27 Aralık 2022

,

Müsamere

Bugün solun sahiplendiği, öncü kabul ettiği Avrupa Birliği’nin Yunanistan’daki sol iktidarı ve emekçileri ezdiği günlerde HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Türkiye’nin Yunanistan’a borç vermesini istiyordu.[1] AB'ye yönelik eleştiri içermeyen konuşmasında aynı vekil, tuhaf bir saflıkla, “Avrupa, Yunanistan’a yardıma koşmalı, Türkiye, Yunanistan’ın 1,6 milyar avroluk borcunu üstlenmeli” diyordu. Kürkçü, ancak Avrupa’nın parçası olabilen, olması için çaba sarf edilen muhayyel bir Avrupa adına konuşabiliyordu. O Avrupa incinmesin, Türkiye Avrupa’dan kopmasın, onun pisliklerini örtsün istiyordu. Yunan emekçilerinin çilesi, onun zerre umurunda değildi. O, hep yüksek siyasetin adamı olmuştu ve bu hâlini sevmişti.

Kürkçü, komşusunun borcunu üstlenebilecek güçte olan ülkesine geldiğinde, bir yandan da ekonominin kötü yönetildiğinden söz edebilmekteydi. Buradaki garabeti kimse sorgulama gereği duymadı. Madem ekonomi kötüydü, kötü yönetiliyordu, Türkiye, Yunanistan’a verecek parayı nereden bulacaktı?

Aslında “Yunanistan’ın borcunu Türkiye ödesin” demek, Tayyip ekonomisine yönelik bir methiye idi. Çözüm sürecinde özne olma hakkını bulan Kürkçü, devleti övmek zorundaydı. Bu methiye, çözüm sürecinin bir parçasıydı. Yüksek siyasetçiler, halkı görmedikleri için yüksekteydiler. Bugün o siyasetçiler, “çözüm sürecinde ekonomik kriz yaşanmadı, her şey güllük gülistanlıktı” diyorlar.

Aynı garabet, bugün TKP’nin solcu seçim programı için de söz konusu. “Türkiye, sunduğumuz önerilerin yürürlüğe konulabilmesine imkân verecek ölçüde zengin bir ülke” önermesini temel alan program, bir yandan da güya Tayyip eleştiriyor. AKP’nin tersten propagandasını yapıyor. Bu eleştiri, başörtülü, sakallı belediye görevlileri yerine İmamoğlu’nun modern görünümlü çalışanlarını görmekten memnun olan, Starbucks’tan alışveriş etme imkânı sunan belediyeye övgüler dizen küçük burjuva eleştiriyi okul bellemiş görünüyor. Tüm dili ve içeriği o okuldan öğreniyor. Varlığını o küçük burjuvaya adıyor.

Okulun sunduğu ilk ders meritokrasi, ikincisi ise teknokrasi. Bu iki ders de yirmi yıllık dönemi sınıfsal-politik analize tabi tutmayanların ağzına sakız vermek için var. “Ülkeye, makama, göreve layık olmayanlar, teknik işleri yürütemezler”den başka bir şey söylemiyorlar. Tayyip gibi her şeyi kararname ile çözmeyi seviyorlar. Alttan alta, meseleleri kişiselleştirerek, maddi, yapısal, zorunlu ilişkilerin üzerini örtüyorlar. Bu anlamda, onları onaylıyorlar. Sol, kendisine göre, kendisine uygun bir düşman inşa edip, onunla oyalanıyor. Kendisine tahsis edilen kum havuzundan çıkamıyor.

Liyakat ve teknik gibi ayrıntılar önemli olunca, AKP iktidarının maddi ve somut gerçekliği görmezden geliniyor. Ona karşı bir hareket inşa edilmiyor. Kemal Okuyan da Alper Taş da Erkan Baş da İmamoğlu gibi birer Tayyip tornasından geçiriliyorlar. Laik, elinde viski olan, dans bilen bir başkan arayışındalar. Bu tür bir başkanın her şeyi çözeceği yalanını kitlelere satmakla meşguller.

Millet İttifakı, başkanlık sistemine mecbur. Onun dışına çıkamaz. Ufak rötuşlar olur, ama “ranta karşıyız, projeye değil” cümlesine uygun ilişkiler yeniden tesis edilir. Bu hâliyle, AKP değilse bile Tayyip onay almakta, baş köşeye yerleştirilmektedir. Düzen, onun gibi bir figürü yetiştirmiş olmanın imkânlarından vazgeçmek niyetinde değildir. Düzenden kopamayanlar, dost ya da düşman kabul ettikleri Tayyip rejimini asla yıkamazlar.

* * *

Yukarıdaki görsel, 1 Kasım 1937’de Celâl Bayar başbakan olunca çizilmiş bir karikatür. Sosyalistlerin ekseriyeti ömrünü, bu kadronun hâlihazırda sosyalizme doğru ilerleyen cumhuriyeti yoldan çıkarttığına safça inanmakla geçirdi. Oysa “devlet makinesi mükemmel işliyor.” Bu anlamda, yoksul halk kitlelerini sanki bir ihtilaf varmış gibi kandırmanın bir anlamı bulunmuyor. Devlet makinesi, yeni makinistler ve yeni makine yağları, alet-edevat bularak ilerliyor. Sol, alet çantasına girmek için yarışıyor. Karikatürde verilen makineye tercüman ve sanatçı olarak eklemleniyor.

Aslında bugünkü solun rahmi, Bayar ve şürekasıyla birlikte çıkartılan dergi. Bu solculuk, Sovyetler’e karşı çekilen setle alakalı. O set, Avrupa ve Amerika’ya ait. Neticede solculuk, Avrupa’da ve Amerika’da ne hâldeyse, burada da o hâlde. Başka bir menzili ve ufku yok. İçimizde ilerleyen Avrupa ve Amerika, bir tür solculuk imal etti.

İlerlemeyle ve kalkınmayla tanımlı bir solculuk bu. Tepeden kurulan ilişkilere, aşağıdan kadro yetiştirmekten başka bir iş yapmıyor. Avrupa ve Amerika ölçüsüne vurduğu ülkede sosyalist siyaseti bu Batı coğrafyasının çıkarlarına uygun bir kıvama getiriyor. Sol, bugün HDP ve CHP gibi partilerinin ülkeyi üst lige çıkartacağını söyleyen AKP ile yan yana durduğunu, benzer şeyler söylediğini görmüyor. Jeremy Rifkin’in önerileri, bir açıdan, AKP kurmaylarının ve kabinesinin uyum gösterdiği öneriler. Sol, Rifkin kadar yoksul insan düşmanı, vegan ve çevreci!

Bu anlamda, Ekrem de Fatma Şahin de Jeremy Rifkin de aynı şeyleri söylüyor. “Böcek yenmeli” diyen TKP de aynı yerde duruyor. İneğin çıkarttığı gaza takılan solcular, Ruhi Su’nun şarkısında geçen “Herkese yeter dünya / Herkese yeter ekmek” sözlerine küfretmeyi görev biliyorlar. Utanmadan, fukarayı sağcılar gibi hor görüyorlar.[2] Yoksulluğun çözümünde iradeyi “sermayeye, patronlara, sanayicilere, tüccarlara” teslim eden Hacer Foggo ve CHP’sine “oy isteyeceklerini” söylüyorlar. “Dinci-otokratik hareket iktidarı yitirsin, biraz da zenginlerden vergi alınsın, kâfi” diyorlar.[3] Onlar, yoksulu, işçiyi, halkı oyalamak için varlar. Bu varlığın taltif edileceğini iyi biliyorlar.

* * *

“Türkiye Yüzyılı” vizyonu ile “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlıklı vizyon, kardeş. CHP, AKP’nin ekonomi politikası üzerinden konuşuyor, AKP’nin ilk dönemindeki “canlılığı” sağlayan IMF programının ölü ruhunu çağırıyor. CHP’yi AKP’nin birinci dönemine uygun bir içerikle buluşturuyor. İktidar olma imkânının gene Tayyip CV’si ve biyografisi ile mümkün olduğunu söylüyor. Karadenizli girişimci, belediye başkanı, demokrat gibi etiketler, yeniden iliştiriliyor.

Uluslararası dengeler, Çin, Rusya, AB, İngiltere ve ABD arasındaki maddi ilişkiler, Türkiye’deki tüm burjuva partilerinin siyasetini tayin ediyor. Sosyalist hareket, temsilcisi olduğu küçük burjuvazinin bu burjuva partileri arasında cereyan eden rant kavgasında talep ettiği payın savunuculuğundan başka bir şey yapmıyor. Pandemi süreci, bu siyasete uygun olarak işliyor. Sola, küçük burjuvaziyi “proleter” olarak ambalajlayıp vitrine çıkartmak düşüyor.

“Koronavirüs salgını sonrası yeniden oluşacak küresel yönetim sistemi” Tayyip’e ihtiyaç duyar mı duymaz mı bilinmez, ama bir tür Tayyip’e muhtaç olduğu açık. 

CHP’nin yetmez ama evetçileri ile AKP’nin yetmez ama evetçileri, Tayyip’in imal edildiği laboratuvarda kitleden, yoksuldan, işçiden kopuk siyasetler üretiyorlar, imaj çalışmaları yürütüyorlar. 

Erkan Baş da İmamoğlu da Demirtaş da aynı dizgeyi takip ediyor. Erkan Baş, o yüzden “Türkiye birden de altıdan da büyük” diyor. O sebeple partisi, Amerikalı Demokrat Sosyalistler türünden reformistlerin “Biz yüzde doksan dokuzuz” lafını yineliyor. Her şey müsamereden, gösteriden ibaret çünkü.

Erkan Baş, kiracılarla ilgili sözleriyle sosyalist hedef ve programları sulandırıyor. Kitleden ve mücadeleden kopuk, kararnameler ve teknik müdahalelerden ibaret bir içeriğe doğru kapatılan sosyalist hareket, kendi iç Tayyip’lerini yetiştiriyor.

Baş, aslında lüks semtte kirası 25.000’e çıkmış küçük burjuvanın duygularına oynuyor. Siyasetinin yoksul mahallelerin lüks semtlere dönüştürüldüğü sürece tabi olduğunu o da iyi biliyor.

Amerika’da örnek aldıkları Amerikalı Demokrat Sosyalistler, bugün grev kırıcılığı yapıyorlar. İngiltere, Almanya ve Fransa’daki muadilleri, halk düşmanlığı konusunda birbiriyle yarışıyorlar. Buraya tercüme edilmiş hâlleriyle, HDP, Sol Parti, TKP ve TİP, halk ve işçi düşmanlığını nispeten daha sinsi bir biçimde icra ediyor.

Pandemi döneminde halk düşmanlığı yapan odalar, STK’lar, partiler ve sendikalar, Tayyip’in sözünü ettiği “küresel yönetim sistemi” denilen gemiye biniyorlar. Bu oynanan müsamerede hepsi de zımnen veya alenen, AKP rejimini aklıyorlar, övüyorlar, onu nesnel zemin kabul ediyorlar. Bu hâlleriyle, o rejimin ezdiği yoksul emekçi halk kitlelerini yeniden o sisteme bağlıyorlar. “Devletin tıkır tıkır işleyen çarkları”, her odanın, STK’nın, partinin ve sendikanın başına kendi memurlarını istihdam ediyor. Alttan, tabandan, kavgadan, dertten ve öfkeden inşa edilmiş bir hareket ortaya çıkmadan o çarklara çomak sokmak mümkün değil.

Eren Balkır
16 Aralık 2022

Dipnotlar:
[1] “Ertuğrul Kürkçü: Türkiye Yunanistan’ın Borcunu Üstlensin”, 29 Haziran 2015, CNN.

[2] Burçak Özoğlu, “Sensin Fukara!”, 16 Aralık 2022, Sol.

[3] Oğuz Oyan, “CHP’nin Vizyon Belgesi”, 6 Aralık 2022, Sol.

0 Yorum: