi. 14 Haziran’da DİSK yöneticileri direniş kararı alırken, bu
karar, sosyalist örgütler ve Dev-Genç’e bağlı 48 gençlik örgütü tarafından
coşkuyla destekleniyordu. 15 Haziran sabahı, İstanbul, İzmit ve Gebze’de 113
işyerinde yaklaşık 100 bin işçi iş bıraktı. Kartal-Gebze hattından Topkapı’ya,
Haliç çevresinden Levent’e kadar işçiler, “İşçiyiz, haklıyız, güçlüyüz!” ve
“Patronsuz Türkiye!” sloganlarıyla sokakları doldurdu. Türk-İş üyesi işçilerin
de katılımıyla direniş, sınıf dayanışmasının da en güçlü örneklerinden biri hâline
gelmişti.
Dev-Genç’in
bu direnişteki rolü, hareketin çapını ve etkisini büyüten bir katalizördü.
“Türkiye’de devrimci
gençliğin mücadelesinde işçi sınıfı ile ilişkilerinin bir örneği, işçi sınıfı
tarihinin en önemli eylemlerinden biri olan 15-16 Haziran 1970 mücadelesinde
Dev-Genç’in rolüdür.” [Başbakanlık, Türkiye Gerçekleri ve Terörizm,
1973, s. 34]
İlk
gün hazırlıksız yakalanmasına rağmen, 15 Haziran gecesi Türkiye Devrimci
Gençlik Federasyonu (TDGF) İstanbul Bölge Yürütme Kurulu, işçilerle daha etkin
dayanışma kararı aldı. 16 Haziran sabahı Dev-Gençliler, Kadıköy, Üsküdar,
Topkapı ve Alibeyköy gibi işçilerin yoğun olduğu bölgelerde yürüyüşlere katıldılar.
Polis ve asker barikatlarına karşı işçilerle omuz omuza mücadele ettiler ve
bildiri dağıtarak, sloganlarla hareketi ateşlediler.
Esat
Korkmaz’ın Kafa Tutan Günler - 68 Güncesi’nde aktardığına göre, “[…] işçilerle
devrimci öğrenciler arasındaki bu dayanışma, direnişi Taksim’e taşıma hedefiyle
hareketin yönünü güçlendirmişti.”
Öyle
ki, devletin resmi belgeleri bile eylemlerdeki Dev-Genç etkisinin hakkını
teslim etmek zorunda kalmıştı. Hatta 12 Mart 1971 Darbesi sonrası yayımlanan Türkiye
Gerçekleri ve Terörizm kitabında şu değerlendirme yer alıyordu:
“12 Mart 1971 öncesi
devrenin en önemli olaylarından biri, 15 ve 16 Haziran 1970 tarihlerinde
İstanbul ve Kocaeli’de vukua gelen işçi yürüyüşleridir. İşçi sendikalarıyla
alakalı bir kanun maddesinin tadiline ait bir kanun tasarısı parlamentoya
verilmişti. Bunu, kendi menfaatlerine uygun görmeyen TİP’e bağlı bir sendika
konfederasyonu, işçileri tahrik ederek 15 ve 16 Haziran günleri İstanbul ve
Kocaeli’de yürüyüşe geçirmiştir. Ancak, işçiler arasına katılan Dev-Genç’li
militanlar bir protesto mitingi şeklinde başlayan bu yürüyüşü, yaptıkları
teşvik ve tahriklerle adeta bir proleter ihtilali haline döndürmüşlerdir.” [Başbakanlık,
Türkiye Gerçekleri ve Terörizm, 1973, s.34].
Dev-Genç’in
etkisi, sadece sokaklarda değil, örgütsel düzeyde de hissediliyordu. Nahit
Töre’nin anlattığına göre, 1970 başında Dev-Genç çeşitli bölgelerde işçi
komiteleri kurmaya yönelmişti. Bu durum, DİSK yönetimini rahatsız etmiş ve
Mayıs 1970’te Lastik-İş’in Merter’deki binasında bir görüşme gerçekleşmişti.
Toplantıya DİSK’ten Kemal Türkler, Şinasi Kaya, Hilmi Güner ve Rıza Kuas,
Dev-Genç’ten ise Nahit Töre ile üç kişi katılmıştı [Emin Karaca, “İki Sıcak
Gün,” Güneş Gazetesi, 18 Haziran 1991). Bu görüşmeden,
Dev-Genç’in işçi sınıfıyla bağlarını derinleştirme çabasının, zamanın DİSK’ini
rahatsız edecek seviyeye ulaştığını anlayabiliriz.
Ayrıca,
devletin 15-16 Haziran eylemleriyle ilgili Dev-Genç’e yönelik suçlamaları,
hareketin büyük işçi direnişine etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Şöyle
düşünün, 15-16 Haziran eylemleri sonrasında bu kapsamda açılan özel davalardan
birinin adı “Dev-Genç” davasıdır. Bu bile birçok şeyi açıklıyorken biz bir de
Dev-Genç davası iddianamesinde savcı neler diyordu, bir bakalım:
“1 Temmuz 1970 günü
İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği’nde yapılan aramada ele geçen teyp
bandının tapesinden: Dev-Genç’e ait 250 militanın 16 Haziran 1970 günü
İstanbul’da yapılan işçi yürüyüşlerinde gruplar teşkil ederek işçilerin
fabrikadan çıkmaları, kanunsuz yürüyüşlerine devamı esnasında işçiler arasına
katılarak bildiri dağıtma, söz söyleyerek, seslenerek işçileri kanunsuz
yürüyüşe iştirak ettirdikleri, tahrik ettikleri ve bu kanunsuz yürüyüşleri sevk
ve idare ettikleri anlaşılmıştır.” [Sırrı Öztürk ve Turgan Arınır, İşçi
Sınıfı, Sendikalar ve 15-16 Haziran, 1976, s.251]
Milli
Güvenlik Kurulu’na sunulan raporda da benzer suçlamalar vardı:
“Sendikalar Kanunu’nun
değiştirilmesi gerekçesi ile Fikir Kulüpleri ve Dev-Genç’e mensup 300 kadar sol
militan, evvelden hazırlanmış plana göre, iş yerlerine giderek DİSK’e mensup
bazı sendikacılarla eyleme geçmesi hususunu işçilere telkin ederek iş yerlerini
boşaltmaya başlamışlardır. ‘Haklarınız geri alınacak; patrona köle olacaksınız;
işinizden atacaklar; ekmek kapınız kapanacak; yeni kanunlar sizi insanlığınız
dâhil her şeyden yoksun bırakacak; öleceğiz, hakkımızı yedirmeyeceğiz’ tarzında
tamamen yalan ve tahrip edici beyanlarla masum işçiler, militanların arkasına
katılmıştır.” [Cüneyt Arcayürek, “16 Haziran Olaylarının Dosyası,” Hürriyet
Gazetesi, 2 Temmuz 1970]
Ancak
bu suçlamalar, gerçeği çarpıtmaya çalışsa da bir hakikati gizleyemedi: Evet,
15-16 Haziran’da ‘işçileri sokağa döken’ güç, Dev-Genç değildi; ancak
Dev-Genç’lilerin hareketin gelişmesinde önemli bir rol oynadığı da bir
gerçekti. Bu yanıyla 15-16 Haziran’a damgasını vuran güç, DİSK’ten ziyade,
Dev-Genç’tir. Dev-Genç, işçilerin öfkesini örgütleyen bir kıvılcım değil, bu
öfkeyi büyüten, yönlendiren ve dayanışmayla güçlendiren bir katalizör görevi
görmüştü. Hatta Ankara’da da benzer bir çaba gösterilmiş, ancak
başarılamamıştı:
“İstanbul ve İzmit’te
meydana gelen işçi hareketine mütenazır bir hareketin Ankara’da büyük sanayi
çarşısında da meydana getirilebilmesi için büyük çaba sarfedilmiş, bu maksatla
16.6.1970 günü içlerinde Tuncay Çelen, Enis Sakızlı, Münir Aktolga, Hüseyin Onur
ve Cengiz Çandar’ın da bulunduğu büyük bir öğrenci topluluğu sanayi çarşısına
giderek işçileri tahrik ve teşvik edip kanunsuz yürüyüşe ve işyerlerinin tahrip
ve ızrar hareketlerine geçilmesi için faaliyette bulunmuşlar, ancak muvaffak
olamadan yakalanmışlardır.” [Dev-Genç Davası Gerekçeli Hükmü, 1975,
s.144]
Elbette
bu direniş de bugünküler ve yarınkiler gibi, bedelsiz olmadı. Büyük işçi
direnişinde üç işçi hayatını kaybetti, binlerce işçi işten çıkarıldı. Dev-Genç
militanları sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. Ancak her şeyden önemlisi,
bugünden bakıldığında 15-16 Haziran, işçi sınıfı ve gençlik hareketinin
birleşik gücünün neler başarabileceğini göstermiş ve kanıtlamıştır.
Günümüz:
Kriz ve Yükselen Öfke
Bugün,
2025 Türkiye’si, 15-16 Haziran’ın mücadele ruhuna her zamankinden daha fazla
ihtiyaç duyuyor. Derinleşen ekonomik kriz, neoliberal politikaların ağır
faturası ve faşist tek adam rejiminin baskıları, toplumu bir buhrana
sürüklüyor. İşçi sınıfı yoksullukla boğuşurken, gençlik diplomalı işsizlik,
güvencesizlik ve sosyal bunalımla karşı karşıya. Sendikalaşma oranları kamu
emekçilerini de katarsak 1,5 milyon emekçiyle sınırlıyken çocuk emeği sömürüsü
ciddi derecede artmakta. Bunun yanı sıra kayıt dışı emek gücü sadece ülkemizde
değil uluslararası ölçekte de ciddi seviyelere ulaşmış durumda. Dünyada
ölçeğinde toplam işgücünün minimum %60’ı (1,8 milyar kişi) kayıt dışına itilmiş
ve hatta bu alanda çoğunluğu kadınlar oluşturuyorlar.
İşte,
19 Mart 2025’te başlayan halk hareketi, bu öfkenin bir patlamasıydı. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik “yargı darbesi” ve Ekrem İmamoğlu’nun
gözaltına alınması, üniversite gençliğinin öncülüğünde kitlesel eylemleri
tetikledi. “Faşizme karşı omuz omuza!” ve “Hak, Hukuk, Adalet” sloganlarıyla
sokaklara dökülen gençler, rejimin demokratik hakları ayaklar altına almasına
karşı isyan ederek barikatları yıktı. Gençliğin yıktığı korku duvarı halk
hareketine cesaret olurken, eylemler uzun günleri bulan, ülkenin dört bir
yanına yayılan bir halk direnişine dönüştü. Hâlâ daha da üniversitelerden
liselere yayılarak kitleselleşip genişleyerek devam ediyor. Fakat bu hareket,
henüz işçi sınıfının örgütlü gücünden yoksundur. 2013 Haziran Direnişi’nde
(Gezi Direnişi) olduğu gibi, kentli orta sınıfların damga vurduğu bu eylemlerin,
işçi sınıfının sınıf bilinciyle katılımı olmadan rejimi sarsacak bir güce
ulaşması mümkün değildir. İşte bu noktada, 15-16 Haziran’ın birleşik mücadele
ruhu, bugünün yol haritasını belirlemelidir.
Gençlik
Hareketi Genel Grevin Katalizörü Olabilir mi?
15-16
Haziran’da Dev-Genç’in oynadığı rol, gençlik hareketinin bugünkü potansiyelini
anlamak için bir pusula niteliğinde. Dev-Genç, işçilerin mücadelesine katılarak
hem hareketin çapını, hem de ufkunu büyütmüş, eylemlerin devrimci bir yön
kazanmasında etkili olmuştu. Elbette o günün güçlü örgütü Dev-Genç’ten bugün
yoksunuz. Lakin, yeni filizlenen bu dinamik gençlik hareketinin gücünü de
yadsımamak gerekiyor. Yaşayan hafızamız tarih, yine fark ettirmeden öğretmiş
olmalı ki, öncü bir örgütten yoksunluğuna rağmen eylem ve yaptırımlarının
etkisi ciddi bir kuvvete sahip.
Geçmişte
olduğu gibi bugün de gençlik, ekonomik ve siyasi kriz karşısında faşist
baskılara karşı en önde mücadele ediyor. 19 Mart hareketiyle sokaklara taşan
gençlik öfkesi, rejimin baskı politikalarına karşı güçlü bir itiraz niteliği
taşıyor. Ancak bu öfke, sosyal-iktisadi taleplerle birleşip işçi sınıfıyla
bütünleştiğinde gerçek bir dönüşüm yaratabilir.
Türkiye
işçi sınıfı tarihinde bilinen bir genel grev yok, ona en yakın olarak hem
nitelik hem nicelik açısından 15-16 Haziran büyük işçi direnişi eylemleri örnek
gösterilebilir. O sebeple, analojiyi bu ikisi arasında kurmak durumundayız.
Günümüz gençlik hareketi, tıpkı Dev-Genç gibi, genel grevin hem baskı unsuru
hem de sürükleyici gücü olmayı hedeflemelidir. Genel grev, işçi sınıfının
üretimden gelen gücünü kullanarak rejimin ekonomik ve siyasi dayanaklarını
sarsabilecek önemli bir silahtır. Bu silahı ateşleyecek kıvılcım gençlik
hareketinin hem enerjisinde hem de tarihsel deneyimlerinde mevcuttur.
Üniversite
gençliği, liseliler ve işçi gençler, fabrikalarda, işyerlerinde ve
mahallelerde, eylem alanlarında işçilerle dayanışmayı örgütleyerek genel grevi
bir politik baskı aracı hâline getirebilir. Mücadeleci sendikalarla birlikte
sararmış ve sararmaya yüz tutmuş sendikaları baskı altına alabilir. Kısacası
15-16 Haziran’da Dev-Genç’in işçilerle omuz omuza barikatları aşması, bugünün
gençliğine ilham olmalı.
Gençlik,
rejimin faşist zorbalığına karşı demokratik hakları ve kendi alanında temel
haklarını savunurken, işçilerin ücret, iş güvencesi ve sendikal hak taleplerini
de sahiplenmeli mücadelesinin bir parçası saymalıdır.
Sosyalistlerin
ve Devrimcilerin Tarihsel Sorumluluğu
Bugün
gelinen kertede devrimciler ve sosyalistler, gençlik ve işçi hareketini
birleştiren bir güç birliği oluşturmakla yükümlüdür. Mevcut sendikal hareket,
çürümüş bürokrasi, yolsuzluklar, uzlaşmacı politikalar ve örgütsüzlük nedeniyle
yetersiz kalıyor. Çünkü kimisi sararmış, kimisi sararmaya yüz tutmuş bir hâldedir.
Bir
bakıma 1970’te DİSK’in direniş çağrısı, tabandaki sosyalist unsurların
inisiyatif almasıyla ve baskı oluşturmasıyla da yapılmıştı; kuşkusuz bugün de
benzer bir inisiyatif gereklidir. Her ne kadar günün görevi sanayii
havzalarında işçi sınıfının gündemine genel grevi sokmak olsa da başkaca
yöntemleri ve olanakları da kullanmak artık dünden daha gerekli bir noktada
duruyor. Bu sebeple yıllardır bilinen bazı -gerçekleri- açıkça ifade edelim.
Yıllardır
Bilinen Bazı -Gerçekleri- Açıkça İfade Edelim
DİSK-KESK-TMMOB
başta olmak üzere diğer konfederasyon ve meslek örgütlerine bağlı sendika ve
odaların yönetiminde yer alan ya da profesyoneli olarak çalışan sol, sosyalist,
devrimci-demokrat unsurlar olduğu, herkesin bildiği ama kimsenin söylemediği
bir “sır”dır. Bu unsurlar, bu kurumlarda bir şekilde dışarıdan herhangi birine
nazaran daha çok etki alanına sahiptirler. Böylesi bir halk hareketi
gelişmişken kendiliğinden bir refleksle olması tercih olurdu lakin görüyoruz ki
olmuyor. Öyleyse örgütlü ya da çevresinde(etkisinde) oldukları siyasi hareketler
samimi iseler bu unsurları mantıklı bir plan dâhilinde somut adımlar atmaya
görevlendirmeli ya da zorlamalıdırlar.
Yanı
sıra tabii ki devrimcilerin asıl görev ve odak noktası, sendikal hareketin
tabanını harekete geçirerek işçileri faşizme ve sömürüye karşı genel grev
çağrısıyla birleştirmek olmalıdır. Fakat bu fırtınalı zamanlara gebe dönemlerde
sorumluluk sadece işçileri örgütlemekle de sınırlı kalmıyor. Gençlik hareketini
politik bir çizgiye çekmek, devrimci bir perspektifle donatmak da kritik önemde
bir yerde durmaktadır. 15-16 Haziran’da Dev-Genç, işçilerin mücadelesine
katılarak hareketi daha devrimci bir çizgiye taşımıştı. Bugün ise gençlik,
rejimin baskılarına karşı mücadele ederken, ideolojik bir karmaşa yaşamakta,
taşıdığı geri özellikleriyle de görülmektedir ki sosyalist bir bilinçten yoksun
yoluna devam etmektedir. Bu bilinçle; isyan duygusunu kuşanmış, korku duvarını
yıkıp, başını kaldırıp gözlerini ufka dikmiş bu potansiyelli gençliğin,
sosyalist-devrimci bir perspektifle donatılması gelecek açısından olmazsa
olmazdır.
Dev-Genç’in
Mirasıyla Geleceği Örmek
15-16 Haziran 1970, işçi sınıfının ve gençliğin birleşik mücadelesinin neler başarabileceğini gösterdi. Dev-Genç’in dinamizmi, işçilerin kararlılığı ve sosyalistlerin unsurların güç birliği, rejimin baskılarına karşı tarihsel bir zafer kazandı. Bugün, 2025 Türkiye’sinde, aynı ruh yeniden canlanabilir. Ekonomik kriz, faşist baskılar ve geleceksizlik karşısında gençlik ve işçi sınıfı, genel grev etrafında birleşerek rejimin dayatmalarını püskürtebilir. Devrimciler ve sosyalistler, bu birleşik mücadelenin öncüsü olmaktan sorumludur. İşçi sınıfı, üretimden gelen gücünü kullanarak rejimi sarstığında gençlik, sokaklardaki öfkesiyle bu sarsıntıyı büyütebilir. Genel grev, sadece bir direniş değil, aynı zamanda işçilerin, emekçilerin ve gençliğin özgür bir geleceği inşa etme yoludur. Bu yol, hepimizin ortak sorumluluğudur
C.
Boran
19 Nisan 2025
Kaynak
Yararlanılan
Kaynaklar:
Arcayürek,
Cüneyt. “16 Haziran Olaylarının Dosyası.” Hürriyet Gazetesi, 1-8 Temmuz
1970.
Başbakanlık.
Türkiye Gerçekleri ve Terörizm. Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1973.
Karaca,
Emin. “İki Sıcak Gün.” Güneş Gazetesi, 18 Haziran 1991.
Korkmaz,
Esat. Kafa Tutan Günler – 68 Güncesi. İstanbul: Arba Yayınları, 1992.
Öztürk,
Sırrı ve Arınır, Turgan. İşçi Sınıfı, Sendikalar ve 15-16 Haziran.
İstanbul: Sorun Yayınları, 1976.
Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı (İstanbul). İddianame (F.K.F. – Dev-Genç).
İstanbul, 1972.
4’üncü
Kolordu Komutanlığı Nezdinde Kurulu Sıkıyönetim 1 Numaralı Askeri Mahkemesi. Dev-Genç
Davası Gerekçeli Hükmü. Ankara, 1975.
H.
Fırat. “15-16 Haziran, Sol Hareket ve İşçi Hareketi”, Haziran 1988, Kızılbayrak.
H.
Fırat. “Politik Gençlik Hareketi Geleneği”, Haziran 2014, Kızılbayrak.
Şaban
İba, 15-16 Haziran’da Devrimci Gençliğin Rolü, 14 Haziran 2020, Nokta.
A.
Esin Sur, “15-16 Haziran”, Gelenek, Sayı 53 (Aralık 1996), Gelenek.
Esat
Korkmaz, Kafa Tutan Günler – 68 Güncesi, Arba Yayınları, 1992.
Ali
Yıldırım, Belgelerle FKF, Dev-Genç, Cilt II, Yurt Yayınları, s. 19.
Ant
Sosyalist Teori ve Eylem Dergisi, Temmuz 1970, Sayı: 3. Tüstav.
Turgay Arınır- Sırrı Öztürk, İşçi Sınıfı Sendikalar ve 15-16 Haziran, Sorun Yayınları, 1976.
0 Yorum:
Yorum Gönder