Algoritmanın
Esiri
Bugünlerde
sosyal medya algoritmalarının son dönemde yapılan eylemleri akışta yansıtmadığı
iddiası, fazlasıyla dillendiriliyor. Aynı algoritma yüzünden Duvar
gazetesi kapandı. Algoritmayı en çok da “internet, komünizmi
getirecek, özgürlüğün kayıp anahtarı Silikon Vadisi'nde” diyenler eleştiriyorlar.
Somut,
gerçek, canlı ve dinamik kitlesel bağlar kurmak, kurumlar inşa etmek yerine
herkes, bugün efendilerin araçlarına örgütlenmişliğin cezasını çekiyor. Ama
kimse, eylemlerle ilgili paylaşımların neden akışa yansıyabildiğini, hiç takip edilmeyen kişilerin
tvitlerinin neden görüldüğünü, bu tvitlerde havanın neden birden boykottan yana
estiğini izah etmiyor.
Algoritma
karşıtlığı, kitleleri bireyler düzeyinde, egemenlerin oyuncağına örgütlüyor.
Dün büyük zenginler işlerini görsünler diye icat edilmiş olan akıllı
telefonların neden herkesin eline verildiğini, bunun sosyolojisini ve
ekonomi-politiğini kimse tartışmıyor. Herkes ilerlemeci, herkes fazla burjuva.
Akıllı
telefonlarla tek tek herkes, robotlaştırılıyor, dijital âlemin efendilerine kul
ediliyor. Bu dönüşümün getirdiği bencilliği, kibri ve kayıtsızlığı sevmeyen
yok. Solun dilinin de buna göre şekil alması isteniyor. Sol, yeni bir kalıba
dökülüyor. O, bu kalıba fazla sevdalı.
Dün
Twitter’ın Türkiye müdürlüğüne liberal bir Kürt’ün atandığını duyunca sevinç
çığlıkları atanların bugün algoritmayı eleştirmeye hakları yok. Herkes,
siyaseti ve ideolojiyi bu dijital ağalara peşkeş çekmelerinin hesabını vermek
zorunda.
Boykot,
sosyal medyada köpürtülüyor. Dijital dünyanın kensılcıları, linççileri,
iptalcileri sahneye çıkıyor, gece-gündüz av kokusunun peşinde, kurbanlarını
arıyorlar. Bu coşkunun ardı yöresi hiç sorgulanmıyor. Saçlar, egemenlerin
estirdiği rüzgâra teslim ediliyor.
Aziz
Nesin Sen Nesin?
1977-78’de
Arçelik’te grev gerçekleştirilir. Aziz Nesin, bu grevin patronun ekmeğine yağ
sürdüğünü iddia eder. Konuyla ilgili bir hikâye kaleme alır. Zaten krizde olan,
mallarını satamayan patronların yapılan grevden memnun olduğunu söyler.
Sendikanın patronla çalıştığı imasında bulunur. Sonrasında o sendika ve ait
olduğu DİSK, patronların partisine teslim edilir.
1974
sonrası hammadde bulamayan patronlar, o hammaddeyi kaçak yollardan sokmak için
mafya babalarıyla çalışır. Ama kriz vurunca mal depolarda çürümeye bırakılır.
Aziz Nesin, grevin böylesi bir dönemde gündeme gelmesini eleştirmektedir.
Sendikacılar onu işçilere yuhalatırlar. Bir salon toplantısında işçiler “Aziz
Nesin sen nesin?” diye bağırırlar.
Bugün
yuhalanmayı göze alan bir Aziz Nesin yok. Hatırasını sömürenlerse çok.
Dolayısıyla, “bugünkü boykot kimin ekmeğine yağ sürüyor?” sorusunu soracak bir
aydına da rastlanmıyor. Herkes, neticede laykının ve dünyalığının peşinde.
“Ekonomik
kriz koşullarında boykot kararı alınırken, CHP’nin de desteklediği Mehmet
Şimşek ve programından izin ve onay alınmış mıdır?” sorusunu da, “Dün MİT’ten
brifing alan CHP, bu eylem süreci konusunda MİT’e bilgi vermiş midir?” sorusunu
da kimse sormuyor. Burjuva iktisat uyarınca “Talep Enflasyonu”ndan dem
vuranların bu boykotu isteyip istemediklerini, AKP’nin bu boykot ayranını neden
köpürttüğünü tartışana rastlanmıyor.
Kitleyi maniple eden, zararsız sulara çeken, herkesin eline kırmızı kart veren CHP’nin bu süreci AKP’nin de ait olduğu devlet adına ve devlet için yürüttüğüne hiç şüphe yok. Tüketim grevi, küçük burjuvalığa taç giydirme töreni. Kitleleri ve öfkesini kontrol altına alma yöntemi. Genel grev olmasıncılık.
CHP
yönetimi, basit bir influencer kafasıyla çalışıyor. “Şu kadar kitlemiz var, biz
her şeyi yaparız” diyorlar. Boykot kararının ardında bu tür bir kibir var.
Muhtemelen ağalar-paşalar, ranttan talep ettikleri payı almak için
ezilen-yoksul halk kitlelerini kullanıyorlar. Politikasız politika yapıyorlar.
“Bunlar
bizim olağan hayatımızı boykot sanıyorlar” diyen, boykot listesindeki ürünleri
zaten tüketemeyen halkın eleştirisinin yakıcılığını hissetmek gerekiyor. O
ağalar-paşalar, o harrdan kaçmak için CHP’yi kullanıyor.
Seksenlerin
sonunda bir haber çıkıyor. “Halkın yüzde altmışının et yiyemediğini” söyleyen
bu haberi yorumlayan Aziz Nesin, “et yiyemediğine göre demek ki halkın yüzde
altmışı aptal” diyor. Sonra bu cümle bağlamından cımbızlanıyor. Olur olmaz
yerde kullanılıyor. Nesin’in bu fikriyatını kalkandelenler tasfiye ediyor. Bugün kimsenin zaten et yiyemediği koşullarda “Et yemeyin!” demek solculara düşüyor. Bu mizahi durumu kaleme alacak bir yazara
artık rastlanmıyor.
Özgür
ve Özel Ölçütler
Sol
liberaller, kendi taleplerini Z Kuşağı’na söyletiyorlar. Kendi liberalizmlerini
Z Kuşağı söyleminin ardına saklanarak dillendiriyorlar. Özgür Özel, bu yüzden
şu lafı ediyor: “Z Kuşağı deniyor ya, gerçekten çok farklılar. Milliyetçi ama
ülkücü değiller. Muhafazakâr ama ümmetçi değiller. Devrimci ama sosyalist
değiller. Demokrat ama uzlaşmacı değiller. Hepsi Atatürkçü.”
Sondaki
Atatürk’ün gerçek Atatürk’le bir alakası yok. Ol liberaller, kaba, beton kafalı
Kemalizmden arındırdılar partiyi. O “Atatürk”, basit manada, yüce, kutsal ve
biricik Birey’e dair bir imgeden, mecazdan başka bir şey değil. İşte
Partizancıların dahi katılabilmek için yanıp tutuştukları maskeli balo, o
bireyin balosu. Kemalizm eleştirileri, liberal Atatürk’çülüğe bağlanıyor. O
baloya girme arzusuna Maoizm damgası vuruluyor. Baloya Mao maskesi de
iliştiriliyor.
Özgür
Özel, yukarıdaki sözlerinde sosyalist harekete de ölçü ve ölçüt dayatıyor. Ona
kıvam veriyor. “Devrimci ama sosyalist değil” diyen, fazlalıkları zararlı gören
Özel, ertesi gün “Ben Sosyalist Enternasyonal’in genel başkan yardımcısıyım” diyor.
Sosyalizme düşman bu kişiler, sosyalist hareketi sürü gibi güdüyorlar.
Fazlalıkları, çapakları efendiler için temizliyorlar. Sol örgütler de bu
temizliğe onay veriyorlar.
Arçelik
Grevi
Yukarıda bahsi edilen greve iki işçi katıldı. Bu iki işçi, Koç’a ait bir maden şirketinde çalışan yakınları sayesinde o işe girmişlerdi. Maden şirketinde çalışan bu işçi, ömrünü kendisini Koç’un müdürü zannederek geçirdi.
O iki
işçiden biri yeğeni, diğeri de damadıydı. Onların sendika bürolarında
“Allahsızlık” propagandası yapmasını eleştirip durdu. Her ortamda o yeğeninin
ve damadının bahsi edilen grevde yaptıklarına yönelik öfkesini dillendirdi. O
iki işçi, fabrikaya gelen, kendilerini işe sokma konusunda aracılık etmiş, bir
dönemin enerji bakanı Fahir İlkel’i görünce “Koç’un uşağı!” diye bağırmışlardı.
Bunun üzerine yeğen ve damat, işten atıldı. Amca-kayınbaba, bu sözü üzerine
almış, fazlasıyla gücenmişti.
Damat,
yıllar sonra TBKP bünyesine giren TİP kontenjanından Sovyetler’e eğitime
gönderildi. Karısı, yıllarca sendikada çaycı olarak çalışıp çocuklarını
büyüttü.
Damat,
aldığı eğitimle ülkeye döndü. İlk işi Marksizme ve sosyalizme küfretmek, Özal
liberalizminin yaydığı ışığa far görmüş tavşan gibi tutulmak oldu. Her girdiği
ortamda “Marksizmi çürüttüler, hem de İngiltere’deki Marksistler çürüttü”
diyor, yapılan yolları, gökdelenleri övüyordu. “Marksistler” dediği, İngiliz
İşçi Partisi’ne mensup hocaların çalıştığı Londra Ekonomi Okulu’ydu. O dönemde
söz konusu okulun hocaları, bir tiyatro kurup Kapital’i yargılamışlar,
“kapitalizm çökecek” öngörüsünün tutmamış olması üzerinden Marksizmin iflas
ettiğine hükmetmişlerdi. Süreçte sosyalistler, Moskova’dan nefret edip Londra’ya
kul olmayı öğrendiler.
Sovyetler’e
gönderilen bu eski işçi, antikomünizme örgütlendi, doğal olarak önce ÖDP’li
sonra da CHP’li oldu. Şimdi kendisine kızan kayınbabasıyla birlikte CHP bayrağı
sallıyor. Koç’un uşağı olmanın keyfini çıkartıyor. Bu hikâye, sosyalist
hareketin yolunu ve mayasını özetliyor.
Beka
Bugün
halkın büyük bölümü, giyinmeyi, yiyeceği yemeği, nasıl hayatta kalacağını Acun
Ilıcalı’dan öğreniyor. Birilerine memurluk yapan bu kişi, bunca kudretine
rağmen bir “yapı”dan söz ediyor. Utanmıyor. Bu kişinin fikriyatı üzerinden son
eylemde “Yabancı savcı isteriz” dövizi taşınıyor.
CHP’yle
büyüyen güce varlığını teslim edenler, o gücün antikomünist olduğu gerçeğini
görmek istemiyorlar. Bir CHP vekili, Erdoğan’ı Esad’a, Saddam’a, Kim İl Sung’a
benzetiyor, onu Kızıl Moskova’nın programını uygulamakla suçluyor. Bu durumu
eleştirince biz, nedense AKP’li oluyoruz!
Sol
örgütler de hayatta kalmayı Acun’dan öğreniyorlar! Hayatta kalmakla yaşamak
arasındaki fark, unutuluyor. Örgütler, hayatta kalmaya çabalamaktan başka bir
şey yapmıyorlar. CHP’yle kurdukları zavallı ve aciz ilişki de bu çabanın
sonucu.
Her
türlü anlamını, değerini ve bağlamını yitirmiş olan örgütler, CHP yatağına
akıyorlar. Hayatta kalmayı yaşamak zannediyorlar. Bu sebeple, teoriye,
ideolojiye ve politikaya zerre katkı sunamıyorlar. CHP’ye neden
katılmadıklarını kimse bilmiyor. Ömürlerini “şu CHP kitlesinden ne koparsak kârdır”
lafı üzerinden kadrolarını oyalayıp kandırarak, CHP’lileştikleri gerçeğini
gizleyerek geçiriyorlar.
Bugün
Koç’un liberal CHP’sinin kendisine özel sosyalist parti kurduğu görülüyor. Bu
partiye TİP adı veriliyor. Eski TİP’lilerin “Koç’un uşağı” olduğu, reklâmcıların
yeni TİP’e bağlandığı gerçeklikte sosyalist hareket, Koç’un dünyasına
örgütleniyor. Koç ailesini her fırsatta bir ÖDP’li seslendiriyor.
Sosyalistlerin
önemli bir bölümü, CHP’nin devrim yapacağına, sosyalizmi kuracağına ikna
edilmiş durumda. Sosyalist örgütlerin taktiği de stratejisi de, minima programı
da maksima programı da bu aldatmaca üzerine kurulu. Bu aptallığı kimse
sorgulamıyor. İttihatçı damara örgütlenen sosyalist hareket, neleri teslim
ettiğini görmüyor. İştirakçi hatta her an, her fırsatta küfrediyor.
Rus
devletinin koridorlarında gezinen bir isim olarak Dugin, son eylemlerin
Erdoğan’ın İngiltere ve Avrupa’ya yanaşmasının bir neticesi olduğunu söylüyor.
Zaten İngiltere’nin ve Avrupa’nın uzantısı olan kadrolar, bir tür alan kavgası
veriyorlar. Özel, o nedenle Starmer’a, Avrupalı efendilerine sitem ediyor.
Kürt’le anlaşma zemini ne vakit oluşsa kitlesel başkaldırıya tanık olmamızın
sebebini de Avrupa’da aramak gerekiyor.
Bir
dönemin parlayan kutup yıldızı Syriza’nın liderlerinden Yanis Varufakis,
kendince bir analoji kuruyor: “Fransa’da Le Pen’in yolsuzluk suçlamasıyla
cumhurbaşkanlığı adaylığından düşürülmesine laf etmeyenler, İmamoğlu’na da
edemezler” diyor. Bu analoji, öfkeye sebep oluyor. Meselelerin ardı yöresine
gene bakılmıyor. Avrupa kıtasındaki genel seyir, incelenmiyor. Herkes, Cehepeli
yankı odasında mapus olup boğulmayı tercih ediyor.
Kitleler,
bir yandan da CHP içi kavgaya kurban ediliyorlar. Kitlelerin kolektif
mücadelesine ayrı ve gayrı bir mevzi ve barikat örmek zorunda olan sosyalist
hareketin CHP’den ayrı ve gayrı bir varlığı, adımı, programı vs. olmadığı
görülüyor. Herkes, “Koç’un uşağı” olmanın sunacağı imkân ve fırsatların peşine
düşüyor.
Eren Balkır
2
Nisan 2025
1 Yorum:
Her zamanki gibi harika bir yazı Eren Bey'den. Böyle zamanlarda onu okumak rahatlatıyor.
Yorum Gönder