Uzun bir süredir yaprak
kımıldamayan ülkemizde geçtiğimiz haftalarda yaşanan siyasi gelişmeler
neticesinde geniş çaplı bir eylemlilik sürecine girdik. Gezi direnişinden bu
yana görülmedik bir şekilde sokaklar ve meydanlar doldu taştı, üniversiteler
hareketlendi. Eylemlerin sebebi, amacı ya da sonuçlarından çok ilgilendiğim
asıl konu, eylemlerin gidişatı ve süreç içerisinde yaşandığını düşündüğüm
dönüşüm.
Eylemin Neliği
Bu gidişat ve dönüşüm
konusuna geçmeden önce, girizgâh kabilinden belirtmem gerek.
Sokak eylemleri, sebeplerinden, amaçlarından ve sonuçlarından azade düşünüldüğünde (ki bu, hiç sağlıklı bir yöntem değildir) oldukça anlamlı olaylardır. Çünkü ülkemizde ve tüm dünyada siyaset halksızlaştırılmış durumdadır.
Soğuk savaşta emperyalizm
cephesinin ideolojik bir saldırı olarak ideolojilerin ölümünü ilan etmesi;
siyasetin tamamen profesyonel bir meslek olarak siyaset ağaları tarafından icra
edilmesi, halkın ise sadece bu ağa takımının belirlediği zaman ve zeminde ve
yine onların belirlediği ölçüde siyasal süreçlere katılması içindi. Rousseau Toplum
Sözleşmesi’nde bu duruma İngilizler üzerinden örnek verir:
“İngiliz halkı kendini özgür sanıyorsa da
aldanıyor, hem de pek çok; o ancak parlamento üyelerini seçerken özgürdür: Bu
üyeler seçilir seçilmez, İngiliz halkı köle olur, bir hiç derekesine iner. Kısa
süren özgürlük anlarında, özgürlüğünü o kadar kötüye kullanır ki, onu yitirmeyi
hak eder.”[1]
Seçimler, egemenliğin
siyaset ağalarına devridir ve günümüzde demokrasi seçimden başka bir anlama
gelmemektedir. Rousseau’nun demokrasisinden Schumpeter’in demokrasisine giden
süreç, egemen sınıfın kitlesel hareketlerden duyduğu korku ile şekillenmiştir.[2]
Ülkemizde bunu muktedir ve muhalif siyaset ağaları el birliği ile başardılar.
İktidar, doğası gereği,
kendisine yönelen sokak eylemlerini olabildiğince sönümlendirmek ister fakat
bizde muhalefet partisi de sokak eylemlerini sevmez ve sokaktan uzak durur.
Çünkü bu mesele, güncel siyasetten daha derinlerde ve egemen sınıfların
seçkinci korkularıyla karara bağlanmış bir konsensüstür. 2023 seçimleri
öncesinde, iktidar partisinin güçlü olduğu kimi yerlerde bile gerçekleşen
yoksulluk eylemlerinin bizzat CHP genel başkanı tarafından el çabukluğu
sonlandırılması bunun kanıtıdır. Dolayısıyla, cumhurbaşkanı adayının
tutuklanması ile başlayan bu son eylemlerin bu derece yayılması da muhalif
siyaset ağaları için kötü bir sürpriz oldu. Büyük ihtimalle dostlar alışverişte
görsün minvalinde yapılacak birkaç miting ile üst mahkemenin yolunu tutmayı
düşünen CHP, üniversite gençliğinin inadı karşısında çaresiz kalarak sokakların
tozunu yutmak zorunda kaldı.
Sokağa çıkmak (her şeyden
bağımsız düşünüldüğünde) halkın idare mekanizmasına verili koşullarla müdahil
olma kanallarının tıkandığının, siyaset ağalarının temsil kabiliyetinin
kalmadığının bir itirafıdır.
Eylemcinin Kimliği
İnsanın diğer hayvanlardan
farklı bir türsel doğaya sahip olmasının mucip sebebi, onun bilinçli ve özgür
etkinliğiyle kendini tanımlayabilmesinde yatar.
“Hayvan kendi yaşamsal etkinliği ile doğrudan
doğruya özdeşleşir. Kendini ondan ayırmaz. O, bu etkinliktir. İnsan, kendi
yaşamsal etkinliğinin kendisini, kendi istenç ve bilincinin nesnesi (konusu)
durumuna getirir. Onun bilinçli bir yaşamsal etkinliği vardır.”[3]
Hiçbir inek bir gün süt
üretmeyi değil de bal üretmeyi seçmeyecektir; çünkü o, odur. İnsan ise kendi
bilinçli etkinliği ile kendini tanımlar; o da olabilir, bu da.
Marx’ın yaşamsal etkinlik
için söyledikleri siyasal etkinlik için de geçerlidir. İnsan, özgür siyasal
etkinliği aracılığıyla iradesini ortaya koymanın yanında, kendisini de
tanımlar. İsterse sınıf bilinçli bir proleter olur, isterse bir muhafazakâr,
isterse sadece yasadan doğan hakkını kullanan bir yurttaş…
Eylemlerin yükseliş
evresine bunun ışığında bakarsak, eylemciler etkinlikleri ile kendilerini birer
yurttaş olarak tanımlamak isterler. Sözleşme, onlara bu hakkı vermiştir:
“Toplum sözleşmesi yurttaşlar arasında öyle bir
eşitlik kurar ki, herkes aynı koşullar altında verdiği sözle bağlanır ve
herkesin aynı haklardan yararlanması gerekir. […] öyle ki, egemen varlık,
yalnız ulusun bütününü tanır ve onu oluşturanlar arasında hiçbir ayrılık
gözetmez.”[4]
Şimdi yukarıda
bahsettiğimiz eylemlilik sürecinin dönüşümü meselesine bakabiliriz. Yaklaşık
bir hafta kadar süren sokak eylemlerinin gelip dayandığı yer, muhalefet partisi
tarafından muhtelif sermaye gruplarına yönelik boykot çağrısı oldu. Bu, muhalif
siyaset ağalarının eylemleri sönümlenmeye doğru götürebilmek için kurguladığı
ustaca bir manevraydı.
2023 seçimleri öncesinde
yoksulluk ve enflasyon karşıtı eylemleri baltalayan CHP, bu kez yine sokak
eylemleri neticesinde muhalif kitle nezdinde hasar alan temsil kabiliyetini
onarmak için hamle yaptı. Sönümlenme işinin kıvamı öyle ayarlanmalıydı ki öfkeli
kitlenin öfkesine hedef olmadan onları sokaktan koparmak gerekiyordu. Sokak
yurttaş yaratıyor, muhalif ağalar ise oy veren marabalar istiyordu.
Boykot imdada yetişti.
Egemen varlığın üyeleri olduğunu haykıran yurttaşlar, artık anti-alışveriş
listeleri hazırlayan müşterilere dönüştüler.
Şu farkın üzerine
düşünelim: Gezi direnişinin yükseliş evresinde eylemciler, sokakta yaşananları
ekranına taşımadığı için bir medya grubunun binasını basıyor ve sonuç alıyordu.
CHP, yıllar sonra aynı sebeple aynı medya kuruluşunu hedefe alırken onun
izlenmemesini salık veriyor. Biri kolektif etkinliğe, diğeri ise en nihayetinde
bireysel tüketici tercihine işaret ediyor.
Kolektif etkinliğin yerini
bireysel tercihin aldığı ve daha gelişkin tüketim olanaklarına sahip olan orta
sınıflar için zahmetsiz bir pratik olan boykot, aynı zamanda nesnel olarak
başka sermaye gruplarının da temize çıkarılmasına yarıyordu. Oysa yeni rejim,
sermaye sınıfının bir bütün olarak uzlaşısından doğmuştu.
CHP’nin Hinliği
Sonuca gelelim ve
sönümlenen eylemlilik sürecinden elde kalanlara bakalım. Yukarıda genel olarak
sokak eylemleri için yazılanlar bir soyutlamaydı. Şimdi bizim pratikte
yaşadığımız sokak eylemlerini amaçları ve sonuçları ile birlikte düşünmeliyiz.
Kendisi de bir sermaye
partisi olan ve yeni rejim ile bazı aşırılıkları dışında alıp veremediği
olmayan CHP (sokaktaki kimi aşırılıkları da boykot icadıyla hallettikten sonra)
tam da rejime uygun bir muhalif olan cumhurbaşkanı adayını toplumsal
muhalefetin öncüsü haline getirmeyi başarmış, rakip muhalif odakları ya kendine
bağlamış (M. İnce) ya da devşirdiği meşruiyet ile basınç altında kalmalarının
(sosyalistler) yolunu yapmıştır.
Sokak eylemlerinin
muhalefet ağalarının ufkunu aştığı iddiası ham hayalden başka bir şey değildir.
Eylemlerin doğduğu kaynak da, aktığı yatak da ortadadır ve hayal kuranların
yatağın yönünü değiştirecek olanaklara sahip olmadığı da aşikâr…
Memleketine ve halkına
karşı duyduğu sorumluluk ile, üstelik türlü bedeller ödemeyi göze alarak bu
sürece dâhil olan herkese elbette saygı duyuyorum fakat buradan yurttaşlık ya
da yoldaşlık değil, çıksa çıksa CHP’ye müşterilik çıkacaktır.
Emre Fidan
17 Nisan 2025
Dipnotlar:
[1] Jan-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 2013, s. 90.
[2] Cangül Örnek, Türkiye
Soğuk Savaş Düşünce Hayatı, Yordam Kitap.
[3] Karl Marx, 1844 El
Yazmaları, Sol Yayınları, 2011, s. 146.
[4] Jan-Jacques Rousseau, a.g.e., s. 30.
0 Yorum:
Yorum Gönder