11 Nisan 2025

, ,

Leyla Halid Söyleşisi

Paula Schmitt

17 Mayıs 2014

 

FHKC adına uçak kaçırma eylemine iştirak etmiş olan Leyla Halid’le isminin ünlenmesini sağlayan eylemleri, direnişin mevcut hâlini, kadın hareketini ve Filistin toplumunda dini baskıyı konuşuyoruz. Ayrıca Leyla Halid, FHKC saflarında yaşanan ihanetleri, uzun süre halının altına süpürülmüş olan suikastları anlatıyor.

Leyla Halid, o iki uçağın kaçırıldığı, onlarca yolcunun rehin alındığı eylem gerçekleştirildiğinde 28 yaşındaydı. Resmi haber dergilerinin kapaklarına yansıdı, öğrenci yurtlarının duvarlarını süsledi. Popüler bir isim hâline gelen Halid, TV’de ve sinemada birçok karaktere ilham kaynağı oldu.

Kayınbiraderinin ölümünü takip eden günlerdi. Kuzenini toprağa vereli bir gün olmuştu. Yetmiş yaşındaki Leyla, yemek malzemelerini alıp bir kabın içine koydu. Dikkatle karıştırdıktan sonra hepsini sıcağa dayanıklı, plastik bir poşetin içine döktü, sosunu da ekledikten sonra yemeği 250 santigrat sıcaklığa ayarlanmış fırına koydu. Pişen tavuğun kokusu Amman’daki evinin her köşesini kapladı. Silahlı mücadele, terörizm ve politikayla ilgili söyleşimizi böylesi bir ortamda gerçekleştirdik.

Leyla Halid, Amman’daki evinde. Koltuğun üzerindeki Mlabbas’ın kendisi için özel hazırladığı tişört duruyor. Tişörtün üzerinde elinde Kalaşnikof tuttuğu o ünlü resim var. (Foto: Paula Schmitt)


Leyla, yaptığı tercihler konusunda zerre pişmanlık duymuyor. Yaptığı her şeyi haklı ve meşru buluyor. Ne yaptıysa görevini ifa etmek için yaptığını düşünüyor. Sık sık Che Guevara’nın sözlerini alıntılasa da onun eylemlerini rasyonalize etmek için bir gerillaya hiç ihtiyacı yok. Gandi, “Korkaklık ve şiddetten gayrı bir seçeneğimiz yoksa eğer, ben şiddeti seçmenizi tavsiye ederim” diyor. Leyla, mültecinin aşağılanan, küçük görülen bir varlık olduğunu söylüyor. Bir mülteci olarak, ekmek karnesini cebine koyup dağıtılan battaniyeden bir tane almakla Kalaşnikof’a sarılma seçenekleri ile yüzleştiğinde, ikinci seçeneği seçiyor.

Halid’e göre, “uçak kaçırma eylemleri taktiksel eylemlerdi. Kısa süreliğine dünyanın duyacağı o çanı çalmak ve insanların ‘bunu neden yapıyorlar?’ sorusunu sormalarını sağlamak içindi.” Görebildiğimiz kadarıyla eylemler işe yaramış. Leyla’nın kaçırdığı ilk uçağın hostesi kameraya şunu söylüyor: “Filistinlilerin bir ülkelerinin olmaması utanç verici.” FHKC, bugün bu uçak kaçırma eylemlerine karşı. 1976’da bu eylem türü yasaklanmış, hatta bu sebeple Vedii Haddad Cephe’den kovulmuş.

Otobiyografisinde Leyla, rehineler arasında bulunan yaşlı bir kadının korkudan altına kaçırdığını söylüyor. Lina Makbul’ün yönetmenliğini yaptığı, birçok ödül almış olan “Leyla Halid: Uçak Korsanı” isimli belgesel, Leyla’nın eylemlerinin kendi halkı için iyi mi kötü mü olduğunu sorguluyor. Leyla, yönetmenin kendisine “bu eylem mücadelenize leke sürmüş” dediğini aktarıyor. Bu söz karşısında rahatsız olmuyor ama şaşırıyor. Kitabında Leyla Suriyeli bir albayın şu sözünü de paylaşıyor: “Bu eylem fedailerin yapacağı türden bir eylem değil. Bu terörizm.”

Ama kendisi bana yaptıkları eylemin “terörizm olmadığını” söylüyor: “Ben zulüm gördüm, işgalin çilesini çekiyorum. Biz, bir halk olarak her türden araçla direnme hakkına sahibiz.” Bunu dedikten sonra bir kez daha eylemlerde kimsenin ölmediği gerçeğini anımsatıyor.

Peki ya o uçakta biri korkudan kalp krizi geçirip ölseydi?

“Bu duruma çok üzülür, ailesinden özür dilerdim. Eylem esnasında panik yaşandı ama ben insanları rahatlatmaya çalıştım. Sonuçta o insanlar gidip basınla görüştüler, hiçbiri de kalp krizi geçirmedi.”

Ama biri altına kaçırmış.

“Evet ama biz, kimseye özellikle yolculara zarar vermememiz konusunda talimat almıştık. Onlarla bir işimiz yoktu. Bizim amacımız tutsakları, özellikle kadınları İsrail hapishanelerinden kurtarmaktı. Hepsi de müebbet hapse çarptırılmışlardı. Bir amacımız da hapishanedeki kardeşlerimize ve yoldaşlarımıza yalnız olmadıklarını, arkalarında olduğumuzu, bizim özgürlük savaşçısı olduğumuzu göstermekti. 

Tutuklandıklarında bu eylem diğer özgürlük savaşçılarına daha fazla güç verecekti. Böylelikle savcılarının karşısına dikilecek, bir gün yoldaşlarının kendilerini özgürleştireceklerini bileceklerdi.”

Bu noktada kendisine mağdurun başkalarını mağdur eden birine dönüşüp dönüşmediğini soruyorum. Şu cevabı veriyor:

“Evet. Tıpkı İsrailliler gibi.”

Beytüllahim’deki kontrol noktasında şablonla hazırlanmış, Yanında Leyla Halid resmi eklenmiş yazılama. (Foto: Katsumi3/CC)


“Şiddet direnişte hâkim eğilimdir”

Leyla, 1944 yılında Hayfa’da doğmuş, 13 Nisan 1948 günü, henüz dört günlükken şehri terk etmek zorunda kalmış. 9 Nisan, Filistinlilerin Deyr Yasin Katliamı’nın yasını tuttuğu gün. Bu yüzden Leyla, doğum gününü hiç kutlamamış.

Leyla, Filistin için o eski toprağa ve ülkeye bağlılık duygusu adına dövüşmüyor. Anne-babası Filistinli bile değil, Lübnanlı. Onu harekete geçiren ana duygu, adalete duyduğu sevda. Tıpkı Gassân Kenefâni gibi Leyla Halid de çocukken belirli bir noktada içinde yaşadığı durumu idrak etmiş. Oğluna yazdığı o güzel mektubunda Kenefâni, içinde yaşadığı durumu, on yaşındayken ailesindeki erkeklerin mülteci olmak için silahlarından vazgeçmek zorunda kaldıkları an yaşadıkları, o kaçmanın verdiği utanç sonrası idrak ettiğini söylüyor.

Kenefâni, devamında şunları aktarıyor: “Erkeklerin büyüdüğüne kimse inanmasın. Hayır, erkek dediğin şey bir anda doğuyor. Bir söz bir anda yüreğine nüfuz edip onun çarpmasını sağlıyor. Tek bir sahne bile onu çocukluğunun ağaç evinden taşlı yollara savurabiliyor.”

“Halkım Yaşayacak” isimli biyografisinde Leyla da benzer bir deneyim yaşadığını aktarıyor. Lübnan’a vardıklarında evlerinin yakınlarındaki bir bahçeden portakal toplamaya gittiğinde onların kendi portakalı olduğunu düşünmüş.

Annesi “aşkım o meyveler bizim değil. Hayfa’da değiliz, başka bir ülkedeyiz” demiş. Gözyaşlarını silmek ve utancından gidip bir yerlere saklanmak için eve doğru koşmuş. O an annesi anne sertliğiyle şunu söylemiş: “Sana ait olmayan portakalları yemen yasak, bunu biliyorsun.” Leyla, annesinin sözünü dinleyen çocuk hâliyle başını sallamış. Annesinin sözü sonrasında kafasının içinde yankılanıp durmuş. Dediğine göre, ilk kez o an sürgünün kendilerine dayattığı zulmü ve adaletsizliği sorgulamaya başlamış.

Ayrıca Kenefâni de Leyla gibi silahları teslim etme fikrine karşı çıktı. Hiç tanışmadığı bir adamın öncülük ettiği başka bir uçak kaçırma eylemine yardım etti. Dediğine göre bu kişi FHKC üyesi bile değildi. Londra’da Ealing karakolunda tutulurken birinin kendisinin serbest bırakılmasını istediğini öğrendi. Leyla’nın aktardığına göre, bu Hristiyan Filistinli uçağı tek başına kaçırdığını söylemiş. Kendisine ismini sordum. “Mervan. Soyadını bilmiyorum. Uçağı o kaçırmıştı.”

“Silahı yoktu. Uçak mürettebatını kandırmıştı. Altına mayo giymiş, lastiğini çekip ‘bu patlayıcı yerleştirilmiş bir kemer’ demiş. O dönemde uçaklar kaçırıldığı için kimse itiraz etmemiş, adama şüpheyle yaklaşmamış. Mürettebata ‘Amman’daki Dawson Havalimanı’na gitmek istiyorum’ demiş. Uçağa FHKC’li birinin gelmesini istemiş. Gassân Kenefâni aranmış. Kenefâni, Amman’ı arayarak eylemi gerçekleştiren insanlar için başka bir uçağın ayarlanacağını söylemiş. İnsanlar ona inanmamış. Vedii Haddad, uçak kaçırma planının kendilerine ait olmadığını söylemiş. Londra Emniyet Müdürlüğü’nde üst düzey görevde bulunan Bay Frew, uçak kaçırıldığını söyleyince çok şaşırdım. İngilizler beni uçakları kaçırıldığı için bıraktılar.”

FHKC, bugün uçak kaçırma eylemlerini kabul edilemez bulsa da Leyla şiddetin meşru bir silah olduğunu düşünüyor: “Direniş, sadece şiddet yoluyla yürütülmez, ama direnişte hâkim eğilim şiddettir.”

Direnişin ana tarzının şiddet olduğunu düşünüyorsun yani?

“Şiddet, hâkim eğilimdir. Farklı tarzlardan söz edilebilir: politik direniş, halk direnişi, sokaklara çıkmak, eylem yapmak, gösteri düzenlemek. Kadınlarımızın elbiselerine işledikleri nakışlar bile direniştir.”

Leyla Halid Beyrut’ta, 18 Ocak 2009. (Foto: Sebastian Baryli)


BDS konusunda ne düşünüyorsun?

“BDS, uluslararası düzlemde epey etkili bir eylem biçimi. Ama BDS halkı da ülkeyi de özgürleştirmez. BDS, tüm dünyayı kuşatsa bile halk direnmediği sürece bir değişim yaşanmaz. BDS, bizim mücadeleyi sürdürme irademize, İsrail’i yalnızlaştırma çabamıza katkıda bulunur. Güçler dengesi değişir. Uluslararası düzlemde çok daha fazla insanın bizim için kampanyalar örgütlemesi önemlidir, zira bu kampanyalar, bizim hikâyemizin uluslararası düzlemde işitildiğini ortaya koyar. İnsanlar, ‘neden BDS kampanyası yürütülüyor?’ diye sorarlar. Ortada artık salt teorik olmayan bir deneyim var. Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı döneminde BDS eli silahlı insanlara katkıda bulunmuştu. Ama ellerinde silah olmasaydı, BDS politik olarak etkide bulunsa da halkı özgürleştiremezdi.”

Savaşın bu şekilde kazanılabileceğini mi düşünüyorsun?

“Vietnam’da Amerikalıları yoksul insanlar yendi.”

Ama o henüz dronların icat edilmediği, farklı bir dünyaydı.

“Neyse ne! Aslında denklem basit: işgal varsa direniş de vardır. Bu gerçeği kimse değiştiremez. Bu, basit bir gerçektir. Güneşi değiştiremezsiniz, onun batıdan doğmasını sağlayamazsınız. Hakikat budur. Zulüm görüyorsanız ona direnirsiniz.”

Direnişi tercih etmeyen, ama şiddete karşı olan insanları nasıl değerlendiriyorsun?

“Mahmud Abbas’ı kastediyorsun sanırım. Abbas’ın elde ettiği hiçbir şey yok. Koşullarını sunuyor ama İsrail, bu koşulları dikkate bile almıyor. O koşulların birini bile kabul etmiyor. Arafat Oslo’ya gitti, anlaşmayı imzaladı. İsrail ne yaptı? Onu Mukata’da bir odaya hapsedip öldürdü.”

Bu aktardığın bilgi kesin mi?

“Şaron ve Bush, Vaşington’da bir araya gelmişti, hatırlıyor musun? Şaron, Bush’a Arafat’ı öldürmek istediğini söylüyordu. Bush da ‘o çok yaşlı, öldürmene gerek kalmayacak’ cevabını vermişti. Şaron da bunun üzerine, ‘belki de tanrının bizim yardımımıza ihtiyacı var’ demişti.”

Bu toplantı gerçekleşti. İçerik olarak buna benzer bir diyalog yaşandı. Şaron’un dostu İsrailli gazeteci Uri Dan, “Ariel Şaron: Samimi Bir Dostun Gözüyle” isimli kitabında bu toplantıyı aktarıyor:

“14 Nisan 2004’te Şaron, Mart 2001’de Amerikan başkanına istemeye istemeye verdiği, Arafat’a dokunmayacağına dair sözü çiğneme imkânına vaadi çiğneme imkânına kavuştu. Şaron, Beyaz Saray’da ağırlandı. Başkan Bush kendisine Filistin liderinin kaderini tanrının takdirine bırakmasını tavsiye edince Şaron, yarı şaka yarı ciddi şu cevabı verdi: ‘bazen kader bir yardım eline ihtiyaç duyar.’ Şaron’a Arafat’ı yok etmesi için gerekli yeşil ışığı yakmayan Bush kendisinden bu yönde bir söz de almadı.”

Tek Bir Demokratik Devlet İçin Mücadele

7 Eylül 1970 günü FHKC’nin basın açıklaması yaptığı sırada Ürdün’ün Dawson Havalimanı’nda duran, eylemcilerce kaçırılmış uçaklar.

 

Leyla’ya Hamas’ı soruyorum. İsrail’in düşman bellediği örgüt, dinin kanun hâlini aldığı bir çatışmada en uygun düşmanmış gibi görünüyor. Bu öyle bir savaş ki çözümsüz belirsizlikler belirleyici ve kurucu ilkesi, cahile has kibir.

“Hamas, Filistin’in Müslümanlara ait kutsal bir yer olduğuna inanıyor. Bu, FHKC olarak bizim görüşlerimizle çelişen bir görüş. Ama şimdi ideolojiyi tartışmanın vakti değil. Meselemiz kurtuluş. Bugün İsrail’le savaşan herkes siper yoldaşıdır ve bizdendir.”

Leyla, Hamas’la Fetih arasında yeni kurulan “stratejik ittifak” onay veriyor. Bunun “iyi bir adım olduğunu söylüyor. “İttifak, bize zarar veren mevcut ayrışmaya son verecek bir adım. Bu anlamda bizim her zaman istediğimiz bir şeydi” diyor. Ama gene de meseleye dikkatle yaklaşmak gerektiği uyarısını yapıyor: “Bu ilk değil. Daha önce de birçok görüşme yapıldı…” dedikten sonra cümleyi nasıl bitireceğini bilemeden sözünü kesiyor.

FHKC kurucusu Corç Habeş Lidda’daki evine geri dönme imkânı bulsa oradaki Yahudileri çıkartmayacağını, onlarla birlikte yaşamanın zeminini arayacağını söyler. Otobiyografisinde Leyla da bir Filistinlinin “ülkemizi Araplar, Yahudiler ve tüm özgürlük sevdalıları için bir cennete dönüştüreceğiz” sözünü aktarır.

Leyla, herkes için tek bir ülke inşa edilmesini istiyor: “Biz, halkın kendi kaderini tayin hakkının uygulanmasını, Filistin toprağında kendi bağımsız devletimizi kurmayı istiyoruz. Biz, ‘iki devletli çözüm’den söz etmiyoruz. Bu, yeni bir söylem. Ben, iki devletli çözümü kabul etmiyorum. Tarihsel hedefimiz, Filistin’de demokratik bir devlete sahip olmak.”

Bu devletin adı Filistin mi olacak?

“Evet. Belki isim değişebilir, bu sorun değil. Asıl sorun, bu ülkenin geleceğine orada yaşayan halkın karar vermesi.”

Leyla, otobiyografisinde Haşımi Krallığı’nı ve Kral Hüseyin’i, Ürdün’ün İsrail’le kurduğu samimi ilişkiyi sert bir dille eleştiriyor. “Hüseyin, ABD ve İsrail’in yaptıklarından gayrı bir şey yapamaz.” “Hüseyin, saldırılara kamplardaki su ve elektriği keserek cevap verdi. Eylül’de de aynı şeyi yaptı, yoksulların hayatını harap etti.” “Bu Haşimî ailesine mensup despot, Hüseyin denilen barbar, direnişe saldırdı.” “Aylar boyunca ABD büyükelçiliği, Hüseyin’in bu Filistinlilerin yol açtığı meseleleri çözmesini isteyip durdu.” “Hüseyin’in ve CIA’deki danışmanlarının arkasında duran yoz ve çürümüş unsurlar”, “Hüseyin, kendi halkına mensup insanların kaldığı kampları vahşice bombaladı. Bu saldırıda kendisine suikast düzenleneceği iddiasının arkasına saklandı.” “Hüseyin’in tahtı için binden fazla insan kurban edildi.”

Gelgelelim, bu otobiyografisinin yayımlanmasından otuz yıl sonra konuşurken Halid cümlelerini daha dikkatli seçiyor. Burada kendisini güvende hissedip hissetmediğini soruyorum, şu cevabı veriyor: “Belli ölçüde evet, çünkü Ürdün ile İsrail, Ürdün’ün başka insanların takibi için kullanılmaması konusunda anlaştı.”

Ürdün seni suikasta karşı koruyacak mı yani?

“Evet. Ama bir yandan da benim faaliyet yürütmeme izin vermiyorlar.

Kaynak

0 Yorum: