23 Nisan 2025

,

1 Mayıs Turizmi


“Hepimizin, sadece ülkemizin değil bütün dünyanın bildiği gibi Türkiye 1 Mayıslarının sadece İstanbul’un değil, Türkiye 1 Mayıslarının bir simgesi var, bir meydanı var. O da Taksim Meydanı. 1 Mayıs meydanının Taksim Meydanı olduğu gerçeği ve bu tartışma bizim için, Türkiye işçi sınıfı için, emekçiler için 1977’de bitmiş bir tartışmadır. 1977’de 1 Mayıs kürsüsünden ilan edilen bu gerçek, 1977’de neyse 1989’da neyse 96’da 2004’te dünyanın en büyük bir mayıslarını yaptığımız 2010, 2011 ve 2012’de neyse 2024’te de 2025’te de budur.

Hep birlikte dünyanın en büyük bir mayıslarını Taksim Meydanı’nda yaptığımızda da Taksim’e çıkmak için yola çıkıp önümüzün zorbaca kesildiği yıllarda da başka meydanlarda 1 Mayıs’ı kutladığımız yıllarda da bu gerçek değişmedi değişmeyecek çünkü Taksim Meydanı, 1 Mayıs’la sembolleşmiş bir meydandır.

Anayasal hakkımız engellenemez. Aynı zamanda Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs Meydanı olduğu tarihsel bir gerçek olduğu kadar hukuksal da bir gerçektir ve bu yıl Taksim konusundaki irademizden bir adım geri atmadan kitlesel birleşik ve tüm renklerimizle birlikte Türkiye’nin dört bir yanında alanlarda ve İstanbul’da da Kadıköy meydanında 1 Mayıs’ta yan yana omuz omuza geleceğiz.”

Şener Şen, bir filminde köylülerini Almanya’ya götürme vaadiyle dolandırır. Bir kamyona doldurduğu köylüleri götürüp İstanbul’un ortasına bırakır, buranın Almanya olduğunu söyler ve ortadan kaybolur. Filmin sonunda, dolandırılan tüm köylüler yeni dolandırılan olur.

Yukarıdaki açıklama, DİSK genel başkanı Arzu Çerkezoğlu’na ait. Gösterge var fakat göstergelerin neyi gösterdiği belâgatle ve dil oyunlarıyla ters yüz ediliyor. Açıklama, Kadıköy’ün adının geçtiği kısma kadar söylenenlerin tamamı doğrudur, gerçektir, failin suçüstü yakalanmasıdır.

Her yıl aynı yalan söyleniyor: “Seneye Taksim’deyiz”. Aslında “Kadıköy iradesiyle Taksim’deyiz” demeleri daha doğru olur çünkü sendika bürokratları için sembolik anma ve karanfil bırakma zaten her yıl gerçekleşiyor. DİSK, geçtiğimiz 1 Mayıs öncesi hiçbir sol çevreyle görüşmedi. Nedeni ise 2 yıl önce Maltepe’deki 1 Mayıs’ta Çerkezoğlu konuşmasını yaptığı sırada sol çevrelerin alana getirdiği minibüsle son ses müzik vererek bu konuşmayı sabote etmesidir ki DİSK bürokratlarının geçen yılki söylemi budur.

Geçtiğimiz yıl Saraçhane’de Özel ile toplanmayı diğer bileşenlere dayatan -ki onlar da dünden razıdır- DİSK’tir. Yine bürokratların gerekçesi ise CHP’nin aldığı belediyeler üzerinden yakında hükümet olacağı ve bu yüzden “gürültü patırtı” çıkmasının sürece zarar vereceği yönündedir. İki gerekçenin sonucu ise alanı terk etme çağrısını kitleye yapan tertip komitesinin kitle tarafından yuhalanması oldu, Saraçhane’de. Taksim’e yürüyeceğini söyleyen Özel, konuşmasını yaptıktan sonra alanı terk edince tertip komitesi de onun peşinden gitti.

Bu yılki Saraçhane mitinglerinde “1 Mayıs’ta Taksim’e gireceğiz” diye kitleye propaganda yapan da aynı Özel’di. Aslında bu bağlamda tertip komitesinin birer CHP seksiyonu olduğu su götürmez bir gerçek olarak ortada duruyor.

Çerkezoğlu, bu yıl Taksim iradesinden bir adım geri atmadan Kadıköy’de olacaklarını söylüyor. Tertip komitesinin diğer bileşeni KESK’tir. Onun eşbaşkanı da Çerkezoğlu açıklama yaparken yanında boy gösteriyor. Kendisi Eğitim Sen şube yöneticiliğinden gelme ve seneye Taksim’de olma propagandasını dillendirenlerden. O da Saraçhane’de geçen yıl yuhalananlar arasında. Tertip komitesinin diğer bileşeni yönetimine atanan kayyuma direnemeyen TTB. Korurfincancı da Tevfik Fikret’in İngiliz İşgali sırasında okulun kapısına kendini zincirlediği gibi irade gösterip kayyuma direnemeyen ve Saraçhane’de yuhalananlar arasında. TMMOB’un “lideri” (öyle anons ediliyordu Kazancı anmasında geçen yıl) de yuhalananlar arasında.

DİSK’e dönecek olursak, işçi sınıfı içinde temsil gücü yüzde 10’u geçmeyen, şanlı 16-17 Haziran Direnişi’nde yönetiminin sendika binasından çıkamadığı, AB fonlarını ilk alan sendikadır. KESK’e gelince, lokomotif gücü Eğitim Sen’in eğitim emekçileri arasındaki temsil gücü yüzde 7’yi aşamayan bir sendika. “Nitel güç, nicel güce yön verir” deniliyorsa bu diyalektiğin yasalarına aykırıdır. Nitel gücün ne kadar niteliksel olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.

Bu sendikaların şube yönetimleri, şubelerine bağlı iş yerlerinin adreslerini bilmezler. 200 öğretmenin 50’ye yakınının Eğitim Senli olduğu okulda çalışan şube başkanı yoksulluk ve bütçe konulu Kartal Mitingi’ne 10 üyesini getiremeyip genel merkeze yönetici olur. Genel merkezde görev alan diğer yöneticiler de Taksim’de bar-meyhane açar, başka iş kolunun genel merkez yöneticisi aldığı TOGG marka aracı internetten dört katı fiyatla satışa çıkarır, şube yönetimleri lüks termal otellerde iş yeri temsilcisi eğitimi verir, teknede ve otel lobilerinde kokteyl düzenler.

Ne CHP ne de tertip komitesi bileşenleri verdiği sözü tutar. Bu sendikalara üye olup itiraz ettiğinizde süreç şöyle ilerler: “Hocam gel şube meclis toplantısında itirazlarını dile getir, bizde demokratik merkeziyetçilik var.” Siz gidip iş yerinizin gündemini ve emekçilerin sesini taşırsınız, “Taksim” dersiniz fakat onlar “seneye Taksim” der. “Tüzük kurultayı” denir 12 yıldır, her olağan genel kongrede bu karar alınır, yine “seneye” denilerek üç yıllık süre doldurulur.

Esasında bu ittifak yönetimleri, üye şubeye gelmesin, genel grev yapılmasın diye vardır. Tüm taktikleri, eleştiriyi soğurma ve üyeyi yıldırma-yalnızlaştırma üzerinedir. O yüzden bu sorun, kişi sorunu değil, sendika siyaseti sorunudur ve yönetim bileşenlerinin ortaklaştığı payda bu taktik üzerine kuruludur. Geriye kalan, kayıkçı dövüşüdür. Verdikleri sözü tutmazlar çünkü bu solun yansıması olan sendikal çevreler yersiz yurtsuzdur.

Salgın döneminde okulda dezenfektan yapımı sırasında gerçekleşen patlamada hayatını kaybeden Ramazan Şahin’in, öğrencilerinin gözü önünde amir tarafından azarlandığı için yaşadığı onur zedelenmesinden dolayı yaşamını yitiren Halil Serkan Öz’ün adının okullara verilerek yaşatılması adına mücadele veremezler. Bu sol, yurtsuzdur. Bu insanların ailelerinin adreslerini de bilmezler, mezar yerlerini de.

Bu sol yurtsuzdur-köksüzdür çünkü 1 Mayıs alanı yoktur, tarihsel haklılıkla kazanılan alana bile sahip çıkmazlar ki bu ülkeye sahip çıksınlar ve yurt bilincine sahip olsunlar. Bakırköy, Maltepe, Saraçhane, Kadıköy hattında 1 Mayıs turizmi gerçekleştiren sendikalar, bırakınız sendika olmayı meslek odası bile olamazlar.

Tarihini ve yurdunu terk eden haindir, kaçkındır, düşkündür. Verdiği sözü tutmak, evrensel etikte de Anadolu kültüründe de güvenirlik teminatıdır. Güvenin olmadığı sınıf ve kitle hareketinin başarıya ulaşma şansı yoktur.

Tüm söz, karar, yetki CHP’yedir ki Özel ne derse sendikalar, işçi emekçi sınıfın geneline onu dayatır.

Antep’in işgali sırasında daha düzenli ordu yokken Mehmet Sait, Elmalı Köprüsü’nü tutup sayıca ve teknik yönden üstün olan Fransız birliğine direnir. Kendisine geri çekilme teklifinde bulunan kanat komutanlarına “Ben Ayntaplılara söz verdim, geri dönersem onların yüzüne nasıl bakarım” der. Çok şükür ki bu halk, Mehmet Sait’i yetiştirip ona Şahinbey adını verdiğinden köksüz, tarihsiz ve yurtsuz değiliz. Bu sendikalarda ne Şahin olan Mehmet’in ne de 89’un 1 Mayıs’ındaki 17 yaşındaki tekstil işçisi Mehmet’in ahlakı, kişiliği, verdiği sözde durma kararlılığı vardır. Her birinin genel merkezi CHP’nin çalışma/iş yaşamı komisyonudur, kurumları da meslek odası bile değildir.

Yurtsuz bir işçi sınıfı yoktur, işçi sınıfının yurdu tüm dünyadır fakat kökü kendi ülkesinin topraklarıdır. Her ülkenin işçi sınıfının 1 Mayıs alanı vardır. Bu, sınıf mücadelesinin tarih yazma ve kurtuluşa erme mücadelesinde bedellerle kazanılan hakkıdır; bu hak, anasının ak sütü gibi helal ve meşrudur. Avrupa’dan süt emenler, fon alıp Ortadoğu ve mülteci paneli düzenleyenler bu gerçeği kavrayamazlar.

Şişhane yokuşunda 1 Mayıs’a birkaç gün kala Mehmet'i anan sendika bürokratları onun mezar yerini bilmezler. Tarih insandan, takvimden ve mekândan bağımsız gelişemez. Tertip komitesi bileşenlerinin yaptığı ise takvimi mekândan arındırmaktır.

Bugün gelinen aşamada DİSK ve KESK İngiliz İşçi Partisi’ne ve AB emperyalizmine sığınan CHP’nin ideolojik propaganda aygıtlarıdır. Varlık koşulları CHP’nin elindedir. Hiçbir zaman halka, sınıfa, ezilene ve sömürülene siyaset örmezler, öremezler. Bu sendikalar olduğu sürece 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak bir nostalji olarak kalacaktır.

Ekinde izi olmayanın harmanda sözü olmaz. Taksim’den vazgeçmelerine rağmen hâlen bu sendikalara itibar edilmesini iddia edenler varsa DİSK’in de bir tarihi olmadığını kabul etmek zorundadırlar. Dikkat edilirse, tertip komitesinin yıllardır seçtiği alanlar CHP belediyelerinin olduğu ilçelerdir ki gelir düzeyi yüksek bölgelerdir. Taksim iradesiyle Bağcılar, Esenyurt, Sarıgazi seçilmez! Alan fetişizmi diyenler için yeterli bir argümandır bu.

Alan fetişisti olanlar, CHP çemberini işçi sınıfına reva görenlerdir. Bu kavramı kullanan işçi sınıfının biricik partisi ve gazetesi yoksul mahallelerinin meydanlarında 1 Mayıs kutlamadığı sürece CHP kuyrukçusu olduğu iddiasını da çürütemez.

Bugün çocuk emeği sömürülürken, madenlerde ve trafikte işçiler ve motokuryeler can verirken, ev kirası asgari ücreti aşmışken bu solun ve sendikalarının kutlayacağı 1 Mayıs olsa olsa cenaze evinde halay çekmektir. Yoksullara böcek yedirilmesinin yolu açılıyor, kirada oturmak, lüks değil imkânsız hâle geliyor. İspanya’da ev kiraları 10 yılda 2 katına yaklaştığı için kitlesel yürüyüşler yapılıp genel greve gidileceği deklere edilirken ülkemizde ev kiraları 10 yılda 20 katı aştı. Bizde ise kundaktaki bebek bile hesaba katıldığında her iki insanımıza bir ev düşmesi gerekiyor, mevcut kayıtlı konut sayısına göre. Bunu sol engelliyor.

O tertipçilerin seçtiği 1 Mayıs alanlarında kiralar 35 binin üzerinde ve hepsi de CHP belediyeleriyle yönetiliyor. Kentsel dönüşümle KİPTAŞ bir bölgede site yaptığında bir market ve az sayıda oyuncaklı çocuk parkı yaptığında her bir siteyi Kadıköy’ün kopyasına çevirip kiraların 40 bini aşmasına neden oluyor. Solun gerçeği bundan ibarettir ki sol, mülk sahibidir, kira zenginidir. Bu gerçeğe rağmen alan tartışması özelinden ve üzerinden 1 Mayıs konuşulacaksa yapılacak ilk şey, sınıf mücadelesini mevcut sendikaların gerilettiğinin ortaya konulmasıdır.

Daha da açık demek gerekirse, halkımızın zekâsının ürünü olan şu fıkrayla yazıyı bitirmek gerekir: Temel bir gün yolda yürürken bir şeyin üstüne basar. Merak edip eğilir, elini sürer ve ağzına götürüp şu tepkiyi verir: “Ula dışkıymış, iyi ki üstüne basmaduk”. Bugünkü durum da eleştirdiğimiz kesimler açısından Temel’in eylem ve tepkisinden ibarettir.

S. Adalı
21 Nisan 2025

0 Yorum: