02 Nisan 2025

,

Koç’un Uşağı


Algoritmanın Esiri

Bugünlerde sosyal medya algoritmalarının son dönemde yapılan eylemleri akışta yansıtmadığı iddiası, fazlasıyla dillendiriliyor. Aynı algoritma yüzünden Duvar gazetesi kapandı. Algoritmayı en çok da “internet, komünizmi getirecek, özgürlüğün kayıp anahtarı Silikon Vadisi'nde” diyenler eleştiriyorlar.

Somut, gerçek, canlı ve dinamik kitlesel bağlar kurmak, kurumlar inşa etmek yerine herkes, bugün efendilerin araçlarına örgütlenmişliğin cezasını çekiyor. Ama kimse, eylemlerle ilgili paylaşımların neden akışa yansıyabildiğini, hiç takip edilmeyen kişilerin tvitlerinin neden görüldüğünü, bu tvitlerde havanın neden birden boykottan yana estiğini izah etmiyor.

Algoritma karşıtlığı, kitleleri bireyler düzeyinde, egemenlerin oyuncağına örgütlüyor. Dün büyük zenginler işlerini görsünler diye icat edilmiş olan akıllı telefonların neden herkesin eline verildiğini, bunun sosyolojisini ve ekonomi-politiğini kimse tartışmıyor. Herkes ilerlemeci, herkes fazla burjuva.

Akıllı telefonlarla tek tek herkes, robotlaştırılıyor, dijital âlemin efendilerine kul ediliyor. Bu dönüşümün getirdiği bencilliği, kibri ve kayıtsızlığı sevmeyen yok. Solun dilinin de buna göre şekil alması isteniyor. Sol, yeni bir kalıba dökülüyor. O, bu kalıba fazla sevdalı.

Dün Twitter’ın Türkiye müdürlüğüne liberal bir Kürt’ün atandığını duyunca sevinç çığlıkları atanların bugün algoritmayı eleştirmeye hakları yok. Herkes, siyaseti ve ideolojiyi bu dijital ağalara peşkeş çekmelerinin hesabını vermek zorunda.

Boykot, sosyal medyada köpürtülüyor. Dijital dünyanın kensılcıları, linççileri, iptalcileri sahneye çıkıyor, gece-gündüz av kokusunun peşinde, kurbanlarını arıyorlar. Bu coşkunun ardı yöresi hiç sorgulanmıyor. Saçlar, egemenlerin estirdiği rüzgâra teslim ediliyor.

Aziz Nesin Sen Nesin?

1977-78’de Arçelik’te grev gerçekleştirilir. Aziz Nesin, bu grevin patronun ekmeğine yağ sürdüğünü iddia eder. Konuyla ilgili bir hikâye kaleme alır. Zaten krizde olan, mallarını satamayan patronların yapılan grevden memnun olduğunu söyler. Sendikanın patronla çalıştığı imasında bulunur. Sonrasında o sendika ve ait olduğu DİSK, patronların partisine teslim edilir.

1974 sonrası hammadde bulamayan patronlar, o hammaddeyi kaçak yollardan sokmak için mafya babalarıyla çalışır. Ama kriz vurunca mal depolarda çürümeye bırakılır. Aziz Nesin, grevin böylesi bir dönemde gündeme gelmesini eleştirmektedir. Sendikacılar onu işçilere yuhalatırlar. Bir salon toplantısında işçiler “Aziz Nesin sen nesin?” diye bağırırlar.

Bugün yuhalanmayı göze alan bir Aziz Nesin yok. Hatırasını sömürenlerse çok. Dolayısıyla, “bugünkü boykot kimin ekmeğine yağ sürüyor?” sorusunu soracak bir aydına da rastlanmıyor. Herkes, neticede laykının ve dünyalığının peşinde.

“Ekonomik kriz koşullarında boykot kararı alınırken, CHP’nin de desteklediği Mehmet Şimşek ve programından izin ve onay alınmış mıdır?” sorusunu da, “Dün MİT’ten brifing alan CHP, bu eylem süreci konusunda MİT’e bilgi vermiş midir?” sorusunu da kimse sormuyor. Burjuva iktisat uyarınca “Talep Enflasyonu”ndan dem vuranların bu boykotu isteyip istemediklerini, AKP’nin bu boykot ayranını neden köpürttüğünü tartışana rastlanmıyor.

Kitleyi maniple eden, zararsız sulara çeken, herkesin eline kırmızı kart veren CHP’nin bu süreci AKP’nin de ait olduğu devlet adına ve devlet için yürüttüğüne hiç şüphe yok. Tüketim grevi, küçük burjuvalığa taç giydirme töreni. Kitleleri ve öfkesini kontrol altına alma yöntemi. Genel grev olmasıncılık.

CHP yönetimi, basit bir influencer kafasıyla çalışıyor. “Şu kadar kitlemiz var, biz her şeyi yaparız” diyorlar. Boykot kararının ardında bu tür bir kibir var. Muhtemelen ağalar-paşalar, ranttan talep ettikleri payı almak için ezilen-yoksul halk kitlelerini kullanıyorlar. Politikasız politika yapıyorlar.

“Bunlar bizim olağan hayatımızı boykot sanıyorlar” diyen, boykot listesindeki ürünleri zaten tüketemeyen halkın eleştirisinin yakıcılığını hissetmek gerekiyor. O ağalar-paşalar, o harrdan kaçmak için CHP’yi kullanıyor.

Seksenlerin sonunda bir haber çıkıyor. “Halkın yüzde altmışının et yiyemediğini” söyleyen bu haberi yorumlayan Aziz Nesin, “et yiyemediğine göre demek ki halkın yüzde altmışı aptal” diyor. Sonra bu cümle bağlamından cımbızlanıyor. Olur olmaz yerde kullanılıyor. Nesin’in bu fikriyatını kalkandelenler tasfiye ediyor. Bugün kimsenin zaten et yiyemediği koşullarda “Et yemeyin!” demek solculara düşüyor. Bu mizahi durumu kaleme alacak bir yazara artık rastlanmıyor.

Özgür ve Özel Ölçütler

Sol liberaller, kendi taleplerini Z Kuşağı’na söyletiyorlar. Kendi liberalizmlerini Z Kuşağı söyleminin ardına saklanarak dillendiriyorlar. Özgür Özel, bu yüzden şu lafı ediyor: “Z Kuşağı deniyor ya, gerçekten çok farklılar. Milliyetçi ama ülkücü değiller. Muhafazakâr ama ümmetçi değiller. Devrimci ama sosyalist değiller. Demokrat ama uzlaşmacı değiller. Hepsi Atatürkçü.”

Sondaki Atatürk’ün gerçek Atatürk’le bir alakası yok. Ol liberaller, kaba, beton kafalı Kemalizmden arındırdılar partiyi. O “Atatürk”, basit manada, yüce, kutsal ve biricik Birey’e dair bir imgeden, mecazdan başka bir şey değil. İşte Partizancıların dahi katılabilmek için yanıp tutuştukları maskeli balo, o bireyin balosu. Kemalizm eleştirileri, liberal Atatürk’çülüğe bağlanıyor. O baloya girme arzusuna Maoizm damgası vuruluyor. Baloya Mao maskesi de iliştiriliyor.

Özgür Özel, yukarıdaki sözlerinde sosyalist harekete de ölçü ve ölçüt dayatıyor. Ona kıvam veriyor. “Devrimci ama sosyalist değil” diyen, fazlalıkları zararlı gören Özel, ertesi gün “Ben Sosyalist Enternasyonal’in genel başkan yardımcısıyım” diyor. Sosyalizme düşman bu kişiler, sosyalist hareketi sürü gibi güdüyorlar. Fazlalıkları, çapakları efendiler için temizliyorlar. Sol örgütler de bu temizliğe onay veriyorlar.

Arçelik Grevi

Yukarıda bahsi edilen greve iki işçi katıldı. Bu iki işçi, Koç’a ait bir maden şirketinde çalışan yakınları sayesinde o işe girmişlerdi. Maden şirketinde çalışan bu işçi, ömrünü kendisini Koç’un müdürü zannederek geçirdi. 

O iki işçiden biri yeğeni, diğeri de damadıydı. Onların sendika bürolarında “Allahsızlık” propagandası yapmasını eleştirip durdu. Her ortamda o yeğeninin ve damadının bahsi edilen grevde yaptıklarına yönelik öfkesini dillendirdi. O iki işçi, fabrikaya gelen, kendilerini işe sokma konusunda aracılık etmiş, bir dönemin enerji bakanı Fahir İlkel’i görünce “Koç’un uşağı!” diye bağırmışlardı. Bunun üzerine yeğen ve damat, işten atıldı. Amca-kayınbaba, bu sözü üzerine almış, fazlasıyla gücenmişti.

Damat, yıllar sonra TBKP bünyesine giren TİP kontenjanından Sovyetler’e eğitime gönderildi. Karısı, yıllarca sendikada çaycı olarak çalışıp çocuklarını büyüttü.

Damat, aldığı eğitimle ülkeye döndü. İlk işi Marksizme ve sosyalizme küfretmek, Özal liberalizminin yaydığı ışığa far görmüş tavşan gibi tutulmak oldu. Her girdiği ortamda “Marksizmi çürüttüler, hem de İngiltere’deki Marksistler çürüttü” diyor, yapılan yolları, gökdelenleri övüyordu. “Marksistler” dediği, İngiliz İşçi Partisi’ne mensup hocaların çalıştığı Londra Ekonomi Okulu’ydu. O dönemde söz konusu okulun hocaları, bir tiyatro kurup Kapital’i yargılamışlar, “kapitalizm çökecek” öngörüsünün tutmamış olması üzerinden Marksizmin iflas ettiğine hükmetmişlerdi. Süreçte sosyalistler, Moskova’dan nefret edip Londra’ya kul olmayı öğrendiler.

Sovyetler’e gönderilen bu eski işçi, antikomünizme örgütlendi, doğal olarak önce ÖDP’li sonra da CHP’li oldu. Şimdi kendisine kızan kayınbabasıyla birlikte CHP bayrağı sallıyor. Koç’un uşağı olmanın keyfini çıkartıyor. Bu hikâye, sosyalist hareketin yolunu ve mayasını özetliyor.

Beka

Bugün halkın büyük bölümü, giyinmeyi, yiyeceği yemeği, nasıl hayatta kalacağını Acun Ilıcalı’dan öğreniyor. Birilerine memurluk yapan bu kişi, bunca kudretine rağmen bir “yapı”dan söz ediyor. Utanmıyor. Bu kişinin fikriyatı üzerinden son eylemde “Yabancı savcı isteriz” dövizi taşınıyor.

CHP’yle büyüyen güce varlığını teslim edenler, o gücün antikomünist olduğu gerçeğini görmek istemiyorlar. Bir CHP vekili, Erdoğan’ı Esad’a, Saddam’a, Kim İl Sung’a benzetiyor, onu Kızıl Moskova’nın programını uygulamakla suçluyor. Bu durumu eleştirince biz, nedense AKP’li oluyoruz!

Sol örgütler de hayatta kalmayı Acun’dan öğreniyorlar! Hayatta kalmakla yaşamak arasındaki fark, unutuluyor. Örgütler, hayatta kalmaya çabalamaktan başka bir şey yapmıyorlar. CHP’yle kurdukları zavallı ve aciz ilişki de bu çabanın sonucu.

Her türlü anlamını, değerini ve bağlamını yitirmiş olan örgütler, CHP yatağına akıyorlar. Hayatta kalmayı yaşamak zannediyorlar. Bu sebeple, teoriye, ideolojiye ve politikaya zerre katkı sunamıyorlar. CHP’ye neden katılmadıklarını kimse bilmiyor. Ömürlerini “şu CHP kitlesinden ne koparsak kârdır” lafı üzerinden kadrolarını oyalayıp kandırarak, CHP’lileştikleri gerçeğini gizleyerek geçiriyorlar.

Bugün Koç’un liberal CHP’sinin kendisine özel sosyalist parti kurduğu görülüyor. Bu partiye TİP adı veriliyor. Eski TİP’lilerin “Koç’un uşağı” olduğu, reklâmcıların yeni TİP’e bağlandığı gerçeklikte sosyalist hareket, Koç’un dünyasına örgütleniyor. Koç ailesini her fırsatta bir ÖDP’li seslendiriyor.

Sosyalistlerin önemli bir bölümü, CHP’nin devrim yapacağına, sosyalizmi kuracağına ikna edilmiş durumda. Sosyalist örgütlerin taktiği de stratejisi de, minima programı da maksima programı da bu aldatmaca üzerine kurulu. Bu aptallığı kimse sorgulamıyor. İttihatçı damara örgütlenen sosyalist hareket, neleri teslim ettiğini görmüyor. İştirakçi hatta her an, her fırsatta küfrediyor.

Rus devletinin koridorlarında gezinen bir isim olarak Dugin, son eylemlerin Erdoğan’ın İngiltere ve Avrupa’ya yanaşmasının bir neticesi olduğunu söylüyor. Zaten İngiltere’nin ve Avrupa’nın uzantısı olan kadrolar, bir tür alan kavgası veriyorlar. Özel, o nedenle Starmer’a, Avrupalı efendilerine sitem ediyor. Kürt’le anlaşma zemini ne vakit oluşsa kitlesel başkaldırıya tanık olmamızın sebebini de Avrupa’da aramak gerekiyor.

Bir dönemin parlayan kutup yıldızı Syriza’nın liderlerinden Yanis Varufakis, kendince bir analoji kuruyor: “Fransa’da Le Pen’in yolsuzluk suçlamasıyla cumhurbaşkanlığı adaylığından düşürülmesine laf etmeyenler, İmamoğlu’na da edemezler” diyor. Bu analoji, öfkeye sebep oluyor. Meselelerin ardı yöresine gene bakılmıyor. Avrupa kıtasındaki genel seyir, incelenmiyor. Herkes, Cehepeli yankı odasında mapus olup boğulmayı tercih ediyor.

Kitleler, bir yandan da CHP içi kavgaya kurban ediliyorlar. Kitlelerin kolektif mücadelesine ayrı ve gayrı bir mevzi ve barikat örmek zorunda olan sosyalist hareketin CHP’den ayrı ve gayrı bir varlığı, adımı, programı vs. olmadığı görülüyor. Herkes, “Koç’un uşağı” olmanın sunacağı imkân ve fırsatların peşine düşüyor.

Eren Balkır
2 Nisan 2025

1 Yorum:

Akın Yılmaz dedi ki...

Her zamanki gibi harika bir yazı Eren Bey'den. Böyle zamanlarda onu okumak rahatlatıyor.