Esasında
bir manzara, olay ya da durumun videosunu çekmek isteyenler telefonun ekranına
baktığından, gerçeği ıskalayıp sadece ekrana yansıyanı görürler. Ekrana
yansıyan, gerçeğin bir parçasının alınıp bütünden ve çevresel şartlardan
ayıklanmış hâlidir.
İki
haftadır yaşanan süreç, sol hareketlerin ekranına hapsettiği gerçekliklerdir ki
bu yansıma, tüm çevresel şartların ve bütünlüğün devre dışı bırakılmışlığına
denk düşer. Birden fazla ekrandan yansıtılan görüntüler, özünde birdir: CHP
gerçekliğidir.
19
Mart’a gelinen süreçte parçalı biçimde yükselen fakat kazanım elde edilen işçi
direnişleri, Suriye’de Alevilere dönük katliamlara yönelik kitlesel tepkiler,
derinleşen yoksulluğun acı sonuçları vardı. Tüm bu süreç, bir günde CHP’nin
söz, karar, yetkisiyle uzak bir geçmişe hapsedilircesine, belleklerden
kaçırıldı.
Maltepe
mitingini Evrensel, Sendika ve Birgün, neredeyse aynı
başlıkla verdi. Evrensel, miting sonrasında 2,2 milyon insanın
toplanması karşısında halk olarak başarabileceğimizin propagandasını “Başarabiliriz”
manşetiyle verdi. “Genel grev, genel direniş” talebinin yükselişine işaret
etti. Hâlbuki gerçek öyle değildi. Bu talebi dillendirenler, kendilerine yakın
sol partilerdi.
Bir
miting alanında bir çevrenin attığı slogan, kitlenin tamamının talebi olamaz.
Bu sloganla kitlelere yön tayin edileceği iddiasının özü, CHP çatısı altına
girip ondan pay istemektir. 19 Mart’tan beri ortada duran gerçek ise CHP’dir.
Başkanı; neden İngiliz İşçi Partisi’nden destek açıklaması gelmediğini,
partisinin Batı emperyalizmiyle bütünleşmek istediğini, ülkeyi AB’ye ve Batı’ya
şikâyet etmekte beis olmadığını çünkü demokrasinin bir iç soruna denk
düşmediğini dile getiriyor; geçen yıl olduğu gibi bu yıl da önce Taksim deyip
sonra dümen kırıyor. Hiçbir sol çevre, bu mandacılık ve ilkesizlik karşısında
tek sözcük eleştiri getirmiyor.
Önce
sendikalara -KESK ve DİSK- grev gibi bir imkânlarının bulunduğunu öneriyor
fakat sendikalardan ses çıkmıyor. O sendikalar, zaten genel grev yapılmasın,
CHP’li belediyelere yönelik yapılırsa da bitirilsin diye var. Her iki sendika
da dolaylı-doğrudan CHP’nin çalışma yaşamı dernekleridir.
Bir
eleştiriden dolayı hakaret edenler de dönüp Yeni Demokrasi'de yayınlanan süreç
değerlendirme yazılarında geçen eylemlere milliyetçi-ırkçı çevrelerin rengini
verdiği ve egemen partiler arası gerilimin doğru “yönlendirilirse”(!) işçi
sınıfı ve halk adına evla olduğu yönündeki cümlelere bakmıyor.
Evrensel, Birgün
ve Sendika ise CHP’nin boykotuna bel bağlıyor. Onu daha kabul edilebilir
duruma dönüştürmek için öğrencilerin tüketim boykotunu manşet yapıyor. Daha
düne kadar tüm toplumsal hak arayışlarında işçi sınıfı arayan ve yoksa üstüne
bir çizgi çeken Evrensel ve türevleri, bugün “halk” diyerek CHP’ye
methiyeler diziyor.
Bugün
nedense işçi sınıfı tartışması yürütülemiyor. On günlük dinamizmin zirvesinin
Maltepe’de inşa edilmesi, süreci baştan sona CHP’nin yönettiği anlamına gelir.
Zafer Partisi başkanı için destek açıklaması yapıldıktan sonra alandaki şoven
grupların sayısı da gitgide arttı. Her şeye rağmen kitlenin “halk” olduğunu
söylemek, herkesin herkesle kol kola girmesinde beis olmadığını, halkın CHP ve
onun sol eliyle hazırlandığını gösterir.
On
günlük sürecin ardı, bayram sonrasına gelen bir günlük boykota tekabül ediyor.
Merdan Yanardağ, Maltepe miting alanından katıldığı kendi kanalının canlı
yayınında, boykotu etkileyecek olanın orta sınıflar olduğunu çünkü alım gücünün
kısmen de olsa bu sınıfta bulunduğunu söylüyor. Şahsın amaç ve ideolojisinden
bağımsız düşünüldüğünde, gerçeğin dile getirildiği söylenebilir. Özünde tüm on
yılların ekonomi politik tespiti bu cümlede özetleniyor. O yüzden “Bunlar bizim
olağan hayatımızı boykot sanıyor” yakınmasının ne anlama geldiği sınıfsal
bilinçten kaçırılıyor, bunu sol yapıyor.
Sol,
orta sınıfa ve partisine umut bağlıyor. Onda laiklik, alım gücü, yaşam
biçimcilik görüyor. Yıllardır emperyalizme hizmetin yükümlülüğünü çatısının
altına sığındığı HDP’ye devredip kendini aklarken bugün rüzgârı CHP
oluşturduğundan, emperyalizme hizmeti CHP çatısı altında yürütüp sorumluluğu
CHP’ye atıyor. O yüzden, bugünlerde solun diline yapışan “halk” sözcüğünün
neden bu kadar zikredildiği burada aranmalıdır.
CHP
sokağa çağırmadıkça sol çevreler, kendi çapıyla beş bin kişiyi bir meydana da
yürüyüşe de çağıramaz. Bu gerçek aşılmadıkça AB-TÜSİAD sermayesine halkı
bağladıkları tespiti de değişmez.
Evrensel,
İmamoğlu’nun boykotu destekleyip burjuvaziye moral verdiği ve onlara zeval
gelmeyeceğini iddia ettiği açıklamayı manşetten paylaşıyor. Yıllardır bunu
yapıyor çünkü eleştirildiğinde, “Biz haberi olduğu gibi paylaştık” gibi bir
safsataya sığınacaklar. O yüzden gazetelerinde emperyalizmi öven köşe yazarları
da “konuk yazar” oluyor. Evrensel'in gazetesine konuk ettikleri
burjuvazi ve emperyalizmdir. Dolayısıyla, bunların “halk” dediği CHP’dir.
Aynı
şekilde, Maltepe mitingiyle aynı günde Sol Haber, Kadıköy halkının
yürüyüşe geçtiğini haber yaptı. “Halk” dedikleri, kiraların 40 bin bandında
gezdiği Kadıköy halkıdır. TKP’nin “yürüteceği” kitle sadece orada vardır. Yüzde
seksen CHP’ye oy çıkan yerde TKP kendine “kızıl” CHP rolü biçebilir.
Bir
günlük boykota gelince, bu boykota katılıp satışlarını bir günlüğüne durduran
yayınevleri, bir sonraki hükümete CHP’nin geçeceği umuduyla bu eylemi
gerçekleştirirken kısa vadedeki beklentisi daha çok “müşteriye” ulaşmak için
satışını bir günlüğüne durdurduğunu gösterir. Burada, bir pastane açılışının
ilk gününde tüm ürünlerin ücretsiz olmasından farksız bir ticari kurnazlık söz
konusudur. Orta ve uzun vadede ise CHP hükümetinin kültür entelijansiyasının
ortakları olmaktan öte bir anlamı yoktur.
Tüketimden
gelen gücü kullanmak gibi bir argüman, burjuva demokrasilerinin ve orta sınıfın
güçlü olduğu ülkelerde uygulanabilecek sivil toplumcu bir protesto biçimidir.
Bir günlük boykotun hiçbir hedefi olmadığı gibi kayıkçı kavgasına öğrenci
hareketini payanda etmektir. Ortaya saçılan öznesizlikte sol, kitle
kuyrukçuluğu yaparak, genci, öğrenciyi ve liberali kendine özne tayin etmiştir.
Onlar öyle istiyor diye her eyleme sorgusuz sualsiz biat edip hiçbir ekonomi
politik çözümlemeyi getirememektedir. “Çare sandıkta değil” diyen çevrelerin
neredeyse tamamı Maltepe mitinginde boy göstermiştir.
Bugün
ortalama bir ev kirası bir asgari ücrete denk düşüyor. Büyükşehirlerin bir
kısmında öğrenciler, okul dışında kalan zamanı part-time denen sömürü koşullarında
çalışarak geçiriyor. İki asgari ücretle geçinmeye çalışan ailelerin “ek geliri”,
okul dışında çalışan öğrenci çocuklarıdır. Artık başka bir şehirde üniversite
okutmak aileler için altından kalkamayacakları ağır bir yüke dönüştüğünden,
İstanbul özelinde özel/vakıf üniversiteleri devreye giriyor. Başka bir şehirde
okutmaktansa yüzde elli bursluluk adı altında bu ailelerin
çocukları/öğrencileri birer müşteriye dönüştürülüp üniversiteler de diploma
basım merkezine evriliyor. Hiçbir sol, bu gerçeği görmeyip, kaba bir yaklaşımla
“Özel üniversite ticaret merkezidir” diyor. Özel üniversitelere metropoldeki
yoksul ailelerin çocuklarının gittiği gerçeğinin üzerini bilinçli bir şekilde
örtüyor. O çocuk, okul dışında kalan zamanda çalışıp taksitlerini çıkarıyor.
Bugün
hiçbir sol çevre, özel üniversite gerçeğinin hangi sınıfı sömürdüğüne yönelik
tek cümle açıklama yapamaz. Öğrenciye değil patrona yönelik açıklama yapanlar,
o üniversitelerde ders alan hocaların soludur. Gerçek bir öğrenci hareketinin
sınıfsal açıdan nereden ve nasıl başlayacağı, boykotun hangi amaçla nasıl
düzenleneceği, hangi yaşamların özünde zaten doğal “boykot” olduğuna siyaset
örülmesi bu sol ile mümkün değildir.
Bugünkü
boykotun anlamı “alım gücümüz var ve biz satın almayarak sizleri zarara
uğrattık” demektir ve bu yaklaşım, halk gerçeğine ihanettir. Alım gücü olan, boykot eder. Daha düne kadar “halkın alım gücü eridi” diyen sol çevrelerin
sınıfsal hattı da yalandan ibarettir. Alım gücü olmayan halk, tüketimden gelen “gücünü”
nasıl kullanabilir? Bu sorunun yanıtı solun tüm putlarını alaşağı eder.
Bu
bağlamda, Filistin’e destek için düzenlenen boykotu bu düzlemden ayırmak
gerekiyor. O boykotlarda kısmi olarak alımın geri çekilmesi vardı çünkü
boykotun hedefi açısından İsrail ve ona destek veren burjuvazi söz konusuydu.
Bu yüzdendir ki AB-TÜSİAD sermayesinin solu Filistin’e destek boykotlarına
katılmamıştır. Hiçbir sol çevre, bu boykotu destekleyen bir cümle destek
açıklaması dahi yapmadığı gibi “ama, fakat, lâkin” ile boykotu engellemek için
çırpınmıştır.
Kitleyle
oy yönelsemesini ayırmamak, sınıfsal gerçekten zerre anlamamaktır. Bu yüzden, gerek bugünkü boykot gerekse halk sınıflarına bakış partilerin tabanları
üzerindendir ki CHP tabanının ekonomi politiği yoksulluğa çıkmaz. Oy
yönelsemesine saplanıp kalan sol, “Çare sandıkta değil” dese de halk ve sınıfa
o sandıktan baktığı içindir ki CHP tabanı dışında siyaset öreceği yer yoktur.
Özetle,
bugünkü “1 günlük” (tam da aynı addaki gazetenin siyasi çizgisiyle örtüşecek
şekilde) boykot, tüm satın alım işlemlerinin durdurulması anlamına gelir ki bu
da yoksul halk sınıflarının gerçeğine apaçık ihanet etmek demektir. Öte yandan,
tüketimden gelen gücü kullanmak, bu ülkede sendikaların olmadığı gerçeğini de
kabul etmektir.
Bizim
savunduğumuz boykotun özünü ve sözünü iki yıldır yazılarımızda dile getirmeye
çalıştık. Sokaktan ne duyuyorsak, yazılara onu taşımaya çaba gösterdik. O
yüzden, İmamoğlu’nun düşüncesinin aksine gerçek bir boykot burjuvaziyi rahatsız
etmelidir, etmiyorsa tüm sol CHP’lidir.
Sonuç
olarak, sokağa CHP’nin ekranından ve zaviyesinden bakmayacağız. O ekran, solun putlarının alacakaranlığıdır, o putları devirmek de bu solun bizler için
yaktığı ateşe rağmen, İbrahim gibi görevimizdir. Bu görev bilinciyle hareket
ettiğimizden, bu sol, bize saldırarak kendi açığını kapatmayı politika diye
kitlelere ajite ediyor.
S. Adalı
3
Nisan 2025
0 Yorum:
Yorum Gönder