Paula Schmitt
17 Mayıs 2014
FHKC
adına uçak kaçırma eylemine iştirak etmiş olan Leyla Halid’le isminin
ünlenmesini sağlayan eylemleri, direnişin mevcut hâlini, kadın hareketini ve
Filistin toplumunda dini baskıyı konuşuyoruz. Ayrıca Leyla Halid, FHKC saflarında
yaşanan ihanetleri, uzun süre halının altına süpürülmüş olan suikastları
anlatıyor.
Leyla
Halid, o iki uçağın kaçırıldığı, onlarca yolcunun rehin alındığı eylem
gerçekleştirildiğinde 28 yaşındaydı. Resmi haber dergilerinin kapaklarına
yansıdı, öğrenci yurtlarının duvarlarını süsledi. Popüler bir isim hâline gelen
Halid, TV’de ve sinemada birçok karaktere ilham kaynağı oldu.
Kayınbiraderinin
ölümünü takip eden günlerdi. Kuzenini toprağa vereli bir gün olmuştu. Yetmiş
yaşındaki Leyla, yemek malzemelerini alıp bir kabın içine koydu. Dikkatle
karıştırdıktan sonra hepsini sıcağa dayanıklı, plastik bir poşetin içine döktü,
sosunu da ekledikten sonra yemeği 250 santigrat sıcaklığa ayarlanmış fırına
koydu. Pişen tavuğun kokusu Amman’daki evinin her köşesini kapladı. Silahlı
mücadele, terörizm ve politikayla ilgili söyleşimizi böylesi bir ortamda
gerçekleştirdik.
Leyla
Halid, Amman’daki evinde. Koltuğun üzerindeki Mlabbas’ın kendisi için özel
hazırladığı tişört duruyor. Tişörtün üzerinde elinde Kalaşnikof tuttuğu o ünlü
resim var. (Foto: Paula Schmitt)
Leyla,
yaptığı tercihler konusunda zerre pişmanlık duymuyor. Yaptığı her şeyi haklı ve
meşru buluyor. Ne yaptıysa görevini ifa etmek için yaptığını düşünüyor. Sık sık
Che Guevara’nın sözlerini alıntılasa da onun eylemlerini rasyonalize etmek için
bir gerillaya hiç ihtiyacı yok. Gandi, “Korkaklık ve şiddetten gayrı bir
seçeneğimiz yoksa eğer, ben şiddeti seçmenizi tavsiye ederim” diyor. Leyla,
mültecinin aşağılanan, küçük görülen bir varlık olduğunu söylüyor. Bir mülteci
olarak, ekmek karnesini cebine koyup dağıtılan battaniyeden bir tane almakla
Kalaşnikof’a sarılma seçenekleri ile yüzleştiğinde, ikinci seçeneği seçiyor.
Halid’e
göre, “uçak kaçırma eylemleri taktiksel eylemlerdi. Kısa süreliğine dünyanın
duyacağı o çanı çalmak ve insanların ‘bunu neden yapıyorlar?’ sorusunu
sormalarını sağlamak içindi.” Görebildiğimiz kadarıyla eylemler işe yaramış.
Leyla’nın kaçırdığı ilk uçağın hostesi kameraya şunu söylüyor: “Filistinlilerin
bir ülkelerinin olmaması utanç verici.” FHKC, bugün bu uçak kaçırma eylemlerine
karşı. 1976’da bu eylem türü yasaklanmış, hatta bu sebeple Vedii Haddad
Cephe’den kovulmuş.
Otobiyografisinde
Leyla, rehineler arasında bulunan yaşlı bir kadının korkudan altına kaçırdığını
söylüyor. Lina Makbul’ün yönetmenliğini yaptığı, birçok ödül almış olan “Leyla
Halid: Uçak Korsanı” isimli belgesel, Leyla’nın eylemlerinin kendi halkı için
iyi mi kötü mü olduğunu sorguluyor. Leyla, yönetmenin kendisine “bu eylem
mücadelenize leke sürmüş” dediğini aktarıyor. Bu söz karşısında rahatsız
olmuyor ama şaşırıyor. Kitabında Leyla Suriyeli bir albayın şu sözünü de
paylaşıyor: “Bu eylem fedailerin yapacağı türden bir eylem değil. Bu terörizm.”
Ama
kendisi bana yaptıkları eylemin “terörizm olmadığını” söylüyor: “Ben zulüm
gördüm, işgalin çilesini çekiyorum. Biz, bir halk olarak her türden araçla
direnme hakkına sahibiz.” Bunu dedikten sonra bir kez daha eylemlerde kimsenin
ölmediği gerçeğini anımsatıyor.
Peki
ya o uçakta biri korkudan kalp krizi geçirip ölseydi?
“Bu
duruma çok üzülür, ailesinden özür dilerdim. Eylem esnasında panik yaşandı ama
ben insanları rahatlatmaya çalıştım. Sonuçta o insanlar gidip basınla
görüştüler, hiçbiri de kalp krizi geçirmedi.”
Ama
biri altına kaçırmış.
“Evet ama biz, kimseye özellikle yolculara zarar vermememiz konusunda talimat almıştık. Onlarla bir işimiz yoktu. Bizim amacımız tutsakları, özellikle kadınları İsrail hapishanelerinden kurtarmaktı. Hepsi de müebbet hapse çarptırılmışlardı. Bir amacımız da hapishanedeki kardeşlerimize ve yoldaşlarımıza yalnız olmadıklarını, arkalarında olduğumuzu, bizim özgürlük savaşçısı olduğumuzu göstermekti.
Tutuklandıklarında bu eylem diğer özgürlük
savaşçılarına daha fazla güç verecekti. Böylelikle savcılarının karşısına
dikilecek, bir gün yoldaşlarının kendilerini özgürleştireceklerini
bileceklerdi.”
Bu
noktada kendisine mağdurun başkalarını mağdur eden birine dönüşüp dönüşmediğini
soruyorum. Şu cevabı veriyor:
“Evet.
Tıpkı İsrailliler gibi.”
Beytüllahim’deki kontrol noktasında şablonla hazırlanmış, Yanında Leyla Halid resmi eklenmiş yazılama. (Foto: Katsumi3/CC)
“Şiddet
direnişte hâkim eğilimdir”
Leyla,
1944 yılında Hayfa’da doğmuş, 13 Nisan 1948 günü, henüz dört günlükken şehri
terk etmek zorunda kalmış. 9 Nisan, Filistinlilerin Deyr Yasin Katliamı’nın
yasını tuttuğu gün. Bu yüzden Leyla, doğum gününü hiç kutlamamış.
Leyla,
Filistin için o eski toprağa ve ülkeye bağlılık duygusu adına dövüşmüyor.
Anne-babası Filistinli bile değil, Lübnanlı. Onu harekete geçiren ana duygu,
adalete duyduğu sevda. Tıpkı Gassân Kenefâni gibi Leyla Halid de çocukken
belirli bir noktada içinde yaşadığı durumu idrak etmiş. Oğluna yazdığı o güzel
mektubunda Kenefâni, içinde yaşadığı durumu, on yaşındayken ailesindeki
erkeklerin mülteci olmak için silahlarından vazgeçmek zorunda kaldıkları an
yaşadıkları, o kaçmanın verdiği utanç sonrası idrak ettiğini söylüyor.
Kenefâni,
devamında şunları aktarıyor: “Erkeklerin büyüdüğüne kimse inanmasın. Hayır,
erkek dediğin şey bir anda doğuyor. Bir söz bir anda yüreğine nüfuz edip onun
çarpmasını sağlıyor. Tek bir sahne bile onu çocukluğunun ağaç evinden taşlı
yollara savurabiliyor.”
“Halkım
Yaşayacak” isimli biyografisinde Leyla da benzer bir deneyim yaşadığını
aktarıyor. Lübnan’a vardıklarında evlerinin yakınlarındaki bir bahçeden
portakal toplamaya gittiğinde onların kendi portakalı olduğunu düşünmüş.
Annesi
“aşkım o meyveler bizim değil. Hayfa’da değiliz, başka bir ülkedeyiz” demiş.
Gözyaşlarını silmek ve utancından gidip bir yerlere saklanmak için eve doğru
koşmuş. O an annesi anne sertliğiyle şunu söylemiş: “Sana ait olmayan
portakalları yemen yasak, bunu biliyorsun.” Leyla, annesinin sözünü dinleyen
çocuk hâliyle başını sallamış. Annesinin sözü sonrasında kafasının içinde
yankılanıp durmuş. Dediğine göre, ilk kez o an sürgünün kendilerine dayattığı
zulmü ve adaletsizliği sorgulamaya başlamış.
Ayrıca
Kenefâni de Leyla gibi silahları teslim etme fikrine karşı çıktı. Hiç tanışmadığı
bir adamın öncülük ettiği başka bir uçak kaçırma eylemine yardım etti. Dediğine
göre bu kişi FHKC üyesi bile değildi. Londra’da Ealing karakolunda tutulurken birinin
kendisinin serbest bırakılmasını istediğini öğrendi. Leyla’nın aktardığına göre,
bu Hristiyan Filistinli uçağı tek başına kaçırdığını söylemiş. Kendisine ismini
sordum. “Mervan. Soyadını bilmiyorum. Uçağı o kaçırmıştı.”
“Silahı
yoktu. Uçak mürettebatını kandırmıştı. Altına mayo giymiş, lastiğini çekip ‘bu
patlayıcı yerleştirilmiş bir kemer’ demiş. O dönemde uçaklar kaçırıldığı için
kimse itiraz etmemiş, adama şüpheyle yaklaşmamış. Mürettebata ‘Amman’daki
Dawson Havalimanı’na gitmek istiyorum’ demiş. Uçağa FHKC’li birinin gelmesini
istemiş. Gassân Kenefâni aranmış. Kenefâni, Amman’ı arayarak eylemi
gerçekleştiren insanlar için başka bir uçağın ayarlanacağını söylemiş. İnsanlar
ona inanmamış. Vedii Haddad, uçak kaçırma planının kendilerine ait olmadığını
söylemiş. Londra Emniyet Müdürlüğü’nde üst düzey görevde bulunan Bay Frew, uçak
kaçırıldığını söyleyince çok şaşırdım. İngilizler beni uçakları kaçırıldığı
için bıraktılar.”
FHKC,
bugün uçak kaçırma eylemlerini kabul edilemez bulsa da Leyla şiddetin meşru bir
silah olduğunu düşünüyor: “Direniş, sadece şiddet yoluyla yürütülmez, ama
direnişte hâkim eğilim şiddettir.”
Direnişin
ana tarzının şiddet olduğunu düşünüyorsun yani?
“Şiddet,
hâkim eğilimdir. Farklı tarzlardan söz edilebilir: politik direniş, halk
direnişi, sokaklara çıkmak, eylem yapmak, gösteri düzenlemek. Kadınlarımızın elbiselerine
işledikleri nakışlar bile direniştir.”
Leyla Halid Beyrut’ta, 18 Ocak 2009. (Foto: Sebastian Baryli)
BDS
konusunda ne düşünüyorsun?
“BDS,
uluslararası düzlemde epey etkili bir eylem biçimi. Ama BDS halkı da ülkeyi de
özgürleştirmez. BDS, tüm dünyayı kuşatsa bile halk direnmediği sürece bir
değişim yaşanmaz. BDS, bizim mücadeleyi sürdürme irademize, İsrail’i yalnızlaştırma
çabamıza katkıda bulunur. Güçler dengesi değişir. Uluslararası düzlemde çok
daha fazla insanın bizim için kampanyalar örgütlemesi önemlidir, zira bu
kampanyalar, bizim hikâyemizin uluslararası düzlemde işitildiğini ortaya koyar.
İnsanlar, ‘neden BDS kampanyası yürütülüyor?’ diye sorarlar. Ortada artık salt
teorik olmayan bir deneyim var. Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı döneminde BDS
eli silahlı insanlara katkıda bulunmuştu. Ama ellerinde silah olmasaydı, BDS
politik olarak etkide bulunsa da halkı özgürleştiremezdi.”
Savaşın
bu şekilde kazanılabileceğini mi düşünüyorsun?
“Vietnam’da
Amerikalıları yoksul insanlar yendi.”
Ama
o henüz dronların icat edilmediği, farklı bir dünyaydı.
“Neyse
ne! Aslında denklem basit: işgal varsa direniş de vardır. Bu gerçeği kimse
değiştiremez. Bu, basit bir gerçektir. Güneşi değiştiremezsiniz, onun batıdan
doğmasını sağlayamazsınız. Hakikat budur. Zulüm görüyorsanız ona direnirsiniz.”
Direnişi
tercih etmeyen, ama şiddete karşı olan insanları nasıl değerlendiriyorsun?
“Mahmud
Abbas’ı kastediyorsun sanırım. Abbas’ın elde ettiği hiçbir şey yok. Koşullarını
sunuyor ama İsrail, bu koşulları dikkate bile almıyor. O koşulların birini bile
kabul etmiyor. Arafat Oslo’ya gitti, anlaşmayı imzaladı. İsrail ne yaptı? Onu
Mukata’da bir odaya hapsedip öldürdü.”
Bu
aktardığın bilgi kesin mi?
“Şaron
ve Bush, Vaşington’da bir araya gelmişti, hatırlıyor musun? Şaron, Bush’a
Arafat’ı öldürmek istediğini söylüyordu. Bush da ‘o çok yaşlı, öldürmene gerek
kalmayacak’ cevabını vermişti. Şaron da bunun üzerine, ‘belki de tanrının bizim
yardımımıza ihtiyacı var’ demişti.”
Bu
toplantı gerçekleşti. İçerik olarak buna benzer bir diyalog yaşandı. Şaron’un
dostu İsrailli gazeteci Uri Dan, “Ariel Şaron: Samimi Bir Dostun Gözüyle”
isimli kitabında bu toplantıyı aktarıyor:
“14 Nisan 2004’te Şaron,
Mart 2001’de Amerikan başkanına istemeye istemeye verdiği, Arafat’a dokunmayacağına
dair sözü çiğneme imkânına vaadi çiğneme imkânına kavuştu. Şaron, Beyaz Saray’da
ağırlandı. Başkan Bush kendisine Filistin liderinin kaderini tanrının takdirine
bırakmasını tavsiye edince Şaron, yarı şaka yarı ciddi şu cevabı verdi: ‘bazen
kader bir yardım eline ihtiyaç duyar.’ Şaron’a Arafat’ı yok etmesi için gerekli
yeşil ışığı yakmayan Bush kendisinden bu yönde bir söz de almadı.”
Tek
Bir Demokratik Devlet İçin Mücadele
7
Eylül 1970 günü FHKC’nin basın açıklaması yaptığı sırada Ürdün’ün Dawson
Havalimanı’nda duran, eylemcilerce kaçırılmış uçaklar.
Leyla’ya
Hamas’ı soruyorum. İsrail’in düşman bellediği örgüt, dinin kanun hâlini aldığı
bir çatışmada en uygun düşmanmış gibi görünüyor. Bu öyle bir savaş ki çözümsüz
belirsizlikler belirleyici ve kurucu ilkesi, cahile has kibir.
“Hamas,
Filistin’in Müslümanlara ait kutsal bir yer olduğuna inanıyor. Bu, FHKC olarak
bizim görüşlerimizle çelişen bir görüş. Ama şimdi ideolojiyi tartışmanın vakti
değil. Meselemiz kurtuluş. Bugün İsrail’le savaşan herkes siper yoldaşıdır ve
bizdendir.”
Leyla,
Hamas’la Fetih arasında yeni kurulan “stratejik ittifak” onay veriyor. Bunun “iyi
bir adım olduğunu söylüyor. “İttifak, bize zarar veren mevcut ayrışmaya son
verecek bir adım. Bu anlamda bizim her zaman istediğimiz bir şeydi” diyor. Ama
gene de meseleye dikkatle yaklaşmak gerektiği uyarısını yapıyor: “Bu ilk değil.
Daha önce de birçok görüşme yapıldı…” dedikten sonra cümleyi nasıl bitireceğini
bilemeden sözünü kesiyor.
FHKC
kurucusu Corç Habeş Lidda’daki evine geri dönme imkânı bulsa oradaki Yahudileri
çıkartmayacağını, onlarla birlikte yaşamanın zeminini arayacağını söyler. Otobiyografisinde
Leyla da bir Filistinlinin “ülkemizi Araplar, Yahudiler ve tüm özgürlük
sevdalıları için bir cennete dönüştüreceğiz” sözünü aktarır.
Leyla,
herkes için tek bir ülke inşa edilmesini istiyor: “Biz, halkın kendi kaderini
tayin hakkının uygulanmasını, Filistin toprağında kendi bağımsız devletimizi
kurmayı istiyoruz. Biz, ‘iki devletli çözüm’den söz etmiyoruz. Bu, yeni bir
söylem. Ben, iki devletli çözümü kabul etmiyorum. Tarihsel hedefimiz, Filistin’de
demokratik bir devlete sahip olmak.”
Bu
devletin adı Filistin mi olacak?
“Evet.
Belki isim değişebilir, bu sorun değil. Asıl sorun, bu ülkenin geleceğine orada
yaşayan halkın karar vermesi.”
Leyla,
otobiyografisinde Haşımi Krallığı’nı ve Kral Hüseyin’i, Ürdün’ün İsrail’le
kurduğu samimi ilişkiyi sert bir dille eleştiriyor. “Hüseyin, ABD ve İsrail’in
yaptıklarından gayrı bir şey yapamaz.” “Hüseyin, saldırılara kamplardaki su ve
elektriği keserek cevap verdi. Eylül’de de aynı şeyi yaptı, yoksulların
hayatını harap etti.” “Bu Haşimî ailesine mensup despot, Hüseyin denilen
barbar, direnişe saldırdı.” “Aylar boyunca ABD büyükelçiliği, Hüseyin’in bu Filistinlilerin
yol açtığı meseleleri çözmesini isteyip durdu.” “Hüseyin’in ve CIA’deki
danışmanlarının arkasında duran yoz ve çürümüş unsurlar”, “Hüseyin, kendi
halkına mensup insanların kaldığı kampları vahşice bombaladı. Bu saldırıda kendisine
suikast düzenleneceği iddiasının arkasına saklandı.” “Hüseyin’in tahtı için
binden fazla insan kurban edildi.”
Gelgelelim,
bu otobiyografisinin yayımlanmasından otuz yıl sonra konuşurken Halid
cümlelerini daha dikkatli seçiyor. Burada kendisini güvende hissedip
hissetmediğini soruyorum, şu cevabı veriyor: “Belli ölçüde evet, çünkü Ürdün
ile İsrail, Ürdün’ün başka insanların takibi için kullanılmaması konusunda
anlaştı.”
Ürdün
seni suikasta karşı koruyacak mı yani?
“Evet.
Ama bir yandan da benim faaliyet yürütmeme izin vermiyorlar.
0 Yorum:
Yorum Gönder