07 Nisan 2025

,

Almayınca Değil Yapmayınca Sarsılırlar


Son dönemde Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler ve sokak eylemleriyle birlikte, çeşitli çevreler tarafından “ekonomik boykot”, “tüketimden gelen gücün kullanımı”, “nakit para kullan”, “küçük esnafı destekle” gibi eylem ve söylemler öne sürülüyordu. Dün Özgür Özel’in de bu minvaldeki açıklamalarından sonra “boykot”, hareketin geneline yayılıyor gibi görünüyor. Bu çağrılar, özellikle iktidara yakın şirketlerin, markaların ifşalanması ve boykot edilmesiyle birlikte, bireysel tüketici tercihlerinin politikleşmesi gerektiğini savunuyor.

Ancak değerlendirildiğinde, bu söylem ve eylem biçimlerinin sınıf mücadelesinin devrimci niteliğiyle ciddi çelişkiler taşıdığı görülebilir. Çünkü bu tür yaklaşımlar, kapitalizmin özü olan üretim ilişkilerine değil, yalnızca piyasa içindeki dolaşım süreçlerine ve bireysel tercihlere müdahale ediyorlar.

Tüketici Rolü Üzerinden Mücadele Gerçekçi mi?

Hayatımızın temel çerçevesi, üretim araçlarının mülkiyeti ve üretim sürecindeki sınıfsal ilişkiler üzerine kuruludur. Kapitalist toplumda temel çatışma; üretim araçlarının sahibi olan burjuvazi ile emek gücünü satan proletarya arasında olandır. Buna karşılık, ekonomik boykot ve “tüketimden gelen güç” söylemi, bireyleri sınıf kimliğinden soyutlayarak salt “tüketici” konumuna indirger. Oysa Karl Marx’ın Kapital’de altını çizdiği gibi:

“Tüketim, kapitalist üretim sürecinin dışında bir eylem değildir; ama kapitalizmin özü üretim sürecinde yatar. Sermaye; metanın tüketimi değil, üretim sürecinde işçi tarafından üretilen artı-değer aracılığıyla büyür.” (Karl Marx, Kapital Cilt 1)

Öyleyse, sermayeyi ve iktidarları büyüten, besleyen aslında üretim süreçleriyse yalnızca tüketici rolü üzerinden bir mücadele hattı da gerçekçi değildir. Özetle ana derdin, hangi markanın ürününü tükettiğiniz değil; o üretimin hangi sınıfsal ilişkiler ve mülkiyet biçimi altında gerçekleştiği olmalıdır.

Ekonomik boykot diye tariflenen şey, görünüşte çok radikal politik bir tutum gibi sunulsa da kapitalist üretim ilişkilerine pek de müdahale içermediğinden çok da radikal değildir. Kitlelerdeki iktidar bloğuna yahut AKP’ye duyulan öfke, haklı bir hedef alma olarak, onlarla direkt ilişkili markalara yönelmiştir. Lakin bu iktidarı yıllardır ve hâlâ ayakta tutan, Türkiye sermayesinin bütünüdür. (29 Ekim, 10 Kasım gibi günlerde reklam yayınlayanlar dâhil.)

Evet, sorun, “kötü” ya da “iktidara yakın” markalar değil, sistemin kendisidir. Dolayısıyla çözümse, sadece kötü yöneticileri veya işleyişteki aksaklıkları düzeltmek olmamalıdır; o sistemi ve onu ayakta tutan yönetici sınıfı sarsacak örgütlü mücadeleyi inşa etmek olmalıdır.

Küçük Esnafı Desteklemek Bir Çözüm mü?

Boykot çağrılarında sıkça tekrarlananlardan biri de “küçük esnaftan alışveriş yap” söylemidir. Bu söylem de her ne kadar liberaller gibi kısa vadedeki sonuçlarıyla ilgilenmesek de. Aslında o manada bile sonuç aldırıcı bir şey olmaktan çok uzaktır. “Küçük esnaf” diye tanımlanan şey neredeyse tümüyle o boykot etmeye yeltendiğimiz tekellere göbekten bağlı hale gelmiştir. En amiyane ve karikatür örneğiyle anlatmak gerekirse, artık mahallenin bakkal amcası da dükkânı için alışverişi bu tekellerin büyük market merkezlerinden yapmaktadır. Hal böyleyken bu “küçük esnaftan alışveriş yap” çağrısı da kapitalizme karşı mücadelede sistemsel bir karşı duruşu değil, yalnızca küçük burjuva romantizmini yansıtmakla kalacaktır. Dolayısıyla küçük esnafa yönelmek, kapitalist sömürüyü ortadan kaldırmadığı gibi; sömürünün küçük sermaye eliyle devam etmesini de bir bakıma meşrulaştırır. Bu da bize yalnızca, kapitalizmin daha ilkel ve nostaljik biçimlerine dönüş çabalarını bize hatırlatır.

O Zaman Ne Yapmalı?

Bu durumda devrimci görev; tüketim tercihlerine dayalı bireysel protestolar sürerken, örgütlü sınıf mücadelesini büyütmektir. Bu mücadele için bazı temel hedefler de şunlar olmalıdır:

* Fabrikalar, sendikalar, mahalle ve işyerlerinde örgütlenmek,

* Grevler, işgaller ve üretimden gelen gücün örgütlü kullanımı için çalışmak,

* Genel grev için; Sendika ve meslek odaları üzerinde baskı oluşturmak,

* Genel grev için; İdeolojik olarak hegemonik bir politik tarz benimsemek,

* Mülkiyet ve üretim ilişkilerini hedef alan bir politikayla hareket etmek,

Ekonomik boykot, bir kitle talebi ve motivasyonu olarak devam edebilir ama bir yandan da sınıf mücadelesinin özünden sapmadan, bireyleri yalnızca “tüketici” konumuna indirgemeden ve esas hedef olan mülkiyet ve üretim ilişkilerini görünmez kılmadan mücadeleyi büyütmeye devam etmeliyiz.

Tüketim boykotu, bireysel ahlaki tercihlere dayanan bir mücadelenin aracıdır; bizim istediğimiz o sarsıcı ve devirici mücadeleyi elbette ikame edemez. Bizler tüketici değil, üretici olarak ve kolektif devrimci özneler olarak örgütlenmeliyiz. Bu nedenle, sermaye iktidarına karşı bireysel alışveriş tercihlerine dayanan pasif eylem çağrılarının ötesine geçmek, işçi sınıfının üretimden gelen kolektif gücünü açığa çıkaracak genel grev stratejisini gündeme almak zorunludur. Çünkü kitle grevi ve genel grev gibi biçimler, sadece ekonomik taleplerin bir ürünü değil; doğrudan politik mücadelenin bir parçasıdır. Ekonomik ve politik mücadeleler, birbirine sıkı sıkıya bağlı, kopmaz zincirin halkaları gibidir.

C. Boran
25 Mart 2025
Kaynak

0 Yorum: