“Hepimizin,
sadece ülkemizin değil bütün dünyanın bildiği gibi Türkiye 1 Mayıslarının
sadece İstanbul’un değil, Türkiye 1 Mayıslarının bir simgesi var, bir meydanı
var. O da Taksim Meydanı. 1 Mayıs meydanının Taksim Meydanı olduğu gerçeği ve
bu tartışma bizim için, Türkiye işçi sınıfı için, emekçiler için 1977’de bitmiş
bir tartışmadır. 1977’de 1 Mayıs kürsüsünden ilan edilen bu gerçek, 1977’de
neyse 1989’da neyse 96’da 2004’te dünyanın en büyük bir mayıslarını yaptığımız
2010, 2011 ve 2012’de neyse 2024’te de 2025’te de budur.
Hep
birlikte dünyanın en büyük bir mayıslarını Taksim Meydanı’nda yaptığımızda da
Taksim’e çıkmak için yola çıkıp önümüzün zorbaca kesildiği yıllarda da başka
meydanlarda 1 Mayıs’ı kutladığımız yıllarda da bu gerçek değişmedi değişmeyecek
çünkü Taksim Meydanı, 1 Mayıs’la sembolleşmiş bir meydandır.
Anayasal
hakkımız engellenemez. Aynı zamanda Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs Meydanı olduğu
tarihsel bir gerçek olduğu kadar hukuksal da bir gerçektir ve bu yıl Taksim
konusundaki irademizden bir adım geri atmadan kitlesel birleşik ve tüm
renklerimizle birlikte Türkiye’nin dört bir yanında alanlarda ve İstanbul’da da
Kadıköy meydanında 1 Mayıs’ta yan yana omuz omuza geleceğiz.”
Şener
Şen, bir filminde köylülerini Almanya’ya götürme vaadiyle dolandırır. Bir
kamyona doldurduğu köylüleri götürüp İstanbul’un ortasına bırakır, buranın
Almanya olduğunu söyler ve ortadan kaybolur. Filmin sonunda, dolandırılan tüm
köylüler yeni dolandırılan olur.
Yukarıdaki
açıklama, DİSK genel başkanı Arzu Çerkezoğlu’na ait. Gösterge var fakat
göstergelerin neyi gösterdiği belâgatle ve dil oyunlarıyla ters yüz ediliyor.
Açıklama, Kadıköy’ün adının geçtiği kısma kadar söylenenlerin tamamı doğrudur,
gerçektir, failin suçüstü yakalanmasıdır.
Her
yıl aynı yalan söyleniyor: “Seneye Taksim’deyiz”. Aslında “Kadıköy iradesiyle
Taksim’deyiz” demeleri daha doğru olur çünkü sendika bürokratları için sembolik
anma ve karanfil bırakma zaten her yıl gerçekleşiyor. DİSK, geçtiğimiz 1 Mayıs
öncesi hiçbir sol çevreyle görüşmedi. Nedeni ise 2 yıl önce Maltepe’deki 1
Mayıs’ta Çerkezoğlu konuşmasını yaptığı sırada sol çevrelerin alana getirdiği
minibüsle son ses müzik vererek bu konuşmayı sabote etmesidir ki DİSK
bürokratlarının geçen yılki söylemi budur.
Geçtiğimiz
yıl Saraçhane’de Özel ile toplanmayı diğer bileşenlere dayatan -ki onlar da
dünden razıdır- DİSK’tir. Yine bürokratların gerekçesi ise CHP’nin aldığı
belediyeler üzerinden yakında hükümet olacağı ve bu yüzden “gürültü patırtı”
çıkmasının sürece zarar vereceği yönündedir. İki gerekçenin sonucu ise alanı
terk etme çağrısını kitleye yapan tertip komitesinin kitle tarafından
yuhalanması oldu, Saraçhane’de. Taksim’e yürüyeceğini söyleyen Özel,
konuşmasını yaptıktan sonra alanı terk edince tertip komitesi de onun peşinden
gitti.
Bu
yılki Saraçhane mitinglerinde “1 Mayıs’ta Taksim’e gireceğiz” diye kitleye
propaganda yapan da aynı Özel’di. Aslında bu bağlamda tertip komitesinin birer
CHP seksiyonu olduğu su götürmez bir gerçek olarak ortada duruyor.
Çerkezoğlu,
bu yıl Taksim iradesinden bir adım geri atmadan Kadıköy’de olacaklarını
söylüyor. Tertip komitesinin diğer bileşeni KESK’tir. Onun eşbaşkanı da
Çerkezoğlu açıklama yaparken yanında boy gösteriyor. Kendisi Eğitim Sen şube
yöneticiliğinden gelme ve seneye Taksim’de olma propagandasını
dillendirenlerden. O da Saraçhane’de geçen yıl yuhalananlar arasında. Tertip
komitesinin diğer bileşeni yönetimine atanan kayyuma direnemeyen TTB.
Korurfincancı da Tevfik Fikret’in İngiliz İşgali sırasında okulun kapısına
kendini zincirlediği gibi irade gösterip kayyuma direnemeyen ve Saraçhane’de
yuhalananlar arasında. TMMOB’un “lideri” (öyle anons ediliyordu Kazancı
anmasında geçen yıl) de yuhalananlar arasında.
DİSK’e
dönecek olursak, işçi sınıfı içinde temsil gücü yüzde 10’u geçmeyen, şanlı
16-17 Haziran Direnişi’nde yönetiminin sendika binasından çıkamadığı, AB
fonlarını ilk alan sendikadır. KESK’e gelince, lokomotif gücü Eğitim Sen’in
eğitim emekçileri arasındaki temsil gücü yüzde 7’yi aşamayan bir sendika. “Nitel
güç, nicel güce yön verir” deniliyorsa bu diyalektiğin yasalarına aykırıdır.
Nitel gücün ne kadar niteliksel olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.
Bu
sendikaların şube yönetimleri, şubelerine bağlı iş yerlerinin adreslerini
bilmezler. 200 öğretmenin 50’ye yakınının Eğitim Senli olduğu okulda çalışan
şube başkanı yoksulluk ve bütçe konulu Kartal Mitingi’ne 10 üyesini getiremeyip
genel merkeze yönetici olur. Genel merkezde görev alan diğer yöneticiler de
Taksim’de bar-meyhane açar, başka iş kolunun genel merkez yöneticisi aldığı
TOGG marka aracı internetten dört katı fiyatla satışa çıkarır, şube yönetimleri
lüks termal otellerde iş yeri temsilcisi eğitimi verir, teknede ve otel
lobilerinde kokteyl düzenler.
Ne
CHP ne de tertip komitesi bileşenleri verdiği sözü tutar. Bu sendikalara üye
olup itiraz ettiğinizde süreç şöyle ilerler: “Hocam gel şube meclis
toplantısında itirazlarını dile getir, bizde demokratik merkeziyetçilik var.”
Siz gidip iş yerinizin gündemini ve emekçilerin sesini taşırsınız, “Taksim”
dersiniz fakat onlar “seneye Taksim” der. “Tüzük kurultayı” denir 12 yıldır,
her olağan genel kongrede bu karar alınır, yine “seneye” denilerek üç yıllık
süre doldurulur.
Esasında
bu ittifak yönetimleri, üye şubeye gelmesin, genel grev yapılmasın diye vardır.
Tüm taktikleri, eleştiriyi soğurma ve üyeyi yıldırma-yalnızlaştırma üzerinedir.
O yüzden bu sorun, kişi sorunu değil, sendika siyaseti sorunudur ve yönetim
bileşenlerinin ortaklaştığı payda bu taktik üzerine kuruludur. Geriye kalan,
kayıkçı dövüşüdür. Verdikleri sözü tutmazlar çünkü bu solun yansıması olan
sendikal çevreler yersiz yurtsuzdur.
Salgın
döneminde okulda dezenfektan yapımı sırasında gerçekleşen patlamada hayatını
kaybeden Ramazan Şahin’in, öğrencilerinin gözü önünde amir tarafından
azarlandığı için yaşadığı onur zedelenmesinden dolayı yaşamını yitiren Halil
Serkan Öz’ün adının okullara verilerek yaşatılması adına mücadele veremezler.
Bu sol, yurtsuzdur. Bu insanların ailelerinin adreslerini de bilmezler, mezar
yerlerini de.
Bu
sol yurtsuzdur-köksüzdür çünkü 1 Mayıs alanı yoktur, tarihsel haklılıkla
kazanılan alana bile sahip çıkmazlar ki bu ülkeye sahip çıksınlar ve yurt
bilincine sahip olsunlar. Bakırköy, Maltepe, Saraçhane, Kadıköy hattında 1
Mayıs turizmi gerçekleştiren sendikalar, bırakınız sendika olmayı meslek odası
bile olamazlar.
Tarihini
ve yurdunu terk eden haindir, kaçkındır, düşkündür. Verdiği sözü tutmak,
evrensel etikte de Anadolu kültüründe de güvenirlik teminatıdır. Güvenin
olmadığı sınıf ve kitle hareketinin başarıya ulaşma şansı yoktur.
Tüm
söz, karar, yetki CHP’yedir ki Özel ne derse sendikalar, işçi emekçi sınıfın
geneline onu dayatır.
Antep’in
işgali sırasında daha düzenli ordu yokken Mehmet Sait, Elmalı Köprüsü’nü tutup
sayıca ve teknik yönden üstün olan Fransız birliğine direnir. Kendisine geri
çekilme teklifinde bulunan kanat komutanlarına “Ben Ayntaplılara söz verdim,
geri dönersem onların yüzüne nasıl bakarım” der. Çok şükür ki bu halk, Mehmet
Sait’i yetiştirip ona Şahinbey adını verdiğinden köksüz, tarihsiz ve yurtsuz
değiliz. Bu sendikalarda ne Şahin olan Mehmet’in ne de 89’un 1 Mayıs’ındaki 17
yaşındaki tekstil işçisi Mehmet’in ahlakı, kişiliği, verdiği sözde durma
kararlılığı vardır. Her birinin genel merkezi CHP’nin çalışma/iş yaşamı
komisyonudur, kurumları da meslek odası bile değildir.
Yurtsuz
bir işçi sınıfı yoktur, işçi sınıfının yurdu tüm dünyadır fakat kökü kendi
ülkesinin topraklarıdır. Her ülkenin işçi sınıfının 1 Mayıs alanı vardır. Bu,
sınıf mücadelesinin tarih yazma ve kurtuluşa erme mücadelesinde bedellerle
kazanılan hakkıdır; bu hak, anasının ak sütü gibi helal ve meşrudur. Avrupa’dan
süt emenler, fon alıp Ortadoğu ve mülteci paneli düzenleyenler bu gerçeği
kavrayamazlar.
Şişhane
yokuşunda 1 Mayıs’a birkaç gün kala Mehmet'i anan sendika bürokratları onun
mezar yerini bilmezler. Tarih insandan, takvimden ve mekândan bağımsız
gelişemez. Tertip komitesi bileşenlerinin yaptığı ise takvimi mekândan
arındırmaktır.
Bugün
gelinen aşamada DİSK ve KESK İngiliz İşçi Partisi’ne ve AB emperyalizmine
sığınan CHP’nin ideolojik propaganda aygıtlarıdır. Varlık koşulları CHP’nin
elindedir. Hiçbir zaman halka, sınıfa, ezilene ve sömürülene siyaset örmezler,
öremezler. Bu sendikalar olduğu sürece 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak bir
nostalji olarak kalacaktır.
Ekinde
izi olmayanın harmanda sözü olmaz. Taksim’den vazgeçmelerine rağmen hâlen bu
sendikalara itibar edilmesini iddia edenler varsa DİSK’in de bir tarihi
olmadığını kabul etmek zorundadırlar. Dikkat edilirse, tertip komitesinin
yıllardır seçtiği alanlar CHP belediyelerinin olduğu ilçelerdir ki gelir düzeyi
yüksek bölgelerdir. Taksim iradesiyle Bağcılar, Esenyurt, Sarıgazi seçilmez!
Alan fetişizmi diyenler için yeterli bir argümandır bu.
Alan
fetişisti olanlar, CHP çemberini işçi sınıfına reva görenlerdir. Bu kavramı
kullanan işçi sınıfının biricik partisi ve gazetesi yoksul mahallelerinin
meydanlarında 1 Mayıs kutlamadığı sürece CHP kuyrukçusu olduğu iddiasını da
çürütemez.
Bugün
çocuk emeği sömürülürken, madenlerde ve trafikte işçiler ve motokuryeler can
verirken, ev kirası asgari ücreti aşmışken bu solun ve sendikalarının
kutlayacağı 1 Mayıs olsa olsa cenaze evinde halay çekmektir. Yoksullara böcek
yedirilmesinin yolu açılıyor, kirada oturmak, lüks değil imkânsız hâle geliyor.
İspanya’da ev kiraları 10 yılda 2 katına yaklaştığı için kitlesel yürüyüşler
yapılıp genel greve gidileceği deklere edilirken ülkemizde ev kiraları 10 yılda
20 katı aştı. Bizde ise kundaktaki bebek bile hesaba katıldığında her iki
insanımıza bir ev düşmesi gerekiyor, mevcut kayıtlı konut sayısına göre. Bunu
sol engelliyor.
O
tertipçilerin seçtiği 1 Mayıs alanlarında kiralar 35 binin üzerinde ve hepsi de
CHP belediyeleriyle yönetiliyor. Kentsel dönüşümle KİPTAŞ bir bölgede site
yaptığında bir market ve az sayıda oyuncaklı çocuk parkı yaptığında her bir
siteyi Kadıköy’ün kopyasına çevirip kiraların 40 bini aşmasına neden oluyor.
Solun gerçeği bundan ibarettir ki sol, mülk sahibidir, kira zenginidir. Bu
gerçeğe rağmen alan tartışması özelinden ve üzerinden 1 Mayıs konuşulacaksa
yapılacak ilk şey, sınıf mücadelesini mevcut sendikaların gerilettiğinin ortaya
konulmasıdır.
Daha
da açık demek gerekirse, halkımızın zekâsının ürünü olan şu fıkrayla yazıyı
bitirmek gerekir: Temel bir gün yolda yürürken bir şeyin üstüne basar. Merak
edip eğilir, elini sürer ve ağzına götürüp şu tepkiyi verir: “Ula dışkıymış,
iyi ki üstüne basmaduk”. Bugünkü durum da eleştirdiğimiz kesimler açısından
Temel’in eylem ve tepkisinden ibarettir.
S. Adalı
21 Nisan 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder