Son
dönemde Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler ve sokak eylemleriyle birlikte,
çeşitli çevreler tarafından “ekonomik boykot”, “tüketimden gelen gücün
kullanımı”, “nakit para kullan”, “küçük esnafı destekle” gibi eylem ve
söylemler öne sürülüyordu. Dün Özgür Özel’in de bu minvaldeki açıklamalarından
sonra “boykot”, hareketin geneline yayılıyor gibi görünüyor. Bu çağrılar,
özellikle iktidara yakın şirketlerin, markaların ifşalanması ve boykot
edilmesiyle birlikte, bireysel tüketici tercihlerinin politikleşmesi
gerektiğini savunuyor.
Ancak
değerlendirildiğinde, bu söylem ve eylem biçimlerinin sınıf mücadelesinin
devrimci niteliğiyle ciddi çelişkiler taşıdığı görülebilir. Çünkü bu tür
yaklaşımlar, kapitalizmin özü olan üretim ilişkilerine değil, yalnızca piyasa
içindeki dolaşım süreçlerine ve bireysel tercihlere müdahale ediyorlar.
Tüketici
Rolü Üzerinden Mücadele Gerçekçi mi?
Hayatımızın
temel çerçevesi, üretim araçlarının mülkiyeti ve üretim sürecindeki sınıfsal
ilişkiler üzerine kuruludur. Kapitalist toplumda temel çatışma; üretim
araçlarının sahibi olan burjuvazi ile emek gücünü satan proletarya arasında
olandır. Buna karşılık, ekonomik boykot ve “tüketimden gelen güç” söylemi,
bireyleri sınıf kimliğinden soyutlayarak salt “tüketici” konumuna indirger.
Oysa Karl Marx’ın Kapital’de altını çizdiği gibi:
“Tüketim, kapitalist
üretim sürecinin dışında bir eylem değildir; ama kapitalizmin özü üretim
sürecinde yatar. Sermaye; metanın tüketimi değil, üretim sürecinde işçi
tarafından üretilen artı-değer aracılığıyla büyür.” (Karl Marx, Kapital
Cilt 1)
Öyleyse,
sermayeyi ve iktidarları büyüten, besleyen aslında üretim süreçleriyse yalnızca
tüketici rolü üzerinden bir mücadele hattı da gerçekçi değildir. Özetle ana
derdin, hangi markanın ürününü tükettiğiniz değil; o üretimin hangi sınıfsal
ilişkiler ve mülkiyet biçimi altında gerçekleştiği olmalıdır.
Ekonomik
boykot diye tariflenen şey, görünüşte çok radikal politik bir tutum gibi
sunulsa da kapitalist üretim ilişkilerine pek de müdahale içermediğinden çok da
radikal değildir. Kitlelerdeki iktidar bloğuna yahut AKP’ye duyulan öfke, haklı
bir hedef alma olarak, onlarla direkt ilişkili markalara yönelmiştir. Lakin bu
iktidarı yıllardır ve hâlâ ayakta tutan, Türkiye sermayesinin bütünüdür. (29
Ekim, 10 Kasım gibi günlerde reklam yayınlayanlar dâhil.)
Evet,
sorun, “kötü” ya da “iktidara yakın” markalar değil, sistemin kendisidir.
Dolayısıyla çözümse, sadece kötü yöneticileri veya işleyişteki aksaklıkları
düzeltmek olmamalıdır; o sistemi ve onu ayakta tutan yönetici sınıfı sarsacak
örgütlü mücadeleyi inşa etmek olmalıdır.
Küçük
Esnafı Desteklemek Bir Çözüm mü?
Boykot
çağrılarında sıkça tekrarlananlardan biri de “küçük esnaftan alışveriş yap”
söylemidir. Bu söylem de her ne kadar liberaller gibi kısa vadedeki
sonuçlarıyla ilgilenmesek de. Aslında o manada bile sonuç aldırıcı bir şey
olmaktan çok uzaktır. “Küçük esnaf” diye tanımlanan şey neredeyse tümüyle o
boykot etmeye yeltendiğimiz tekellere göbekten bağlı hale gelmiştir. En amiyane
ve karikatür örneğiyle anlatmak gerekirse, artık mahallenin bakkal amcası da
dükkânı için alışverişi bu tekellerin büyük market merkezlerinden yapmaktadır.
Hal böyleyken bu “küçük esnaftan alışveriş yap” çağrısı da kapitalizme karşı
mücadelede sistemsel bir karşı duruşu değil, yalnızca küçük burjuva
romantizmini yansıtmakla kalacaktır. Dolayısıyla küçük esnafa yönelmek,
kapitalist sömürüyü ortadan kaldırmadığı gibi; sömürünün küçük sermaye eliyle
devam etmesini de bir bakıma meşrulaştırır. Bu da bize yalnızca, kapitalizmin
daha ilkel ve nostaljik biçimlerine dönüş çabalarını bize hatırlatır.
O
Zaman Ne Yapmalı?
Bu
durumda devrimci görev; tüketim tercihlerine dayalı bireysel protestolar
sürerken, örgütlü sınıf mücadelesini büyütmektir. Bu mücadele için bazı temel
hedefler de şunlar olmalıdır:
*
Fabrikalar, sendikalar, mahalle ve işyerlerinde örgütlenmek,
*
Grevler, işgaller ve üretimden gelen gücün örgütlü kullanımı için çalışmak,
*
Genel grev için; Sendika ve meslek odaları üzerinde baskı oluşturmak,
*
Genel grev için; İdeolojik olarak hegemonik bir politik tarz benimsemek,
*
Mülkiyet ve üretim ilişkilerini hedef alan bir politikayla hareket etmek,
Ekonomik
boykot, bir kitle talebi ve motivasyonu olarak devam edebilir ama bir yandan da
sınıf mücadelesinin özünden sapmadan, bireyleri yalnızca “tüketici” konumuna
indirgemeden ve esas hedef olan mülkiyet ve üretim ilişkilerini görünmez
kılmadan mücadeleyi büyütmeye devam etmeliyiz.
Tüketim
boykotu, bireysel ahlaki tercihlere dayanan bir mücadelenin aracıdır; bizim
istediğimiz o sarsıcı ve devirici mücadeleyi elbette ikame edemez. Bizler
tüketici değil, üretici olarak ve kolektif devrimci özneler olarak
örgütlenmeliyiz. Bu nedenle, sermaye iktidarına karşı bireysel alışveriş
tercihlerine dayanan pasif eylem çağrılarının ötesine geçmek, işçi sınıfının
üretimden gelen kolektif gücünü açığa çıkaracak genel grev stratejisini gündeme
almak zorunludur. Çünkü kitle grevi ve genel grev gibi biçimler, sadece
ekonomik taleplerin bir ürünü değil; doğrudan politik mücadelenin bir parçasıdır.
Ekonomik ve politik mücadeleler, birbirine sıkı sıkıya bağlı, kopmaz zincirin
halkaları gibidir.
C. Boran
25
Mart 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder