03 Nisan 2025

,

Putların Alacakaranlığı


Esasında bir manzara, olay ya da durumun videosunu çekmek isteyenler telefonun ekranına baktığından, gerçeği ıskalayıp sadece ekrana yansıyanı görürler. Ekrana yansıyan, gerçeğin bir parçasının alınıp bütünden ve çevresel şartlardan ayıklanmış hâlidir.

İki haftadır yaşanan süreç, sol hareketlerin ekranına hapsettiği gerçekliklerdir ki bu yansıma, tüm çevresel şartların ve bütünlüğün devre dışı bırakılmışlığına denk düşer. Birden fazla ekrandan yansıtılan görüntüler, özünde birdir: CHP gerçekliğidir.

19 Mart’a gelinen süreçte parçalı biçimde yükselen fakat kazanım elde edilen işçi direnişleri, Suriye’de Alevilere dönük katliamlara yönelik kitlesel tepkiler, derinleşen yoksulluğun acı sonuçları vardı. Tüm bu süreç, bir günde CHP’nin söz, karar, yetkisiyle uzak bir geçmişe hapsedilircesine, belleklerden kaçırıldı.

Maltepe mitingini Evrensel, Sendika ve Birgün, neredeyse aynı başlıkla verdi. Evrensel, miting sonrasında 2,2 milyon insanın toplanması karşısında halk olarak başarabileceğimizin propagandasını “Başarabiliriz” manşetiyle verdi. “Genel grev, genel direniş” talebinin yükselişine işaret etti. Hâlbuki gerçek öyle değildi. Bu talebi dillendirenler, kendilerine yakın sol partilerdi.

Bir miting alanında bir çevrenin attığı slogan, kitlenin tamamının talebi olamaz. Bu sloganla kitlelere yön tayin edileceği iddiasının özü, CHP çatısı altına girip ondan pay istemektir. 19 Mart’tan beri ortada duran gerçek ise CHP’dir. Başkanı; neden İngiliz İşçi Partisi’nden destek açıklaması gelmediğini, partisinin Batı emperyalizmiyle bütünleşmek istediğini, ülkeyi AB’ye ve Batı’ya şikâyet etmekte beis olmadığını çünkü demokrasinin bir iç soruna denk düşmediğini dile getiriyor; geçen yıl olduğu gibi bu yıl da önce Taksim deyip sonra dümen kırıyor. Hiçbir sol çevre, bu mandacılık ve ilkesizlik karşısında tek sözcük eleştiri getirmiyor.

Önce sendikalara -KESK ve DİSK- grev gibi bir imkânlarının bulunduğunu öneriyor fakat sendikalardan ses çıkmıyor. O sendikalar, zaten genel grev yapılmasın, CHP’li belediyelere yönelik yapılırsa da bitirilsin diye var. Her iki sendika da dolaylı-doğrudan CHP’nin çalışma yaşamı dernekleridir.

Bir eleştiriden dolayı hakaret edenler de dönüp Yeni Demokrasi'de yayınlanan süreç değerlendirme yazılarında geçen eylemlere milliyetçi-ırkçı çevrelerin rengini verdiği ve egemen partiler arası gerilimin doğru “yönlendirilirse”(!) işçi sınıfı ve halk adına evla olduğu yönündeki cümlelere bakmıyor.

Evrensel, Birgün ve Sendika ise CHP’nin boykotuna bel bağlıyor. Onu daha kabul edilebilir duruma dönüştürmek için öğrencilerin tüketim boykotunu manşet yapıyor. Daha düne kadar tüm toplumsal hak arayışlarında işçi sınıfı arayan ve yoksa üstüne bir çizgi çeken Evrensel ve türevleri, bugün “halk” diyerek CHP’ye methiyeler diziyor.

Bugün nedense işçi sınıfı tartışması yürütülemiyor. On günlük dinamizmin zirvesinin Maltepe’de inşa edilmesi, süreci baştan sona CHP’nin yönettiği anlamına gelir. Zafer Partisi başkanı için destek açıklaması yapıldıktan sonra alandaki şoven grupların sayısı da gitgide arttı. Her şeye rağmen kitlenin “halk” olduğunu söylemek, herkesin herkesle kol kola girmesinde beis olmadığını, halkın CHP ve onun sol eliyle hazırlandığını gösterir.

On günlük sürecin ardı, bayram sonrasına gelen bir günlük boykota tekabül ediyor. Merdan Yanardağ, Maltepe miting alanından katıldığı kendi kanalının canlı yayınında, boykotu etkileyecek olanın orta sınıflar olduğunu çünkü alım gücünün kısmen de olsa bu sınıfta bulunduğunu söylüyor. Şahsın amaç ve ideolojisinden bağımsız düşünüldüğünde, gerçeğin dile getirildiği söylenebilir. Özünde tüm on yılların ekonomi politik tespiti bu cümlede özetleniyor. O yüzden “Bunlar bizim olağan hayatımızı boykot sanıyor” yakınmasının ne anlama geldiği sınıfsal bilinçten kaçırılıyor, bunu sol yapıyor.

Sol, orta sınıfa ve partisine umut bağlıyor. Onda laiklik, alım gücü, yaşam biçimcilik görüyor. Yıllardır emperyalizme hizmetin yükümlülüğünü çatısının altına sığındığı HDP’ye devredip kendini aklarken bugün rüzgârı CHP oluşturduğundan, emperyalizme hizmeti CHP çatısı altında yürütüp sorumluluğu CHP’ye atıyor. O yüzden, bugünlerde solun diline yapışan “halk” sözcüğünün neden bu kadar zikredildiği burada aranmalıdır.

CHP sokağa çağırmadıkça sol çevreler, kendi çapıyla beş bin kişiyi bir meydana da yürüyüşe de çağıramaz. Bu gerçek aşılmadıkça AB-TÜSİAD sermayesine halkı bağladıkları tespiti de değişmez.

Evrensel, İmamoğlu’nun boykotu destekleyip burjuvaziye moral verdiği ve onlara zeval gelmeyeceğini iddia ettiği açıklamayı manşetten paylaşıyor. Yıllardır bunu yapıyor çünkü eleştirildiğinde, “Biz haberi olduğu gibi paylaştık” gibi bir safsataya sığınacaklar. O yüzden gazetelerinde emperyalizmi öven köşe yazarları da “konuk yazar” oluyor. Evrensel'in gazetesine konuk ettikleri burjuvazi ve emperyalizmdir. Dolayısıyla, bunların “halk” dediği CHP’dir.

Aynı şekilde, Maltepe mitingiyle aynı günde Sol Haber, Kadıköy halkının yürüyüşe geçtiğini haber yaptı. “Halk” dedikleri, kiraların 40 bin bandında gezdiği Kadıköy halkıdır. TKP’nin “yürüteceği” kitle sadece orada vardır. Yüzde seksen CHP’ye oy çıkan yerde TKP kendine “kızıl” CHP rolü biçebilir.

Bir günlük boykota gelince, bu boykota katılıp satışlarını bir günlüğüne durduran yayınevleri, bir sonraki hükümete CHP’nin geçeceği umuduyla bu eylemi gerçekleştirirken kısa vadedeki beklentisi daha çok “müşteriye” ulaşmak için satışını bir günlüğüne durdurduğunu gösterir. Burada, bir pastane açılışının ilk gününde tüm ürünlerin ücretsiz olmasından farksız bir ticari kurnazlık söz konusudur. Orta ve uzun vadede ise CHP hükümetinin kültür entelijansiyasının ortakları olmaktan öte bir anlamı yoktur.

Tüketimden gelen gücü kullanmak gibi bir argüman, burjuva demokrasilerinin ve orta sınıfın güçlü olduğu ülkelerde uygulanabilecek sivil toplumcu bir protesto biçimidir. Bir günlük boykotun hiçbir hedefi olmadığı gibi kayıkçı kavgasına öğrenci hareketini payanda etmektir. Ortaya saçılan öznesizlikte sol, kitle kuyrukçuluğu yaparak, genci, öğrenciyi ve liberali kendine özne tayin etmiştir. Onlar öyle istiyor diye her eyleme sorgusuz sualsiz biat edip hiçbir ekonomi politik çözümlemeyi getirememektedir. “Çare sandıkta değil” diyen çevrelerin neredeyse tamamı Maltepe mitinginde boy göstermiştir.

Bugün ortalama bir ev kirası bir asgari ücrete denk düşüyor. Büyükşehirlerin bir kısmında öğrenciler, okul dışında kalan zamanı part-time denen sömürü koşullarında çalışarak geçiriyor. İki asgari ücretle geçinmeye çalışan ailelerin “ek geliri”, okul dışında çalışan öğrenci çocuklarıdır. Artık başka bir şehirde üniversite okutmak aileler için altından kalkamayacakları ağır bir yüke dönüştüğünden, İstanbul özelinde özel/vakıf üniversiteleri devreye giriyor. Başka bir şehirde okutmaktansa yüzde elli bursluluk adı altında bu ailelerin çocukları/öğrencileri birer müşteriye dönüştürülüp üniversiteler de diploma basım merkezine evriliyor. Hiçbir sol, bu gerçeği görmeyip, kaba bir yaklaşımla “Özel üniversite ticaret merkezidir” diyor. Özel üniversitelere metropoldeki yoksul ailelerin çocuklarının gittiği gerçeğinin üzerini bilinçli bir şekilde örtüyor. O çocuk, okul dışında kalan zamanda çalışıp taksitlerini çıkarıyor.

Bugün hiçbir sol çevre, özel üniversite gerçeğinin hangi sınıfı sömürdüğüne yönelik tek cümle açıklama yapamaz. Öğrenciye değil patrona yönelik açıklama yapanlar, o üniversitelerde ders alan hocaların soludur. Gerçek bir öğrenci hareketinin sınıfsal açıdan nereden ve nasıl başlayacağı, boykotun hangi amaçla nasıl düzenleneceği, hangi yaşamların özünde zaten doğal “boykot” olduğuna siyaset örülmesi bu sol ile mümkün değildir.

Bugünkü boykotun anlamı “alım gücümüz var ve biz satın almayarak sizleri zarara uğrattık” demektir ve bu yaklaşım, halk gerçeğine ihanettir. Alım gücü olan, boykot eder. Daha düne kadar “halkın alım gücü eridi” diyen sol çevrelerin sınıfsal hattı da yalandan ibarettir. Alım gücü olmayan halk, tüketimden gelen “gücünü” nasıl kullanabilir? Bu sorunun yanıtı solun tüm putlarını alaşağı eder.

Bu bağlamda, Filistin’e destek için düzenlenen boykotu bu düzlemden ayırmak gerekiyor. O boykotlarda kısmi olarak alımın geri çekilmesi vardı çünkü boykotun hedefi açısından İsrail ve ona destek veren burjuvazi söz konusuydu. Bu yüzdendir ki AB-TÜSİAD sermayesinin solu Filistin’e destek boykotlarına katılmamıştır. Hiçbir sol çevre, bu boykotu destekleyen bir cümle destek açıklaması dahi yapmadığı gibi “ama, fakat, lâkin” ile boykotu engellemek için çırpınmıştır.

Kitleyle oy yönelsemesini ayırmamak, sınıfsal gerçekten zerre anlamamaktır. Bu yüzden, gerek bugünkü boykot gerekse halk sınıflarına bakış partilerin tabanları üzerindendir ki CHP tabanının ekonomi politiği yoksulluğa çıkmaz. Oy yönelsemesine saplanıp kalan sol, “Çare sandıkta değil” dese de halk ve sınıfa o sandıktan baktığı içindir ki CHP tabanı dışında siyaset öreceği yer yoktur.

Özetle, bugünkü “1 günlük” (tam da aynı addaki gazetenin siyasi çizgisiyle örtüşecek şekilde) boykot, tüm satın alım işlemlerinin durdurulması anlamına gelir ki bu da yoksul halk sınıflarının gerçeğine apaçık ihanet etmek demektir. Öte yandan, tüketimden gelen gücü kullanmak, bu ülkede sendikaların olmadığı gerçeğini de kabul etmektir.

Bizim savunduğumuz boykotun özünü ve sözünü iki yıldır yazılarımızda dile getirmeye çalıştık. Sokaktan ne duyuyorsak, yazılara onu taşımaya çaba gösterdik. O yüzden, İmamoğlu’nun düşüncesinin aksine gerçek bir boykot burjuvaziyi rahatsız etmelidir, etmiyorsa tüm sol CHP’lidir.

Sonuç olarak, sokağa CHP’nin ekranından ve zaviyesinden bakmayacağız. O ekran, solun putlarının alacakaranlığıdır, o putları devirmek de bu solun bizler için yaktığı ateşe rağmen, İbrahim gibi görevimizdir. Bu görev bilinciyle hareket ettiğimizden, bu sol, bize saldırarak kendi açığını kapatmayı politika diye kitlelere ajite ediyor.

S. Adalı
3 Nisan 2025

0 Yorum: