Bugün
solun sahiplendiği, öncü kabul ettiği Avrupa Birliği’nin Yunanistan’daki sol
iktidarı ve emekçileri ezdiği günlerde HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Türkiye’nin
Yunanistan’a borç vermesini istiyordu.[1] AB'ye yönelik eleştiri içermeyen konuşmasında aynı vekil, tuhaf bir
saflıkla, “Avrupa, Yunanistan’a yardıma koşmalı, Türkiye Yunanistan’ın 1,6
milyar avroluk borcunu üstlenmeli” diyordu. Kürkçü, ancak Avrupa’nın parçası
olabilen, olması için çaba sarf edilen muhayyel bir Avrupa adına
konuşabiliyordu. O Avrupa incinmesin, Türkiye Avrupa’dan kopmasın, onun
pisliklerini örtsün istiyordu. Yunan emekçilerinin çilesi, onun zerre umurunda
değildi. O, hep yüksek siyasetin adamı olmuştu ve bu hâlini sevmişti.
Kürkçü, komşusunun borcunu üstlenebilecek güçte olan ülkesine geldiğinde, bir yandan da ekonominin kötü yönetildiğinden söz edebilmekteydi. Buradaki garabeti kimse sorgulama gereği duymadı. Madem ekonomi kötüydü, kötü yönetiliyordu, Yunanistan’a verecek parayı nereden bulacaktı?
Aslında “Yunanistan’ın borcunu Türkiye ödesin” demek, Tayyip ekonomisine yönelik bir methiye idi. Bu methiye de çözüm sürecinin bir parçasıydı. Yüksek siyasetçiler, halkı görmedikleri için yüksekteydiler. Bugün o siyasetçiler, “çözüm sürecinde ekonomik kriz yaşanmadı, her şey güllük gülistanlıktı” diyorlar.
Aynı
garabet, bugün TKP’nin solcu seçim programı için de söz konusu. “Türkiye,
sunduğumuz önerilerin yürürlüğe konulabilmesine imkân verecek ölçüde zengin bir
ülke” önermesini temel alan program, bir yandan da güya Tayyip eleştiriyor. AKP'nin tersten propagandasını yapıyor. Bu
eleştiri, başörtülü, sakallı belediye görevlileri yerine İmamoğlu’nun modern
görünümlü çalışanlarını görmekten memnun olan, Starbucks’tan alışveriş etme
imkânı sunan belediyeye övgüler dizen küçük burjuva eleştiriyi okul bellemiş
görünüyor. Tüm dili ve içeriği o okuldan öğreniyor. Varlığını o küçük burjuvaya adıyor.
Okulun
sunduğu ilk ders meritokrasi, ikincisi ise teknokrasi. Bu iki ders de yirmi
yıllık dönemi sınıfsal-politik analize tabi tutmayanların ağzına sakız vermek
için var. “Ülkeye, makama, göreve layık olmayanlar, teknik işleri
yürütemezler”den başka bir şey söylemiyorlar. Tayyip gibi her şeyi kararname
ile çözmeyi seviyorlar. Alttan alta, meseleleri kişiselleştirerek, maddi,
yapısal, zorunlu ilişkilerin üzerini örtüyorlar. Bu anlamda, onları
onaylıyorlar. Sol, kendisine göre, kendisine uygun bir düşman inşa edip, onunla
oyalanıyor. Kendisine tahsis edilen kum havuzundan çıkamıyor.
Liyakat
ve teknik gibi ayrıntılar önemli olunca, AKP iktidarının maddi ve somut
gerçekliği görmezden geliniyor. Ona karşı bir hareket inşa edilmiyor. Kemal
Okuyan da Alper Taş da Erkan Baş da İmamoğlu gibi birer Tayyip tornasından
geçiriliyorlar. Laik, elinde viski olan, dans bilen bir başkan arayışındalar.
Bu tür bir başkanın her şeyi çözeceği yalanını kitlelere satmakla meşguller.
Millet
İttifakı, başkanlık sistemine mecbur. Onun dışına çıkamaz. Ufak rötuşlar olur,
ama “ranta karşıyız, projeye değil” cümlesine uygun ilişkiler yeniden tesis
edilir. Bu hâliyle, AKP değilse bile Tayyip onay almakta, baş köşeye
yerleştirilmektedir. Düzen, onun gibi bir figürü yetiştirmiş olmanın
imkânlarından vazgeçmek niyetinde değildir. Düzenden kopamayanlar, dost ya da
düşman kabul ettikleri Tayyip rejimini asla yıkamazlar.
* * *
1
Kasım 1937’de Celâl Bayar başbakan olunca çizilmiş bir karikatür yukarıdaki.
Sosyalistlerin ekseriyeti, bu kadronun hâlihazırda sosyalizme doğru ilerleyen
cumhuriyeti yoldan çıkarttığına safça inanmakla geçirdi ömrünü. Oysa “devlet
makinesi mükemmel işliyor.” Bu anlamda, yoksul halk kitlelerini sanki bir
ihtilaf varmış gibi kandırmanın bir anlamı bulunmuyor. Devlet makinesi, yeni
makinistler ve yeni makine yağları, alet-edevat bularak ilerliyor. Sol, alet
çantasına girmek için yarışıyor. Karikatürde verilen makineye tercüman ve sanatçı olarak eklemleniyor.
Aslında
bugünkü solun rahmi, Bayar ve şürekasıyla birlikte çıkartılan dergi. Bu solculuk,
Sovyetler’e karşı çekilen setle alakalı. O set, Avrupa ve Amerika’ya ait. Neticede
solculuk, Avrupa’da ve Amerika’da ne hâldeyse, burada da o hâlde. Başka bir
menzili ve ufku yok. İçimizde ilerleyen Avrupa ve Amerika, bir tür solculuk imal
etti.
İlerlemeyle
ve kalkınmayla tanımlı bir solculuk bu. Tepeden kurulan ilişkilere, aşağıdan
kadro yetiştirmekten başka bir iş yapmıyor. Avrupa ve Amerika ölçüsüne vurduğu
ülkede sosyalist siyaseti bu Batı coğrafyasının çıkarlarına uygun bir kıvama
getiriyor. Sol, bugün HDP ve CHP gibi partilerinin ülkeyi üst lige çıkartacağını
söyleyen AKP ile yan yana durduğunu, benzer şeyler söylediğini görmüyor. Jeremy Rifkin’in
önerileri, bir açıdan AKP kurmaylarının ve kabinesinin uyum gösterdiği
öneriler. Sol, Rifkin kadar yoksul insan düşmanı, vegan ve çevreci!
Bu
anlamda, Ekrem de Fatma Şahin de Jeremy Rifkin de aynı şeyleri söylüyor. “Böcek
yenmeli” diyen TKP de aynı yerde duruyor. İneğin çıkarttığı gaza takılan
solcular, Ruhi Su’nun şarkısında geçen “Herkese yeter dünya / Herkese yeter
ekmek” sözlerine küfretmeyi görev biliyorlar. Utanmadan, fukarayı sağcılar gibi
hor görüyorlar.[2] Yoksulluğun çözümünde iradeyi “sermayeye, patronlara,
sanayicilere, tüccarlara” teslim eden Hacer Foggo ve CHP’sine “oy isteyeceklerini”
söylüyorlar. “Dinci-otokratik hareket iktidarı yitirsin, biraz da zenginlerden
vergi alınsın, kâfi” diyorlar.[3] Onlar, yoksulu, işçiyi, halkı oyalamak için
varlar. Bu varlığın taltif edileceğini iyi biliyorlar.
* * *
“Türkiye
Yüzyılı” vizyonu ile “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlıklı vizyon, kardeş. CHP, AKP’nin
ekonomi politikası üzerinden konuşuyor, AKP’nin ilk dönemindeki “canlılığı”
sağlayan IMF programının ölü ruhunu çağırıyor. CHP’yi AKP’nin birinci dönemine
uygun bir içerikle buluşturuyor. İktidar olma imkânının gene Tayyip CV’si ve
biyografisi ile mümkün olduğunu söylüyor. Karadenizli girişimci, belediye
başkanı, demokrat gibi etiketler, yeniden iliştiriliyor.
Uluslararası
dengeler, Çin, Rusya, AB, İngiltere ve ABD arasındaki maddi ilişkiler, Türkiye’deki
tüm burjuva partilerin siyasetini tayin ediyor. Sosyalist hareket, temsilcisi
olduğu küçük burjuvazinin bu burjuva partilerin rant kavgasında talep ettiği payın
savunuculuğundan başka bir şey yapmıyor. Pandemi süreci, bu siyasete uygun
olarak işliyor. Sola, küçük burjuvaziyi “proleter” olarak ambalajlayıp vitrine
çıkartmak düşüyor.
“Koronavirüs salgını sonrası yeniden oluşacak küresel yönetim sistemi” Tayyip’e ihtiyaç duyar mı duymaz mı bilinmez, ama bir tür Tayyip’e muhtaç olduğu açık. CHP’nin yetmez ama evetçileri ile AKP’nin yetmez ama evetçileri, Tayyip’in imal edildiği laboratuvarda kitleden, yoksuldan, işçiden kopuk siyasetler üretiyorlar, imaj çalışmaları yürütüyorlar. Erkan Baş da İmamoğlu da Demirtaş da aynı dizgeyi takip ediyor. Erkan Baş, o yüzden “Türkiye birden de altıdan da büyük” diyor. O sebeple partisi, Amerikalı Demokrat Sosyalistler türünden reformistlerin “Biz yüzde doksan dokuzuz” lafını yineliyor. Her şey müsamereden, gösteriden ibaret çünkü.
Erkan Baş, kiracılarla ilgili sözleriyle sosyalist hedef ve programları sulandırıyor. Kitleden ve mücadeleden kopuk, kararnameler ve teknik müdahalelerden ibaret bir içeriğe doğru kapatılan sosyalist hareket, kendi iç Tayyip’lerini yetiştiriyor.
Baş, aslında lüks semtte kirası 25.000’e çıkmış küçük burjuvanın duygularına
oynuyor. Siyasetinin yoksul mahallelerin lüks semtlere dönüştürüldüğü sürece
tabi olduğunu o da iyi biliyor.
Amerika’da
örnek aldıkları Amerikalı Demokrat Sosyalistler, bugün grev kırıcılığı
yapıyorlar. İngiltere, Almanya ve Fransa’daki muadilleri, halk düşmanlığı
konusunda birbiriyle yarışıyorlar. Buraya tercüme edilmiş hâlleriyle, HDP, Sol Parti,
TKP ve TİP, halk ve işçi düşmanlığını nispeten daha sinsi bir biçimde icra
ediyor.
Pandemi
döneminde halk düşmanlığı yapan odalar, STK’lar, partiler ve sendikalar, Tayyip’in
sözünü ettiği “küresel yönetim sistemi” denilen gemiye biniyorlar. Bu oynanan
müsamerede hepsi de zımnen veya alenen, AKP rejimini aklıyorlar, övüyorlar,
nesnel zemin kabul ediyorlar. Bu hâlleriyle, o rejimin ezdiği yoksul emekçi
halk kitlelerini yeniden o sisteme bağlıyorlar. “Devletin tıkır tıkır işleyen
çarkları”, her odanın, STK’nın, partinin ve sendikanın başına kendi memurlarını
istihdam ediyor. Alttan, tabandan, kavgadan, dertten ve öfkeden inşa edilmiş
bir hareket ortaya çıkmadan o çarklara çomak sokmak mümkün değil.
Eren Balkır
16
Aralık 2022
Dipnotlar:
[1] “Ertuğrul Kürkçü: Türkiye Yunanistan’ın Borcunu Üstlensin”, 29 Haziran 2015,
CNN.
[2]
Burçak Özoğlu, “Sensin Fukara!”, 16 Aralık 2022, Sol.
[3] Oğuz Oyan, “CHP’nin Vizyon Belgesi”, 6 Aralık 2022, Sol.
0 Yorum:
Yorum Gönder