04 Aralık 2022

,

İmparatorluk ve Emperyalizm


Hardt ve Negri’nin emperyalizmle ilgili literatüre yeterince dikkat kesilmemesi, okurlarını asla şaşırtmamalı.

Emperyalizm konusunda bir dizi çalışmayı dikkatle gözden geçirip incelemiş olan Lenin ve Luxemburg’un aksine Hardt ve Negri, konuya dair yazılmış eserlerin önemli bir kısmını görmezden gelmeyi tercih etmişler.

Ele aldıkları literatür, büyük ölçüde uluslararası politik ekonomi ve uluslararası ilişkiler alanıyla alakalı olan Kuzey Amerika kaynaklı sosyal bilimleri çalışmalarından ve Fransız felsefesinin ağırlığının hissedildiği eserlerden oluşuyor. Bu teorik sentez, postmodern bir üslup ve dille ambalajlanıyor, ortaya da yazarların niyetlerine rağmen, bir yıl sonra Davos’ta bir araya gelecek paralı efendilerin huzurunu bozmayacak bir ürün çıkıyor.

İmparatorluk kitabındaki alıntıların büyük bölümü, tam da bu özelliğine bağlı olarak, Fransa ve Amerika akademyasını tayin eden müesses yapının sınırlarını aşamayan kitap veya makalelerden yapılan alıntılardan oluşuyor. Kitapta, Latin Amerika, Hindistan, Afrika ve Üçüncü Dünya’nın diğer kısımlarında üretilmiş olan emperyalist sistemin işleyişine ve emperyalizmin kendisine dair literatüre dipnotlarda bile değinilmiyor.

Ancak kısacık bir bölümde Hilferding, Luxemburg, Lenin, Buharin ve Kautsky gibi Marksistlerin yürüttüğü tartışmalardan bahsedebilen kitap, İkinci Dünya Savaşı sonrası konuyla ilgili tartışmalara çok az yer ayırıyor.

Ernst Mandel, Paul Baran, Paul Sweezy, Harry Magdoff, James O'Connor, Andrew Shonfield, Ignacy Sachs, Paul Matlick, Elmar Altvater ve Maurice Dobb gibi isimlerden hiç bahsetmeyen kitap, sermayenin tarihinde görülen tümüyle yeni bir aşamaya ışık tuttuğunu iddia ediyor.

Aslında kitap, imparatorluğa dair, ona yukarıdan, hâkim unsurların bulunduğu katmandan bakan bir görüş sunuyor. Bu kısmi ve tek taraflı olan görüş, sistemin bütünlüğünü hiçbir şekilde algılayamadığı gibi, Kuzey Atlantik sahillerinin ötesine dair bir şey söylemiyor, sistemin dünyadaki diğer tezahürlerini değerlendirmeye tabi tutamıyor. Neticede ortaya dar bir görüş çıkıyor. Üstelik bu, birçok önemli kör noktaya sahip bir görüş.

İmparatorluk, sorunun kökenini inceleme niyetiyle yola koyulan, ama kendi döneminin toplumsal gerçekliğini gözlemlerken imtiyazlı konumundan vazgeçemeyen bir çalışma. Bu açıdan Marx’ın çalışmasıyla çelişen bir yerde duruyor. Zira Marx, Londra’dayken kendi kaderinden, kendi varlığından bağımsız bir çalışmayı nasıl yapacağını biliyordu. O, hâkim sınıfların oluşturduğu ideolojik ağdan uzak durmayı hep bildi.

İmparatorluk, dünyaya Kuzey Atlantik gerçekliğinin penceresinden baktığı için, bugüne dek imparatorluğun tüm günlük operasyonlarını organize eden, izleyip denetleyen iki önemli kurum olarak IMF ve Dünya Bankası’ndan o beş yüz sayfa boyunca ancak bir iki yerde bahsedebiliyor. Kitap, dünya ekonomisindeki stratejik oyuncular olarak ulusötesi şirketlerin analizine ancak altı sayfa ayırmış. “İktidarın mevcut olmayan yeri” gibi çok önemli ve aciliyet arz eden konularsa daha fazla kıymet görmüş. Baruch Spinoza’nın politik felsefeye yaptığı katkılar 11, Foucault’nun düşünsel macerası ve onun fikriyatının imparatorluk düzenini anlamak için sahip olduğu önem 6 sayfada ele alınmış. Kitap, dünyayı emperyalizmin altında ezilenlerin değil, onun tepesindeki kişilerin gözüyle anlatıyor.

Bu hâliyle İmparatorluk kitabı, değerlendirme ve yorum konusunda önemli yanlışlar yapan yazarların yeni ve eski sorunlara dair ortaya koydukları derin bir bilgilendirme çabası olarak görülebilir. Yazarların iyi bir toplumun, özellikle komünist bir toplumun inşası davasına bağlı olduklarına hiç şüphe yok. Bu bağlılık, kitap genelinde kendisini ele veriyor ve desteklenmeyi hak ediyor.

Ancak şunu da görmek gerekiyor: İmparatorluk, tarihsel materyalizmin o büyük geleneğiyle alakası bulunmayan bir tartışma yürütüyor. Köklü önyargılara karşı kulaç atma ve bu dönemin neoliberal anlayışına itiraz etme cesareti gösteren yazarlar, komünist ideale sadık olduklarını söylüyorlar ve bu bağlamda, “hayır, biz anarşist değil, komünistiz” diyorlar.[1]

Ama bir yandan da yazarlar, “Bugünün emperyalist düzenini izah ve analiz etme ihtiyacıyla yüzleştiklerinde, o komünist olmanın söndürülemeyen ışığı ve neşesinin iskambil ev gibi yıkıldığını” söylüyorlar.[2] Bu noktada teorik ve politik kararsızlık, abartılı çıkarımlarla yol almalarına neden oluyor.

Bu anlamda İmparatorluk, aynı konuyu ele alan Samir Amin’in Dünya Ölçeğinde Birikim (1974), Kaos İmparatorluğu (1992) ve kısa süre önce yayımlanan Küreselleşme Çağında Kapitalizm (1997); Giovanni Arrighi’nin Uzun Yirminci Yüzyıl’ı (1995) veya Yıl 501 isimli eseri; Noam Chomsky’nin Fetih Süreci Devam Ediyor (1993), Eski ve Yeni Dünya Düzeni (1994) eserleri; Robert Cox’un Üretim, Güç ve Dünya Düzeni (1987) kitabı; ve Immanuel Wallerstein’in Modern Dünya Sistemi (1974-88) ile Liberalizmden Sonra (1995) gibi çalışmalarıyla çelişiyor. Şurası kesin ki bu tür çalışmalarla yapılacak her türden kıyaslama, Hardt ve Negri’nin hoşuna gitmeyecek, onların aleyhine olacak sonuçlar ortaya koyacak.

Atilio A. Boron

[Kaynak: Empire & Imperialism: A Critical Reading of Michael Hardt and Antonio Negri, Zed Books, 2005, s. 23-25.]

Dipnotlar:
[1] M. Hardt ve A. Negri, Empire, Cambridge, MA: Harvard University Press, 2001, s. 350.

[2] A.g.e., s. 413.

0 Yorum: