15 Aralık 2022

, ,

Stalin’le Niyaz Etmek


Stalin’le Niyaz Etmek:

Sovyetler’in II. Dünya Savaşı’nda Yürüttüğü İslamî Propaganda


Başkurtların anlattıkları bir hikâyeye göre Stalin, bir tasavvuf tarikatı şeyhini Moskova’ya davet ediyor ve kendisine İkinci Dünya Savaşı’nı kimin kazanacağını soruyor. Şeyh, “durun, ben önce gidip namaz kılayım” diyor. Namazı bittikten sonra dönüyor ve “biz kazanacağız” diyor. “Ama” diyor şeyh, “kazanmamız için Stalin’in iki şey yapması gerekiyor: ilki Allah'a niyaz etmek, ikincisi de askerlere geri çekilmemeleri emrini vermek!”

Bu hikâyeye göre şeyh, sonrasında Stalin’in abdest almasına ve şehadet getirmesine yardımcı oluyor. Müslüman olan Stalin, Allah’a Kızıl Ordu’nun savaştan muzaffer çıkması için niyaz ediyor. Birkaç yıl sonra şeyhin öngörüsü gerçekleşiyor, kendisine şükranlarını sunmak için konutuna davet ediyor. Görüşmede Stalin şeyhe, “sana nasıl bir ödül vereyim?” diye sorunca şeyh, “ihtiyacım yok, ne verseniz ziyan olur” cevabını veriyor. Onun yerine şeyh, Stalin’den kendi toplumu adına bir talepte bulunuyor: “Din güçlendirilmeli. Müslümanların Hac vazifelerini yerine getirmek üzere Mekke’ye gitmelerine izin verin!”[1]

Bu ilginç hikâyede az da olsa bir gerçeklik payı var. Bahsi edilen şeyh, gerçek. Kendisiyle tanıştım: ismi Abdurrahman Resulev. Stalin, savaşın kazanılması için kendisinden yardım talep etmek amacıyla Moskova’ya davet ediyor. Bu anlatılan kısım da doğru. Stalin, tabii Müslüman olmuyor, ama şeyhten yardım istediğini ve o yardımı aldığını söyleyebiliyoruz.

Resulev, sadece Kızıl Ordu için niyaz ederek değil, savaşa yönelik çabalar konusunda kendi toplumunu harekete geçirerek yardım ediyor Stalin’e. Bunun karşılığında Resulev’e ve diğer dinî liderlere Sovyet rejimiyle müzakere etme imkânı veriliyor. Bu isimler, ayrıca Sovyet Müslümanları içerisinde belirli bir mevkiye ve güce sahip oluyorlar.

Savaş döneminde Resulev yanında, Orta Asya’da İshan Babahanov gibi isimler de toplumlarını harekete geçiriyorlar. Bu kişiler, Hitler’e karşı mücadeleye İslamî bir içerik kazandırıyorlar. Sovyet devletiyle ortak değerler ve ortak çıkarlardan oluşan bir zemin meydana getiriyorlar. Birkaç sene evvel toplama kampına gönderilmesi veya kafasına kurşun yemesi muhtemel olan bu kişiler, cemaatlerine hitap etme imkânı buluyorlar.

Aşağıda Özbekçeden, Başkurtçadan, Farsçadan ve Rusçadan tercüme edilmiş önemli bir dizi konuşmaya yer veriliyor. Bu konuşmaların hepsi de müftülerin Sovyetler’in savaş döneminde yürüttükleri propaganda ile İslam’ın başvurduğu cihad söylemi arasında köprü kuran bir dille kaleme aldıkları Hitler karşıtı bildirilerden oluşuyor.[2]

Resulev’in Yükselişi

Abdurrahman Resulev, Volga Ural bölgesinde yaşayan, içinden önemli din âlimleri çıkartmış, saygın bir ailenin mensubu. Babası Şeyh Zeybullah Resuli, Nakşibendi tarikatının Halidi kolundan. Medrese eğitiminin revize edilmesini ve okuryazar oranının artırılmasını öngören Cedidîlik hareketiyle bağlantılı bir isim.[3]

Zeynullah’ın birkaç ünlü öğrencisi toplama kamplarında ölüyor. 1917’de, İslam karşıtı tasfiye hareketinin başlamasından önce öldüğü için kendisi öğrencileriyle aynı kaderi yaşamıyor. Abdurrahman, Zeynullah’ın yedi oğlundan biri ve tarikatta onun yerine geçecek isim olarak görülüyor. Müslüman cemaat lideri olarak öne çıkmasına rağmen[4] Resulev’in kendisiyle aynı dönemde yaşamış ve hapse düşmüş isimlerle aynı kaderi neden paylaşmadığı bugün hâlâ bilinmiyor.

Bunun sebebi, muhtemelen Resulev’in Bolşeviklerle işbirliği içinde hareket etmesi, hatta Müslüman cemaatin önde gelen isimlerini ihbar etmesi. Hatta bu isimlerden biri, Resulev’in ağır eleştirilerinin doğrudan bir sonucu olarak, hayatını kaybediyor. 1937’de, bu tür faaliyetlerinin ardından, Resulev, Rusya Müslümanları Merkezi Diyanet İşleri İdaresi’nde üst düzey müftü olarak atanıyor.

Resulev’in Stalin’le ilk ne zaman bir araya geldiğini, ilk teması müftünün kurup kurmadığını bilmiyoruz, bildiğimiz bir şey var, o da Alman işgalinden kısa bir süre sonra temasın kurulduğu. Rus Ortodoks Kilisesi başkanı Patrik Sergi, Haziran 1941’in sonlarında Barbarossa Operasyonu’nun başlamasından hemen sonra Stalin’le bir araya geliyor. Patrik, kendisine bağlı Hristiyanları savaş için harekete geçirme vaadinde bulunuyor. Muhtemelen Resulev de Stalin’le patrikten hemen sonra görüşüyor. Zira 18 Temmuz 1941’de Smolensk Nazilerin eline geçince, Resulev, Sovyet Müslümanlarını mücadeleye çağıran ilk çağrısını kaleme alıyor.[5] Ertesi ay Resulev’i biri ziyaret ediyor ve kendisine şaşırtıcı bir mesaj iletiyor.[6] (Sovyetler dağıldıktan sonra ailenin hikâyesini müftünün kızı kaleme alıyor. Olaylar bu çalışmada etkileyici, ama biraz da müftüyü yere göğe sığdıramayan bir üslupla aktarılıyor.)

“Ağustos 1941’de Başkurt hükümetinin baş temsilcisi (rukovoditel) evimize geldi ve uzun süre babamla sohbet etti. Misafir, Sovyet hükümetinin İslam dinine özgürlük vermeyi, dinî cemaatin faaliyetlerine mani olmamayı ve eskiden kapalı olan camilerin açılmasını kararlaştırdığını bildirdi. Böylelikle SSCB Müslümanları Merkezi Diyanet İşleri Müdürlüğü’nde yeni bir aşamaya geçildi. Müdürlük, Sovyet hükümetinin ihtiyaç duymadığı bir kurum olmakta çıkıp, oldukça faydalı bir yapı hâle geldi.”

Diğer yandan, kapalı kapılar ardında dine karşı mücadelenin ön cephesinde bulunan bürokratlar, bu yaklaşımlarını dile dökmeseler de ateizmin uygulamaya konulması konusunda nispeten daha nazik bir yaklaşımı savunmaya başladılar. 27 Haziran 1941 gibi erken bir tarihte, yani Nazi işgalinin başlamasından beş gün sonra, Militan Ateistler Birliği’nin merkez konseyine antifaşist propagandaya yoğunlaşmalarını, cephe hattına yardım etmelerini isteyen bir talimat iletildi. Bu yardım, savaş sanayiinin ihtiyaç duyduğu metal hurdaların toplanmasını, Kızıl Ordu için kıyafet toplanmasını, hastanelere yardım toplanmasını, para yardımı sağlanmasını içeriyordu. Başka bir ifadeyle, Militan Ateistler, artık döneme uygun olarak açıktan ateist olan içerikten yoksun bir faaliyet içerisine gireceklerdi.[7]

Ama bu, tabii birliğin bir “kitle örgütü” olarak faaliyetlerine son vereceği anlamına gelmiyordu. 26 Mart 1942 günü bir parti yetkilisine gönderilen mektupta birliğin müdürü olan E. M. Yaroslavski, örgütün yönelimdeki farklılaşmanın birliğin dağıldığı anlamına gelmediğini, politika değişimine de işaret etmediğini, sadece savaş dönemine özgü bir stratejinin devreye sokulduğunu net bir dille ortaya koyuyordu.[8] Dinin kökünün kazınması görevi, uzun vadede ulaşılacak bir hedefe sahipti. Dolayısıyla Militan Ateistlerin ideolojisinde köklü bir değişikliğe ihtiyaç yoktu.

2 Eylül 1941 günü, Nazi işgalinden yaklaşık üç ay sonra, Resulev oldukça coşkulu bir çağrı kaleme aldı[9]:

“Değerli Müslüman kardeşlerim!

Sizin de bildiğiniz gibi, kurnaz, acımasız ve merhameti olmayan düşman savaş başlattı, ikazda dahi bulunmadan sevgili vatanımıza (rodina) saldırdı, insanlık, böylesi bir öfkenin eşi benzerini daha önce hiç görmemiştir. Vatanımız bugün ızdırap içinde, dostlarımız, kardeşlerimiz cephelerde ölüyor, eşleri ve çocukları yaslı. Tüm bu olup bitenlerin suçlusu, ülkemize saldıranlardır. Vatanımıza düzenledikleri saldırıyla birlikte kız kardeşlerimiz, çocuklarımız felâkete mahkûm oldu. Bu sebeple bu dinî meclis (duhovnoe sobranie) sizden vatanınızı din adına (vo imia religii) savunmanızı, ayrıca Müslüman kardeşlerinden vatanı savunmalarını talep etmenizi istiyor. Bugün camilerimizde, mescidlerimizde, Allah’tan Kızıl Ordu’nun düşmanı yenmesi konusunda ona yardım etmesini istememiz gerekiyor.

Değer Müslümanlar! Sizin de bildiğiniz üzere bu, gerçek bir savaş, vatan için verilen bir savaş. Bu sebeple tüm cephelerde ve ülke içerisinde Müslümanlar, dinleri gereği düşman imha edilene dek dövüşmeye mecburdurlar (s tochki zreniia religii obiazany). Kur’an, ‘Allah adına öldürün, düşmandan önce geri çekilmeyin, çünkü Allah geri çekileni sevmez. Size ne yaptılarsa siz de onlara aynısını yapın, sizi köylerinizden, şehirlerinizden kovdularsa siz de kovun. İntikam ölümden daha kötüdür. Bizi intikam almaya düşman zorluyor, Allah düşmanı yok edenleri bağışlayacaktır.’[10] buyuruyor. Bıkmadan usanmadan mücadele edin. Yüz kişiyseniz, iki yüz düşmanı yere çalın. Bin kişiyseniz, Allah’ın inayetiyle iki binini dize getirin. Allah, mücadelelerine azim ve kararlılıkla devam edenlere yardımını esirgemez. Bugün siz, savaş ilânı yapma gereği bile duymadan sizinle savaşa girenlerle savaşıyorsunuz. Allah, barış içinde yaşayanlarla savaşanları sevmez. Sizinle savaşanları bulduğunuz yerde yok edin, onları sizi kovdukları yerlerden çıkartıp atın. Savaştan kötü bir şey varsa o da onların yol açtıkları huzursuzluk, kadınlarımıza ve çocuklarımıza yönelik hakaretleridir. Hz. Muhammed, ‘ülke sevgisi imandandır’ buyuruyor.”


Resulev’in kızının dediğine göre bu çağrı, sadece camilerde değil, fabrikalarda ve sendika toplantılarında yüksek sesle okundu. Müftü, şükranlarını sunan binlerce mektup aldı. İnsanlar, bu mektuplarda kendisine sadece savaşa yönelik çabalarından dolayı değil, çağrının alt metni için de teşekkür ediyorlardı. Resulev’in kızı dâhil birçok insan, o alt metni “İslam dini artık ezilemez” olarak okuyordu.[11]

Esasında çağrıya kulak verenler, Sovyetler’in yürüttüğü bu “resmi” İslamî propagandayı biraz şaşkınlık biraz da şüpheyle karşıladılar. Asıl çarpıcı olansa Resulev’in seslendiği camilerin ve mescidlerin önemli bir kısmının son yirmi yıl içerisinde kapatılmış veya yıkılmış olmasıydı. Başka bir dönemde kaleme alınsa, çağrı metninde yer alan ayetler ve yüksek perdeden ifade edilen cümleler polis soruşturmasını gerekli kılardı. İlhamını dinden ve savaşın niteliğine dair geleneksel tespitlerden alan, vatan için mücadele çağrısında dile getirilen fikirler, resmiyette cahillik ve gericilik olarak kodlanıyordu.

Bu çağrı, söylemedikleriyle de önemli ve çarpıcı bir metin. Nazilerin korkakça bir hamleyle gerçekleştirdikleri baskın taarruzu, ihaneti ve sivillere yönelik zulümleri ele alan çağrı metni, o dönemde tüm ülke genelinde çoğunlukla Rusça olarak dağıtıma sokulan seküler propaganda metinlerinde de karşımıza çıkan hususlar. Ama bir yandan da metin, önemli propaganda unsurlarını es geçiyor. Örneğin sosyalizm ve faşizm arasındaki açık veya örtük karşıtlık üzerinde durulmuyor. Emekçilerden, sömürgecilikten, sömürgecilikle mücadeleden, ulusa ait olan olmayan kahramanlardan veya halkın dostlarından bahsetmiyor. Bolşeviklerin muhtelif Avrasya halklarını sömürgeci saldırısına karşı koruduğu ve özgürleştirdiği üzerinde duran, savaş dönemine ait propaganda dilinde sürekli yinelenen özel Sovyet tarzı tarih anlayışının yerine, “daha derin” ve daha genel bir tarih anlayışına yer veriliyor: Naziler, Kur’an’da adı belirtilmeyen “düşmanlar” derekesinde ele alınıyor, dindarları yok edecek büyük kötülük olarak resmediliyor. Savaş ilerledikçe, Sovyet Müslümanları’nı hedef alan propaganda, “genel” kitleye seslenen Sovyet propagandasının olağan özelliklerini içermeye, bilhassa o propagandanın politik içeriğini kapsamaya başlıyor. Savaşın ilk günlerinde ise belirgin bir çekimserlikle sürekli “vatan” kelimesine başvuruluyor ki Sovyetler Birliği’ni ifade eden bu kelime, Müslüman cemaat dışında başka bir toplumun da varolduğunun kabul edildiğini söylüyor.

Savaşın ilk aylarında Resulev’in sınırlı, ama büyük bir coşkuyla ortaya koyduğu propaganda faaliyetleri ile İslam’a yönelik olarak devlet katında (din karşıtı tasfiye hareketinin devre dışı bırakmak suretiyle) verilen destek, birlikte Müslüman askerlerin savaşta ihtiyaç duydukları moral üzerinde pek bir etkiye yol açmıyor. Kızıl Ordu Ana Politika İdaresi’nin hazırladığı bir rapora göre, Şubat-Nisan 1942 arası dönemde görev yerlerini terk eden askerlerin yüzde 80’i Slav dışı milletlere mensup.[12]

Bu dönemde Slav olmayan askerleri küçümsemek, alaya almak için Müslümanlar arasında yaygın olan Yusuf ismi veya Türkçe “yoldaş” kelimesi kullanılıyor.[13] Bazı komutanlarsa Slav olmayan milletlere mensup askerlerle dalga geçmek için hep “Korsak boli” (“Karnım ağrıyor”) ifadesine başvuruyorlar.[14]

Farklı milletlerden askerleri içeren taburlarda çoğunluğu Rus olmayan askerler teşkil etse de başlarına illaki bir Slav komutan veriliyor. Bu durum, Rus olmayan askerlerdeki vatan hasretini ve yabancılık hissini besliyor.

Bir raporda aktarıldığına göre, kendi ana dilinin konuşulduğunu işiten bir Özbek asker oturup ağlıyor.[15] Moskova savunması sonrası kahramanlık madalyası almış bir Kazak asker, şikâyetini şu şekilde dile getiriyor: “Cephede Kazak savaşçıların kendi ana dillerinden, milli edebiyatlarından ve müziklerinden istifade edememesi büyük bir suç.”[16]

Öte yandan Slav komutanlar da Rusça bilmeyen Orta Asyalı ve Kafkasyalı Müslüman askerlerle iletişim kurmak istediklerinde, hayal kırıklığı yaşıyorlar. Bir raporda bir komutanın “bırakalım tankların altında ezilsinler, düşman gelip vursun bunları. Bu sayede bize yeni asker gönderirler. Bizim Kazakları ve Rusları kurtarmamız lazım, onlar faydalı” dediğinden bahsediliyor.[17]

Moskova’dakiler içinse mesele çok basit: Slav olmayan milletler arasında yürütülen propaganda faaliyetleri çok sınırlı. Bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanıyor, çünkü savaşın ilk aşamalarında bu faaliyetlerin büyük bir kısmı, hâlen daha Rusça olarak yürütülüyor ve sadece “Rusya”yı ilgilendiren meselelerden bahsediliyor. Sovyetler Birliği’ndeki farklı halklardan söz etse de bu propaganda çalışmalarında genelde Rus şovenizminin dili konuşuyor ve genelde Slavların o “büyük ağabey” konumu üzerinde duruluyor. Bu anlayışa göre, İvan önde yürüyor, Yusuf’sa onu takip ediyor. Sovyet hükümetinin Slav olmayan halklara mensup askerlere yeterince propaganda faaliyeti yürütmezken, Naziler kendi “kurtuluş” mücadelelerine katılma çağrısı yaptıkları Sovyet Müslümanlarıyla doğrudan temas kuruyorlar.

Dönemin içişleri bakanı L. P. Beria, bu gerçeği herkesten daha iyi görüyor. 1942 yılının Mart ayının başlarında, dinî bilince sahip Müslüman tutsaklarla dolu toplama kamplarını inceleyen Beria, Nazilerin Müslümanların zihinlerinde yer etmek için yürüttükleri propaganda faaliyetlerinde Nazilerin epey yol aldığını görüyor.[18] Buna karşı kimi tedbirlerin alınması gerektiğini düşünüyor. Aslında Resulev’in Sovyet Müslümanlarına yaptığı çağrı, tam da Beria’nın aradığı çözüm yolu.

1942 yılının güz ve kış ayları boyunca savaş dönemi yürütülen propaganda faaliyetlerinin ana kaynağı olan Kızıl Ordu Politik İdaresi (PURKKA) bir eylem planı hazırlıyor. Raporda, Slav olmayan askerlerin sıkıntıları konusunda gerekli hassasiyeti göstermedikleri için subaylar ağır bir dille eleştiriliyor, öte yandan     bu askerlerin morallerinin düşmesi ise büyük ölçüde parti saflarında parmak sallayan kişilerle ve özeleştiri pratikleriyle ilişkilendiriliyor. Rapor, Rus olmayan milletlere mensup Kızıl Ordu askerlerinin önemli bir kısmında görülen itaatsizlik, kendini yaralama pratikleri, asker kaçaklığı ve ihanetin ana sebebinin, partinin politik ve eğitsel çalışmalarındaki zayıflık olduğunu söylüyor.[19]

Müslüman askerlerin moralini yükseltme amacı güden bu propagandacıların yaklaşımlarındaki kibir hemen hissediliyor. Bu kişiler, meseleyi reklâm kampanyasını daha iyi yürütmek olarak anlıyorlar. Ama gene de yetkililerin ortada bir sıkıntı olduğunu düşündüklerine hiç şüphe yok. Bu nedenle söz konusu kişiler, “Müslümanlar Stalin’in emriyle neden savaşsınlar ki?” gibi sorular soruyorlar. Muhtemelen bu türden sorular, Orta Asya’da savaşın ilk yılında kurulan akşam sofralarında gündeme geliyorlar. Bu soruya şu türden sorular da ekleniyor: “Hitler Sovyet yurttaşlarından mı yoksa sadece Sovyet rejiminden mi nefret ediyor? Hitler İslam’dan nefret ediyor mu? Bize neden zulmetsin ki? Onun bize yönelik nefreti Stalin’in bize yönelik nefretinden büyük mü?”

Bunlar, esasında yerinde sorular. Motadel’in de gösterdiği biçimiyle, Hitler, İslam’ı diğer dünya dinleri karşısında saygın bir yere yerleştiriyormuş gibi görünüyor[20]. Zaten henüz Orta Asya’daki Müslüman halklarla ilgili uzun vadeli planlarını hazırlamış (veya onları ele alan ırk teorisini geliştirmiş) değil.

Hitler’in planlarından bağımsız olarak, Sovyet propagandacılar, Müslümanları Kızıl Ordu’nun aynı zamanda kendi orduları, Sovyetler Birliği’nin kendi vatanları olduğuna ikna etmek için uğraşıyorlar. Müslümanların da mücadele içerisinde kahramanlık madalyası alabileceklerini, almaları gerektiğini söylüyorlar. 17 Eylül 1942 günü Şerbekov’dan gelen emir, Rus olmayan halklara yönelik uygulamaya konulacak yeni propaganda faaliyetlerinin merkezinde duracak sekiz maddeye de yer veriyor[21]:

1. Kızıl Ordu, ülkemizde yaşayan halklar arasındaki kardeşliğin üzerine bina edilmiş bir ordudur;

2. Sovyetler, iktidarı SSCB halklarına vermiştir;

3. Hitlerciler, Sovyet halklarına bir şey veremezler;

4. Büyük Vatanseverlik Savaşı’nın devam ettiği cephelerde tüm milli cumhuriyetlerin bağımsızlığı savunulmaktadır;

5. Sovyet savaşçılarındaki demir disiplin ve azim, zaferin güvencesidir;

6. Milzikov, Kurban Derbi gibi isimler, Sovyetler Birliği’nin kahramanlarıdır;

7. Büyük Rus halkı, SSCB halklarının özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele etmek, kardeş sovyet cumhuriyetlerinde sosyalizmi inşa etmek gibi bir göreve sahiptir;

8. Sovyetler Birliği halklarının Hitlerci Almanya’ya karşı vatan için yürüttüğü savaşta Büyük Rus halkı önemli role sahiptir.

Bu maddelerin büyük bir kısmı Resulev’i ilgilendirmektedir. Bu maddelerin yanında kendi özgün mesajlarını da içeren yazılarını Mayıs 1942’den itibaren Moskova’da çıkan Trud [“Emek”] gazetesinde yayımlamaya başlıyor. Merkezi Diyanet İşleri İdaresi için yazıldığı belli olan yazılar, kısa süre içerisinde Tatarcaya, Başkurtçaya, Özbekçeye, Arapçaya, Türkçeye, Farsçaya ve Hintçeye çevrilir, ülke içinde ve dışında yaygın biçimde dağıtılıyor.[22]

“Değerli Müslüman Kardeşlerim!

Allah’ın kelâmı, Hz. Muhammed’in sözleri, siz Müslümanları büyük vatanın, tüm insanlığın ve Müslüman dünyasının faşist zorbaların boyunduruğundan kurtarılması için verilen savaşta mücadele etmenizi öğütlemektedir. Ülke içerisinde mücadele veren kadın ve erkeklere sesleniyorum: korkuya kapılmayın, telâşa mahal vermeyin. Tüm gücünüzü vatan, halkın güvenliği ve canı için yürütülen savaşta başarılı olmak için gerekli işlere teksif edin.

Faşist Almanya ve uşaklarına karşı, vatan için gerçekleştirilen bu cihatta vatana sadık olduğunuzu tüm dünyaya gösterin, haklılığınızı cümle âleme kanıtlayın. Kızıl Ordu için camilerde ve mescidlerde niyaz edin.

Sovyetler Birliği’nde yaşayan İslam âlimleri ve ruhani liderler olarak biz, tüm Müslümanlara sevgili vatanımızı, aynı zamanda Müslüman dünyayı Alman faşistlerine ve uşaklarına karşı hep birlikte savunmaya çağırıyoruz. İnsanlıktan nefret eden faşistlerin zulmünden tüm insanlığın ve Müslüman dünyanın kurtulması için rahman ve rahim olan Allah’a niyaz edin.

Ortak vatanımız için ele silâh almaktan imtina eden, Almanlara karşı bugün oğlu, kardeşi veya babası mücadele etmeyen tek bir gerçek mümin yoktur. Aynı şekilde, bugün ülke içerisinde, cephe gerisinde fabrikalarda ve tesislerde harcadığı emekle zafere katkı sunmayan tek bir kişi bile bulamayız. Müslümanız, dolayısıyla hep birlikte Hz. Muhammed’in şu sözünü anımsamalıyız: ‘Vatan sevgisi imandandır.’ […]”

Tıpkı savaşın başlamasından birkaç gün sonra yayımlanan çağrısında olduğu gibi bu çağrıda da Resulev, sadece Sovyet hükümetinin değil, Allah’ın ve peygamberinin de Müslümanları savaşa çağırdığını söylüyor. Burada da “vatan için savaş”, tüm Sovyet Müslümanlarının ortak meselesi olarak takdim ediliyor. Bu metin de Müslümanları camilerde Kızıl Ordu için niyaz etmeye çağırıyor. Bu çağrısında da Resulev, ülkeyi, milleti, yurdu ifade eden Arapça “vatan” kelimesini Rusça “rodina” kelimesinin yerine kullanıyor (rodina, tüm Sovyetler Birliği’ni ifade ediyor.)

Ama bu son çağrıda yeni ve oldukça çarpıcı başka bir yön var: 1941 yazında yaptığı çağrıdan farklı olarak, Trud gazetesinde yer alan mesajında Resulev, yaşanan savaşı beynelmilel bir Müslüman mücadelesi olarak takdim ediyor. Üstelik bu hususu ısrarla dile getiriyor. İlk çağrı metninin merkezinde Sovyet Müslümanları dururken, bu son çağrıda en az üç kez sadece “vatan”ın değil, “tüm Müslüman âleminin” kurtarılması gerektiğinden söz ediliyor. Sovyetler’deki seküler propaganda dili Sovyet halklarının kardeşliğine odaklanırken, Resulev yaptığı çağrıda dünya toplumunun parçası olarak gördüğü Müslümanlara sesleniyor. Oysa dört beş yıl önce bu türden bir “burjuva enternasyonalizmi”ni üstelik dinî ambalaj içerisinde savunan biri, ya toplama kampına ya da mezara gönderilirdi. Şimdi bu türden bir dil, partinin zımni onayı ile birlikte, devletin elindeki en önemli gazetelerden biri aracılığıyla dolaşıma sokuluyor.

Şehter gibi Sovyet propaganda ustaları, belirli toplulukların ihtiyaçlarına uygun düşen mesajlar formüle etme becerisine sahip kişiler olarak, bu mesajları efsane olan kahramanların milliyetlerini, hikâyelerini ve Kızıl Ordu’yla ilişkilerini anlatarak aktarıyorlardı. Buna karşılık, Kızıl Ordu Politik İdaresi (PURKKA) kalabalıklara hitap eden mesajlar ortaya koyuyordu.

Mayıs 1942’de Resulev, Müslüman liderlerin katıldığı kurultayda, “Müslümanlara çağrı” metnini okudu.[23] Burada Resulev, bir yandan Trud’da aktardığı “enternasyonalist” mesajı yineledi, bir yandan da Müslümanların ortak tarihi üzerinde durdu. Volga Ural Müslümanları arasında yer alan, kendisinin de ait olduğu Başkurtların diliyle konuşan Resulev, savaş için ortaya konulan çabaların her şeyden önce dünya Müslümanlarının emperyalizme karşı verdiği mücadelenin parçası olduğunu söyledi. Ona göre Sovyet halklarının kardeşliği, hatta Sovyet “vatanı” tali meselelerdi.

Ufa’da yaptığı çağrıda Resulev, Nazileri ve müttefikleri, Ortaçağ’da güney İspanya’da (Endülüs’te) gelişkin İslam kültürünü yok etmiş olan, Almanya, İtalya ve Fransa’daki “İslam düşmanı” emperyalist hükümetlerin, aynı zamanda Ortadoğu’ya saldıran Alman, İtalyan ve Fransız emperyalistlerinin, yani tüm o “emperyalist” haçlı ordularının soyundan gelen güçler olarak tasvir ediyordu. Resulev’e göre bu “Alman faşistler ve Avrupalı kuklaları”, sonraki dönemde tüm dünyayı fethetmek, dinleri, kültürleri, gelenekleri ve âdetleri yok etmek, böylelikle “saf Alman hukuku”nu ve “Protestan” dinini yüceye yerleştirmek için harekete geçmişlerdi.[24] Süreç içerisinde bu güçler, mektepleri ve camileri de yıkacaklardı.

Resulev’in aynı metinde aktardığı biçimiyle, kısa süre önce Almanlar ve İtalyanlar İslam yurdu olan Trablus’taki Müslüman kültürünü yok etmiş, kadın, çocuk, yaşlı demeden tüm halka zulmetmişlerdi.[25] Habeşistan ve Arnavutluk’taki yıkım süreçlerinden bahsettikten sonra müftü, Almanların ve kuklalarının yüzlerini Tatar yurduna çevirdiklerini, burada mektepleri yıkıp halka zulmettiklerini söylüyordu. Resulev çağrı metninde, bir de Alman faşistlerinin birçok camiyi yıktığı, camilerin tepesindeki alemlerin yerine faşist sembolleri, kara haçı astıkları Kırım’a da değinmekteydi.[26] Ona göre burada faşistler, namazı yasaklamış, İslamî geleneklerle ve uygulamalarla alay etmiş, genç kızlara tecavüz etmiş, mektepleri kapatmış, Tatar-Türk âdetlerinin kökünü kurutmak için sayısız binayı ve iş sahasını yok etmişti. Resulev’in iddiasına göre, burada Müslüman çocukların geleneksel Tatar kıyafetlerini giymelerine yasak getirilmiş, İslamî isimler almalarına izin verilmemiş, çocuklar, Alman rahiplerin huzuruna çıkartılıp, burada kendilerine Alman isimleri verilmişti. Müftü’nün aktardığına göre, Kırım caddeleri açlıktan kıvranan, yoksul Müslümanlarla dolup taşmıştı.[27]

Kur’an’dan bazı ayetleri aktardıktan sonra[28] Resulev, sadece Sovyet Müslümanlarına değil, tüm dünya Müslümanlarına Almanlara ve müttefiklerine karşı verilen “mukaddes mücadele”ye katılmaya davet ediyor. Camilerde ve ibadet edilen her yerde Kızıl Ordu için niyaz edilmesi çağrısında bulunan Resulev, düşmanın ülkeyi yıkıma sürüklemekle, Müslümanların dinlerini öğrenme imkânlarını ve sahip oldukları kültürleri, dilleri ve âdetleri toprağa gömmekle tehdit ettiği uyarısında bulunuyor. Konuşmasının sonunda tüm Müslümanları mücadeleye katılmaya çağıran Resulev, Allah’ın merhameti ve inayetiyle düşmanla savaş alanında cenk edeceklere kuvvet vermesi için niyaz ediyor.[29]

Resulev, Kırım’da Almanların düzenledikleri saldırılara dair olumsuz şeyler söylese de gerçekte Naziler, Motadel’in tabiriyle, “radikal anlamda Müslüman yanlısı bir politika” yürürlüğe koyuyorlar.[30] Camiler yeniden açılıyor, medreselerin mülkiyeti ve kontrolü Müslümanlara bırakılıyor, önceden yasaklanmış olan İslamî ibadetlere ve uygulamalara izin veriliyor, hatta bunlar teşvik ediliyor. Bu süreçte Kırım’da Müslümanlarla ilgili işlerin denetimi için Almanların başını çektiği bürokratik bir yapı meydana getiriliyor. Aynı yapının Kafkasya’da da kurulması planlanıyor. Kafkasyalı bir muhabir, o günlerde şunu söylüyor: “Nazilerin bayrağının yanında, bir zamanlar Muhammed’in Yahudileri altında topladığı ay yıldızlı yeşil bayrak dalgalanıyordu.”[31]

Resulev’in yorumlarında enternasyonalist ve sömürgecilik karşıtı yaklaşım hemen göze çarpıyor: Onun değerlendirmelerinde Sovyetler öncesi dünya, Avrupalı emperyalistlerden ve kurbanlarından, özellikle dünya Müslümanlarından oluşan bir yer olarak takdim ediliyor.[32] O dönemde Avrasya’da, bilhassa Sovyetler Birliği’nde sömürgecilik karşıtı direniş gösterilerde başvurulan dilin aşina olduğu bir husus bu. Fakat bu dili Almanlar da kullanıyor. Kuzey Afrika ve Doğu Cephesi’nde Müslümanlar Nazilerin safında cihada girsinler diye Naziler de aynı dile başvuruyor.[33]

Bu arada belirtmek gerek ki Resulev’in yazı ve konuşmalarında Kızıl Ordu’dan bahsedip Sovyetler’in adını pek anmaması, Sovyet propagandasının genel bağlamı içerisinde şaşırtıcı ve tümüyle yeni bir unsur olarak çıkıyor karşımıza. Resulev vatandan bahsediyor, Müslümanlarla diğer Sovyet yurttaşlarının ortak bir amaç doğrultusunda mücadele ettiğini söylüyor, Nazilerin Müslüman olmayan kesimleri de tehdit ettiği üzerinde duruyor. Özetle Resulev, esasında Müslümanları Kızıl Ordu’yla birlikte, ama tüm Müslüman dünya için savaşmaya çağırıyor.

Bu sayede Resulev, Volga Ural Müslümanları ve kendisi için özel bir alan açma imkânı buluyor. Trud gazetesi aracılığıyla Sovyet kamuoyu, Resulev’in ağzından, tüm Müslümanlara yapılmış bir çağrı dâhilinde sunulan mesajı alıyor. Oysa aslında Resulev, Müslümanlara sesleniyor ve onlara tümüyle farklı bir mesaj iletiyor. Kendi toplumuna seslenen Resulev, beynelmilel bir Müslüman kimliği olduğunu söylüyor ve bu kimliği Müslüman olmayan sovyet halklarıyla kurulan dayanışma ilişkisinin de Sovyet kimliğinin de üzerinde tutuyor. Örneğin Barbarossa Operasyonu’nu özetleyerek aktaran Resulev, Nazilerin sadece Sovyet yurttaşlarına değil Müslümanlara, hatta sadece Müslümanlara saldırdığını söylüyor. Özetle, Müslüman bir lider, bu süreçte Sovyet öncesi dönemde akla hayale bile gelmeyecek bir gelişme dâhilinde, kendi toplumunun kolektif manada ayrıksı ve özel olduğunu güvenle dillendirme imkânı buluyor. Çünkü yirmili yıllardan beri Müslüman kitle, bu tür duygu ve düşüncelerini ancak kapalı kapılar ardında dile getirebildiğinden, bu kesim, Resulev’in konuşması karşısında epey şaşırıyor.

Bu tür konuşmaların bir yandan da kafa karışıklığına yol açtığını söylemek lazım. Müslümanlar, “peki şimdi bu partinin resmi çizgisi mi?” türünden sorular sorma ihtiyacı duyuyorlar. Bir şekilde partinin yeni çizgisinin bu olduğunu söylemek mümkün. Neticede Resulev, o minbere partinin inayetiyle çıkabiliyor. Ait olduğu Rusya Müslümanları Merkezi Diyanet İşleri İdaresi, Müslümanların dertlerini ve sıkıntılarını dinleyen, bunlara çözüm bulmaya çalışan bir örgüt, ama neticede devlete ait bir organ, dolayısıyla Stalinist bürokrasinin belirlediği çizgiden uzaklaşması pek mümkün değil.

Gene de gerçeklik şunu söylüyor: Resulev’in mesajı, seküler kurumların mesajından çok farklı. Bu seküler kurumlar Müslümanları ülkeleri, Resulev ise dinleri için mücadele etmeye çağırıyor. Seküler çevreler, Müslümanların Sovyetler’deki kardeşleri, Resulev ise tüm Müslüman dünya için savaşmasını istiyor. İki ayrı düzlemde de mesajlar arasında belirli bir çelişki söz konusu. İlk düzlemde seküler mesaj birlikçi iken, Resulev’in mesajı düpedüz enternasyonalist. İkinci düzlemde ise seküler mesaj, Müslüman kültürün köşe taşlarını teşkil eden (kâfir öldüren efsanevi kahramanlar ve İslamî mimarinin anıtları türünden) dinî öneme sahip unsurlara başvururken, Resulev’in mesajı, kutsallığın genel alanını ve tarihini yeniden belirleyici kılmaya çalışıyor. Neticede otorite sahibi bir isim, birden çıkıp, üstelik kendi dili olan Başkurtça dilinde cesurca konuşma imkânı buluyor. Bu, hiç de az bir şey değil.

Bunun zemini, muhtemelen Sovyet merkezî hükümetinin Resulev’in radikal diliyle gerçekleştirdiği kopuş pratiğiyle uzlaşması ve işbirliği içine girmesi sayesinde oluştu. Bu uzlaşma ve işbirliğinin varlığını ispatlayan üç delil var elimizde.

1. Bugün parti arşivleri, Resulev’in konuşmalarına ait taslakları muhafaza ediyor, bu da bize Sovyet yetkililerinin onun önemli konuşmalarını izlediğini ve onayladığını söylüyor. Neticede o konuşmaların çevirilerini, yeniden basım sürecini ve dağıtımını bizzat parti denetliyor.

2. Resulev’in üyesi olduğu Merkezi Diyanet İşleri İdaresi, hem sansüre hem de Resulev’in tutuklanmasına mani oluyor. Parti yetkilileri, müftülüğün kapısına kilit vurmak yerine, bu kurumun Sovyetler Birliği’nin başka bölgelerinde de açılması için uğraşıyor.

3. Parti yetkililerinin dinî propaganda sürecinde Resulev’le işbirliğine girmesi, devletin güvenlik aygıtının onun faaliyetlerine göz yumduğu anlamına gelmiyor. Bilâkis, Stalin’e bağlı olan Devlet Güvenliği Bakanlığı (NKGB) (sonrasında İçişleri Bakanlığı) Resulev’in düzenlediği toplantılarda varlığını güçlü bir biçimde hissettiriyor.

Jeff Eden

[Kaynak: God Save The USSR: Soviet Muslims and The Second World War, Oxford University Press, 2021, s. 63-74.]

Dipnotlar:
[1] Yayına hazırlayanlar: S. A. Kildin, S. Sh. Yarmullin ve F.F. Ghaysina, Bashkortostan— aulialar ile (Ufa: Kitap, 2012), s. 225. “Geri çekilmeme emri” muhtemelen Stalin’in 27 Temmuz 1942’de verdiği o ünlü 27 sayılı emre atıfta bulunuyor. Bu emirde Stalin askerlerin ne koşul altında olurlarsa olsunlar, geri çekilmelerini yasaklıyor ve Kızıl Ordu’ya “tek bir geri adım” atmama emrini veriyor. Bu anlatılan hikâyede geri çekilmeme kararının Stalin’e değil tarikat şeyhine ait olduğu söyleniyor. Sovyet ordusunun o trajik sonuçlara yol açmış, ünü dünyaya yayılmış olan azmi şeyhle ilişkilendiriliyor. Muhtemelen burada bir yandan da savaşta azimli olmayı emreden Kur’an ayetine atıfta bulunuluyor. Ortodoks Hristiyanlar da benzer hikâyeler anlatıyorlar. Bu tür hikâyeler de savaş yıllarından miras kalmış. Bu türden bir hikâyede Moskova’nın kuşatma altında olduğu günlerden bahsediliyor ve orada Stalin vaiz eğitimini yarıda bıraktığını söyledikten sonra din adamlarını Kremlin’e topluyor, ardından da zafer için niyaz ediliyor. Aynı anda mucizevi ikonayı taşıyan bir uçak Moskova’nın üzerinde daireler çizerek dolaşıyor, böylelikle şehir Nazilerden kurtarılıyor. (M. V. Shkarovskii, Russkaia Pravoslavnaia Tserkov’ pri Staline i Khrushcheve -Gosudarstvenno-tserkovnye otnosheniia v SSSR v 1939-1964 godakh, Moskova,Krutitskoe Patriarshee Podvor’e; Obschchestvo liubitelei tserkovnoi istorii, 1999, s. 125– 126.)

[2] Dinî propaganda çalışmalarının hedefinde sadece Müslüman ve Hristiyan toplumları yoktu. Bu kitabın ek bölümünde Buryatça konuşan Budistlere ve Sovyet Yahudilerine yönelik çağrılara ait örnekler sunuluyor.

[3] Bkz.: Hamid Algar, “Shaykh Zaynullah Rasulev: The Last Great Naqshbandi Shaykh of the Volga- Urals Region,” Jo- Ann Gross, Muslims in Central Asia: Expressions of Identity and Change içinde (Durham, NC: Duke University Press, 1992), s. 112– 133.

[4] Tarikat silsilesi içerisindeki yeri sayesinde Resulev, Volga Ural Müslümanları ile Çarlık Rus devleti arasında aracılık ediyor. 1906’da düzenlenen Üçüncü Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’nin üyesi olarak Resulev, Müslüman İşleri Çarlık İdaresi’nin yeniden düzene sokulmasına katkıda bulunuyor.

[5] Yaacov Ro’i, Islam in the Soviet Union: From the Second World War to Gorbachev, New York: Columbia University Press, 2000, s. 103, 15. dipnot; Eren Tasar, “Soviet and Muslim,” s. 101– 105; M. Kolarz, Religion in the Soviet Union, s. 426.

[6] S. G. Rakhmankulova, Muftii Gabdrakhman Rasulev— starshii syn Ishan Khazrata Rasuleva (Cheliabinsk, 2000), s. 121.

[7] R. Sh. Khakimov, “Musul’manskie obshchiny na Urale v gody liberalizatsii gosudarstvenno- religioznoi politiki v SSSR,” Vestnik Cheliabinskogo Gosudarstvennogo Universiteta 22/ 237 (2011), s. 94. Savaş yılları boyunca Sovyet basınında din karşıtı propagandanın yürütüldüğüne dair elimizde sınırlı miktarda kanıt var. Bu örneklerden biri, Mayıs 1944’te Özbekçe yayımlanan Kızıl Asker Hakikati isimli dergide çıkan ve Özbek bir subay tarafından kaleme alınmış olan propaganda amaçlı makale. Bu makalede geçerken, İslam’ın Orta Asyalılara bir tür zulüm aracı olarak Araplar tarafından zorla dayatıldığı iddia ediliyor: “O’zbek xalqining qahramonona o’tmishi,” Ikkinchi jahon urushi va front gazetalari. Birinci Kitap, Yayına hazırlayan: Rustam Shamsutdinov (Taşkent: Akademnashr, 2017), s. 438.

[8] R. Sh. Khakimov, “Musul’manskie obshchiny na Urale v gody liberalizatsii gosudarstvennoreligioznoi politiki v SSSR,” Vestnik Cheliabinskogo Gosudarstvennogo Universiteta 22/237, 2011, s. 94.

[9] Yayına hazırlayanlar: R. A. Raev ve R.I. Iaqubov, Islam iuldarynda: Sufyisylyk abaqtary ăm shăiekh Zăinulla Răsulev shăzhărăne. Islam dine tarikhy, ăthărthăr ăm khalyq izhady (Ufa: MÜDN RF, 2011), s. 65– 68. Bu çağrı konusunda ayrıca bkz.: Rakhmankulova, Muftii Gabdrakhman Rasulev— starshii syn Ishan Khazrata Rasuleva, s. 122; S. Evans, The Churches of the USSR (Londra: Cobbett, 1943), s. 158– 159; David Motadel, Islam and Nazi Germany’s War, Cambridge: Harvard University Press, 2014, s. 174; Koroleva ve Korolev, Islam v Srednem Povolzh’ e. 1940- e gg., s. 33.

[10] Almanların “intikam” aldıklarını söyleyenler, esasen Sovyetler’in savaş döneminde yürüttüğü propaganda faaliyetlerinde sıklıkla karşımıza çıkan, Sovyet halklarının Almanların sömürgeci hâkimiyete yönelik çabalarını boşa düşürdüğüne dair yaygın olarak başvurulan tespite atıfta bulunuyorlar.

[11] S. G. Rakhmankulova, Muftii Gabdrakhman Rasulev— starshii syn Ishan Khazrata Rasuleva, Çelyabinsk, 2000, s. 122.

[12] Boram Shin, “Red Army Propaganda for Uzbek Soldiers and Localised Soviet Internationalism during World War II,” The Soviet and Post-Soviet Review Sayı 42/1, 2015, s. 46.

[13] Brandon M. Schechter, “ ‘The People’s Instructions: Indigenizing the Great Patriotic War Among 'Non-Russians' ”, Ab Imperio Sayı 3 (2012), s. 112.

[14] Shin, a.g.e., s. 46.

[15] Shin, a.g.e., s. 46.

[16] Schechter, “ ‘The People’s Instructions,’ ” s. 116.

[17] Shechter, a.g.e., s. 112.

[18] Khakimov, “Musul’manskie obshchiny na Urale v gody liberalizatsii gosudarstvennoreligioznoi politiki v SSSR,” s. 93.

[19] Schechter, “ ‘The People’s Instructions,’ ” s. 114.

[20] Motadel, Islam and Nazi Germany’s War, s. 25– 28.

[21] Schechter, “ ‘The People’s Instructions,’ ” s. 115 27. dipnot.

[22] Yayına hazırlayanlar R. A. Raev ve R. I. Iaqubov, Islam yuldarynda: Sufiysilik habaqtari ham shayekh Zaynulla Rasulev shajarahe. Islam dine tarikhi, athardhar ham khaliq izhadi. Ufa, MÜDN RF, 2011, s. 65– 68. Ayrıca bkz.: R. Sh. Khakimov, “Musul’manskie obshchiny na Urale v gody liberalizatsii gosudarstvenno- religioznoi politiki v SSSR,” s. 94; Iu. N. Guseva, Rossiiskii musulmanin v XX veke (na materialakh Srednego Povolzh’ia), 153; yayına hazırlayan: A. B. Iunusova, 225 let Tsentral’nomu dukhovnomu upravleniiu musul’man rossii: Istoricheskie ocherki, Ufa, 2013, s. 262; L.A. Koroleva ve A. A. Korolev, Islam v Srednem Povolzh’e. 1940- e gg., Penza: Penzenskii gosudarstvennyi universtet arkhitektury i stroitel'stva, 2015, s. 34.

[23] The Academy of Sciences of the Republic of Tataristan (AkadNkTat) Kazan, MS 4046: fol. 1. Bu konferanstan şu çalışmalarda söz ediliyor: Yaacov Ro’i, Islam in the Soviet Union, s. 103 ve T. S. Saidbaev, Islam i obshchestvo (Moskova: Nauka, 1984), s. 188. Ayrıca bkz.: Walter Kolarz, Religion in the Soviet Union (New York: St. Martin’s, 1961), s. 427; V.A. Akhmadullin, “Deiatel’nost’ organov gosudarstvennogo upravleniia SSSR i rukovoditelei dukhovnykh upravlenii musul’man po sozdaniiu vsesoiuznogo musul’manskogo tsentra,” Vlast’ 8 (2015), s. 2– 3.

[24] AkadNkTat MS 4046: fol. 2.

[25] AkadNkTat MS 4046: fol. 3.

[26] AkadNkTat MS 4046: fol. 4. Metindeki bu satırı benim için çözen Alfrid K. Bustanov’a teşekkür ediyorum.

[27] AkadNkTat MS 4046, fol. 4.

[28] AkadNkTat MS 4046, fol. 5-6. Resulev şu ayetleri aktarıyor: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırıya gitmeyin. Çünkü Allah aşırıya gidenleri sevmez.” [Bakara:190]; “Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı insan öldürmekten daha kötüdür.” [Bakara:191]; “Şimdi ise Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer içinde sabırlı bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah sabredenlerle beraberdir.” [Enfal:66]; “İnkâr eden, Allah yolundan alıkoyan, sonra da inkârcılar olarak ölenler var ya, Allah onları asla bağışlamayacaktır.” [Muhammed:34]; “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvetinizi ve savaş atlarınızı hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanlarınızı ve bunlardan gayrı, sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız, karşılığı size tam olarak ödenir. Size asla zulmedilmez.” [Enfal:60]; “Gerek yaya olarak gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Biliniz ki bu sizin için daha hayırlıdır.” [Tevbe:41]

[29] AkadNkTat MS 4046, fol. 7–8.

[30] Motadel, Islam and Nazi Germany’s War, s. 52.

[31] Motadel, a.g.e., s. 139–140; 149– 150. Resulev, Nazilere destek veren Müslüman liderlere yönelik nefretini açıktan, hiç tereddüt dahi yaşamadan dile getiriyor. Araplara Hitler’den yana saf tutmalarını söyleyen Kudüs Başmüftüsü Emin Hüseyin konusunda şunu söylüyor: “Gerçek şu ki Alman ve İtalyan faşistleri, Yakın Doğu’yu olabildiğince güvence altına almak için ellerinden geleni yapıyorlar, bu konuda önemli bir stratejik zemine kavuşuyorlar. ‘Başmüftü’ alçak bir hain ve Gestapo ajanıdır. O, sadece efendilerine hizmet ediyor.” (M. Dolgopolov, “Soviet Mufti Exposes Hitler Mufti,” Soviet War News, 24 Ekim 1942).

[32] Sömürgeciliği İslam’a karşı yürütülen haçlı seferi olarak gören anlayışın bölgedeki sömürgecilik karşıtı gelenekteki geçmişi epey gerilere uzanıyor. Resulev’in İtalyanların Libya’da yapıp ettikleriyle ilgili yorumları akla Buhara’nın ünlü kadısı Sadr-i Ziya’nın günlüklerinde aynı konuyu ele alan görüşleri getiriyor. Burada Ziya Trablus’a doğru ilerleyen İtalyan askerleri konusunda şu yorumu yapıyor: “Of anam of… Bu savaş İslam’a karşı bir savaştır. Kur’an’ı yok edecek bu savaşta yer alıp vatanım için insan öldüreceğim.” adr- i iya, The Personal History of a Bukharan Intellectual: The Diary of Muammad Sharīf- i adr- i iyā, yayına hazırlayanlar: Edward A. Allworth vd. (Leiden: Brill, 2003), s. 289. Kitaptaki bu bölüme dikkat çeken Paolo Sartori’ye teşekkür ederim.

[33] Bkz.: David Motadel, Islam and Nazi Germany’s War, s. 83, 157– 158.

0 Yorum: