Konu
hiçbir zaman dağılmıyor, aksine her konu, hemen hemen birbiriyle bağlantılı ve
diyalektik çelişki gereği tartışma, birbirine bağlı halkalar üzerinde
ilerliyor.
Bugüne
kadar yazılarımız için "eril, kaba, bozucu, sekter, geri” gibi nitelemeler
kullananlar, son süreçte yazılarımız için "boykot" çağrısı yapanları
görmüyor. “Çamur, kesip atılan tırnak, çöp” gibi nitelemeler ya da hakaretler,
dilin sınırlarının etik-politik açıdan aşağı çekildiğini gösterir.
“Biz
sahadayız, şu an eylem alanından yazıyoruz!” diyenler, Yeni Demokrasi’ye
yakın insanlardır. Bu insanlar, bir geleneğin ayrışmalarında yer alanlardır. Bu
sosyal medya hesaplarının yakın olduğu politik çevre, bu saldırıdan bihaber
olamaz ama madem alanda yan yanalar, “Bizim dilimiz bu olamaz!” uyarısını
birbirlerine yapmazlar mı, sosyal medya üzerinden birbirlerine bu uyarıyı
yapmazlar mı? “Sosyal medya raconu” diyerek geçiştirilemeyecek bir politik
gerilik, tam olarak burada ortaya çıkıyor.
Birisi
çıkıp Ekrem maskeli kişinin İştirakî tarafından hedef gösterildiğini, diğeri
çıkıp onun “yoldaşları” olduğunu söylüyor, başkası çıkıp “örgütlü değil, halktan
biri!” diyor. Yani bir yapı düşünün, insanları birbirini tanımıyor. Öte yandan,
kapitalizmin Avrupaî birey kurgusuna teşne olanlar, maskenin tarihsel özneliğin
göstergesi olduğunu geriye itip maskenin kapattığı yüzün hedef gösterildiğinden
feryat ederek bireye sarılıyor. Bireyin hangi tarihsel öznenin gerisine
dizildiği tartışma konusu bile yapılmıyor. Şimdilik bu tartışma bitmiş değildir,
ekonomi politik yazılara boykot çağrısı yapan, yine solun insanlarıdır. Ya
birbirlerinden habersizler ya da bunda bir beis görmüyorlar.
Yazılarımızın
okunmaması yönünde boykot çağrısı yapabilirler ve yapıyorlar da, biz CHP’li
değiliz. CHP’li olanlar, yan yana dizildi. Bu durum evladır. Ülke halklarının
hiçbir gelenek ve kültürüyle bağı bulunmayan müzik grubu Muse ve türevlerinin
konserlerini erteleyip ülkemize gelmemeleri için “Boykot amacına ulaştı!” diye
zafer çığlıkları atanlar, sözde solun gazeteleridir (Evrensel, Birgün,
Sendika, Cumhuriyet...). Öyle bir aşamadan geçiyoruz ki yazımızın
bu cümlesinden sonra ya da önce fark etmeksizin “Eee, İştiraki, ne zaman
İslam'a yanlıyoruz” gibi saldırılar başlar, bu da evladır. Gerçek yüzünüz İslam
karşıtlığı mı? Değil. Solun karşıtlığı artık bütünlükleredir. Bizi biz yapan
tüm değerleredir, o yüzden acılar çeken Kürtler değil, acı çeken marjinal Kürt
vardır. Onun hikâyesi, siyasetin merkezine konulup oradan toplum karşıtlığı
yapılmalıdır. O yüzden TİP'li kadınlar Alibeyköy Cemevi’nin duvarına “Jin,
Jiyan, Azadi” yazıyor. O duvarın çevirdiği alanda ve ötesinde Alevi halkın
kadın-erkek yan yana cem eylediği gerçeğine savaş açılıyor. O yüzden Kerbela’daki
kadınla erkeğin cemi ve kıyamı unutturulmak isteniyor. Kadın erkekten
koparıldıkça özgürleşecek sanılıyor. Kerbela’dan Anadolu halklarının kendi
cesaretiyle bölgelerinde başlattığı Kurtuluş Savaşı’na kadar kadınla erkeğin
işgal kuvvetleri karşısındaki duruşu bozulmak isteniyor. Bu nedenle cami değil,
cemevi duvarı seçilmesi son derece önemlidir. Söz konusu İslam değildir, Kürt
de değildir, Alevi de değildir, Türk de değildir. Söz konusu Muse grubunun
yaydığı kültür aracılığıyla Batı emperyalizmiyle kucaklaşmaktır.
Nerede
bir bütünlük varsa sol oraya saldırmalıdır ki AB-TÜSİAD sermayesine kitleleri
hazırlamalıdır. Bizleri boykot listesine alan solun derdi, dağılmakta olan
tabanını konsolide etmektir. Birbirini tanımayan bireyler topluluğu üzerinden
siyaset örenler kaygıya kapılıyorsa biz doğru yerde duruyoruz demektir.
Muse grubu
bir semboldür. O neyin sembolüyse biz ona karşıyız. Evrensel’in yaptığı
işçi sınıfı gazeteciliğiyse sınıflar mücadelesi burjuvazinin lehine işliyor
demektir. Öyle ki İmamoğlu’nun boykot çağrısında değindiği sermayeye ve onun
medyasına yönelik tarafını seçme ifadesini bu gazetenin internet sayfasında
manşetten vermiştir. Vermek zorundadır çünkü Maltepe Mitingi’ne gittikten sonra
“Başarabiliriz” manşeti atanlardan başka bir şey beklenemez.
Evet,
tüm sağın ve solun CHP türevi olduğu su götürmez bir gerçek. O “yürü” derse
yürünür, o “dur” derse durulur, “toplanın” derse toplanılır. Kendini müzisyen
yapan sola rağmen CHP vekilliği yapanlar, emekli vekillerin çakarlı araç
kullanma “hakkından” yararlanmakta beis görmeyip çocuklarını çakarlı araçlarla
gezdirirler. Bir vekil adayı gelir Yorum konserinde boy gösterir, ardından
meclise girer, sonra da çözüm süreci onun üzerinden ilerler. Sahneye başka
vekil gelir, sonra CHP’den adaylık koşturur. Şimdi bu çizgiyi uyarıyorsak işçi
emekçilerin sahnesinin bu tiplere açılmaması gerektiğini söylüyorsak hakaret mi
etmiş oluyoruz?
Ekrem
maskesi konulu eleştiri bu hatta gelişmişti. Aynı örneği tekrarlıyoruz, on yıl
içerisinde Suriye Kürtlerinin mücadelesi ve geleceği IŞİD artıklarının
iradesine bağlanmıştır. Sol da bu yürüdüğü bu yol üzerinden CHP ile birlikte
halkın AB-TÜSİAD sermayesine bağlanması sürecine ortaklık edecektir. Politik
kâhinlik de değil, önyargı da değil. Diyalektik gereği eldeki veriler bu sonuca
çıkar, şartlar değişmedikçe. Eski durum yadsınarak ilerleniyor, şimdi bu
uyarıyı yapmayalım mı?
Muse
ve boykot özelinde düşündüğümüzde daha bizim sinemamızın emek ve sınıf
tarihi-mücadelesi açısından köşe taşı filmlerini sol, kitlelere tanıtmıyorsa
Muse’dan ve Gülşen’den medet umar hâle gelir. O filmleri de bir yazıda derleyip
tanıtmak görevimizdir.
Bugüne
kadar özel üniversite öğrencilerine yönelik solun bir çalışması mı var mıdır?
Yoktur. Tüm solun tek haber biçimi, çalışanlar üzerinden “Özel üniversitelerde
emek sömürüsü var”dan öteye geçememiştir. Bu bağlamda, özel üniversitelerin
öğrenciler bazında hangi sınıfı sömürdüğü istatistik verilerle sonraki
yazılarımızda açıklanacaktır. O da bizim tarihsel görevimizdir.
İstatistiği
esas kılan, canlı tanıklıktır:
“Kardeşim özel bir
üniversitede iki yıllık bir bölüm okuyor, yüzde elli burslu. İlk yıl 90, İkinci
yıl 140 bin ödeyecek. Hem de ikinci öğretim. Bu parayı çıkarmak ve aileye katkı
sağlamak için gündüzleri çalışıyor. Gündüz çalışıyor, akşam okula gidiyor. Şu
an tüm hayatı bu. Dışarıda okusa çalışma imkânı olmayacağı gibi daha çok gider
oluşacaktı. İstanbul’da birçok özel üniversite öğrencisinin durumu bu. Özeller
de firmalarla bağlantılı şekilde iş imkânı sunma reklamıyla öğrenci çekiyor.”
Bu
paylaşım, bir önceki yazıda değindiğimiz özel üniversitelerin İstanbul’da
çoğalmasına dair paylaştığımız görüş üzerine geldi. İstatistiği canlı kılan 700
bin örnek var. Hangi sol, halkın cebine kimin el attığını ve halkı nasıl
sömürdüğünü dile getirip özel üniversite öğrencilerine politika örüyor?
Bizim
safımız, “Bunlar bizim olağan hayatımızı boykot sanıyor” diyerek boykot
listesine tepki gösteren emekçinin safıdır, onun dertleri bizim derdimizdir.
Dertlerini sahiplenme gibi üstenci kibirde değiliz, tam olarak dertlerde ve
acılarda ortağız, paydaşız.
İmamoğlu’nun
peşinden gidenler, dönüp İstanbul’da en ucuz kiraya bakmadığı sürece kapanma
günlerinde emlakçıların dillendirdiği “İstanbul New York gibi olacak” reklamını
da anlayamaz. Belediye kentsel dönüşümle yaptığı siteye beş oyuncaklı çocuk
parkı ekleyip binaların altına zincir market açtırınca o sitede en ucuz kira 30
bin oluyor. Sol, niye bunu boykot etsin ki?
Halkın
evlerine göz dikenler, Halkevleri’nin Sendika haber sitesinin peşinden giderse
eylemciye notlar türünde yayınladığı dijital güvenlik rehberine ve wp iletişim
hattına varır. Eylemci için dijital güvenlik rehberi, tüm solun CHP belediye
binalarını korumak için alanı doldurması demektir. Bunların bütün derdi,
bireyin “güvenliğini” sağlamak adı altında halkın bütünlüğünü bozmaktır.
6
yaşında çocuğun başı örtülürse “gericilik” diyenler, 6 yaşındaki çocuğun
bedenine tıbbî müdahale yapılıp cinsiyet değiştirmesine “ilericilik” derler.
Her ikisine de karşı çıkmayanlar, emperyalizme hizmet eder. “İlerici ve gerici”
sınıf dinamikleriyle belirlenir. Solun bu çürümüş tarihsel görevlerine çomak
sokmaya devam edeceğiz.
S. Adalı
5
Nisan 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder