DİSK’in bu yıl 1 Mayıs kutlamaları için Kadıköy kararını açıklamasının ardından Taksim tartışmaları bir kez daha kendini gösteriyor.
Kimi kurumlar Taksim ısrarını
sürdürürken, kimileri ise tartışmayı yeni keşfetmişçesine, Kadıköy’de 1 Mayıs
kutlamanın meşru taraflarını arama telaşına düşmüş durumda. Bu defa öncekilere
kıyasla dikkat çeken ise kitle örgütlerinin ve partilerin DİSK’in kararını
sessizlikle karşılamalarıdır. Artık kitlelerin iknası bile sol için can yakıcı
bir mesele değildir.
Tüm
bu sessizliğin aksine öğrenci hareketinin Taksim ısrarı ve DİSK’in önünde
gerçekleştirdikleri eylem umut vericidir.
Biz,
mücadeleci sendikaların, öğrencilerin ve kitle örgütlerinin her yıl kavgasını
verdiği Taksim Meydanı’nın yalnızca bir mekândan ibaret olmadığını biliyor ve
tüm mirasıyla birlikte güncel politik önemini hatırlatmayı kendimize borç
biliyoruz.
Tarihsel
Süreç ve Taksim
On
sekizinci yüzyılda Avrupa yakasına gelen suyu kentin üç kısmına dağıtmak için
yapılan Taksim Maksemi, 1928’de Taksim Anıtı’nın açılmasıyla yeni cumhuriyet
rejiminin en güçlü temsiliyet alanlarından birine dönüştü. Bu meydan ve
çevresinde gelişen semt, âdeta genç cumhuriyetin şehir yapılanmasının simgesi
olmuştu. Bugün bildiğimiz anlamıyla Taksim Meydanı genç cumhuriyetin eseriydi.
Taksim
Meydanı, genç cumhuriyetin şehir planlamasının temsil alanı olmasının yanında,
tarih boyunca rant kavgasının görünür olduğu ancak meydanının geleceğine bakıp
ellerini ovuşturanların bir türlü başarılı olamadığı bir temsiliyeti de
taşımaktadır. Maliye Nazırı Cavid Bey’in 156 bin metrekarelik Taksim Kışlası
alanını “alışveriş merkezi ve lüks
konutlar” yapma şartıyla
yabancılara satmaya çalışmasından,
2013’te AKP’nin Gezi Parkı Projesi’ne kadar “başarısız” ticarileştirme
politikalarının simgesidir. Bu açıdan Taksim Meydanı, liberal ekonominin ve
piyasa egemenliğinin reddedildiği bir alandır.
Elbette
ki bizler için Taksim’in tarihsel önemi bununla sınırlı değildir. 6. Filo
eylemlerinin en görünür mekânlarından biri Taksim Meydanı’ydı. Vedat
Demircioğlu’nun kaldığı yurtta polis tarafından öldürülmesi sonrası öğrenciler
Taksim Meydanı’na yürüdüler. 1969 yılında ise 6. Filo’nun Türkiye ziyaretini
protesto amacıyla Taksim Meydanı’na Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi
Yürüyüşü düzenlendi. 30 bin kişinin katıldığı yürüyüşe faşistler saldırdı.
Tarihe Kanlı Pazar olarak geçen olaylarda iki kişi öldü, onlarca insan
yaralandı. Böylelikle Taksim Meydanı solun kavga alanı olarak simgeleşmeye
başladı.
50
Yıl Sonra 1 Mayıs!
71
Muhtırası sonrası tekrar güç kazanan işçi sınıfı hareketi ve devrimci güçler,
50 yıldır engellenen 1 Mayıs kutlamalarını 76 yılında Taksim’de gerçekleştirdi.
İşçiler, köylüler, öğrenciler, kadınlar; yüzbinler Taksim Meydanı’nda tüm
renkleriyle boy gösterdi. Bu, yalnızca sıradan bir işçi bayramı kutlaması
değildi. Halk için şenlik havasında güven tazeleyen bir tören olduğu gibi
sermayeye karşı amansız bir güç gösterisiydi. Aynı zamanda Taksim’i, 50 yıl
sonra 1 Mayıs’ın kutlandığı alan olarak simgeleştiriyordu.
Sermaye
Güçlerinin İntikamı: Kanlı 1 Mayıs
77
1 Mayıs’ında Taksim’de yine yüzbinler boy gösteriyordu. Bir yanda ellerinde
baltalarıyla maden işçileri diğer yanda şalvarlarıyla köylüler. Devasa DEV-GENÇ
pankartının arkasına dizilmiş üniversiteliler, önlükleriyle yürüyen doktorlar,
sendika mücadelesi veren sinema emekçileri, en az patron çocukları kadar
sevimli işçi çocukları… İşçi türküleri, faşizme karşı mücadele sloganları
alanın coşkusuna coşku katıyordu. Taksim, artık işçi sınıfının simgesel mekânıydı.
Alandaki
tüm coşku ve neşe bir anda patlayan silah sesleriyle çığlıklara dönüştü. Otel
üzerinden işçilerin tepesine kurşunlar yağıyordu. Silah seslerinin ardından
panzerler alana girdi, ses bombaları peşi sıra patlamaya başladı. DİSK’in
verilerine göre 34 kişi alanda katledildi. Taksim akıllara öyle bir kazınmıştı
ki meydan, artık sadece simgesel bir mekân değil bir savaş alanıydı. Sermaye ve
emek güçlerinin karşı karşıya geldiği bir cenk yeriydi.
Devlet
olan bitenin sorumluluğunu üzerinden atabilmek için “sol içi çatışma” gibi
yalanların arkasına sığındı ancak ateş otelden direkt işçilerin üzerine
açılmıştı. Bu saldırı, sermaye güçlerinin işçi sınıfına bir had bildirme
girişimiydi, sökmedi.
Bir
sonraki 1 Mayıs’ta, 78 yılında yüzbinlerce işçi yine Taksim Meydanı’na aktı.
İşçi sınıfının kararlı tutumu ve yükselen devrimci hareket karşısında sermaye
güçleri bir yıl sonra 1979 yılında sıkıyönetimle birlikte sokağa çıkma yasağı
ilan etti.
1980’de
de Taksim’de kutlamaya izin verilmedi. Dönemin parlamentarist sol kanadını
temsil eden TİP dahi Behice Boran öncülüğünde Taksim’in yolunu tutarken DİSK, 1
Mayıs kutlamasını Mersin’de yapma kararı aldı. Bu karara bütün üye sendikalar
katıldı.
12
Eylül öncesi 77 Katliamı, devrimci güçlerin Taksim inadında bir eşiktir. 77
Katliamı’ndan sonra Taksim Meydanı, Türkiye Devrimci Hareketi için simgesel bir
anlam taşımaya başladı. Taksim işçi sınıfının alanıydı ve öyle kalmalıydı.
Taksim’de düşenler olmuştu, anılarını yaşatmak kalanlara mirastı. Bu miras,
yalnızca duygusal, manevi bir miras değildi. Tersine toplumların tarihini
oluşturan sınıf savaşımının en somut hâliydi. İşçi sınıfının sermaye güçlerine
karşı verdiği savaşın somut simgesiydi artık Taksim. İşçi sınıfının mevziiydi
ve mevzi kaybedilemezdi.
Taksim’de
Israr
12
Eylül sonrası ayağa kalkan devrimci güçler de aynı ısrarı sürdürdü. 89 yılında
Taksim’e çıkmak isteyen gruba ateş açan polis, 17 yaşındaki tekstil işçisi
Mehmet Akif Dalcı’yı öldürdü. Devrimci Sol, 8 aylık takip sonrası Dalcı’nın
intikamını aldı.
2010’a
kadar 1 Mayıslar, bazı istisnalar haricinde, Taksim ısrarında bulunanların
çatışmalarıyla, devletin gösterdiği alana doluşanların görüntülerine sahne
oldu.
2010
yılında 1 Mayıs, 32 yıl sonra yeniden Taksim’de kutlandı. 2007 yılında DİSK’in
Taksim kararından sonra işçiler yine Taksim’deydi. Hem de bu defa tazyikli su, cop
ve biber gazı yoktu. Yüzbinler alanda 1 Mayıs’ı kutladı. Solun bir kısmı bu
kazanımı fazlasıyla yüceltti, Taksim’deki kalabalıktan öylesine mest oldu ki
kör olmuş gibi yeni bir siyasal hattın imkânını tartışmaya başladı.
AKP’nin
politikalarını solda meşru kılma soytarılığını üstlenen liberal sol ise Murat
Belge öncülüğünde Taksim’in bir kazanım olmadığını AKP’nin bir lütufta
bulunduğunu zırvalamaya başladı.
2010,
2011 ve 2012’de Taksim’i dolduran yüzbinlerin elbet siyasi bir karşılığı vardı.
Burada önemli nokta, kirli siciliyle DİSK’in tutumuydu. DİSK ve ona bağlı
birçok sendikanın 2007’deki Taksim ısrarı, öncü misyonunda değil, tersine, her
1 Mayıs’ta Taksim’in arka sokaklarını savaş alanına çeviren devrimci güçlerin
iradesinde yatıyordu.
2013
yılında Taksim’in 1 Mayıs’a kapatılmasından tam bir ay sonra Gezi Direnişi ile
birlikte Taksim Meydanı yeni bir anlam kazandı. Parkın yıkılmasına izin
vermeyen yüzbinlerce insan, Taksim’e akın etti ve aylarca süren eylem zinciri
baş gösterdi. Direniş, Taksim’in fiziki sınırlarını aşarak tüm ülkeye yayıldı.
Eylemlerde “her yer Taksim her yer direniş” sloganı bir kez daha zihinlere
kazındı. Mücadelenin merkezi yine Taksim’di!
Gezi
Direnişi, Taksim’i yeniden bir mücadele alanına çevirirken var olan mirası da
hatırlatıcı bir işlev gördü. Taksim, ilerleyen yıllarda birçok devrimci örgütün
1 Mayıs hedefi oldu. Şüphesiz bu Gezi Direnişi’nin yarattığı rüzgârla doğrudan
bağlantılıydı ancak yine bu rüzgârla sınırlıydı.
Taksim’in
2013’te kapatılmasının ardından Gezi eylemlerinin de sönümleniyor oluşu DİSK’in
pasif tutuma çekilmesiyle sonuçlandı. Devlet nereyi gösterdiyse DİSK oraya
koştu.
2024
yılında DİSK’in “hedef Taksim” diyerek Saraçhane’de çevirdiği tiyatro ise eline
tuz alıp koşan sol kurumlara aylarca tutukluluk getirirken, DİSK’in rezalet
tutumunu bir kez daha gözler önüne serdi. DİSK, 15 dakikalık konuşma ardından,
CHP ile birlikte alanı terk etti.
Bahar
Direnişleri ve Taksim İnadı
İmamoğlu’na
yönelik operasyonla başlayan son protesto dalgası da bizlere Taksim’in devletin
ve halkın hafızasındaki yerini bir kez daha gösterdi. 19 Mart günü sabah saat
altı sularında İmamoğlu gözaltına alınırken devlet, hesabını yapmış olacak ki
üç saat sonra Taksim metrosunu kapattı. Aynı akşam Saraçhane’ye toplanan
kalabalık, Taksim sloganları atarak Taksim’e yürümek istedi. Bozdoğan Kemeri
önüne gelen kitle, yaklaşık yedi gün boyunca polisle çatıştı. Bozdoğan Kemeri
bile Taksim’i anımsatan bir simgeye dönüştü. CHP, yedi gün sonunda çatışmaların
yaşandığı mitingleri bitirdiğini duyurdu. Sonraki mitingleri ise farklı
bölgelerde organize ederek, Taksim inadını taşıyan gençlerin polisle
çatışmasını engelledi.
DİSK’in
Uzlaşmacılığı ve Taksim
Neoliberalizmin
saldırıları ve sendika bürokrasisinin uzlaşmacılığı, DİSK’i işçi sınıfı
mücadelesinin hayati parçası olmaktan uzaklaştırdı, reformist çizgisi
derinleşti. Geriye “devrimci” sıfatıyla kitleleri düzen muhalefetinin sınırları
çerçevesine iten bir sendikal anlayış kaldı.
Oysa
TDH’nin ana hatlarının belirginleştiği; işçi sınıfının sarı sendika bürokrasini
aşarak DİSK’in çatısı altında toplandığı, gençlik hareketinin reformist resmi
sol partileri aşarak yeni bir devrimci gelenek yarattığı 70’lerin ilk yarısını
da kapsayan devrimci kopuş süreci, DİSK’in bugün içinde bulunduğu sendikal
yaklaşımın tam tersini ifade ediyordu. Bu açıdan DİSK’in güncel sendikal
yaklaşımı, tarihsel kuruluş kodlarını çiğnediği hatta tükürdüğü anlamına gelir.
1
Mayıs kararı, bu çürümenin en görünür temsilidir. Bu açıdan DİSK’in teslim
olduğu uzlaşmacı tavırla, CHP’nin gençliğin eylem çizgisini düzen içi
sınırlarda tutma gayreti aynı madalyonun farklı yüzleridir.
Devrimci
kurumlar güç kaybettikçe ve konfederasyon içerisinde köşe kapma yarışını
derinleştikçe DİSK üzerinde baskı kurma eğilimi de ortadan kalktı. Bu da
kurumların DİSK’in sınırları dışında bağımsız politika üretemediği tabloyu
doğurdu.
Diğer
yandan, faşizmin baskısı derinleştikçe “Taksim inadı”, “Taksim iradesi” gibi
iddialı sloganlar yerini “maceracılık” tanımlarına, “romantizm” analizlerine
bıraktı. Teoriler aksi yönde yazılmaya başlandı. Taksim inadını taşıyanlar “maceracı”,
“küçük burjuva radikali” ya da “kendini kitleden soyutlayan sekter kabadayılar”
diye fişlendi. Devletin gösterdiği alana koşanlar ise kitleyi terk etmeyen,
kitlenin reflekslerini ve içinde bulunduğu aşamayı doğru tahlil eden, sınıfın
öncü örgütleri sayıldı. 8 Mart’ta, Onur Yürüyüşü’nde Taksim’e çıkmak için
Beyoğlu’nun yolunu tutanlar, polisin işkencesinden, şiddetinden çekinmeyenler
mesele 1 Mayıs olduğunda, birden kitlelerin hassasiyetlerini hatırladı, gözaltı
ve şiddet masalları yazılmaya başlandı.
Gezi’nin
yıldönümünde 150 kişiyle polis barikatının önüne dizilip 30 kadar gözaltı
verenler, mesele 1 Mayıs olduğunda devlete “neden 1 Mayıs’ta Kartal Meydanı’nı
bize vermediniz?” diye sitem ediyor, günün sonunda Kadıköy’e razı geliyor.
Sözde
kitlenin hassasiyetlerini düşünülüyor, yeni üyeler gözaltı ve tutuklama
tehdidinden uzak tutuluyor. Kimsenin aklına gelmeyen bu müthiş stratejik
hamlenin ne kadar işe yaradığını test etmek zor değil. 2013’ten bu yana
devletin tesis ettiği alana koşar adım giden sol kurumların bu gibi hamlelerle
ne kadar kitleselleştiği ortadadır. Bu “stratejik” hamle, polis şiddetinden
korunmayı hedeflediğini söylerken, faşizmin mekân yasağını meşrulaştırıyor.
Başka
bir deyişle, DİSK’in uzlaşmacı sendikal anlayışına türlü çıkarlar ekseninde
ortak olan sol, DİSK’in aldığı kararların sözcülüğünü yapan, devletin tesis
ettiği alanlar için teorisyenliğe soyunan, kitle nezdinde rıza üreten aparat
görevini layığıyla yerine getiriyor.
Taksim
Romantizmi Değil, Yaşayan Bir Mücadele Alanını Temsil Eder!
Taksim
ısrarına yönelik alışılagelmiş “romantizm, mekân fetişizmi, sekterlik” gibi
kılın kırk yarılarak yapılan suyu çıkmış zorlama eleştiriler bu yıl da Taksim’i
terk edenlerin sığınağı olmuş durumda.
Taksim
ısrarına yönelik eleştirilerde genellikle gerçekliğin idealize edilerek
sahiplenilmesi, güncel koşulların dikkate alınmaması ve Taksim’e olağandışı
anlamlar yükleyerek ona duygusal veya sembolik bir güç atfedilmesi gibi
romantik eğilimlere dikkat çekilmektedir. Bu anlayışa göre Taksim’e çoktan
kefen giydirilmiş, tabuta yatırılmıştır. Taksim Meydanı, ısrar edilmesi gereken
bir alan olmaktan çıkmış, önemini yitirmiştir. Taksim’i savunmak, Taksim’de
ısrarcı olmak, sekter eğilimlerden kaynaklanan, gereksiz bir romantizmdir.
Peki
geçen yıl böyle değil miydi? Ne hikmetse yitirilen bu önem, DİSK ve CHP’nin
Saraçhane çağrısıyla bir anda tekrar hatırlanmaktadır. 2024 yılında DİSK ve
CHP’nin çağrısıyla Saraçhane’de toplanan sol kurumlar, polis şiddetiyle karşı
karşıya kaldı, operasyonlar gerçekleştirildi ve gözaltına alınanlar aylar süren
tutuklamalara maruz kaldı. Kitlenin hassasiyetlerini düşünen sol, Saraçhane’ye
DİSK ve CHP’nin çağrısıyla toplandığı için romantizm eleştirileri yerine Taksim
methiyeleri dizip, polis barikatlarını tekmeleyen militanlarının en güzel
fotoğraflarını paylaşma telaşına düştü.
Bu
tutum, güncelin analizi, kitle hassasiyetlerinin önemsenmesi ya da kurulan
derin stratejiler midir? Yoksa düzen muhalefeti ve sendikal bürokrasinin
bahçesine bakıp yapılan parsel hesapları mıdır?
Taksim
Meydanı, çelişkili tutumlara yaslanılarak, iddia edildiği gibi, zamanı geçmiş,
önemi ortadan kalkmış herhangi bir arsa değildir. Taksim Meydanı, yaşayan ve hâlâ
sermaye sınıfı için tehdit unsuru olarak işçi sınıfına yasak edilen, canlı bir
alandır. Peki neden?
Taksim’i,
omuzladığı tarihsel yükle birlikte düşünmek ve günümüzdeki önemini açığa
çıkarmak, Taksim ısrarını anlamak için asli zorunluluğumuzdur. Neden en küçük
bir olayda, en küçük bir ayaklanmada adım atılması ilk yasaklanan yer Taksim
Meydanı’dır? Neden her eylemde kitlelerin kendiliğinden attığı slogan “Her yer
Taksim her yer direniş”tir?
Mücadele
dönemleri ve isyan dalgası, mekânı tarihsel
zamanın askıya alındığı bir
alana dönüştürür. Bu süreçte
bireyler, gündelik yaşamın rutin
mekânlarını devrimci birer sembole çevirir.[1]
Taksim
Meydanı ve 1 Mayıs kutlamaları arasındaki ilişki, bir isyan anı ile devrim
sürecinin kesiştiği yerdir. Bu kesişim, meydanın zamansızlığı ile mücadelelerin
sürekliliğini bir araya getirerek, onu yalnızca İstanbul’un merkezindeki bir
meydan olmaktan çıkarıp, toplumsal hafızasının vazgeçilmez bir unsuruna
dönüştürür.
Taksim
Meydanı, Türkiye işçi sınıfı hareketinin yaşayan fiziksel ve sembolik
sahnesidir. İşçi sınıfı ve toplumsal hareketler için bu tarih, yalnızca
geçmişin bir kaydı değil, aynı zamanda gelecekteki mücadeleler için bir
referans noktasıdır. Bu referans noktası, her toplumsal ayaklanmada kendini
göstermektedir.
Meydanın
bugünkü “yasaklı” durumu, siyasal iktidarın işçi sınıfı üzerindeki egemenliğine
ve 1 Mayıs’a yönelik politikalarını da gözler önüne serer. Meydanın fiziksel
olarak kapatılması ve alternatif alanların önerilmesi, Taksim’i bir iktidar
alanına dönüştürmektedir. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama isteği, yalnızca bir
tarihsel anıya bağlılık değil, aynı zamanda bir mevzi savaşıdır. Özgürlük, hak
ve mücadele taleplerinin canlı tutulması ihtiyacıdır.
Taksim
inadı, devletin işçi sınıfının mekân kullanımına getirdiği yasaklara karşı
eyleme geçmenin en canlı, en güncel biçimidir. Bu, işçi sınıfının çalışma
alanlarından, yaşam alanlarına kadar var olan bir mücadele hattının en görünür
ve sembolik hâlidir. İşçi sınıfının birlik ve dayanışma ruhunu hedef alan
ideolojik bir saldırıya karşı pratik olarak cephe olmaktır. Bu sebeple, en
kitlesel biçimde savunulmalıdır.
İşçi
sınıfının mücadelesi, sadece kaç kişiyle yürüdüğüyle değil, aynı zamanda nerede
yürüdüğüyle, hangi sembollere sahip çıktığıyla ve sermayenin dayatmalarına
hangi biçimlerde direndiğiyle de şekillenir ve gördüğü saldırılara karşı daha
ileri cevaplar üretebilecek alanları kendine açar.
Asıl
romantizm ve mekân fetişizmi ise Kadıköy semalarından Taksim’in 1 Mayıs alanı
olduğunu söyleme gafletidir. Bu tutum, Taksim’i çoktan öldürüp tabuta koymuş ve
gömmüştür. Mezarının başına bile gitmeden dua temennileri salıvermektedir. 1
Mayıs’ta Kadıköy’de izleyeceğimiz kalabalık toplantı, İşçi Bayramı kutlaması
değil, düzen muhalefetinin sofrasında lokma hesapları yapan sendika
bürokrasisinin Taksim Meydanı için düzenlediği cenaze törenidir.
Sonuç
Yerine
Halk
TV spikerinden bile fırça yiyen Arzu Çerkezoğlu gibi kokuşmuş sendika
ağalarının, üniversitelilerin DİSK’in kapısına bıraktığı “bu sendika sarı
sendika” pankartlarını okuyup yüzünün kızarmadığı çok iyi biliyoruz.
DİSK
ve DİSK şemsiyesi altındaki kurumların Taksim’i terk ediş kararı, CHP’nin
Saraçhane’de yıkmaya çalıştığı mekânsızlık algısını derinleştirmekte ve
mücadeleyi sınıflar düzleminden kopararak, düzen muhalefetinin prangasına
sıkıştırmaktadır. Sol bloğu, CHP’nin gerekli gördüğü zaman başvurduğu sokak
gücü hâline dönüştürmektedir.
DİSK’in
Kadıköy kararı, yalnızca mekânsal bir terk ediş değildir. Sola biçilen CHP
gömleğini kabul etmektir. Aynı zamanda, henüz üniversite kampüslerinde
boykotlar devam ediyorken, henüz eylemler sıcaklığını koruyor ve kitleler
sokağa olan önyargısını kırmaya başlamışken barikatları yıkan binlerce gencin
iradesine fiili saldırıdır.
Kemal Hakkı İhsan
27 Nisan 2025
Kaynak
Dipnot:
[1] Furio Jesi, Spartacus: The Symbology of Revolt, Çev. Alberto Toscano,
Seagull Books, 2014, s. 44-66. Türkçesi: Textum.
0 Yorum:
Yorum Gönder