06 Nisan 2025

,

Replika Sol

Konu hiçbir zaman dağılmıyor, aksine her konu, hemen hemen birbiriyle bağlantılı ve diyalektik çelişki gereği tartışma, birbirine bağlı halkalar üzerinde ilerliyor.

Bugüne kadar yazılarımız için "eril, kaba, bozucu, sekter, geri” gibi nitelemeler kullananlar, son süreçte yazılarımız için "boykot" çağrısı yapanları görmüyor. “Çamur, kesip atılan tırnak, çöp” gibi nitelemeler ya da hakaretler, dilin sınırlarının etik-politik açıdan aşağı çekildiğini gösterir.

“Biz sahadayız, şu an eylem alanından yazıyoruz!” diyenler, Yeni Demokrasi’ye yakın insanlardır. Bu insanlar, bir geleneğin ayrışmalarında yer alanlardır. Bu sosyal medya hesaplarının yakın olduğu politik çevre, bu saldırıdan bihaber olamaz ama madem alanda yan yanalar, “Bizim dilimiz bu olamaz!” uyarısını birbirlerine yapmazlar mı, sosyal medya üzerinden birbirlerine bu uyarıyı yapmazlar mı? “Sosyal medya raconu” diyerek geçiştirilemeyecek bir politik gerilik, tam olarak burada ortaya çıkıyor.

Birisi çıkıp Ekrem maskeli kişinin İştirakî tarafından hedef gösterildiğini, diğeri çıkıp onun “yoldaşları” olduğunu söylüyor, başkası çıkıp “örgütlü değil, halktan biri!” diyor. Yani bir yapı düşünün, insanları birbirini tanımıyor. Öte yandan, kapitalizmin Avrupaî birey kurgusuna teşne olanlar, maskenin tarihsel özneliğin göstergesi olduğunu geriye itip maskenin kapattığı yüzün hedef gösterildiğinden feryat ederek bireye sarılıyor. Bireyin hangi tarihsel öznenin gerisine dizildiği tartışma konusu bile yapılmıyor. Şimdilik bu tartışma bitmiş değildir, ekonomi politik yazılara boykot çağrısı yapan, yine solun insanlarıdır. Ya birbirlerinden habersizler ya da bunda bir beis görmüyorlar.

Yazılarımızın okunmaması yönünde boykot çağrısı yapabilirler ve yapıyorlar da, biz CHP’li değiliz. CHP’li olanlar, yan yana dizildi. Bu durum evladır. Ülke halklarının hiçbir gelenek ve kültürüyle bağı bulunmayan müzik grubu Muse ve türevlerinin konserlerini erteleyip ülkemize gelmemeleri için “Boykot amacına ulaştı!” diye zafer çığlıkları atanlar, sözde solun gazeteleridir (Evrensel, Birgün, Sendika, Cumhuriyet...). Öyle bir aşamadan geçiyoruz ki yazımızın bu cümlesinden sonra ya da önce fark etmeksizin “Eee, İştiraki, ne zaman İslam'a yanlıyoruz” gibi saldırılar başlar, bu da evladır. Gerçek yüzünüz İslam karşıtlığı mı? Değil. Solun karşıtlığı artık bütünlükleredir. Bizi biz yapan tüm değerleredir, o yüzden acılar çeken Kürtler değil, acı çeken marjinal Kürt vardır. Onun hikâyesi, siyasetin merkezine konulup oradan toplum karşıtlığı yapılmalıdır. O yüzden TİP'li kadınlar Alibeyköy Cemevi’nin duvarına “Jin, Jiyan, Azadi” yazıyor. O duvarın çevirdiği alanda ve ötesinde Alevi halkın kadın-erkek yan yana cem eylediği gerçeğine savaş açılıyor. O yüzden Kerbela’daki kadınla erkeğin cemi ve kıyamı unutturulmak isteniyor. Kadın erkekten koparıldıkça özgürleşecek sanılıyor. Kerbela’dan Anadolu halklarının kendi cesaretiyle bölgelerinde başlattığı Kurtuluş Savaşı’na kadar kadınla erkeğin işgal kuvvetleri karşısındaki duruşu bozulmak isteniyor. Bu nedenle cami değil, cemevi duvarı seçilmesi son derece önemlidir. Söz konusu İslam değildir, Kürt de değildir, Alevi de değildir, Türk de değildir. Söz konusu Muse grubunun yaydığı kültür aracılığıyla Batı emperyalizmiyle kucaklaşmaktır.

Nerede bir bütünlük varsa sol oraya saldırmalıdır ki AB-TÜSİAD sermayesine kitleleri hazırlamalıdır. Bizleri boykot listesine alan solun derdi, dağılmakta olan tabanını konsolide etmektir. Birbirini tanımayan bireyler topluluğu üzerinden siyaset örenler kaygıya kapılıyorsa biz doğru yerde duruyoruz demektir.

Muse grubu bir semboldür. O neyin sembolüyse biz ona karşıyız. Evrensel’in yaptığı işçi sınıfı gazeteciliğiyse sınıflar mücadelesi burjuvazinin lehine işliyor demektir. Öyle ki İmamoğlu’nun boykot çağrısında değindiği sermayeye ve onun medyasına yönelik tarafını seçme ifadesini bu gazetenin internet sayfasında manşetten vermiştir. Vermek zorundadır çünkü Maltepe Mitingi’ne gittikten sonra “Başarabiliriz” manşeti atanlardan başka bir şey beklenemez.

Evet, tüm sağın ve solun CHP türevi olduğu su götürmez bir gerçek. O “yürü” derse yürünür, o “dur” derse durulur, “toplanın” derse toplanılır. Kendini müzisyen yapan sola rağmen CHP vekilliği yapanlar, emekli vekillerin çakarlı araç kullanma “hakkından” yararlanmakta beis görmeyip çocuklarını çakarlı araçlarla gezdirirler. Bir vekil adayı gelir Yorum konserinde boy gösterir, ardından meclise girer, sonra da çözüm süreci onun üzerinden ilerler. Sahneye başka vekil gelir, sonra CHP’den adaylık koşturur. Şimdi bu çizgiyi uyarıyorsak işçi emekçilerin sahnesinin bu tiplere açılmaması gerektiğini söylüyorsak hakaret mi etmiş oluyoruz?

Ekrem maskesi konulu eleştiri bu hatta gelişmişti. Aynı örneği tekrarlıyoruz, on yıl içerisinde Suriye Kürtlerinin mücadelesi ve geleceği IŞİD artıklarının iradesine bağlanmıştır. Sol da bu yürüdüğü bu yol üzerinden CHP ile birlikte halkın AB-TÜSİAD sermayesine bağlanması sürecine ortaklık edecektir. Politik kâhinlik de değil, önyargı da değil. Diyalektik gereği eldeki veriler bu sonuca çıkar, şartlar değişmedikçe. Eski durum yadsınarak ilerleniyor, şimdi bu uyarıyı yapmayalım mı?

Muse ve boykot özelinde düşündüğümüzde daha bizim sinemamızın emek ve sınıf tarihi-mücadelesi açısından köşe taşı filmlerini sol, kitlelere tanıtmıyorsa Muse’dan ve Gülşen’den medet umar hâle gelir. O filmleri de bir yazıda derleyip tanıtmak görevimizdir.

Bugüne kadar özel üniversite öğrencilerine yönelik solun bir çalışması mı var mıdır? Yoktur. Tüm solun tek haber biçimi, çalışanlar üzerinden “Özel üniversitelerde emek sömürüsü var”dan öteye geçememiştir. Bu bağlamda, özel üniversitelerin öğrenciler bazında hangi sınıfı sömürdüğü istatistik verilerle sonraki yazılarımızda açıklanacaktır. O da bizim tarihsel görevimizdir.

İstatistiği esas kılan, canlı tanıklıktır:

“Kardeşim özel bir üniversitede iki yıllık bir bölüm okuyor, yüzde elli burslu. İlk yıl 90, İkinci yıl 140 bin ödeyecek. Hem de ikinci öğretim. Bu parayı çıkarmak ve aileye katkı sağlamak için gündüzleri çalışıyor. Gündüz çalışıyor, akşam okula gidiyor. Şu an tüm hayatı bu. Dışarıda okusa çalışma imkânı olmayacağı gibi daha çok gider oluşacaktı. İstanbul’da birçok özel üniversite öğrencisinin durumu bu. Özeller de firmalarla bağlantılı şekilde iş imkânı sunma reklamıyla öğrenci çekiyor.”

Bu paylaşım, bir önceki yazıda değindiğimiz özel üniversitelerin İstanbul’da çoğalmasına dair paylaştığımız görüş üzerine geldi. İstatistiği canlı kılan 700 bin örnek var. Hangi sol, halkın cebine kimin el attığını ve halkı nasıl sömürdüğünü dile getirip özel üniversite öğrencilerine politika örüyor?

Bizim safımız, “Bunlar bizim olağan hayatımızı boykot sanıyor” diyerek boykot listesine tepki gösteren emekçinin safıdır, onun dertleri bizim derdimizdir. Dertlerini sahiplenme gibi üstenci kibirde değiliz, tam olarak dertlerde ve acılarda ortağız, paydaşız.

İmamoğlu’nun peşinden gidenler, dönüp İstanbul’da en ucuz kiraya bakmadığı sürece kapanma günlerinde emlakçıların dillendirdiği “İstanbul New York gibi olacak” reklamını da anlayamaz. Belediye kentsel dönüşümle yaptığı siteye beş oyuncaklı çocuk parkı ekleyip binaların altına zincir market açtırınca o sitede en ucuz kira 30 bin oluyor. Sol, niye bunu boykot etsin ki?

Halkın evlerine göz dikenler, Halkevleri’nin Sendika haber sitesinin peşinden giderse eylemciye notlar türünde yayınladığı dijital güvenlik rehberine ve wp iletişim hattına varır. Eylemci için dijital güvenlik rehberi, tüm solun CHP belediye binalarını korumak için alanı doldurması demektir. Bunların bütün derdi, bireyin “güvenliğini” sağlamak adı altında halkın bütünlüğünü bozmaktır.

6 yaşında çocuğun başı örtülürse “gericilik” diyenler, 6 yaşındaki çocuğun bedenine tıbbî müdahale yapılıp cinsiyet değiştirmesine “ilericilik” derler. Her ikisine de karşı çıkmayanlar, emperyalizme hizmet eder. “İlerici ve gerici” sınıf dinamikleriyle belirlenir. Solun bu çürümüş tarihsel görevlerine çomak sokmaya devam edeceğiz.

S. Adalı
5 Nisan 2025

0 Yorum: